Ezilenlerin Terbiye Edicisi Olarak Mizah – B. Sadık Albayrak

Mizah üzerine düşünmüş az sayıdaki düşünürden biri olan Bergson, gülmenin, toplumsal hayatın olağan akışının dışına çıkan insanın davranışlarını ve değerlerini törpüleme, bir anlamda terbiye etme işleviyle yüklü olduğunu savunuyor. Bunun, günümüzün dünyasında yaşanan toplumsal hayatı incelediğimizde, gülme’nin veya ona kaynaklık eden mizah etkeninin sorgulanması açısından son derece önemli bir saptama olduğunu düşünüyorum. Çünkü bugünün dünyasındaki toplumsal hayatı son derece çirkin, sorunlu ve insan tüketici buluyorum. Böylesi bir toplumsal hayatın belirlediği ilkelerin üzerinde temellenen mizah, gülme ya da Bergson’un deyimiyle toplumsal terbiye, benzeri olumsuz sonuçları pekiştirecektir. Gülünç görünen, bu çirkin hayatın dışına düşen güzel, olacaktır belki. Mizah, insanı alçaltıcı bir ahlak anlayışının doğru ve haklı gösterilmesinin bir aracı olacaktır.

Marksist bütünsellik’in sorgulanması açısından akıl, ideoloji ve bilim

0

Burada, belirtilen noktalara ilişkin eksiklikler, belirsizlikler ve geliştirilmeye duyulan ihtiyaç göz önünde bulundurularak, kısaca, modernizmin felsefi ilkelerine bağlılığı açısından “Marksist Bütünsellik”in çok genel bir değerlendirmesi sunulmaya ve bu genel görünüm çerçevesinde Akıl, İdeoloji, Bilim, Hakikat, Teori vb. konulara değin belli bir tartışmaya çok özet olarak değinilmeye çalışılacak; yalnızca bir giriş niteliğinde uzaktan bir görünüm oluşturmak amaçlandığından, belirtilen ve ima edilen noktalar satır başlarıyla yetinilerek geçilecek.

Aylak Köpek – Sadık Hidayet | Bir Allahı’ın kulu onu okşamamış, gözlerine bakan olmamıştı

Aylak Köpek, Sâdık Hidâyet’in yaşam ve toplum görüşünün İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımla olumsuz bir havaya büründüğü, İran’ın yaşadığı Doğu-Batı ikileminin kendisi üzerindeki olumsuz etkisi inziva ve intiharın kaçış yolu olarak gösterildiği, mutluluğu bu dünyada bulmanın mümkün olmadığının ele alındığı yedi öyküden oluşuyor. Kitap, gitgide karamsarlaşan bir yazarın alegorik bir tarz seçerek yazım yaşamını sürdürdüğü bir dönemin ürünü. Hayatı İran’ın yaşadığı tarihi karmaşaya tanıklık eden bir zamana denk düşen ve ülkesi ile birlikte altüst olan bir yazar Sadık Hidâyet. 1950 yılının sonlarına doğru artık dayanamayarak İran’dan ayrılıp Paris’e yerleşse de dört ay sonra da intihar ederek hayatına son veren yazarın bir bakıma yaşamına ve kişiselliğine dair ipuçları taşıyan ve kitaba adını veren Aylak Köpek adlı öyküyü aşağıdan okuyabilirsiniz.

Friedrich Nietzsche: Kendinden öte yaratmak isteyeni severim ben, ve böylece yok olanı

0

Günlerden birgün yıldız, aydınlatacak bir şeyin kalmasyadı yazgın ne olurdu? On yıl varki buruya mağarama çıkıyorsun. Eğer, ben, kartalım ve yılanım olmasaydık, ışığından ve yolundan bezerdin. Fakat her sabah seni bekledik. Işığının fazlasını aldık ve bunun için seni kutsadık. Bak! Ben, fazla bal toplamış arı gibi uzanacak ellere muhtacım. İnsanlar arasında, akıllılar deliliklerine; fakirlerde zenginliklerine kavuştuğu o derin sevinci tekrar yaşatmak için armağanlarımı paylaştırmak istiyorum. Bunun için aşağılara inmeliyim. Nasıl ki sen, cömert yıldız, akşamları denizin arkasına iniyor ve arkadaki dünyaya ışık götürüyorsan, ben de senin gibi, inmek istediğim insanların arasına girmek istiyorum.

