Sabahattin Ali’den Bir Öykü | Birdenbire Sönen Kandilin Hikayesi

Hasta sinirlerim için tavsiye ettikleri bu kimsesiz ve gürültüsüz yerlerde, uzun bir akşam gezintisinden dönüyordum. Sıcak bir sonbahar gününün sonuydu. Gecenin yaklaştığını gören tabiat, serin bir nefes almak için kımıldanıyordu. Biçilmiş tarlaların ortasında ıslak bir halat gibi parlayarak uzanan patikaya giderken, karşı tepelerin birinde yüksek bir taş bina gözüme ilişti. Perdesiz pencerelerine vuran güneş, ona kırmızı gözlü bir canavar şekli veriyordu. Ve yıkık duvarlı bir bahçenin ortasında, harap bir kaleyi veya boş bırakılmış bir konağı andıran hazin bir ihtişamı vardı. Vaktin daha erken olduğunu düşünerek bu binayı yakından görmek isteğine kapıldım. Kurumuş tarlaların üzerinde yürüdükten, hafif bir sırtı tırmandıktan sonra, yarısına kadar açık duran paslı bir demir kapıyı geçtim, aralarından otlar fışkıran çakıl döşeli bir yoldan yürümeye başladım. İki tarafımda vahşileşmiş ağaçlar ve artık tümsek halini almış eski çiçek tarhları vardı… Kuru bir havuzun kenarında devrilmiş mermer saksılar duruyordu. Ve onların arasında nasılsa kalmış olan beyaz bir kasımpatı, buraları örten siyah perdenin üzerinde geçmişi görmek için bırakılmış bir delik gibiydi.

Düşünce Tarihi | Klasik Alman Felsefesi ve Yunan Düşüncesinde Diyalektik- Selahattin Hilav

0

Doğu halklarında metafizik düşüncenin günümüze kadar ağır bastığı açıkça görülmektedir. Eski doğu felsefesinin en temel özelliği durağan (statik) ve değişmez bir dünya görüşüne dayanmış olmasıdır. Çinliler ve Hintliler eşyanın özünü, yani cevherini hiç değişmeyen ve kendi kendine özdeş olan bir şey olarak görürüler. Çin felsefesinde birde karşıtlıklar ilkesinden bahsedilir. Çinliler dünyanın kuruluşunda bir takım ikilikler ve karşıtlıklar olduğunu kavramışlardır. Mesela Çinliler gökyüzünü doğurtucu bir erkek yeryüzünü de yani toprağı da doğurgan bir dişi olarak görüyorlardı. Eski İran felsefesinde karşıtlıklar arasında bir çatışma ve savaş olduğunu görüyoruz. Bu anlayışa göre evrendeki herşey iki kategoriye ayrılmış, bir tarafta ışık ilkesinin yönelttiği iyilik diğer tarafta kötülük ilkesinin yönettiği kötülük .

Sevgi insana ne yaptırabilir? | Aşk Ölüme Benzer – Ahmet Ümit

Sorgu odasının içini gösteren pencerenin önünde durmuş, iskemlede oturmakta olan genç adamı izliyorum. O, benim farkımda değil, karşısındaki büyük aynanın aslında odanın dışardan görüldüğü bir pencere olduğunu nereden bilsin zavallı. Basını hafifçe öne eğmiş, sakin sakin sigara içiyor. Sanki üç cinayetle suçlanan bir sanık değil de rastlantı sonucu buraya düşmüş, gerçek anlasılınca elini kolunu sallaya sallaya kapıdan çıkıp gidecek olan masum biri. Yirmi yıllık meslek hayatımda her çesit katille karsılastım; bu, karıncayı bile incitemez  diyebileceğiniz kadınlar, insanı sulu götürüp susuz getirecek kadar becerikli olanlar, ruhlarını cinayetlerle besleyen gizli psikopatlar, hiç istemediği halde olayların zorlamasıyla elini kana bulayan zavallılar, envai türlüsü. Ama onların hiçbiri “suçsuz” duygusu uyandırmamıstı bende. Bu delikanlıya bakarken, ilk kez bir zanlının “suçsuz” olabileceğini düsünüyorum; üstelik evinde ele geçirdiğimiz kanıtlara, hatta cinayetleri islediğini itiraf etmesine karsın.

