Ahmet Nesin: Murat Belge bir sosyalist değil bana göre sorosyalist

Muhalefetleri Karıştırmışsın Murat Belge… Muhalefete “Neden muhalefet yapıyorsun?..” denilen tek ülke sanırım Türkiye.  İş bununla da kalmıyor, muhalefete “Yeteri kadar muhalefet yapamıyorsun!..” diyen de bu ülkenin insanları. Size iki örnek vereyim, “Ben CHP gibi bir muhalefet partisinden çok memnunum çünkü muhalefet yapamıyor…” diyen AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan. Bunun yanında AKP’yi destekleyen Taraf Gazetesi yazarı Murat Belge de geçen günkü yazısında “AKP iktidarı ele geçirdiğinden beri CHP’nin tek politikası onun her yaptığına karşı çıkmak oldu.” diye yazmış.

Yılmaz Güney: Faşizm Bütün Halkların Düşmanıdır [Siyasal Yazılar, Konuşmalar]

yılmaz güneyDeğerli arkadaşlar, Faşizm hangi ülkede olursa olsun, sadece o ülkenin işçilerine, aydınlarına ve halkına değil, bütün dünya işçilerine, aydınlarına ve halklarına karşıdır. Onların baş düşmanı, her zaman komünistler, sosyalistler, demokratlar olmuştur. Bu nedenle, bizim için faşizme karşı mücadele Türkiye’ye özgü, milli karakterli bir mücadele değil, bütün dünya işçilerini, emekçilerini yakinen ilgilendiren enternasyonalist bir mücadeledir. Bildiğiniz gibi, Avrupa Konseyi geçen Mayıs’ta, Türk devletini Konsey’e yeniden kabul etti. Bu, demokrasi adına büyük bir hatadır.

“Aşacağız duvarlarını geleceğin” | Bahar İsyancıdır – Onat Kutlar

Bilincimizin tarlalarına ölü kuş tüyleri döküldü, kadınlar gözyaşlarını tutamadılar. Uzun ve şaşkın bir sessizlik oldu. Neden sonra aramızdan biri konuştu. Gösterişsiz, herhangi biri. “Bak yabancı” dedi, “Şaşırttın bizi. Umutlarımız için ön yüzü sırlı bir ayna sundun. Geriye işleyen bir saat. Ters çevrilmiş bir eldiven, kaynağına akan bir ırmak. Oysa biz basit insanlarız. Ve ölümlü. Yaşamayı ve baharı bu yüzden severiz. Doğan her şeye inanırız. Çocuklara, güneşe, bize düşler sunan ay ışığına. Sevdiğimiz kadının boynunu okşamak isteriz ve çocuklarımızın. Günü, kızarmış bir ekmek gibi tazeyken bölüşürüz ve akşamın kızıl tüyleriyle gelip sabahın yumurtaları üstüne yumuşacık oturmasını severiz.

Dersim Katlıamı İçin Verilen İlk Dilekçeye Cevap: Şimdiye kadar bu konuda bir şikayet olmadı..

Dersim’de 1938’de yürütülen askeri harekât sürecinde ailesinden 12 kişi katledilen Haydar Kang, 26.9.1949 tarihinde Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir dilekçeyle başvurarak katliamdan sorumlu olanlar hakkında kanuni takibat yaptırılmasını talep eder. 1938’de ailesinden 16 kişi katledilen ve kendisi süngülenmesine rağmen kurtulan Ali Doğan adına açtığımız tazminat dava dosyasına gönderilen Başbakanlık arşiv belgelerine göre bu dilekçe, Dersim 38 zulmüne dair olarak soruşturma açılması talebiyle “resmi kayıtlara girerek işlem gören ilk dilekçe” olma özelliğini taşıyor. Zira aynı arşiv belgelerinde, Meclis Dilekçe Komisyonu’nca dilekçenin havale edildiği Başbakanlık tarafından Dilekçe Komisyonu Başkanlığı’na verilen 4.1.950 tarihli yanıtta “Şimdiye kadar bu şakavet ve tenkil hadiseleri dolaysiyle bir şikâyetin vaki olmadığı” belirtiliyor. Tarihi bir belge olduğundan dilekçe metni herhangi bir düzeltme yapılmadı.