Yayılmacılığın Başlangıcı ve Kürtlerin Müslümanlaştırılması – Erdoğan Aydın

Önemli Arap tarihçilerinden Belazuri, bu İslami yayılmaya sürecinin bütünü açısından Kürt coğrafyasında ciddi bir direnişten söz eder. Bu sürecin başlangıç dönemindeki komutanlardan Utba ibn Farkad, “Kürtlere karşı savaşmış, pek çoğunu öldürmüş ve Ömer’e Azerbaycan’a kadar olan bölgeyi fethettiğini bildirmiştir”; ancak göreceğimiz gibi fethin halka içselleştirilmesi için, sonraki yüzyıllara yayılacak daha pek çok direnişin göğüslenmesi ve ezilmesi gerekecektir. Samgan, Darabad gibi barışçıl yollarla ele geçirilen, yani kendisi teslim olan yerler de dahil halk, şeriatın Müslüman olmayanlara kelle vergisi uygulaması nedeniyle haraca bağlanıp psikolojik olarak aşağılanacaktır. Nitekim “İbni Haldun, Utba ibn Farkad’ın Kürtleri kırıp, halkı haraç ödemek zorunda bıraktığını”[13] saptar.

Küresel bir devrimin başlangıcına mı şahit oluyoruz? – Andrew Gavin Marshall

Kuzey Afrika ve Küresel Politik Uyanış | Birinci Bölüm İnsanlık tarihinde ilk defa hemen hemen tüm insanlar politik olarak bilinçli, birbiriyle iletişimli ve hareket halinde… Ortaya çıkan bu küresel eylemcilik, kişisel onur, kültürel saygınlık ve ekonomik fırsat arayışı içinde, yüzyıllarca süregelen gerek sömürgeleştirme, gerekse emperialist yoldan baskı altında tutulmanın anılarıyla acı bir şekilde zedelenmiş bir dünyada bir dalgalanma yaratmaktadır… İnsan onuruna dünya çapındaki özlem, bu küresel politik uyanış olgusunun doğasındaki önde gelen meydan okumalardan birisidir. O uyanış sosyal olarak oldukça büyüktür ve politik olarak radikalleştirmektedir… Neredeyse tüm dünyada radyoya ve televizyona, giderek artan oranda da internete ulaşma olanağı, ortak algılamalar ve politik ya da dini demagojik tutkuların canlandırdığı ve kanalize ettiği bir imrentiler topluluğu yaratmaktadır. Bu tür enerjiler egemen sınırları aşmakta ve en üstte Amerika’nın hâlâ tünemiş durumunda olduğu mevcut küresel hiyerarşiye olduğu kadar mevcut devletlere de engeller ortaya çıkarmaktadır.

Eğlence, Mizah | Sev beni sevem seni dünyasından manzaralar – Akli Denge

Şu sevgililer gününü hangi ademoğlu ayın 14’üne koymuş diye düşünmeden edemiyorum. Boş zamanlarımda böyle şeyleri düşünüyorum genelde. Hobi olarak. Yav güzel kardeşim, koysana şu günü ayın 15’ine! Hediye almak için maaş gününden önce niye en sevmediğim arkadaşımdan bile borç almak zorunda bırakıyorsun ki beni? Bence bu günü piyasaya çıkaran herifin veya kadının “maaş almak” gibi bi derdi yoktu. Adamın her daim parası varmış herhalde. Düşünsenize; bi memursunuz, sevgilinizi deli gibi seviyorsunuz. Hatta ona yer yer “balım, peteğim” diyebilecek kadar kaptırmışsınız kendinizi. Ama o lanetli gün ayın 14’ü. Hadi bakalım! Bu durum aynı bir öğretmenin bi öğrenciyi 44 puandan 1’de bırakmasına benzemiyor mu? Ya bir puan daha verip çocuğa 2 ver acı çektirme ya da sözlüde sıfırları verip notlarını 35’e falan düşür. Ana avrat düz çekmesin bari yavrucak.. Bu lanetli gün ayın 3’ü 4’ü olsa umrumda olmaz. Acı çekmem en azından. Bilerek mi yaptınız bilader?

