Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle Erkeklerin Hikâyeleri: Vladimir Nabokov Sesler

Pencereyi kapatmak gerekiyordu: Yağmur pervaza çarpıp parkeyle koltukların üstüne sıçrıyordu. Dev gümüş hayaletler canlı, hışırtılı sesler çıkartarak bahçede, yaprakların arasında, portakal renkli kumların üstünde koşuşuyorlardı. Yağmur oluğu takırdıyor, boğulurcasına gurulduyordu. Sen Bach çalıyordun. Piyano cilalı kanadını kaldırmıştı, kanadın altında bir lir vardı ve küçük çekiçler teller üzerinde dalgalanıyordu. Brokar örtü kaba kıvrımlar oluşturarak yarışma kadar piyanonun kuyruğundan aşağı kaymış ve sayfaları açık bir nota defterini de beraberinde sürüklemişti. Haziran sağanağı durmadan,görkemle camları döverken fügün coşkusu arasında tuşlara çarpan yüzüğünün tıkırtısı duyuluyordu. Ve sen, çalmaya ara vermeksizin,başını hafifçe geri atarak, ritme ayak uydurarak haykırıyordun: “Yağmur, yağmur… Onun sesini bastıracağım…” Ama bastıramıyordun.

Dengbejlerden dervişlere… Anadolu’nun Kayıp Şarkıları (Lost Songs of Anatolia)

Anadolu halkının otantik performanslarından oluşan ve Nezih Ünen’in yönettiği müzikal belgesel film, 27. İstanbul Film Festivali kapsamında 17 Nisan perşembe günü Beyoğlu Sineması’nda gösterildi.  Sonbaharda sinemalarda vizyona girecek olan bu film, bir çok uygarlığa beşiklik eden Anadolu’nun on bin yılı aşan  geçmişinden kalma egzotik mekanları ile insanları arasında yaşanan bir müzikal yolculuğun serüveni.  Ünen, çalışmasında Anadolu’nun zengin kültürlerini müzik, dans ve ritüeller temelinde keşfediyor. Bu anlamda Anadolu’nun Kayıp Şarkıları, bir belgesel-müzikal proje olarak türünün ilk örneği sayılabilir. Sema dönen dervişlerden dengbejlere,

Özcan Alper’in 2. Filmi “Gelecek Uzun Sürer” Toronto Festivali’nde Gösterilecek Tek Türk Filmi

“Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız, peki ya ölüleri ne yapacağız, neden öldüler?”      [Cesare Pavese]

Özcan Alper’in yönetmenliğini üstlendiği Gelecek Uzun Sürer filminin dünya prömiyeri 8-16 Eylül tarihlerinde yapılacak 36. Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirilecek. Bu sene Toronto’ya Türkiye’den giden tek film olan Gelecek Uzun Sürer, dünyanın dört bir yanından en iyi sinema filmi örneklerine yer verilen Çağdaş Dünya Sineması bölümünde gösterilecek. Film Toronto Film Festivali’nin ardından Türkiye prömiyerini 17-25 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek 18. Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda yapacak.

Amaçsız Öfkeliler | Dünyanın bütün dükkân hırsızları birleşin – Slavoj Zizek

Bu liberal ve muhafazakâr yaklaşımlardan hangisinin daha kötü olduğu üzerine kafa patlatmak anlamsızdır: Stalin’in diyeceği gibi, her ikisi de kötüdür, ve buna her iki tarafın da yaptığı asıl tehlikenin ‘sessiz çoğunluğun’ bu eylemlere gösterdiği tahmin edilebilir ırkçı tepkide yattığı şeklindeki uyarı da dahildir. Bu reaksiyonun aldığı formlardan biri yerel (Türk, Karayipli, Sih) toplulukların mülklerini korumak adına ‘kabileci’ bir anlayışla kendi koruma gruplarını oluşturmasıydı. Dükkân sahipleri, mülklerini gerçek ve şiddet içeren bir sistem karşıtı protestoya karşı koruyan küçük burjuvalar mıdır yoksa işçi sınıfının toplumsal parçalanmaya karşı savaşan üyeleri mi? Bu noktada taraf seçmeyi reddetmek gerekir.