İnci Hekimoğlu: Tayyibist statükonun -demokrat- hokkabazları biraz insan olmaya uğraşın

Çok sıkıcı, bıktırıcı, yıldırıcı bir ülkede yaşıyoruz. Sistem hep aynı, öykü hep aynı, adaletsizlik hep aynı, ‘kötü adam’ hep aynı. Türk filmi gibi! Jön, önce kurtarıcıdır, genç kızı başka kötülerden kurtarır ama asıl hedefi ‘tek adam’ olarak kızı -kibarca söyleyeyim- kendisine mal etmektir. Ama bu senaryo artık rayting yapmıyor. Çünkü mağdurlar artık kurban değil. Tersine güçlü, çoğul ve özgüvenliler! Kandırılamıyor, sindirilemiyor, en önemlisi ‘eşit ilişki’ kuruyorlar. Hazmedilemiyen de bu. O şişkin ‘efendiler’, eşit ilişki talebine katlanamıyorlar.

Dünden Bugüne İnsan | İnsan toplumlarının ırklara ayrılması – Metin Özbek

Irk sınıflaması, insanoğlunun özünde varolan benmerkezciliğin tipik örneklerinden birisidir. İnsan toplumlarını ırk kategorilerine ayırma, aslında bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır. O da, insanın göstermiş olduğu biyolojik çeşitliliktir. Sınıflama bir bakıma bu çeşitliliğin doğal bir sonucudur. Ancak bu işi yaparken çoğu kez gerçekten uzaklaşılmıştır. Sınıflama yaklaşımının temelinde yatan olgu, her toplumun kendini ötekilerden farklı kılma eğilimidir. Büyük kentlerde, bir kişi gün boyu deri rengi, boyu ve yüz yapısı birbirinden farklı birçok insanla karşılaşır. Örneğin ABD’de büyük bir alışveriş merkezinde müşterilere yeryüzündeki farklı insan gruplarını sayınız derseniz, o size beyaz, siyah, kızılderili ve arap (bu gruba genelde Türkleri de dahil ederler) diye ancak kendi dünyasında yer alan ve aynı mekânı paylaştığı toplulukları sayacaktır. Ne var ki, sokaktaki insanın günlük yaşamında her an tanık olduğu insan çeşitliliğinden hareketle oluşturduğu ırk sınıflamaları, bilimsel düzeyde yapılanlarla pek bağdaşmaz.

Turhan Selçuk, yaşamı, sanatı ve karikatürleriyle cafrande.org’ta

İlk olarak Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’dan aldığı yardımla canlandırdığı ve 1957 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanan ezilenin yanında ezenin karşısında olan bir tip Abdülcanbaz’la tanınan Turhan Selçuk, zamanla ülkede -özellikle siyasal- mizahın önemli ustalarından biri oldu. Kendine özgü dünyası ve bakış açısı içinde insanları ve olayları bir düşünür, bir psikolog, bir felsefeci, bir eleştirmen gibi izler, inceler ve irdeledi. Bunları kendi toplumcu gerçekçi sanatsal tavrı ve ilerici, aydınlanmacı dünya görüşü doğrultusunda sonuçlandırıp, kişileri doğru olana yöneltecek eleştiriyi sunarken, mizahi fikrini sarsıcı, etkileyici bir şekilde çizgiye dönüştürdü. Eserlerinde güncel, tarihsel, toplumsal ve evrensel çelişkileri elle alırken ince eleştiriyi hiç eksik etmedi.

