Sınıf’ın Fişlenmiş Aydını Rıfat Ilgaz’ın Hayatı ve Sanatı Üzerine Birkaç Şey

Toplumun büyük çoğunluğunun ‘Hababam Sınıfı’ ile tanıdığı Rıfat Ilgaz, 1944 yılı Ocak ayında Sınıf adlı şiir kitabı yayınlanır. Adının “Sınıf”, kapağının da kırmızı olması nedeniyle toplatılır. Hasta olmasına rağmen 6 ay hapse atılır. 1961 yılında “Hababam Sınıfı”nı Ak Kitabevi sahibi İhsan Manavoğlu tarafından basılan kitabın satışılarının iyi gidiyor olmasına rağmen yazara ödeme yapılmaz. Rıfat Ilgaz, on bir kez mahkemeye vermesine karşın davayı kaybediyor. Yani kendi yazdığı kitabının sahibi olamıyor. Turhan ve İlhan Selçuk ile birlikte çözüm arayıp bu kez romanı resimli olarak çıkarıyorlar. Kitabevi sahibi, Rıfat Ilgaz’ı mahkemeye veriyor ve davayı kazanıyor. Sonuçta  İhsan Manavoğlu 1983 yılına kadar 39 sene bu kitaptan büyük paralar kazanıyor.

Samuel Beckett: Varoluştan “Öz”e 100 Yıllık Yolculuk – Ayşegül Yüksel

Beckett’in çıplaklaşmış dünyasına en yaraşan insan tipini, toplumla tüm ilişkileri kesilmiş, sahip olabildikleri eşyalar bile olabildiğince sınırlı, ‘uzam’ın ve ‘zaman’ın bağlayıcılığından arınmış, yeri yurdu olmayan garip serseriler oluşturur. Beckett bu insan tipini Molloy başlıklı romanının kahramanı Molloy’da ve Godot’yu Beklerken’in iki başkişisi Vladimir ve Estragon’da somutlaştırır. ‘Sofokles’in Oedipus’unun Kral Oedipus ve Oedipus Kolonos’ta oyunları arasında geçen süreyi kaplayan ‘sürgün’ yaşamı, ya da Lear’ın ‘fırtına’ sahnesi boyunca ‘zaman’, ‘uzam’ ya da ‘toplumsal kimlik’ sahibi olmanın güven vericiliğinden yoksun olarak ‘bilinçte’ yaşadığı sancılı süreç, Molloy’un, Vladimir’in ve Estragon’un öykülerinin tümünü oluşturur.

Biri Türk – Sünni diğeri Kürt – Alevi olarak yetişen iki kardeş’in hikayesi ve “NEFES” kesen asimilasyon

Ailesi Dersim Katliam’ında katledilen 3 yaşında Ahmet adında bir çocuk abisiyle beraber Dersim’den Afyon’a sürgün edilerek   Yurda verilir. Burada bir aile tarafından evlatlık alınır. Türk ve sünni olarak yetiştirilir. Bir gün okul çıkışında yolunu kesen biri ona gerçek hikâyesini anlatarak evine götürmeye geldiğini söyler. Karşısındaki genç, yıllar önce Afyon Çocuk Yurdu’ndan kaçan ve memleketine dönen ağabeyidir. O andan itibaren hayatı değişen Ahmet’in bugün herkes tarafından bilinen iki çocuğu var. Biri: Vatan gazetesinin eski genel yayın yönetmeni, şimdilerde gazeteport internet sitesinin yayın yönetmeni, ekonomi yazarı Yavuz Semerci. Diğeri ise “Biz kahramanların ne zor şartlar altında terörle mücadele ettiğini anlattık” diyen, ancak neden ve niçin şavaştıkları konusunda zere kadar bir şey söyleyemeyen “NEFES: Vatan Sağolsun”  adlı filmin yönetmeni Levent Semerci.