Hem ticaret hem şov | Somali: İnsanlık Ölmedi Ticaretle Uğraşıyor – Bülent Kale

Yani? Yani bu işte bir değil bir sürü şık olmayan durum var. Bizimle ilgili olanını söyleyelim. İnsani olan her şeye saldıran, insanın hemcinsine yardım etmesini yasaklayan yalnızca paraya ve kâra odaklı bir sistemin temsilcileri televizyonda “insanlık” müsameresine çıkıyorlar. Somali halkından çok Türkiyeli üretici ve müteşebbislerin yüzünü güldürecek 100 küsur milyon dolarlık bir harekat “Büyük insani yardım” diye sunuluyor. Bu “insanı yardım”ı yeni pazar arayışlarında bir sıçrama tahtası olarak kullanan zihniyet ifşa olmasın diye “İnsanlık Ölmedi” diyorlar. Bütün insani değerler paraya ve kâra peşkeş çekiliyor.

Anadolu Ateşi – Sultans Of The Dance gösteri müzikleri, performans kayıtları

Anadolu Ateşi Anadolu Ateşi, kaynağını Anadolu’nun binlerce yıllık mitolojik ve kültürel tarihinden alan ve ülkenin her yöresinden derlenmiş yüzlerce halk dansı figürü ve halk müziğini içinde barındıran, Mustafa Erdoğan’ın yönetmenliğindeki bir dans topluluğudur. “Anadolu’nun sevgi, kültür ve tarih mozaiğinin barışla harmanlanan ateşini, tüm dünyaya tanıtmayı hedefleyen” grubun gösteri müziklerini aşağıdan dinleyebilirsiniz.

Pazarlamacı Fırlama Çocuk – Yılmaz Erdoğan | Sen… Şimdi… İstemiyor musun yani?

ANLATICI : Kadının cinselliğiyle ilgili sorunlar bir yana, çalışan kadının sorunları hiç bitmiyor zaten. Diyelim ki bütün gün deli gibi çalışmışsınız. İş çıkışı bir otobüse binmişsiniz, otobüs hınca hınç dolu. Memurlar, işçiler, fordçular, teşhirciler ve ısrarla başkasının gazetesini okuyucularla haşır neşir olduktan sonra, otobüs yolculuğunu tamamladınız ve işte nihayet evinizdesiniz. Ters taraftan kadın yorgun argın girer. ANLATICI : Rahatça gerindiniz. Kadın gerinir. ANLATICI : Yorgunsunuz. KADIN : Yorgunum. ANLATICI : Çok yorgunsunuz. KADIN : Çok yorgunum. ANLATICI : Tek bir ses bile duymak istemiyorsunuz. KADIN : Tek bir ses bile duymak istemiyorum.

Şiir Eleştirisi Üzerine Mehmet H. Doğan İle Yapılmış Bir Söyleşi

Bıkmadaıı, yorulmadan, yılgınlığa düşmeden boyuna tekrarlamalıyız söylediklerimizi. çağ, sağır bir çağ. Bazı şeyler ne kadar tekrarlansa, ne kadar açık seçik, tane tane anlatılmaya çalışılsa, hatta anlatılsa, en duyarlı sanılan kulaklardan geri dönüyor. Belleğin en temiz, en boşyerinde bırakılan ufacık iz çok geçmeden kolayın, alışılmışın tozu ile doluyor, kapanıyor. Onun için işte, bir yandan bellekte bırakılan izin üzerindeki tozu, kiri temizlerken, bir yandan da bu izi derinleştirmek için boyuna tekrarlamak zorundayız söylediklerimizi. Yurdumuzda gerçek sanatın vermek zorunda olduğu bir varlık-yokluk savaşı bu.