Ahmet Nesin: Fethullah Gülen Türkiye’ye gelip ikinci adamlığa razı olamaz

Erdoğan yeni iktidara geldiğinde Gülen’in ciddi desteğini alarak geldi. O sıralarda daha çırak konumundaydı ve Abdullah Gül ciddi bir şekilde frendi Erdoğan için. Gül’ün Fethullah Gülen’e yakın olduğunu bilmeyen yok. Daha tam olarak birinci adam olmamıştı Erdoğan. İlk olarak 4 kurucudan Abdüllatif Şener ayrıldı partiden. Abdullah Gül cumhurbaşkanı yapıldı ve pasif noktaya getirildi. Geriye Bülent Arınç kaldı ama o da birinci adam olacak kapasiteye ve karizmaya sahip değil. Politik olarak üçünden de geri olmasına arşın Erdoğan’ın AKP’ye başkan yapılmasının nedeni karizması. Ancak bu geçen süre içerisinde Erdoğan ustalaştı, milletvekili seçimlerinde Gülen ekibinden oldukça adam sildi. Yayıncı arkadaşlarımdan biliyorum, milletvekili aday adaylığı sırasında 6-7 Gülenci aday adayı yayıncıdan hiçbiri aday yapılmadı. Son seçimlerde Erdoğan bir anlamda rest çekti Gülen’e, Gül’e ve Arınç’a. Onlar da bu resti görmek zorunda kaldılar ve Erdoğan kendine göre kazandı.

Kurnazlık, aşağılık ya da çarpık türden bir bilgeliktir – Francis Bacon

Kurnaz kişi ile bilge kişi arasında yalnız dürüstlük bakımından değil, yetenek bakımından da büyük bir ayrım bulunduğu apaçıktır. Kimisi, iskambil oyununda kâğıt kurmakta ustadır ama oyun bilmez. Tıpkı bunun gibi, kimi insanlar düzen dolap çevirmekte, ikilik çıkarmakta pek usta olmakla birlikte kafasızdırlar. Ayrıca, insandan anlamak başka şeydir, işten anlamak başka şey; çünkü insan yaradılışını her yönüyle tanıyan birçok kimse, gerçekte iş alanında doğru dürüst yetenek gösteremez; bilgilerini kitaplardan çok insanları incelemekle edinmiş kimselerin durumu budur. Böyle kimseler öğüt vermekten daha çok iş görmeye yararlar, dar bir alan dışında hiçbir şeyden anlamazlar. Bunları yeni bir çevreye sokmak isterseniz, adımlarını şaşırırlar; delileri akıllılardan ayırt etmek için “Mitte ambos nudos ad ignotos, et videbis,”1 diyen eski kural, bunlara kolay kolay uygulanamaz. Ama bu kurnazlar, küçük düzenlere kafası çalışan, küçük işlerin adamları olduklarından, dağarcıklarındaki oyunları gözönüne sermek hiç de yersiz olmaz.

Hatip Dicle’nin Düşüncesini Açıklaması Terör Suçu, Ona Verilmiş 85 Bin Oyu Alıp AKP Vermek Hukuk!

Ülkede Kürtlerin ve Sosyalistlerin meclise girmemesi için konulan  %10 barajı yetmedi. Önceki seçim döneminde baraj bağımsız adaylarla aşılınca düzen cephesi yeni yollara yöneldi. Seçilmiş Belediye Başkanları’nı savaş esiri gibi tutuklattı. Yetmedi, 446 TL olan bağımsız milletvekili aday başvurularını 7 Bin 734 TL’ye çıkarttı. Yetmedi, seçimden hemen önce  Yüksek Seçim Kurulu (YSK) devreye girdi. Milletvekili geçici aday listelerinin incelenme işlemlerini tamanladığını  7 kişinin adaylık başvurusunu iptal ettiğini ve yerine başka aday gösterilemeyeceğini açıkladı. Türkiye ayağı kalktı 6 kişi polis kurşunuyla yaralandı 1 kişi öldü.  Karar geri alındı. Yetmedi, düşüncelerini açıkladığı için 1 yıl 8 ay ceza verilen Hatip Dicle kazandığı ve mazbatasını aldığı (yasal olarak miletvekili olduğu) halde milletvekilliği TBMM değil bitmiş seçimin YSK’sı tarafından düşürüldü.  Yetmedi, Diyarbakır’da bizzat ismine basılmış olan 85 bin oy alınarak AKP’li adaya verilmesine hukuk!, BDP’nin desteklediği adaylar %66 oy ile 5,  AKP ise %32 oy ile 6 milletvekili  meclise göndermesine  demokrasi denildi.