Mehmet Ali Berdibek’le Kardeşi Ozan Rençber Aziz Üzerine | Söyleşi: Ömer Berdibek

Êzo Bra Saz Xwu Bicen | İlyas Mirza Korkutata / Ömer Berdibek

Bölgede Filit Doryeş, Hacı Filit, Mela Filit olarak tanınan Femi Berdibek’in 1951 yılında Mehmet Hanefi adında bir çocuğu olur. Mehmet Hanefi bir yaşındayken ölür. Ondan sonra Aziz adında bir çocuğu olur. Daha önceden ölen Mehmet Hanefi adına 1955 yılında bir kimlik çıkartılır. Kimlik 1955 yılında çıkartıldığı için Aziz’in doğumu kayıtlarda 1955 olarak geçmektedir. Ailesinin ve çevresinin beyanı doğrultusunda Aziz’in asıl 1953 doğumlu olduğu varsayılmaktadır. Aziz böylece ölen ağabeyinin kimliğiyle yaşamaya başlar. Mela Filit ise Şeyh Sait Olayı sonrası yapılan toplu sürgünlerden nasiplenir. Doğumu Elazığ’ın Beyhan ilçesinde sürgündeyken gerçekleşir. Sürgünde doğan bir Mela’nın çocuğu olarak Aziz, Şeyh Sait olaylarının anlatıldığı bir ailede büyür.

Yaşamı yitirilmiş bir savaş olarak gören Franz Kafka’nın kısaca hayatı, aşkları ve kitapları

Kafka: En çok seni seviyorum diyorum ama gerçek sevgi bu değil sanırım, sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum. .

Kafka, kısa yaşamında iki kez aynı kızla olmak üzere üç kere nişanlanmış olsa bile hiç evlenmedi. Aşkı yaşamının son yıllarında beraber olduğu  Dora Dymant’ta buldu. 1923 yılında Baltık kıyılarında bir sayfiye merkezinde tanıştığı Dora’yla  veremden ölümüne kadar  iki yıl birlikte olabildi.  Yukarıda okuduğunuz satırları yazdığı kişi olan Milena ise evli olduğundan Kafka ile sadece umutsuz  ve uzak bir aşk yaşadı. Fakat yine de  Kafka  öldüğü zaman  Milena mezarı başında günlerce bekledi.

Kesin olan tek şey var: Şüphe etmek… | Düşünüyorum O Halde Varım – Orhan Hançerlioğlu

0

XVii’nci yüzyılın ilk çeyreği içindeyiz. 1619 yılının 10 kasım günü, ordular otuz yıl savaşlarında çarpışadursun, gözlerini Tuna nehrinin mavi sularına dikmiş yirmi üç yaşında genç bir subay, Rene Descartes (1596-1650) kendi kendine şöyle düşünüyor: Evet, insanın amacı mutluluğa erişmektir. Mutluluğumuzu sağlamak içinse aklımızı kullanmamız gerekir. İyi ama, bu aklı bu amaca erişebilecek bir güçle nasıl işletmeli? Aklımız pek dağınık. Aristoteles mantığı onu gereği gibi çalıştırmamıza yetmiyor. Aklımızı işletmek için yeni bir metot bulmalıyız. Bu metot, matematik metodu olmalıdır. Bir düşünceyi bu metotla bölüp parçalayarak o düşünceyi meydana getiren ana düşünceleri bulup ayırmak, sonra bu ana düşünceleri birleştirerek o düşünceyi yeniden kurmak (analitik geometri)… İnsanların bütün düşünceleri birbirlerine bağlıdır, birbirinden çıkar, başka bir deyişle, bir düşünceyi doğuran başka bir düşüncedir. Şu halde, sırayı titizlikle kovalarsam, doğru olmayan bir düşünceyi doğru sanmaktan sakınabilirsem (başka bir deyişle, düşünce zincirinin arasına yanlış bir düşünce karıştırmazsam), ne kadar gizli olursa olsun sonunda bulamayacağım hiçbir bilgi kalmayacaktır.