Mihri Belli’den Bize Kalan: Devrimin Güncelliği – Ertuğrul Kürkçü

96 yıl yaşamak bir devrimci için çok riskli olabilirdi. Ama Belli bunun da üstesinden geldi, 96 yıl boyunca davasına sadık kalmayı başardı. Hep Lenin’i Marx’a bağlayan halkaya bağladı kendisini: Devrimin güncelliği! Lenin’in düşüncesinin özü ve onu Marx’a bağlayan belirleyici halka devrimin güncelliğidir,” der George Lukacs, 1924’te yazdığı Lenin değerlendirmesinde.  1960’ların ikinci yarısında Mihri Belli’ye çağdaşları arasında özgün bir konum sağlayan ve onu “devrimci gençlik” hareketinin kutup yıldızı kılan da aynı şeydi: Devrimin güncelliği.

Bizi Saçma Şeylere İnanmaya Yönlendiren Yirmi Beş Yanlış Düşünce – Prof. Dr. Michael Shermer

“Eğer bilim çağında yaşıyorsak o zaman neden bir çok sahte bilimsel ve bilim dışı inanç bulunmaktadır? Değşik Dinler, efsaneler, batıl inançlar, mistisizm, mezhepler, Yeni Çağ düşünceleri ve her çeşit saçmalık, hem popüler hem de yüksek kültürün her köşesine sızmıştır.” Neden insanların çoğu zihin okuma, geçmiş hayattaki deneyimlerle ilgili terapiler, dünya dışı yaratıklar tarafından kaçırılma ve hayaletler gibi şeylere inanmakta? Neden sözde bilimsel aydınlanmanın gerçekleştiği bu çağda, bu tarz hurafelerden her zamankinden daha fazla etkileniyormuş gibi görünüyoruz? Popüler batıl inançlar üzerine herhangi bir önyargı gütmeyen ve araştırma sürecinde de tamamen bilimsel teknikleri kullanan bilim tarihçisi Michael Shermer, bu sıra dışı iddiaları çürütüp bütün insanların bu fenomenleri, komplo teorilerini ve ortalıkta gezinen kültlerin meydana çıkış nedenlerini keşfetmeye çalışıyor. Gerektiğinde rahatsız edici bir üslup kullanmaktan çekinmeyen yazarın  “İnsanlar Neden Saçma Şeylere İnanır” (Why People Believe Weird Things) adlı  kitabımdan bir bölümü aşağıdan okuyabilirsiniz.

Mihri Belli’nin Kaleminden 40 Küsur Yıl Önce ‘Kürt Tabusu’nu Yıkan Yazı: Millet Gerçeği

Mihri Belli’nin 20 Mart 1969 günü Ankara Hukuk Fakültesinde vermeyi tasarladığı konferans için hazırladığı bu konuşma metni, konferans’tan bir gün önce tutuklanması ve Hukuk Fakültesinde çeşitli olayların tertip edilmesiyle engel olundu. “Millet Gerçeği” konulu bu konferansın amacı millet ve milliyetçilik kavramına devrimci bilim ışığında açıklık getirmekti.   Kürt meselesinde; “Tarihi köklere dayanan, Türk-Kürt kardeşliğinin baltalanması sadece emperyalizmin işine yarar. Kürt meselesi ancak, Kürtlerin tanınması asimilasyonun durdurulması, kendi ana dillerini kullanması, kültürlerini özgürce geliştirmesi hakkının tanınmasıyla çözüme bağlanabilir.” Temel tezini savunan metnin redaksiyonunu yapan Aydınlık dergisi, yazarın; kendisi şu anda hapishanede olduğundan metni gözden geçiremedi. Redaksiyonda bir kusurumuz olduysa Mihri Belli’den ve okurlarımızdan özür dileriz notu ile yayınladı.  Mihri Belli’nin 44 yıl önce dile getirdiği bir gerçeği bugün bile söymeye çekinen aydınımsılarla aralarında farkın anlaşılması için tekrar okumaya açıyoruz. 

