Ahmet Haşim’in ‘Yeni bir şair hakkında birkaç satır’ı Nazım Hikmet’in şiirli cevabı

Bundan on beş, on altı sene evvel, Galatasaray lisesi sıralarında henüz bir talebe iken, aruz vezninin mukassi darlığı içinde ciğerlerinin rahat teneffüs edemeyeceğini hissederek, Régnier ve Verhaeren’in Fransız nazmında yaptıkları inkılâbın tesiri altında, Türkçe şiir için, rüzgara göre dağılan, toplanan, sönen, canlanan, bir çoban ateşi tarzında, his tahavvüllerine ve ahenk zaruretlerine tâbi serbest bir vezin düşünmüş ve bunu “Yollar” ve “O belde” isimli iki manzumemde tatbik etmiştim. Halk denilen büyük denizin fırtınalarına asla çıkamamış ve daima korkak kuğular gibi, havuz genişliğinde dar bir sahada kalmış olan diğer şiirlerim gibi “Yollar” da yeni şekliyle ancak mahdud bir genç zümresi içinde merakı tahrik etmiş ve bazı şiddetli münakaşalara mevzu teşkil etmişti. Bu münakaşalar sırasında, serbest nazmımın hakikatte bir “serbest müstezat” olduğunu, nazariyatta yed-i tulâ sahibi olanlardan öğrendim.

Bireysel Bencillik ve Özveri Kıskacında İnsanlar Neden Var? – Richard Dawkins

Siyahbaşlı martılar büyük koloniler halinde yuva kurarlar. Yuvalar birbirinden sadece birkaç fit uzaklığındadır. Yavrular yumurtadan  ilk çıktıklarında küçük ve savunmasızdırlar, onları yutuvermek kolaydır. Bir martının, komşusunun arkasını dönmesini veya balık avlamaya gitmesini beklediği, sonra da komşunun yavrusunun başına çöküp bir lokmada yuttuğu çokça görülür. Böylece, balık avlama zahmetine girmeksizin ya da kendi yuvasını savunmasız bırakmasızın, besleyici, güzel bir yemek elde eder. Daha iyi bilinen bir örnek ise dişi peygamberdevesinin meşum yamyamlığıdır. Peygamberdeveleri iri, etobur böceklerdir. Normal olarak, kendilerinden daha küçük hayvanları -sinekler gibi-yerler; hareket eden hemen hemen her şeye saldırırlar. Çiftleşirken erkek dikkatlice sürünür, tırmanarak dişinin üstüne biner ve birleşir. Dişi eline bir şans geçirirse, erkeği yiyecektir. Ya erkek yaklaşırken veya üstüne bindikten ya da ayrıldıktan hemen sonra, kafasını kopartarak işe başlar.

Tutarlı Tavrı ile Toplumsal Mücadele İçinde Kendini Yeniden Var Eden Bir Ressam: Kathe Kollwitz

Kathe“Sanatımın ‘amaçları’ olduğunu kabul ediyorum. Ben insanların böylesine çaresiz ve yardıma muhtaç olduğu bir zamanda etkili olmak istiyorum” Sanatı toplumsal bir görev olarak gören Kollwitz,  eserlerinde  çoğunlukla yoksul ve  ezilmiş insanları konu aldı. Sanatıyla toplumsal haksızlığa ve savaşa karşı mücadele etti. 1933’te Hitler’in gücünün artmasından sonra 1919’da kabul edildiği ve profesörlük unvanının verildiği Prusya Güzel Sanatlar Akademisi’nden kovuldu. Bir çok eseri tahrip edilen sanatçı, yaşamının son yirmi yılında çalışmalarının sergilenmesi yasaklandı.

Marx ile Balzac Arasındaki Bağ, Pablo Picasso, Paul Cezanne ve Marks’ın Edebi Kahramanı

Küresel kriz Karl Marks’ı yine dünyanın gündemine taşıdı. Bırakınız dünyaca ünlü ekonomistleri Türkiye’de bazı muhafazakar isimler bile Marks’ın haklılığını öven yazılar kaleme almaya başladı. Görünen o ki önümüzdeki dönem Marks yeniden okunup, tartışılacak. İlginçtir Marks, Kapital’i yazdığında sanki bu durumu önceden tespit etmişti! Dava arkadaşı F. Engels’e yazdığı mektupta kendisini bir hikaye kahramanına benzettiğini yazdı. Marks, hangi ünlü yazarın, hangi eserinin kahramanıyla özdeşleşmişti? Neden kendini ona benzetmişti? Gelin 1867 yılının 16 Ağustos gününe gidelim…