“Barış Gelini”ne ve insani duyarlılığa dair olanüstü bir belgesel: Pippa’ya Mektubum

Dünya barışına dikkat çekmek amacıyla beyaz gelinlik giyerek 8 Mart 2007’de Milano’dan yola çıkan performans sanatçısı Pippa Bacca, balkan ülkeleri ve Türkiye üzerinden otostop yaparak Tel Aviv’e gitmeyi hedefliyordu. Türkiye yolculuğu sırasında Gebze’de kaybolan Barış Gelini bir süre sonra Bacca’nın tecavüz edilerek öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. İnsanlık için çıktığı  yolculuğu yarım kalan sanatçının trajedik ölümünün üzerinden 3 yıl geçti.

II. Dünya Savaşı’nda Naziler’in Fransız direnişçileri kurşuna dizdiği anın fotoğrafı

Paris’in eteklerinde Nazi askerlerinin Fransız direnişçileri kurşuna dizdikleri bir anın fotoğrafları ilk kez ortaya çıktı. Fotoğraflar, 21 Şubat 1941’de, işbirlikçi hükümetin de katkısıyla Naziler’in Fransa’yı işgalinden birkaç ay sonra, Mont-Valerien kalesinde, çalıların arkasında gizlenen bir Alman askeri tarafından çekildi Fotoğrafın Adıyaman’a kadar uzanan bir hikayesi var.

“Arka Bahçede Karton Bir Valiz ya da Yalnızlık Odağında Bir Şiirci: Gülten Akın” – Betül Tarıman

. “Yüzünle bir olmaz hatırlıyorum sen kimsin / Bir yanından öbür yarın görünüyor bomboş / Yeni çarşılar gibi alımlısın geçiyorum / Çarşılarda erkek adları söylenir kadınlar gizli / Sana kim taktı bu sorumluluğu kadınsın / Nerden aldın “olmaz”ları o “geçilmez”leri / Bir yanından –senin değil öbür yanın– geçiyorum / Bu senin yüzünden gülmelere bu ne bu / Tüm karşıyız binlerle yıl çoğunlukta / Kara tartılarda ağırlığımız / Tüm kadın tüm utanç tüm korku”

“ÖLÜ KADIN SURETLERİ”

Kardeş Payı – Orhan Kemal | “Ağlayıp da gözden mi olacaktı?”

Siverekli kahveden içeri nefes nefese girdi. Altı kollu, iskambil oynayan hamalbaşının yanına gitti: “Ağa,” dedi, “depoda yadırgı hamallara işbaşı yaptırdılar, habarın olsun!” Hamalbaşının kâğıtları atıp masadan fırlamasını bekliyordu. Hamalbaşı buz gibiydi: “Nasıl olur lan?” “Yalansam şu iki gözüm avuçlarımda aksın ağa…” “Tonunu iki buçuk liradan pazarlık ettik. Yarın sabah erkenden işbaşı yapacağız. Yadırgı hambalı nasıl işe sokar?” “Bilmem, sokmuş işte. Git kendi gözünle kör!”

Siverekli, hamalların en aptalıydı. Getirdiği habere inanmadıysa da, kalktı. Kocaman bıyığı, kaşına eğik kasketi, omzunda lacivert ceketiyle kahveden çıktı, kaldırımda durdu; depo sahibi Refik Bey’in tükrüğünü yalayacağına inanamıyordu.

657 Sayılı Yasada Yapılması Planlanan Değişiklikler: Kamu kurumları şirket, yurttaşlar müşteri

Devlet Bakanı Hayati Yazıcı tarafından açıklanan 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nunda yapılması düşünülen değişiklikler mevcut kamu yönetimi kökten değiştirecek, kamu hizmetinin niteliği düşecek ve kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldıran esnek çalışma düzeni getirecek. Uluslar arası sözleşmelerin gereği olarak getirilmesi zorunlu kimi haklar ve iyileştirmeler ise yasa değişikliğinin gerçek niyetini gizlemeye yönelik.  Tasarı kamu emekçilerinin grev ve toplu sözleşme hakkını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Sendikaları bir dernek haline getirmeyi, emekçileri eylemden, hak aramak ve taleplerini dile getirmekten yıldırmayı hedeflemekte. Siyasi kadrolaşmanın önünü açmayı,  sendika üyeliği ikramiyesi ile AKP iktidarı döneminde  % 900’lere varan üye artışlarıyla yetkili konfederasyon haline gelen iktidar yanlısı sağcı sendikaların daha da güçlenmesine imkan sağlayacak.