Özgürlük isteği, insan doğasında var mı, özgürlük bir ruhbilimsel sorun mu? – Erich Fromm

Avrupa ve Amerikan tarihi, daha çok, insanları bağlamış olan siyasal, ekonomik ve tinsel kelepçelerden kurtulma çabalarını anlatır. Ezilenler, yeni özgürlükler isteyenler, savunacak ayrıcalıkları olanlara karşı özgürlük savaşı vermişlerdir. Bir sınıf, başkasının egemenliğinden kurtulup kendi öz bağımsızlığını elde etme savaşı verirken, kendisini, insanlığın özgürlüğü uğruna savaşan bir sınıf olarak görmüş, ve bu nedenle, bir ideal ortaya koymuş, ezilen bütün insanların içinde kök salmış özgürlük özlemini dile getirebilmişlerdir. Ancak, uzun ve nerdeyse sürekli özgürlük savaşında, bir dönemdeki baskıya karşı savaşan sınıflar, zafer kazanıldıktan ve savunulacak yeni ayrıcalıklar ortaya çıktıktan sonra, özgürlük düşmanlarının yanında yer almışlardır.

“Yaşamış da yaşamamış gibi geldi geçti dünyadan” | Kış Önü Kış Ortası – A. Kadir Konuk

Tüm annelere… Onun dilinde rakamlı tarihler hiç olmadı. Yaşadığı olayların hiçbirini şu gün, şu ay, şu yıl diye açıklamadı. Yaşanmış da yaşanmamış gibiydi her şey, masalımsı… Dal gibiydi, ince bir söğüt dalı gibi, ama kuru değildi. Öldüğü güne kadar yaşam fışkırdı her yanından. Ellerinin üzerinde birer nehir gibi uzanan masmavi damarları onun yaşam kökleriydi. Yaşlanmıştı, eskiden sapsarı olan saçları bembeyaz olmuştu, ama yaşam bükememişti onun servi boyunu. Dimdikti, bir genç kız gibi yürürdü hasta olmadığı zamanlarda. Kendi işlerini hep kendisi yaptı. Hastaysa, yatağa bağlı değilse kimseden bir tas su istemedi. Kocası ölüp, çocukları anne gel bizimle kal dediklerinde ev üstüne ev kurulmaz yavrum dedi gitmedi hiç birine. Kendi evinde kaldı tek başına. Bazen yatak odasından mutfağa beş dakikada, neredeyse sürünerek gitti bir lokma ekmek için, ama kimseyi yardıma çağırmadı.

Prof. Dr. Büşra Ersanlı: “Haksızlığa uğrayanların yanında olmayı babamdan öğrendim”

İki yıl kavaltılı sohpetler düzenleyerek bir türlü “Açılımı”nı açamayarak Kürt illerinde oy kaybeden AKP’nin  politize olmuş Kürt kitleleri içinde önem arzeden şahsiyetleri siyaset sahnesinden  KCK  davası adı altında yargı yoluyla    “içeri kapatma”  kapsamında tutuklananlardan biri  Prof. Dr. Büşra Ersanlı.   Onca araştırmada, bilimsel çalışmada imzası olan, akademisyenliği ile hak ve özgürlükler mücadelelerindeki eylemliliğini tutarlılıkla sürdüren Ersanlı, dört aydır  Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) Siyaset Akademisi’nde verdiği dersler gerekçe gösterilerek tutuklu. Posta yolu ile kendisine ulaştırılan sorulara verdiği cevapları Şubat-Mart sayısında “insaf” başlığıyla yayımlayan Express Dergisi’ndeki söyleşiyi aşağıdan okuyabilirsiniz.