Kültür Endüstrisi: Kitle Hilesi Olarak Aydınlanma – Theodor W. Adorno

Nesnel olarak nitelenen dinin desteğinin yitimi, kapitalizm öncesi kalıntıların feshi olan sosyolojik teori, teknolojik ve sosyal farklılaşma ya da uzmanlaşmayla birlikte kültürel bir kaosa öncülük ederek her gün yanlışlanıyor; üstelik şimdi aynı etkiyi herşey üzerinde yaratıyor. Filmler, radyo ve dergiler her parçada ve bütünde hep aynı kalan bir sistem oluşturuyor! Politik karşıtların estetik aktiviteleri bile kesin olan sistemin ritmine gayretli bir itaat içerisinde… Otoriter ülkelerde etkileyici endüstriyel yönetim büroları ve sergi merkezleri hemen hemen birbirleriyle aynı. Uluslarararası şirketlerin dahiyane planlaması olan; her yerde boy gösteren muazzam parlaklıktaki kuleler ivme kazanmış olan serbesleşmiş girişimci sistemin dışardan görünümleri… Şimdi betondan yapılmış şehir merkezlerinin yanında daha eski evler gececekondu görünümünde ve dayanıksız yapılarıyla dağın eteklerindeki yeni evler teknik ilerlemelerinin övgüleri içerisinde bir teneke gibi kenara atılmayı bekliyor. Şehir iskan projeleri, bireyi; küçük yaşam alanlarında bağımsız görünen, rakibine daha önemsizmiş gibi davranan biri haline getirdi bile; işte kapitalizmin gerçek gücü…

Oğuz Atay’ın Hikâyelerinde ‘Kafkaesk’ Özellikler ve Dostoyevski Etkisi

Dünya edebiyatının önemli isimlerinden birisi olan Franz Kafka eserlerinde; “Toplumun, toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumların yarattığı adı konmamış, niteliği tam olarak açıklanmamış otoriteler karşısında tüm çıkış yolları kapatılmış bireyin ne yazık ki hiçbir zaman başarıyla sonuçlandıramayacağı sonsuz savaşımını anlatmaktadır.” (Tokdemir, Diler, 2004: 73). Kafka’nın Değişim, Yargı ve Baba’ya Mektup isimli hikâyelerinin etkilerinin, Atay’ın ilk dönem öykülerinde görüldüğü söylenebilir. Atay’ın ilk dönem öykülerinde, “Beyaz Mantolu Adam, Yeni Dergi, Eylül 1972, Unutulan, Soyut, 1972, Korkuyu Beklerken, Sinan Yıllığı, 1973” (Ecevit, 2009: 475) yalnızlık, yabancılaşma, korku, sevgisizlik gibi kavramlar ön planda yer alır. Ecevit, bu durumu şu satırlarla açıklamaktadır: “Bu öykülerin en önemli ortak özelliklerinin başında, tümünün dokusuna yoğun biçimde sinmiş olan ‘kafkaesk’ öğe gelir. Birçok dilde gündelik dil kullanım dağarcığına girmiş olan kafkaesk sözcüğü„ korku / güvensizlik / yabancılaşma / umarsızlık / umutsuzluk /yalnızlık /anlamsızlık / iletişimsizlik / terör / dehşet / suç / ceza / yargı’ gibi anlamların bileşkesidir.

Yahudilik, Müslümanlık ve Hıristiyanlık’ta Faiz ve Zenginlik | Müslüman Yahudiler – Salim Meriç

Hıristiyanlık dini, yoksulluğa, keşişçiliğe, çileciliğe övgü yaparken, Yahudilik zenginliğe, akılcılığa övgü yapmaktadır. Yine Hıristiyanlar için reklam günahken, Yahudilerde reklam serbesttir. Diğer taraftan Yahudilerin çok para sahibi olması dinen teşvik edilmektedir. “Altın ve gümüş ayağın sağlam basmasını sağlar,” “zenginlik ve güç kalbi coşturur”, “dindar kişi parayı vücudundan çok sever, sevmelidir.” Hıristiyan öğretisi ve kilisenin yoksulluğu yücelttiği gözönüne alındığında, yoksulluğu sayesinde cennete gitmeye çalışan Hıristiyan ile altın ve gümüş toplamayı cennete gitmenin aracı olarak gören Yahudi arasındaki zihniyet ayrılığının ekonomik alandaki etkisi farklı olacaktır ve olmuştur.