Hikaye | Üzüntüden başka hiçbir pay eşit değil | Yıldız Çocuğu – Oscar Wilde

Kurtulduklarına öyle sevindiler ki kahkahalarla güldüler. Gözlerine bütün dünya gümüşten bir çiçek, ay da altından, başka bir çiçek gibi göründü. Bununla birlikte, gülmeleri geçince üzüntüye kapıldılar; çünkü yoksulluklarını anımsamışlardı; biri ötekine, “Dünyanın bizim gibiler için değil zenginler için olduğunu gördüğümüz halde, ne diye neşelendik?” dedi, “Keşke ormanda soğuktan ölseydik ya da yabanıl bir hayvan üstümüze atılıp bizi öldürseydi.” Yol arkadaşı, “Doğru” dedi, “Kimilerine çok verilmiş, kimilerine az. Dünya nimetlerinin bölüştürülmesi adaletsiz olmuş. Üzüntüden başka hiçbir pay eşit değil.”

Lenin Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkından Vaz mı Geçmişti? – Levent Toprak

Kürt sorununun tartışılmakta olduğu bugünlerde Marksizmin ulusal sorundaki tutumunu çeşitli yönleriyle tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var. Zira yeni bir yükseliş sürecine giren ezen ulus şovenizminin karşısında tutarlı bir duruş ancak Marksizm temelinde mümkündür. şoven dalganın basıncı arttığı ölçüde sağlam ve ilkeli bir duruşun yakıcı önemi daha da artacaktır. Bir yandan yaşanan sayısız tarihsel deney, bir yandan da üzerinde yaşadığımız topraklardaki deneyim, bu el yakan sorunda ilkeli tutumu devrimciliğin temel bir kıstası yapmaktadır.

Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Z. Nihadioğlu: “Biz başka âlem isteriz!”

Lenin 1919 1 Mayıs’ındaki konuşmasında, “Bizim torunlarımız kapitalist sistem çağından kalan belgeleri ve diğer kalıntıları hayretler içinde inceleyecekler. Temel ihtiyaç maddelerinin nasıl özel ticaret konusu olabildiğini, fabrikaların nasıl bireylere ait olabildiğini, kimi insanların başka insanları nasıl sömürebildiğini, bazılarının nasıl hiç çalışmadan yaşayabildiğini kafalarında canlandırmakta çok zorluk çekecekler… Yoldaşlar bugün görüyorsunuz ki temellerini attığımız sosyalist toplum yapısı bir hayal değil. Çocuklarımız bu yapıyı daha da büyük bir şevkle inşa edebilecekler” demişti. Böylesine bir dünyayı inşa edebilmek uğruna verilen mücadeledir önemli olan. Gerisi lafugüzaftır.

e-Gözaltı: Yasa dışı dinleme ve yeni iletişim teknolojileri – Nurcan Törenli

Sayısal temelli tüm ağlar gibi iletişim ağları (şebekesi) da öncelikle, ağı “kuranın” var olan toplumsal yapı içerisindeki çıkarlarını, iktidarını “iletişimin” denetimi üzerinden koruma ve sürdürmeye dönük olarak yapılandırılmıştır. Belirli bir çıkara odaklı bu açıklama, ağın yüksek kuruluş ve sürdürüm maliyetini karşılama yeteneğinin ağın “getirisine” bağlı olduğuna dayanmaktadır. Ağın sağladığı güçle ayakta durduğu (ağ genişledikçe güçlenir ancak kırılganlıkları o ölçüde artar) üzerine kurulu bu işleyiş, araçlı iletişimin/iletişim sistemlerinin ilk örgütleniş biçimlerinden başlayarak günümüze değin geçerliliğini sürdürmektedir. Özellikle iletişimin geleneksel biçimleri içinde devlet posta sistemi örgütlenmelerinin ilk örneklerinde, yasal takip-aleni sansür uygulaması, mutlak monarşilerin var oluşlarını sürdürebilmeleri açısından taşıdıkları istihbaratın önemi nedeniyle adeta doğal, yasal bir uygulama olarak kabullenilmiştir(1).