Dava – Franz Kafka | Kaçmak suçu kabullenmekti. Beklemekten başka çare ise yoktu

Merakla kadının götürüldüğü kapıya gitti, öğrencinin herhalde sokakta onu kucağında taşıyacak hali yoktu. Ancak fazla uzaklaşmasına gerek kalmadı. Kapının hemen karşısında, tavan arasına çıkıyor olabilecek dar bir ahşap merdiven göze çarpıyordu. Merdiven dönemeci, bittiği yerin görülmesini engelliyordu. Öğrenci, kucağında taşıdığı kadınla birlikte bu merdivene yönelmişti. Yavaşça, soluk soluğa ilerliyordu, çünkü koşmaktan yorgun düşmüştü. Kadın eliyle K.’ya selam verdi ve omuzlarını birkaç kez kaldırarak, bu kaçırılma işinden sorumlu olmadığını ona anlatmaya çalıştı. Ama bu hareket büyük bir üzüntü belirtisi içermiyordu. K. ona, tanıdığı biri değilmiş gibi ifadesiz bir yüzle baktı. Ne düş kırıklığına uğradığını, ne de bu düş kırıklığını kolayca atlatabileceğini belli etmek istiyordu.

Tasavvuf Düşüncesi, Alevilik, Batinik ve Vahdet-i Vücut – Orhan Hançerlioğlu

İslamsal disiplin içinde oluşmuş bulunan tasavvuf deyimi, genel olarak, iki öğeyle açıklanmaktadır. Bunlardan biri varlık birliği (Ar. Vahdet-i vücut) felsefesi, ikincisi dinin yüzeyiyle yetinmeyerek derinliklerine inme eğilimidir. Ne var ki bu öğelerin ikisi de İslamsal tasavvufun başlangıcında geçerli değildirler, akıma zamanla katışmışlardır. İslamsal tasavvuf, ilkin, Batı’da da görüldüğü gibi, dinsel yaşamın aşırı, ama zorunlu bir sonucu olan gizemcilik (Fr. Mysticisme)’le başlamıştır. İlk mutasavvıflar dinsel yaşamı, içlerine kapanarak, bireysel olarak ve ruhsal [sayfa 144] yanlarıyla yaşamak isteyen aşırı sofulardı. Bu sofular, varlık birliği felsefesinden habersiz oldukları gibi kutsal kitabın açık anlamlarının altındaki gerçek anlamlarını bulup çıkarmak isteğini de duymamışlardı. Amaçları, sadece, aşırı bir Müslüman olarak, dünya işlerinden el etek çekip bütün gün ve gecelerini dinsel bir yaşama vermekti.

Cemal Süreya: Şiirle jest arasındaki ilk ilişkiyi ben buldum galiba

Jest, diyorum, daha çok erkeğe özgü, az rastlanır bir davranış olarak savaşçılık günlerinden kalmış. Şiir de öyle. İkisi arasında da bir bağlantı var sanki. Erkek, nicedir, birey olarak, savaşçılık niteliğini yitirmiş bulunuyor. Kadın, yükselme gösterdiği şu çağda, erkeğin yaptığı hemen her işe soyunuyor da, şiirden neden giderek daha çok uzaklaşıyor? Üstelik,  şiir, kadınlık durumunun bugünkü konusuna daha çok karşılık vermez mi? Şiirden erkek de uzaklaşıyor da onun için mi oluyor bu? Sanırım, şiir için yazgı sorularından biri söz konusu. Üstelik kadında da jest başladı.