Kadın Emeğinin Sınıflandırılması |Hangi Kadın? – Elif Kutlu(*)

0

Şurası açık: Kadın özel mülkiyetin var olmasıyla birlikte bir meta olarak görülür ve bununla birlikte “ezilen kadın” imgesi sahneye çıkmaya başlar. Erkeğin egemenliği eline almaya başlamasıyla birlikte, kadın önce evde, sonra evde ve işte sömürülür. Kadının emeği görmezden gelinir. Diğer bir deyişle, kapitalizmle birlikte görünmezleşir –çünkü bu durum kapitalizmin işine yarayacaktır. Bu konuda daha fazla söz söylenebilir. Fakat burada tartışılacak konu kadının emeğinin görünmezliği değil; bu emeğin görünmezleştirilmesinde rol oynayanların kimliği. Daha açık ifade etmek gerekirse, kadının emeğinin sömürülmesinde erkekler başrol oynarken, kadınlar ne yapıyor diye sormak önemlidir. Buradaki kadın imgesi çift taraflıdır; bir yanda erkek akıl tarafından biçilen toplumsal rollerini bağrına basan kadın var, diğer yandan bu rollere baş kaldıran “kadın”. Yani kaynana- gelin, kadın işveren- kadın işçi, ev kadını/ kadın işveren- ücretli ev hizmetlisi ilişkisinde (ve diğer kadın-“kadın” ilişkilerinde) “kadın”ın konumunun ne olduğu sorusunu yanıtlamak gerekir.(2) Bu soruyu yanıtlarken kadın ve

Şivan Perwer, Kürtler için artık yaşayan bir ölü mü, yoksa toplu bir mezar mı?

“Gül’ün ve Erdoğan’ın gönüllerinde rahmet var” Kürt siyaset tarihinde yaşamında siyasi olarak bu kadar yer ve yön değiştirmiş çok az sanatçı vardır. Şivan, yaşadığı bölgede zaman ve mekan olgusu içinde bir çeşit erken uyarı sistemi gibi çalışan, dönemin ihtiyaçları doğrultusunda saf  ve söylem değiştiren biri olarak büyüdü. Yeri gelince Sosyalist, Mao ve Lenin üzerine şarkılar yazıp söyleyen, zamanı gelince liberalizme yönelerek Barzanici kesilen Perwer, şimdi ise yeni bıyıklı imajı ile “prestijli” ve paralı bir senfonik konser ayarlamak ve Türkiye’ye gelmenin yoluna açmak için her zamanki gibi “Ben halk sanatçısıyım” safsatasına sığınıyor.  Ve bu “Halk Sanatçısı” sıfatıyla iktidarla i$birliğine  gidiyor, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a teşekkür ediyor, hediyeler gönderiyor. “Çok şahsiyetli insanlar kalplerinde, gönüllerinde rahmet var.” diyor. Akp Van Milletvekili Gülşen Orhan’ın açıklamalarına göre; seçim öncesinde Akp’nin davetlisi olarak Türkiye’ye geleceğini belirtiyor.  İzlenme oranı oldukça düşük olan TRT6 ‘nın imajını düzelmek için  gerçekleştirilecek bir organizasyonda seve seve yer alacağını söylüyor  Şivan. Bakalım Kürt halkı, seçtiği belediye başkanlarını savaş esiri gibi sıraya dizerek tutuklayan, 2010 yılında AİHM raporuna göre  insan hakları ihlali  konusunda ülkemizi dünya birinciliğine yükselten  Akp’ye inciler dizen bir Şivan Perwer’i “Halk Sanatçısı” tahtından alaşağı edecek mi?