Danstan Sonra – Leo Tolstoy | Rastlantılar bir insanın hayatını ne kadar değiştirebilir?

“Yani sen diyorsun ki, insan neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemez, her şey çevredir, çevre insana baskın çıkar, fakat ben şansa inanıyorum, mesela beni ele al..”

Değerli dostumuz Ivan Vasilyeviç, insanın yaşadığı koşullarda değişiklik olmadan, karakterinin gelişmesinin imkansız olduğu hakkındaki konuşmadan sonra böyle diyordu. Kimse gerçekten insanın iyiyi, kötüyü bilmesinin imkansız olduğunu söylemedi, ama Ivan Vasilyeviç, aklına gelen düşünceleri cevaplarken böyle konuşmaya alışmıştı ve fikirlerini kendi hayatından örnekler vererek açıklardı. Genellikle hikayeyi niye anlattığını unuturdu. ama çok içten ve duyarak anlatırdı.

Karl Marx – Kapital | Değerler, fiyatlar ve Bortkiewicz – Dr. Suat Kamil Aksoy

Bu yazıda fiyatların değerlerden sapmasını ele alacağız. Matematikçi Bortkiewicz’in, fiyatların değerlere dönüşümü ile ilgili cebirsel çözümlemesini değerlendireceğiz. Marks’ın fiyatların değerlerden sapması hakkındaki vargısının dolaylı sonuçlarını hesaplamaya çalışan Bortkiewicz bazı aykırı sonuçlar elde etmiştir. Hataları ayıklamaya çalışacağız. Hatırlarsak; fiyatlar arz ve talep dengesindeki değişimler sonucunda dalgalanabilmekteydi. Değer belirlenimi, kendisini yeterince uzun bir dönemdeki ortalama fiyatlar ile ortaya koymaktaydı. Bu koşullarda somut bir durumda fiyatlar, değerlere hep rastlantısal bir mesafede yer alacaktır. Arz ve talebin dengede olduğu varsayımsal bir durumda fiyatdeğere eşitlenecektir. Fiyatlarda arz ve talebin etkisi ile oluşan dalgalanmalar bu yazıda konumuz değil. Sapma derken tamamen başka bir noktaya bakmaktayız…

Haber Konusu Kürt Sorunu İse “Basın Özgürlüğü” teferruattır!

Türkiye’de 2 gazetecinin geçen hafta görülen bir davada, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında hapis ve para cezaları almaları, basın ve ifade özgürlüğü sorununu bir kez daha gündeme taşıdı. Benzer nedenlerle yargılanan daha pek çok gazetecinin bulunması, Kürt sorununa yönelik yayın yapan gazete ve gazetecilere uygulanan baskının  sanıldığının çok üstünde olduğunu gözler önüne serdi. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hakan Karaali tarafından 16 Aralık 2009’da hazırlanan iddianamede, Expres Dergisinin 15 Ekim-16 Kasım 2009 tarihli sayısında yayınlanan ve şüpheli İrfan Aktan’a ait ”Mücadele olmazsa çözüm olmaz” başlıklı yazıda, “silahlı terör örgütün propagandasının yapıldığı”nın belirlendiği kaydedilerek Terörle Mücadele Kanununun (TMK) 7/2. maddesi gereğince 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Yazı işleri müdürü Merve Erol ise aynı madde kapsamında 16 bin 660 TL adli para cezasına mahkum edildi. 

Bu kof ekonomiyle, bu Kürt sorunuyla ‘bölgesel güç’ olunur mu? – Mustafa Sönmez

“Bir bölgesel güç adayı, bugüne kadar anlamalıydı ki, Kürt meselesini çözmenin ilk şartı PKK’yi silahsızlandırmaktır. Bunun da şiddet ile yapılamadığı, şiddetin bundan sonra da sonuç vermeyeceği yeterince ortaya çıktığına göre, çözüm “siyaset”ten geçiyor. Siyaseten silah bıraktıracaksınız PKK’ye. Kabul edin, etmeyin, muhatap almadan sorunu çözemez, kördüğüm haline getirirsiniz. Bunca kifayetsizlikten malul iken bir de “Ortadoğu’ya nizam getirme” ihtirasınız ülkenin başına çok iş açacak.”