Sevgi Soysal Cezaevi Anıları: “Biz insanları sevdiğimiz, çok sevdiğimiz için buradayız”

Koğuşta çıt yok. Sessizlik saati. Bir iki kız ranzalarında uyuyorlar. Çoğunluk okuyor. Her kitabın peşinde en az beş kişi var. Bir an önce bitirmek zorunda herkes kitabını. Selma’yla Nina yavaş sesle konuşuyorlar. Meral, yine sorun olmakta. Meral’in karavana dağıtılırken hep öne geçmesi. Karavanadan hep et keçelemeğe çalışması  eleştirilmesi gereken bir tavır. Nina yine de sevecenlikle söylüyor bunu. Aslında çok şeyi hoş görmeğe hazır. Ama eleştirinin gereğini kavrayacak kadar da inançlı. Yine de koğuşta Meral’e en az kızan o. Aslında Meral’e kızmamak zor. Nina ile  Meral’in anlaşılmasını gerektiren bir yığın neden bulur. Meral’in çocukluğu büyük sıkıntılarla geçmiştir. Öğretmen okullarının yatakhanelerinde sürünmüştür. En ücra yerlerde öğretmenlik yapmıştır. Bunca zor elde ettiği mesleğini inancı uğruna tehlikeye atmıştır. İlk İhbar furyasında da tutuklanmıştır.

Sema Kaygusuz: “Düşünsel kan lekesidir, duyarsızlık. Silahlanmaktan hiçbir farkı yoktur”

Acıyı anlatmak kolay değil. İster istemez kekeliyor insan. Acının simiyle parıldamak bir yana, insanın kendisini acısıyla önemsetmesi midemi bulandırıyor. Daha yüzündeki çizgilerden ruhunu görmeye fırsat vermeden ağrısını bir çırpıda anlatabilenlerden bu yüzden kaçınıyorum. Biri bana pansumancı muamelesi ediyormuş gibi geliyor. İçsel acı soy duygudur ne de olsa. Memnuniyet gibi budalalaştıramaz. Zifiri boğuntularla yatağa yıkarak gövdeyi, bir tek ağrıdan ibaret muhteşem vir geometrik biçime dönüştürür insanı. Öyle canhıraş haykırıp höngürdeyerek insanın asabını bozmaz. Geceler boyu süren inlemesiyle çileden çıkarmaktansa susar ve zonklar sadece. O sustuğunda, dünya sağırdır. Düşüncenin ateşinde tutuşmanın, tutuştukça köze evrilmenin, közlendikçe ışığa kesmenin ertesinde insan olma mahcubiyeti ışır. Has acıyı çeken biri, hayattaki hiçbir şeyi somut olarak kavrayamamayı kabulllenmişse de hayattaki her şeyi iliklerine kadar sezinleme lanetiyle sessizce ağrıyordur.

Celil Kaya: 90’lı yıllarda milliyetçi medyayla yapılan çarpıtmalar şimdi dizilerle yapılıyor

Dezenformasyona dayalı habercilik ve kurmaca, son yarım yüzyılda, muktedirlerin hegemonya projelerine rıza üretmek için sıkça başvurdukları mecralar. Maraş katliamının fitilini ateşleyenin bir sinema filmi, birkaç gün önce davası zamanaşımından düşen Sivas katliamının müsebbiplerinden birinin yalan haberler olduğunu hatırlayalım. Kürt meselesinde de 90’lı yıllarda ‘Anadolu’dan Görünüm’ programı ve milliyetçi medya üzerinden yapılan hakikat çarpıtmaları son yıllarda televizyon dizileri üzerinden yapılıyor. ‘Tek Türkiye’, ‘Şefkat Tepe’, ‘Sakarya Fırat’ dizileri en belirgin örnekler.