Ölünün Arkasında Konuşmak – Ece Ayhan

Bilirsiniz ya da bilmezsiniz, öz çocuklarını boğduğu için herhalde, görkemli olduğu söylenen geçmiş, hele bir imparatorluksa, içinde taşıdığı hüsnü kuruntuyu, gerçekte sevmekten, güzel uzunken kırpılmış kısa kirpikli sanata büründürerek, bir tarikat anlaşmazlığından Nusaybin’e, bir tahttan indirilerek Selanik’e, bir eprimekten İskenderiye’ye sürgünlere gönderilmiş, kafası ipek kılıçla kesilmiş, tuğraları alçılarla örtülmüş, çocuk paşaların ilk kaymaktabağı Kanunu esasileri hamamname olarak kütüphanelere, Serez’den çinkolanmış sandukada taşınmış bir ermiş kemik olarak değil de, Yedikule zindanlarından getirtilmiş iskelet olarak hazirelere, pejmürde bir feylesofun Gelibolu’da Hamza koyunda ciğerlerine çektiği nefes olarak zaviyelere, kimi sayfaları şehzadelerce koparılıp atılmış surnameler olarak saraylara, yanına bir ibrik bir seccade bir Muhammediye almasına göz yumulan bir kalebent olarak hisarlara kapatılmış olsa bile, cumhuriyetlerin, kendisinden sonraki tarihsel ulamların, basamakların, süreçlerin peşini bırakmaz. Aylığını aldırmak için mührünü gönderir. Pişkindir. Ne hacıyatmazdır. Ben senin atalığın değil miyim? Aslını inkâr eden haramzadedir! güftesini, artık kullanılmayan bir makamda, sahibinin sesi plaklara okur ve aynı marka fonograftan, borunun ağzına kulağını vererek dinler. Sebah’da resim çektirir. Nesnel bir olgudur bu. Çünkü, ölümünden sonra da toplumsal köklersiz, birçok insan yüzyılı yaşayabilen tek yaratış sanattır.

Halit Ziya ve Aşk-ı Memnu üzerine – Oğuz Atay | “Karekterler bir bakıma tutunamayanlardır”

Halit Ziya, Türkiye tarihinde önemli bir dönüm noktası olan Batıya açılışın insanını vermekle bugünkü Türkiye’nin de önemli bir bölümünü aydınlatmak bakımından ilginç bir edebiyatçıdır. 1900’lere kadar Türk insanının ruhsal durumu, nasıl hissettiği, bir insan olarak nasıl bir duyarlık içinde olduğu belirgin değildi. H.Ziya’nın kahramanları ne kadar piyanoda Chopin çalsalar, Alexandre Dumas okusalar, redingot giyseler ve XIV Louis mobilyalarıyla evlerini döşeseler de bizim insanımızdır. 100 yıl sonra biz kendimizi daha iyi tanımak için, Batı’ya yöneldiğimizi, bütün kurumlarımızla Batılı olmaya çalıştığımızı ileri sürdüğümüz bu sıralarda bu kahramanları daha iyi tanımalıyız.

İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali 29 Ekim’de başlıyor

Bu yıl, 68 belgesel gerçeğe ayna tutacak İlki 1998 yılında gerçekleşen İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nin 13’üncüsü 29 Ekim – 4 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek. Belgesel Sinemacılar Birliği tarafından gerçekleştirilen festivalde bu yıl, 20’si Türkiyeden olmak üzere toplam 68 belgesel izleyiciyle buluşacak. Türkiye’nin ilk ve en uzun ömürlü Belgesel Sinema şenliği, İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nin 13’üncüsü bu yıl 29 Ekim – 4 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek. Belgesel Sinemacılar Birliği tarafından düzenlenen festival; insanlığa, dünya toplumlarına ayna tutan, birbirinden ilginç ve gerçek öyküleri bu yıl da İstanbul’a taşıyacak.