“Başkalarının doğrularına tutunmaktan çok, kendi yanlışlarıdır insanı şair eden”| Entelektüel Şiir

Ahmet Oktay, “entelektüel uçlarını sürekli abartan bir şiir, sonunda yapmacıklığa/züppeliğe dönüşebilir kolaylıkla” diyor ve ben bu saptamaya bütün kalbimle katılıyorum. Kuşkusuz, yetenek yetmez bir insanı şair etmeye; genlerden ileri geldiği, kalıtsal sayıldığı üstünde durulan yeteneğin ancak ve ancak başlama vuruşu gibi algılanması gerekir. Maçı götürecek, iyi bir skorla kazanacak olan ise sonsuz bir iştahla edinilen bilgidir, bunun sonucu olarak da birikimdir. Bu anlamda entelektüele yakın durur şair. Ama, şiir bilgisini, birikimini başa kakacak kertede göstermemelidir şiirde, ya da bana öyle geliyordur. Aralarındaki ilişki Akgün Akova’dan öğrendiğim örnekte olduğu gibi olmalıdır.

Benim önümden geçerken, gözlerimi kapadım | Öykü, İpekli Mendil – Sait Faik Abasıyanık

İpek fabrikasının geniş cephesi, ayla ışıldadı. Kapının önünden birkaç kişi, acele acele geçtiler. Ben, isteksiz, nereye gideceği meçhul adımlarla ilerlerken, kapta arkamdan seslendi: -“Nereye?” – “Şöyle bir gezineyim, dedim”. – “Cambaza gitmiyor musun?” Cevap vermediğimi görünce, ilâve etti: – “Herkes gidiyor. Bursa’ya daha böylesi gelmemiş.” – “Hiç niyetim yok” dedim. Yalvardı, yalvardı, beni, fabrikayı beklemeye razı etti. Biraz oturdum, bir sigara içtim, bir türkü söyledim. Sonra canım sıkıldı. “Ne etsem” dedim.Kalktım, kapıcı odasındaki çivili bastonu aldım, fabrikaya dolaşmaya çıktım.

Mazxana* Fotoğraf Sergisi 22 Haziran – 17 Temmuz Cezayir Toplantı Salonu’nda

Diyarbakır merkezli çalışmalar yürüten Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Diyarbakır’daki yoksulluğa dikkat çekmek amacıyla yoksulluk teması çerçevesinde fotoğraf sanatçısı Hüsamettin Bahçe tarafından 50 kareyle fotoğrafladı. 

Seçim 2011 | Peki şimdi ne olacak? – Prof. Dr. Gençay Gürsoy

Eğer seçim sonuçlarında bir feraset eseri aranacaksa onun sahibi, bunca yıldır sürüp giden zulümlere, baskılara, yıldırma çabalarına boyun eğmeyen ve bütün engellemelere, yüzde 10 seçim barajı gibi hiçbir demokraside örneği olmayan ucubeliğe karşın 36 bağımsızı meclise göndermeyi başaran Kürt halkı ve ondaki devrimci dönüşüm potansiyelini fark eden inatçı Türkiye solcularıdır. Türkiye solunun bu başarıya katkısını da fazla abartmamak gerekir. Entelektüel ve manevi desteği dışında, niceliksel katkısı, birinci Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) beri ne uzayan ne kısalan hepitopu 200- 300 bin civarında oydan ibarettir.