Türkiye’den: İslamcı söylemin cinine dikkat – Ece Temelkuran

Başbakan, kendisine ne zaman politik tutuklular hakkında bir soru sorulsa, zamanında kendisini desteklememiş olanların şimdi konuşmaya hakları olmadığını ima ederek kendi tutukluluğunu gündeme getirdi. Muhalefet ne zaman bireysel özgürlüklerin gerilemesinden söz etse, Erdoğan ve akıl hocaları, muhafazakar dindar insanların ibadet özgürlüğünün kısıtlandığı günlerden bahsettiler. Nihayet, ne zaman sosyal hakların dindar hayırseverliğin konusu haline gelmesine yönelik bir eleştiri yapılsa, başbakan adaletin dinden doğduğunu söyleyen banal söylemi kullandı. Görev süresi boyunca, ne zaman kendi menfaatlerine uymayan bir toplumsal itilaf söz konusu olsa bunların hepsinde çok güçlü kapanış vurguları yapmakla nam saldı. 

“İnsan tüm varlığıyla doğanın bir parçasıdır” Marks’ın Çevre Üzerine Görüşleri – Sıtkı Akın

1989 yılında Berlin duvarının yıkılması ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin 1991’de resmen kapitalist sisteme geçmesiyle birlikte dünyada daha önce var olan iki kutuplu sistem Amerika merkezli olarak tek kutuplu bir hale gelmiştir. Dünya’da oluşan yeni sürece / duruma da “Yeni Dünya Düzeni” (YDD) ya da “Küreselleşme” denildi. Küresel dünya durumunda ideolojilerin sonunun geldiğini, hakim ve tek sistem olarak kapitalizme vurgu yapıldığını ve bu durumda Marksizm’in de tarihe karıştığını belirten egemen dünyanın ideologları, sözde bilim insanları, küreselleşmeyi yeni bir dünya düzeni olarak bize yutturmaya çalıştılar. Onlara göre kapitalist sistem küreselleşme dönemiyle birlikte kendi içindeki noksanlıkları gidermiş ve dünyada eşitlik ve özgürlük kavramlarının yeniden yaşam bulmasını sağlamıştır.

Şeyh Bedreddin | Bedreddin Of Simavna/ Simavnalı Bedreddin belgeseli cafrande.org’ta

Günümüzde Yunanistan topraklarında bulunan Simavna kasabasında doğmuştur. Kesin doğum tarihi bilinmemekle beraber çeşitli kaynaklarda 1358, 1359 veya 1365 olarak verilir. Büyükbabası Abdülaziz Selçuklu soyundandır. Menakıbname’ye göre son Selçuklu Sultanı III. Alaeddin Keykubad’un yeğeni ve veziridir. Babası İsrail ise Rumeli’yi fethe girişen ilk gazilerdendir. Daha sonra Simavna kadısı olur. Annesi Rum asıllı bir Hıristiyan iken Müslüman olan Melek Hatun’dur. Edirne’nin Osmanlılar tarafından alınmasından sonra ailesi ile buraya yerleşir.

Özgürlükten Kaçış | Çağdaş insan açısından özgürlüğün iki yönü – Erich Fromm

0

Burada belirtilmesi gereken ilk etmen, kapitalist ekonominin genel özelliklerinden birini oluşturmaktadır: bu, bireysel etkinlik ilkesidir. Herkesin düzenlenmiş ve şeffaf bir toplumsal dizgede değişmez bir yere sahip olduğu ortaçağların feodal dizgesinin tersine, kapitalist ekonomi, bireyi yalnız ve yalnız kendi ayaklan üzerinde durmak durumunda bıraktı. Bireyin ne yaptığı, bunu nasıl yaptığı, başarıya ulaşıp ulaşmadığı, tümüyle kendisini ilgilendiriyordu. Bu ilkenin, bireyselleşme sürecini ileriye götürdüğü açıkça ortadadır ve bu olgu, çağdaş kültürün olumlu yönleri arasında sayılmaktadır. Ama “olumsuz özgürlükle daha ilerilere gidildiğinde, bu ilke, bireyler arasındaki bağların zedelenmesine yardım etti ve böylece, bireyi, kendi çevresinden ayırdı. Bu gelişmeyi hazırlayan, Reform öğretileriydi. Katolik Kilisede, bireyin Tanrıyla ilişkisi, Kilise üyeliği temeline dayanıyordu. Kilise, bireyle Tanrı arasındaki bağdı, dolayısıyla bir yandan bireyselliğini kısıtlarken, öte yandan da bireyin, bir grubun ayrılmaz bir parçası olarak Tanrı karşısına çıkmasına olanak veriyordu.