Metin Altıok kendini ve şiirini anlatıyor: “Ne var ki bana yalnızlığın korkunç saltanatı verildi”

Eskimiş bir konsolun Çatlak aynasında durmadan, Bir buluttur mehtabı inatla kovalayan. Bir hüznü yansıtan alnının ortasında, Yüzün müdür acaba yolumu dolaştıran? Acının bu solgun haritasında, Kendime yeni duraklar bulduğum. Ulaştığım ıssız dağ doruklarında Yüzün müdür hep sorular sorduğum, Bakışının titrek aydınlığında

Oğuz Atay ve Dil – Yıldız Ecevit | Dil felsefesi ve kullanımı konularında farklı düşünceye sahip

Başta Osmanlıca olmak üzere, ülkede geçmişte kullanılmış ya da kullanılmakta olan çok çeşitli dil katmanlarıyla/eğilimleriyle/düzeyleriyle oynar, onları parodi düzlemine taşır, metnini bir dil cümbüşüne çevirir Atay. Nasıl tüm metin, konudan konuya atlanarak oluşturulmuşsa; dil düzleminde de, o güne değin Türk romanının görmediği çeşitlilikte bir dil kullanımı, bu çoğulcu konu/motif örgüsüne eşlik eder. O dönemde Türk romanının alışmış olduğu çoğunlukla Öztürkçeci katışıksız/yalın, aydın dili ya da köy romanlarının şive kullanımıyla bütünleşen otantik dilinden farklı bir dil topografyasına sahiptir bu metin: özgündür, benzersizdir; dile bilinçli olarak, bir anlatım aracı olmanın dışında bir işlev yükler, onu bir kurgu ögesi durumuna getirir; her parçası farklı donatılmış metnin, bu sözcükten organizmanın, bir bileşenine dönüştürür. “Ben anlatmak, filan falan demek istemiyorum,” diyordur romanın Turgut’u: “Yeni bir dil yaratmak istiyorum.

Ahmet Nesin: “Hıncal Uluç tipi gazetecilik; önüne gelene sataş, mutlaka yandaş bulursun”

Hınçal Uluç’un Söyleşileri ve Sorunları

Sanırım Sabah Gazetesi’nin ilk yıllarıydı yada Erkekçe Dergisi’ndeydi, Hıncal Uluç’la yapılan bir söyleşisini okumuştum. Tam kelime kelime anımsamasam da çok yönlü kişiliğini şöyle anlatıyordu Uluç: “Diyelim ki bir sevgilim var ve operayı, baleyi sevmiyor, bir de operayı, baleyi seven arkadaşım olmalı. Başka biyere gitmek istiyorsun, o da onu sevmiyor, o zaman onu seven biri daha olmalı yaşantında…” Bu yazdığım abartma değil, kimileyin konu eşlerin yada sevgililerin uyumu tartışmasına geldiğinde hep Hıncal Uluç’un bu örneğini veririm. Savunduğumdan değil, Türkiye gibi ülkelerde insanların medeniyetle dejenerasyonu nasıl karıştırdıklarını anlatmak için veririm bu örneği. Esasında Uluç’un verdiği bu örnek İslam’daki çok eşliliğin kendisine göre modern halidir.

“Neden’i olan, nasıl’a katlanır” Nietzsche’den Seçme Aforizmalar (özdeyişler)

0

“Güç İstenci”, “Üstinsan”, “Bengüdönüş” gibi özgün fikirlerle tanınan varoluşçu Alman filozof Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin, (d.1844 – ö. 1900) felsefe öğretisi, kendi çağına tümden bir karşı çıkış olarak görülmektedir. Kendisinin bütün derdi, insanı akılcılığın kıskacından kurtarıp kendisi üzerinden düşünmesini sağlamaktır. İnsanlara yeni değerler getirmeye çalışarak güçlü insanların egemenliğinde, çoğunluktan ibaret olan ve sürü olarak nitelendirdiği insanlıkta ilerlemenin mümkün olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre sürü kendini feda ederek üst insanı belirleyecektir. Felsefi görüşünde üst insan benim diyebilen, kendi gözleriyle gördüğü gerçekliği belirleyen insan olarak görülmektedir. Bütün varlığın temelinde daha güçlü olmaya yönelik irade vardır.