Denemeler | Her Şeyin Göreceliği Üzerine – Michel de Montaigne

0

Yaşamı bir düşe benzetenlerin sandıklarından çok daha fazla hakları var galiba. Düşte ruhumuzun sürdüğü yaşam, gördüğü iş, kullandığı güç uyanık durumumuzdakinden hiç de aşağı kalmıyor. Kuşkusuz düşteki yaşam daha gevşek, daha bulanık, ama aradaki fark hiç de gecenin karanlığıyla gün ışığı arasındaki fark gibi değil; hayır, daha çok karanlıkla gölge arasındaki fark gibi: Ruh birinde uyur, ötekinde uyuklar. Her ikisinde de aslında karanlıklar içindeyiz, ama birinde daha az, ötekinde daha çok. Bir uyanıkken uykuda, bir uyurken uyanığız. Uykuda gördüklerimiz pek o kadar aydınlık değildir, ama ayıkken de her şeyi pek o kadar pırıl pırıl, apaçık görmeyiz. Evet, derin uykular bazen düşleri siler süpürür, ama uyanıkken de hiçbir zaman iyice uyanık değiliz, o zaman da nice hayallerimiz, ki uyanık düşler ve düşlerden beterdir, kaybolur gider. Madem aklımız ve ruhumuz uykuda düşündüklerimize meydan veriyor, düşte gördüğümüz işleri uyanıkken gördüğümüz işler gibi kabul ediyor, ne diye düşüncemizin, hayatımızın bir çeşit düş olmasını, uyanık halimizin bir çeşit uyku olmasını yadırgıyoruz bu kadar?

Orhan Kemal’den bir öykü: Revir Meydancısı Yusuf | Alt tarafı ne, bir tabak yemek değil mi?

Revir meydancısı Yusuf. Trakya’nın kıraç bir köyündendi. Bir gece, koyun çalmağa gelen bir hırsız öldürüp gömmekten on sekiz yıla hüküm giymisti. Hapishaneye düstükten sonra sık sık memleketini hatırlar, iri çoban köpeklerinin gürler gibi havlayarak dolastığı koyun sürülerini, tarlalara yiyecek götüren kadınları, mavi göklerde kıpkırmızı akan bulutları görür gibi olur, garip garip içini çekerdi. Simdi, revir «Malta»sının bir kösesindeki karyolasına sırt üstü uzanmıs, gene memleketini düsünüyor, bir taraftan da ağırlasan göz kapaklarını zorla açarak tavana bakıyordu. Beyaz badanalı tavanda bir tahtakurusu gözüne ilisti. Dikkatle baktı, tamam, bir tahta kurusu… Geceyi hatırladı: ılık ılık kımıldayan havasıyla ağır gece… Taze buğday tanelerine benzeyen diri tahtakuruları, sanki avuç avuç serpilmisti. İnsanın vücudunu ürperterek haslıyorlar, insan iki yana çırpındıkça, les gibi kokuyorlardı.

Aziz Nesin’den bir hikaye: Aslan Payı | Bundan sonra köpeklerin sözüne inananın…

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, orman kanunlarının yürürlükte olduğu bir ormanda bir aslan varmış. Bu aslan, ormandaki bütün hayvanları egemenliği altına almış. Ormanda ne kadar hayvan varsa, karıncadan file kadar hepsine vergi koymuş. Kurt, kuş hep vergi verirlermiş. Bu verginin adı da “aslan payı” imiş. Ormanın bütün hayvanları gün doğumundan gün batımına kadar uğraşırlar, didinirler, çalışırlar, kuyruk altları terler, yakaladıkları avların en güzel yerlerini ayırır, “aslan payı” diye vergi öderlermiş. Armudun iyisini ayı yiyemez, aslana verirmiş. Kurt yakaladığı ceylanın ciğerini aslana sunarmış. Tilki bir tavuk geçirse pençesine, tavuğun en lezzetli olan gerisi ile derisini aslana vermek zorundaymış.