Pozantı’dan Uğur Kaymaz’a – Yeşim Ergün | Dün Sivas, bugün Emet! – İhsan Çaralan

Gündem ile ilgili okunması, gidişatın anlaşılması açısından gerekli olduğunu düşündüğümüz Sosyalist Demokrasi’den Yeşim Ergün, Evrensel gazetesinden  İhsan Çaralan’ın  15 mart tarihli yazılarına yer verdik. Tacize, tecavüze, işkencelere maruz bırakılan çocuklardan önceki yasında bahsettiğini belirten Y. Ergün, Taciz, tecavüz, işkence, katliamlar Kürt halkına karşı milliyetçiliğin kandan beklenen gücüyle işlenen katliamlar, tecavüzler ile normalleştirilmesine dikkat çekiyor. İ. Çaralan ise: 1970’lerde Maraş’ta, Çorum’da katliam yapanlar da o zaman kalabalıkları, “Komünistler camilere bomba koydu” yalanı, “Allahüekber”li sloganlarla ayaklandıranlar, Sivas’ta da aydınları yakanlar, Salı günü Emet’te “İnşaata PKK bayrağı astılar” diye işçileri linç etmeye kalkanların yeni yalanlar ama yine aynı ideolojik argümanlar ve dini sloganlarla aralarında birlik kurarak saldırdığını belirtiyor. Yazar; “Sivas’ta yaşananlar, 35 aydının yakılması olmuş bitmiş, dün olmuş ve “değerlendirilmesi tarihe, tarihçilere bırakılacak bir vaka” değil, bugün de yaşadığımız bir tehdittir. Aradaki fark, hedefin şimdi Kürtler olmasıdır!” diyor.

“Yağmurlu gecede bir adam geldi, dersin…” Projektörcü – Sait Faik Abasıyanık

8:45 vapuru iskeleden kalktıktan sonra, uzak şimşekler yakınlaşmaya başlamıştı. Anadolu sahili bir ara gözden kayboluverdi. Yağmur, projektörün önünde, birtakım hendese-i musattaha şekilleriyle beyaz ve keskin kaynaştı. Kanepede üstüne başına yağmur sıçrayan, uzak ve puslu ışıkların yandığı evleri düşündüğü pek anlaşılan bir adam, yerinden bir iskeleyi kaçırıyormuş gibi aceleyle kalktı. Projektörcünün yanına doğru ilerledi. Projektörcünün üstünde kolları boşta sarkan eski bir muşamba vardı. Sırtı kamburlaşmıştı. Yanma sokulan adama başını çevirip baktı. Yüzünü tekrar projektörün, şimdi yalnız birtakım münkesir, müstakim ve muvazi hatlardan başka bir şey göstermeyen ışığına çevirdiği zaman, kendisine laf söylenebilir bir adam yüzü görmüş zannettirecek bir halle:

Bilind İbrahim’in ‘Were Peri’ ve ‘Geryanek’ albümlerinden şarkılar

Blind İbrahim, İran şeriat devriminden sonra  Irak’ın en kuzeyinde yer alan Duhok iline  göç eden bir ailenin çocuğu olarak 1977  yılında dünyaya geldi. 1983 yılında  şarkı söylemeye başladı. 1989 yılında sanat ve siyaset üzerine çeşitli okumalara katıldı. 1992 yılından itibaren beş yıl kadar güzel sanatlar akademisinde keman dersleri aldı. 1997 yılında güzel sanatlar akademisinde ders vermeye başladı.