Andrei Tarkovsky: Ruhun mükemmelliğini arzulamayan hiçbir insan değerli değildir…

Sinema, genellikle anlaşılması zor, yüksek bir yaratıcılık gerilimi içeren bir özgün sanat biçimidir. Bu, ben anlaşılmak istemiyorum demek değil, ama Spielberg gibi, örneğin genel kitle için bir film yapamam. Eğer yapabileceğimi keşfetseydim acı duyardım. Eğer genel bir izleyici kitlesine ulaşmak istiyorsanız, Star Wars ve Superman gibi, sanatla hiç ilgisi olmayan filmler yapmalısınız. Bununla halkın aptal olduğunu söylemek istemiyorum, ama onları memnun etmek için de kesinlikle böyle bir ıstıraba katlanamam. Sinema, insanlığa hiçbir şey öğretemez, çünkü insanlık, hiçbir şey öğrenemeyeceğini, son dört bin yılda yeteri kadar ispatlamıştır.

Hakkı Devrim: ‘Kürt meselesini ihanet masasında konuşuyoruz, çok ayıp’

Kürtçe için çocukların okulları boykot etmesiyle birlikte başlayan tartışmalarda ilginç öneriyle dikkat çeken Hakkı Devrim, Kürtçe konusunda  ”Bu kadar sene yasaklanmış bir dile sağlığını geri vermek çok kolay bir iş değil. Kürtçe şu an tedavisi çok güç bir hasta konumundadır. Ona göre hassas yaklaşmak lazım. Kürtçe’nin hayatın içine karışması lazım” diyor. Kürt meselesinin ihanet masasında konuşuluyor olmasını ayıplarken, Kürt illerinde 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın kutlamasına da karşı çıkıyor. Türkiye’nin sorunlarını çözme konusunda beceriksiz olduğunu anlatıyor. ANF’den İsmail Yıldız’ın Hakkı Devrim ile yaptığı şöylesiyi aşağıdan okuyabilirsiniz.

Siyasal Mücadele ve Askeri Savaş*- Antonio Gramsci

Askerî savaşta düşman ordusunun imha ve topraklarının işgal edilmesiyle stratejik amaca varınca başarıya ulaşılır. Üstelik şu da belirtilmelidir ki, savaşın sona ermesi için stratejik amaca sadece potansiyel olarak ulaşılması yeterlidir. Yani düşman ordusunun artık savaşamayacağının ve zafere ulaşmış ordunun düşmanın topraklarını işgal «edebileceğinin» şüphe götürmemesi yeterlidir. Siyasal mücadeleyse çok daha karmaşıktır: bir bakıma koloni savaşları ya da, zafere ulaşmış ordunun kazandığı toprakların bütününü ya da bir bölümünü kalıcı bir biçimde zaptettiği, eski fetih savaşlarıyla bir tutulabilir. Bu durumlarda mağlup ordu silahlarından arındırılıp dağıtılır ama mücadele siyasal alanda ve askerî «hazırlık» alanında sürer.

Kahraman ve “Tragedya” Açısından Lukacs, Brecht ve Benjamin*

Lukacs modern sanatı totalite duygusundan, totalite anlayışından ve belirli bir perspektif ten yoksun olduğu için eleştiriyor ve beğenmiyordu. Oysa, Brecht ve Benjamin’e göre, 19. Yüzyılın ortalarına kadar yaşanan toplumsal realite, realiteyi algılayan sanatçının bu ikisine sahip olmasına hâlâ olanak tanımaktaydı. Yaşadığımız Yüzyıl ise sanatçıya böyle bir totalite duygusu ve bütün’ün kavranabilmesinden oluşacak perspektif edinme olanağı tanımamaktadır. Yaşadığımız Yüzyıl, gerçekliğin “sahih” yüzünü görebilmemiz için açık seçik bir perspektife yaslanmaktan, gerçekliği bir totalite olarak görebileceğimizi sanmaktan çok, gerçekliği (realiteyi) oluşturan ayrıntılardan, önemsiz bulunduğu için kenarda-köşede kalmış şeylerden yola çıkmamızı gerektiriyor. Bu nedenle, günümüzün sanatı fregmancı olmak zorundadır.