Eli sopalı Türk medyası, “Döner Bıçaklı Türk Övgüsü” ve Ruhat Mengi Mantığı

Medyanın “Döner Bıçaklı, Sopalı Türk Övgüsü” Londra’da yaşanan olayları değerlendiren Türkiye medyasında, döner bıçaklı, sopalı Türklere düzülen övgüler dikkat çekiyor ve akıllara “Şiddetin meşrusu olur mu?” sorusunu getiriyor. Londra’nın kuzeyinde Tottenham’da siyahi bir gencin polis kurşunu ile ölmesi sonrasında başlayan olaylar, Hackney, Birmingham ve Manchester gibi yerlere de sıçradı. Bir kişinin öldüğü ve çok sayıda kişinin yaralandığı olaylar sırasında, araçların, mağazaların ve binaların yakılması, talan ve yağmanın başlaması medyada geniş boyutlu olarak yer aldı.Ancak Türkiye medyasının, şiddeti kınayan bir tavır takınırken, “öteki” şiddeti, “güvenliği sağladığı” iddiasıyla yüceltmesi dikkat çekiyor.

Ahmet Altan’ın ceketine bulaşan haydari!.. – Ahmet Nesin

Geçenlerde gazetelerde bir haber vardı, Beyoğlu’nda bulunan kafe ve restoranların dışarıda bulunan masa ve sandalyeleri kaldırıldı. Sadece kaldırmak da değil hepsini alıp götürmüşler. Alınmış bir hak var, o hak gaspediliyor, ayrıca masa ve sandalyeler mekan sahibine verilmiyor, belediye deposuna götürülüyor. Gazetelerde bisürü haber ve yazı çıktı bu konuda. Onaylayan da var eleştiren de. Gereğinden fazla masa konulmuş, şuymuş, buymuş. Benim bildiğim böyle durumlarda önce uyarılır, sonra ikinci uyarı gelir, sonra da 3 yada 5 günlük kapatma cezası. Yasa olduğu gibi kaldırılmaz, kazanılan bir hak vardır, yok sayamazsınız. Taraf Gazetesi’nde bu konuyu haber olarak verdi. Haberde ve alt başlıkta ilginç bir bölüm var, çok dikkatimi çekti: “Beyoğlu’nda esnaf bugün yine eylemde. ‘Artık eve giderken ceketime haydari bulaşmıyor’ diyen mahalleli ise memnun…” Bu alt başlık tam benim başlığıma uygun bir alt başlık. O gazeteyi yönetenlerin ve yazanların alayını “Aydın” olarak tanır Türkiye. Ben ne kadar kendilerine uzun zamandır “Aydınımsı” desem de halk onları hâlâ aydın sanıyor. Masaların yasa değiştirilerek toplanmasına bu gazeteyi yönetenlerin atması onların artık, Akit, Zaman, Yeni Şafak yada Milli gazeteden farkları kalmadığını gösterir.

“Yapı-Üstyapı” ve “Liderlik-Diktatörlük” ilişkisi İçinde Sivil Toplum Momenti – Norberto Bobbio

0

Marx’ın, sivil toplumu yapı ile özdeşleştinmesine karşın, Gramsci tarafından, sivil toplumun ‘yapı’dan ‘üstyapı’ya aktarılması, yapı ile üstyapı arasındaki ilişkilerin Gramscigil kavramlaştırmasına temel bir etken olmuştur. Gramsci’de yapı ile üstyapı ilişkileri sorunu, kendisinin buna verdiği öneme karşın, bugüne değin yeterli dikkati çekememiştir. Sanırız sivil toplumun öneminin belirlenmesi, bizi doğru bir perspektif ile daha derin bir çözümlemeye yönlendirmektedir. Bu anlamda, Marx’ın ve Gramsci’nin yapı ile üstyapı ilişkilerinin kavramsallaştırılmaları arasında temel iki farklılığın olduğunu kabul ediyoruz.