Geyikten Yılana, Belkıya’dan Şahmeran’a | Cenk Hikayeleri – Murathan Mungan

Geyik, bilmediği bir şeyi anımsattı yılana. İlk karşılaştıklarında. Bilmediği, ya da bilmemezden geldiği, ya da bilmeyeceği, bilemeyeceği. Güçlüsün, zehirlisin ve açsın, beni yutarsın istersen, dedi. ama unuttuğun birşey var, ben senden daha büyüğüm, beni yuttuktan sonra, en azından beni sindirene, eritene kadar bir zaman benim biçimimde yaşarsın. Daha sonra zaten erimiş olurum, sende erimiş olurum. Etine, kanına, canına karışmış olurum. Sen eski yılan olmazsın. Beni öldürmek kendinde yaşatmaktır. Hiç kimse öldürdüğünü unutmuş değildir çünkü. Unutabilmiş değildir.*

Mahpus koğuşu, hırsız yatağı | Sabahattin Ali’den bir öykü: Çaydanlık

Hastanenin bodrum katındaki küçük ve pencereleri demir parmaklıklı odada beş kişi yatıyorduk.Hapishanenin doktoru ve reviri olmadığı için hasta mahpuslar ağırlaşıncaya kadar koğuşlarında kalırlar ve araba parası tedarik edebilirlerse belediye doktorunu getirtirlerdi. Ak saçlarını pek itina ile ortadan ikiye ayıran bu ihtiyar ve zayıf adamcağız, yüzünde besbelli bir tiksinmeyle, ellerini sürmeden hastalara bakar ve mevcut olmayan bir mesuliyetten korkarak, ekserisini hastaneye havale ederdi. Fakat hastanede mahpuslara ayrılan koğuş beş kişiden fazla almadığı için, mütehassıs tarafından -asla yaptırılamayacak olan- bir reçete ile birlikte geri gönderilen mahpusların, yol kenarlarında oturup dinlenerek ve kelepçeli ellerine jandarmaların sıkıştırdığı bir sigarayı hırsla çekerek hapishane yolunu tuttukları her zaman görülürdü.

Ertuğrul Özkök, Ahmet Kaya’nın mezarını ziyaret etti, günah çıkardı!

10 Şubat 1999′da MGD ödül töreninde Ahmet Kaya’ya yapılan linç girişiminin medya ayağı olarak görevini yapan Ertuğrul Özkök 14 Şubat 1999 günü Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni olarak önce “Ayıp ettin gözüm” sonra “Vay şerefsiz” diye manşet attıp 1993 yılında Ahmet Kaya’nın Berlin’de Öcalan’ın posteri altında konser verdiğini gösteren fotoshop ile hazırlanmış bir fotoğrafı yayımladı. Bütün basını karalama kampanyasına dahil etti. Asparagas haberler amacına ulaştıktan bir süre sonra yayınlanan resmin  fotomontaj olduğu yargı yoluyla sabitlendi. Ölümden 11 yıl sonra Ahmet Kaya’nın Paris’te bulunan mezarına giderek bir yazı kaleme alan Özkök, günah çıkardı. Bu vesileyle kendisine Ahmet Kaya sevenlerinin hırıstiyan olmadıklarını hatırlatıyor, yumurta, ayakkabı ve tükürük mesafesine gelmemesi konusunda uyarıyoruz.