Merhum daha neler söylemişti? | Merhumun Vasiyeti – Aziz Nesin

Kasım Efendi’nin garip inanışları da vardı. Merhametli kalbinde hayvan sevgisine geniş yer veren Kasım Efendi’nin evinde sürüyle kediler, köpekler bulunurdu. En büyük zevki güvercinlere ekmek doğramaktı. Hayatında hiç et yemez, bahçesinde her cins kümes hayvanı beslerdi. Ama onun en çok sevdiği “Karabaş”tı. Ondört yıllık köpeğiyle öylesine anlaşırdı ki, kelimesiz birbirlerinin sevinçlerini, üzüntülerini anlarlardı. Çoluk yok, çocuk yok… Ondört yıl bu Karabaş’la birlikte geçmişti. Karabaş iki gün süren bir hastalıktan sonra ölünce, Kasım Efendi perişan oldu. Hiçbişey onu avunduramaz oldu.

Değirmen | Zaman Tünelinden Bir Aşk Öyküsü – Sabahattin Ali

Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?.. Görülecek şeydir o… Yamulmuş duvarlar, tavana yakın ufacık pencereler ve kalın kalasların üstünde simsiyah bir çatı… Sonra bir sürü çarklar, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya dönen tozlu kayışlar… Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış buğday, mısır, çavdar, her çeşitten ekin çuvalları. Karşıda beyaz torbalara doldurulmuş unlar… Taşların yanında, duman halinde, sıcak ve ince zerreler uçuşur. Halbuki döşemedeki küçük kapağı kaldırınca aşağıdan doğru sis halinde soğuk su damlaları insanın yüzüne yayılır… Ya o seslere ne dersin adaşım, her köşeden ayrı ayrı makamlarda çıkıp da kulağa hep birlikte kocaman bir dalga halinde dolan seslere?.. Yukarıdaki tahta oluktan inen sular, kavak ağaçlarında esen kış rüzgarı gibi uğuldar, taşların kah yükselen, kah alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına karışır… Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar gıcırdar, gıcırdar.

Zizek: ‘Arap devrimci ruhundan niye korkalım ki?’ | Rosa: ‘Devrimler hala sokaklarda yapılıyor’

Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalarda göze çarpmaması imkansız bir şey Müslüman köktenciliğin bariz bir şekilde yokluğuydu. Halk laik demokratik geleneğin en güzel örneklerinde görüldüğü gibi, yalnızca baskıcı bir rejime, onun yolsuzluklarına ve yoksulluğa karşı ayaklandı ve özgürlük ve ekonomik umut talep etti. Batılı liberallerin, Arap ülkelerinde gerçek demokratiklik anlayışının sadece dar bir liberal elit kesimle sınırlı olduğu ve büyük kitlelerin sadece dini köktencilik, ya da milliyetçilik saikleriyle harekete geçebileceği yolundaki negatif inancının yanlış olduğu kanıtlandı.

Yıllar böyle geçiyordu sevgili… Susarak, gizleyerek, erteleyerek – Cezmi Ersöz

Hücrelerimdesin, ışık senden geliyor içerime… Sokağa çıkmak istesem kalbinden çıkıyorum. Üstümden güneş eksilse yüzüne bakıyorum. Gözlerinden çıkıyorum gözlerime…

Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri… Yeryüzüne gönül indiremez onlar… Hayatı ve insanları anlarlar, hayata ve insanlara merhamet duyarlar, ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşayamazlar… Aşk işaretiyle doğanlar yaşarken dünyaya talip olamazlar… Bilirler ki ne isteseler, neyi alsalar, ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları, teselli etmez.. Gönüllü sürgündür onlar.,. Gizliden gizliye hissederler bunu… Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere. Kopup geldikleri ışığa olan inançları ne kadar büyükse, içlerindeki acı o kadar derindir.,. Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri… Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye var olduklarını…