Nazım’ın 1957 Bakû konuşması: “…desin ki; Nazım geldi, biz onu kardeş gibi bağrımıza bastık”

Nazım Hikmet, 1957 yılında, ikinci kez Azerbaycan`a gider. İlk gidişinden o yana tam otuz yıl geçmiştir. Bakû Üniversitesinde görkemli bir tören düzenlenir.. Konuşmalar yapılır, şiirler okunur. Nazım Hikmet alkışlar arasında kürsüye gelir. `Yoldaşlar` diye başlar konuşmaya.. `Yoldaşlar, Şair olmak, hem de ihtiyar şair olmak benim gibi, biraz zor iş. Bakın ne oluyor, geliyorsunuz, gençler çıkıyor, sizi yüzünüze karşı övüyor. Yahşi şairdir diyor, yahşi adamdır diyor sen de orada oturuyorsun. Gel de ne yapacaksın yani? Gelin kız olsan, genç kız olsan güzeldir yahşidir deseler kırdırsın, ben ihtiyarsam ne halt edeyim yani?

Başak Kültür ve Sanat Vakfı öncülüğünde farklı kültürler sokakta buluşuyor

Başak Kültür ve Sanat Vakfı “Sokakta Buluşan Kültürler” projesi ile İtalya ve Fransa’dan gelen genç sanatçıları İstanbul’un 12 ilçesinde (Eyüp, Sultançiftliği, Sultanbeyli, Beykoz, Ümraniye, Üsküdar, Pendik, Maltepe, Kartal, Tuzla, Kadıköy, Alaşehir’in kenar mahalleri) yaşayan 7-15 yaş arası çocuklarla 4 Haziran -27 Ağustos Tarihleri arasında çeşitli sanat dallarında atölye çalışmaları yapacak. Vakıf sanatı kent merkezlerinden kenar mahallelere ulaştırmayı hedefliyor.

Bir olay örgüsü içinde devinen kişilere dayanarak kurulan anlatı, Kafka’da Modernlik

Kafka’nın yapıtlarında çeşitli eleştirmenlerin sıklıkla değindiği unsurlar vardır: modern toplumdaki yabancılaşmayı, köhnemiş Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bürokrasisinin dehşetini, faşizmi ve totalitarizmi anlattığı söylenmiştir. Modernlik kuramlarına başvurduğumuz zaman bu niteliklerin birbirlerinden ayrışık şeyler olmadığını, bütün modern kapitalist sanayi toplumlarına içkin olduğu görürüz. Kafka’nın bütün yapıtlarında birbirinden farklı soyutlamalarla modern toplumun bir sorunsal olarak sürekli yer aldığını, modern hayatın sürekli değişen veçhelerinin negatif bir biçimde temsil edildiğini iddia etmek mümkündür.

Ahmet Nesin’den ‘Din ve Sol’ Üzerine Değişik Düşünceler

“Türkiye’de Ateistler bırakın propaganda yapmayı, yıllarca Ateist olduklarını bile sakladılar. Türkiye’de Ateist olduğunu televizyonda ilk açıklayan Aziz Nesin’dir, sonra ben açıkladım, benden sonra da Mina Urgan açıkladı. Oysa bu çoktan yapılması gereken bişeydi, Ateistlik öyle öcü gibi bişey değil. Ateist olup da solcu olmayan dünya kadar insan var ve dünyada eğitimli insan sayısı arttıkça da ateist sayısı artıyor. Zaten köktendincilerin (Her dinden) son yıllarda fazlaca ortaya çıkma nedeni de bu, köktendincilerin sayısı artmıyor, sadece dünyadaki ateistlerin sayısı artıyor. Dincileri de korkutan bu, okuyan insan korkusu…”

“(…) Atatürk’ün cenaze namazı kılınmamıştır, cenazesi camiye götürülmemiştir. Ölmesine karşın yapılmaması büyük bir olasılıkla şifahi olarak vasiyet etmesinden kaynaklanıyor. Atatürk’ten sonra İsmet İnönü’de politikasına dini hiç karıştırmamıştır.”