Ölüm makinası tabancanın icadı ve tarihsel gelişimi

Tabancalar, tek elle kullanılabilen hafif bir ateşli silahtır. Yakın muharebe silahı olarak da tanımlanır. XV. yüzyıl sonlarında savaşlarda ve özellikle yakın muharebelerde tüfeklerin etkili olamadığı anlarda, daha etkili olabilecek bir ateşli silaha ihtiyaç duyulmuştur. Önceleri tüfek boyları küçültülerek boyları karabina denilen kısa tüfekler kullanılmışsa da 1544’de itibaren kısa namlulu, kolay taşınabilir ve tek kişi tarafından zor şartlarda bile kullanılabilen tabancalar üretilmeye başlanmıştır.Önceleri Avrupalı soyluların silahı olarak bilinen kısa namlulu bu el silahları; zamanla orta sınıfın ve subayların  düellolarda kullandığı kibar silahlar haline gelmiştir.1557’de Alman piyadesinin, 1569’da da süvarinin temel silahı olmuştur. Yeni üretilen bu silahlarda, önceleri tüfeklerde olduğu gibi namlu ve mermi yatağı tek bir parça halinde (daha sonraları çok namlulu örnekleri de görülmüştür) ve ağzından dolmalı olarak üretilmiştir.

Derdini sözcüklerle dile getirmek başkadır | Yazmak nedir? – Jean-Paul Sartre

(…) Hayır, biz müziği, heykeli ve resmi «de bağlamak» istemiyoruz, ya da, hiç olmazsa, aynı biçimde bağlamak istemiyoruz. Hem sonra neden isteyecekmişiz? Geçmiş yüzyıllardaki bir yazar, uğraşıyla ilgili bir görüş ileri sürdüğünde, hemencecik ondan bunu öteki sanatlara da uygulaması iste­niyor muydu ki? Ama, sanki aslında, tıpkı bütün yüklemle­rinin eşdeğerli olarak yansıttığı Spinoza felsefesindeki töz (cevher) gibi, bu dillerin birinde ya da ötekinde aynı rahatlıkla dile gelebilecek tek bir sanat varmışçasına, bugün müzikçi ya da edebiyatçı argosuyla «resimden konuşmak», ve ressam argosuyla da «edebiyattan konuşmak» incelik sa­yılıyor.

Ölümün 200. yılında Frederick F. Chopin ve klasik müziğin ünlü eserlerinden biri; Cenaze Marşı

22 Şubat 1810′da Polonya’nın Zelazova-Vola kentinde doğdu. Adı piyano ile özdeşleşen Chopin, kısa ömrüne ülkesi Polonya’nın kültürünü, ruhunu, halkının çektiği acıları, kendi aşklarını, özlemini  kısaca duygu durumunu yansıtan yüzlerce piyano yapıtı sığdırdı.  Bugün herkes tarafından bilinen ünlü   Cenaze Marşı’nın  bestecisi, 17 Ekim 1849′ da Paris’te veremden öldüğü zaman henüz 39 yaşındaydı.  Mozart’ın ‘Requiem’ adlı eseri eşliğinde Paris’e gömülen  sanatçının, kalbi kendi vasiyeti üzerine uzun zamandır hasretini çektiği Polanya’ya gönderildi.

Ülkenin Baş Bölgesi ve Tıkanan Borular – Aykut Emre Al

Hepinizi en içten ipana, signal, colgate ve türevi gülüşlerimle selamlıyor ve hepinizin suratına çok ferah bir hoh yapıyorum sevgili görünmez dostlarım. İnsanın dostu olması çok önemli oluyor bi’şeyleri anlatması için. Ben de insan olduğumdan benim için de önemli tabii ki. Bu günlerde iyi bastırılmış, çift kaşarlı bir dost istiyorum mesela. İyice bastırılmış olsun çünkü anlatacağım o kadar olay var ki o hiç konuşamasın istiyorum. Çift kaşarlı olmasına gelince… Lütfen özele girmeyelim. Çift kaşar durumlarını bilmiyorum ama siz değerli dostlarım, zaten her zaman lafımı kesmeden dinliyorsunuz maşallah. O zaman “başlarım böyle yazıya” deyip başlayalım.