Kuantum fiziğinin babası Albert Einstein’dan yaşam üzerine öneriler: “Hayal kurun, zordan kaçmayın”

Çoğu insan tarafından dahi olarak görülen Albert Einstein, şu ana kadar yaşamış en etkili bilim insanı olmanın yanında teorik fizikçi, filozof ve yazardı. Farklı alanlarda bilime birçok katkı sağladı. Ürettiği bilgilerin zekasından değil, aşırı konsantrasyon yeteneğinden kaynaklandığını sık sık söyledi. Kendi hayatında yaptığı en büyük hatanın dönemin cumhurbaşkanına atom bombasının yapılabilirliğinden bahseden bir mektup göndermek olduğunu ve bundan yaşamı boyunca pişmanlık duyduğunu belirtse de “En mükemmel insan bir hatayı iki defa tekrar etmeyendir” ve “Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir.” sözleri,  ilke olarak yaşamında önemli bir yer tuttu.

Hikaye | Memleketin Birinde, Tamburanın Teli – Aziz Nesin

Bir zamanlar İstanbul’da parası pulu fakirlerin çenesini yoran, malı mülkü dillere destan bir Zengin Ahmet Bey varmış. Bu Zengin Ahmet Bey, başka zenginlere benzemezmiş. Eli açık, gönlü gani, konuksever, düşkünlere yardım eder bir adammış. Ama ne kadar verse, o kadar gelirmiş biyandan. Denizde kum, Zengin Ahmet Bey’de para… Bitecek, tükenecek şey değil. Boğaz’da bikaç yalı, Anadolu yakasında köşkler, şehir içinde konaklar, uzakta yakında çiftlikler… Zengin Ahmet Bey’e Tanrı verdikçe veriyor. Bir ramazan akşamı Ahmet Bey, arkasında kahyası Şehzadebaşı’ndaki konağına ağır ağır giderken, sinek kovalar gibi, her yandan kendine verilen selamları alır, tanıdık tanımadık kimi görse konağına iftara çağırırmış.

Cemal Süreya’nın Gözünden Orhan Veli | Orhan Veli’nin Yanlışı

Orhan Veli’nin kavgası edebiyatımızın en büyük kavgasıdır, buna inanıyorum. Bu kavganın yurdumuzdaki bütün şiir köklerini büyük büyük ırgalayan bir işlevi oldu. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. Şiire kasket giydirdi, sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun da verimleridir biraz. Ama şiiri? Ben öteden beri ne zaman Orhan Veli’nin şiirine yaklaşmak, ısınmak istediysem, başaramadım. Hep ters geldi bana. Başlangıçta aynı noktadan çıkan Oktay Rifat’la Melih Cevdet’e karşı durumum bambaşka olmuştur. Onların şiirinden çok şey öğrendim. Sanırım, bizim kuşak şairlerinin çoğu da aynı duygu içindedir. Çünkü bu iki şair, Orhan Veli öldükten sonra sanatlarında büyük bir aşama yaptılar, geliştiler.

Foti Benlisoy: Yunanistan bugün Avrupa’nın “zayıf halkası” haline gelmiştir

Sosyalist hareketin ya da örgütlü sendikal yapıların ulaşamadığı çok ciddi bir kitle “öfkeliler” aracılığıyla siyasallaşıyor. Belki yıllar içerisinde elde edilebilecek bir siyasal deneyimi günler içerisinde sindirebilecek kitlesel ölçekte muazzam “bilinç sıçramaları” yaşanıyor. Lafı dolandırmanın lüzumu yok: Yunanistan bugün Avrupa’da mevcut kapitalist iktisadi-siyasi mimarinin “zayıf halkası” haline gelmiştir. Bu ülkede önümüzdeki dönemde yaşanacak mücadeleler sermayenin kıta ölçeğindeki saldırısını geri püskürtmek açısından tayin edici olacaktır. Sermayenin (AB-IMF patentli) yapısal uyum programına (memorandum) karşı bir savunma mevziinin inşası, hiç değilse kısmi kimi kazanımların elde edilebilmesi, yani mütevazı bir zafer, Avrupa’nın bilhassa periferisinde, güçler dengesinde emekçiler ve ezilenler lehine bir kaymaya neden olabilir.