Narodniklere Karşı Lenin, Lenin’e karşı Marks | Yüz Yıl Sonra Bir Lenin Eleştirisi! – Dr. Suat Kamil Aksoy

Öncelikle okuyacağınız eleştirinin Lenin için bir Marks’a uygunluk araştırması olmadığını belirtmeliyiz. Daha önemlisi Lenin’in kendi zamanında olduğu gibi, bugün de siyasal hasımları vardır. Onların eleştiri ya da dışlamaları herkesin malumu! Bizim eleştirimiz bu açıdan içeriden sayılır. Bir bakıma özeleştiri olarak da kabul edilebilir. Ama en nihayetinde herkes kendi fikrinden sorumludur. 1900 yılları civarındaki Rus siyasetinin iç tartışmaları bugün bizi doğrudan ilgilendirmiyor. Ancak tartışmanın temel ekseni sadece Rus siyasetiyle sınırlı değil! Hilferding ile Rosa Lüksemburg Alman siyasetinde, Lenin ile Narodnikler benzer eksenleri temsil ediyorlar. Bu eksen aradan bir asır geçmiş olmasına rağmen bizi söz söylemeye zorluyor.

Aşağılık Duygusu, Mazoşist , Sadist Eğilimler ve Faşizmin Bir Erk Argümanı Olarak Yetkecilik*

1

Erich FrommHobbes’dan, egemenlik kurma arzusunu, en elverişli olanın yaşamını sürdürmesi yolunda verilen biyolojik olarak koşullandırılmış savaşımın mantıksal sonucu diye açıklayan Hitler’e dek birçok kişi, güç ya da erk sahibi olma hırsını, insan doğasının, görünenin dışında bir açıklama gerektirmeyen bir parçası olarak değerlendirdi. Ancak mazoşist istekler, kişinin kendisine yöneltilmiş eğilimler, bir bilmece olarak kaldı, insanların kendilerini incitmek ve zayıflatıp küçük görmek istemekle kalmadığı, üstüne üstlük bunları yapmaktan hoşlandığı olgusu nasıl anlaşılabilirdi? Hepimizin köşe bucak kaçtığı, önlemek için çaba gösterdiği acı çekme ve üzüntü duyma olgularını bazı insanların çekici bulduğu ve bunları gerçekleştirmeye istekli olduğu nasıl açıklanabilir?

Gerçekçilik, Gerçekçiliğin Türleri ve Ünlü İsimleri

Homeros’tan Maksim Gorki’ye değin tüm yazarlar insanı insana anlatmayı amaçlamıştır. Ne ki bu anlatım, yazarların insana bakış açısına, toplumsal görüngü­ye (perspektife) göre değişiklik göstermiştir. Çünkü yazınsal yaratılarda özü de, biçimi de belirleyen yaratıcıların dünya görüşü, bu görüş doğrultusunda dünyayı algılayışıdır. Ancak bunu da bir başına bağımsız bir etken olarak düşünemeyiz. Yazarı biçimleyen, yönlendiren etkenler de vardır. Bu etkenlerin başında her ya­ratıcının “toplumsal ve tarihsel bir bütünün parçası” olduğu gerçeği gelir.

Friedrich Nietzsche’nin Dünyevi Ruhu – Doç. Dr. Örsan Kunter Öymen

0

Sanayi, teknoloji ve kapitalizmin damgasını vurduğu çağımızın ruhsuz bir çağ olduğu düşüncesi sık sık dile getirilir. Bu eleştiriyi yapanların önemli bir kısmı da dini, alternatif olarak ortaya koyarlar. Oysa ruhsuzluğun panzehirinin din olması gibi bir zorunluluk yoktur. Ruhsuzluğu dünyevi bir yolla aşmak ve ortadan kaldırmak, dünyevi bir bakış açısıyla bir ruh ortaya koymak da olanaklıdır.Bunun olanaklı olduğunu gösteren kişilerin başında 19. yüzyıl Alman filozofu Friedrich Nietzsche gelir.

Adalet Bakanlığı, HSYK’yı “demokratlaştıracak” adayları buldu!

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için Pazar günü yapılacak seçimler öncesi  adaylar netleşti.  Adalet Bakanlığı’na ait olduğu belirtilen özellikle taşradaki hakim ve savcılara desteklemeleri için gönderdiği listede özelikle üç  isim dikkat çekiyor. Biri işkenceyle öldürülen Engin Çeber davasında Çeber’in yakınlarını duruşma salonundan atmakla tehdit eden hakim, diğeri dinleme iddialarının üzerine örten savcı, bir diğeri ise ateist bir siteyi açtığı iddia edilen iki kişiye onlarca yıl hapis cezası istemiyle dava açan savcı.  Ülkücü ve sosyal demokrat ittifaktan oluşan YARSAV’ın “Kızılelma” aday listesi, Bakanlık listesini aratmazken, Demokrat Yargı’da  listelerini açıkladı.