Filistin direnişinde ve edebiyatında önemli bir isim: Ghassan Kanafani

Filistin’in kuzeyinde bulunan tarihi şehir Akka’da 1936 yılında doğan Kanafani, 8 Temmuz 1972’de henüz 36 yaşında iken öldürüldü. Filistin devrimci mücadelesinin neden İsrail’in ilk hedefleri arasında yer aldığı bu yazının sonunda daha iyi anlaşılacaktır. İsrail İşçi Partisi’nin lideri ve uzun zaman başbakanlık yapan Golda Mair’in Gassan Kanafani’yi anlatan sözlerini okumamız yeterlidir: “Eğer Filistin halkının kamplarda ve sokaklarda, insanlarının ruh halini ve yaşadıklarını ve devrimin halini anlamak istersek, Gassan Kanafani’nin yazılarını takip etmemiz yeterlidir…” Gazeteci olan ve 11 Aralık 1967’de FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) örgütünün kurucularından ve aynı zamanda Polit Büro üyesi olan Gassan Kanafani, Filistin’in özgürlük mücadelesinde George Habbaş, Vadi Haddad, Abu Ali Mustafa ile birlikte, sağın (El Fetih) mücadele anlayışını reddederek feodal ve gerici Arap ülkelerinin liderleriyle ittifak yapılarak bir yere varılamayacağına inandı.

İsmaililer ve Hasan Sabbah: Köken ve Miras | İslam’da muhalefetin toplumsal temelleri

Nizari İsmaililerin efsanelere konu olan tarihi, Hasan Sabbah’m 1090 yılında Alamut Kalesini ele geçirmesiyle başlar. Bu dönemde İsmaililerin merkezi Mısır’daki Fatımi Halifeliğiydi. Hem İran hem de Suriye’deki İsmaililer Kahire’nin dinsel ve örgütsel otoritesine bağlıydı. 1072 yılında mezhebe katılmış olan Hasan Sabbah da, bu merkezin yönetiminde propaganda ve örgütlenme çalışması yürüten İsmaili daîlerinden (davetçi) biriydi. Eğitim için Mısır’a gönderildiğinde oradaki çürüme ve yozlaşmaya şahit olmuş, muhalif tavrı nedeniyle Mısır’dan uzaklaştırılmıştı. (25)

Duvar edebiyat dergisinin Mart-Nisan 2012 tarihli ilk sayısı çıktı!

İki aylık periyotlarla yayınlanacak olan derginin yayın kurulunda Akif Kurtuluş, Ali Çakmak, Ali Ülken, Enis Akın, Enis Rıza, Süreyyya Evren ve Yılmaz Varol’un yer aldığı derginin giriş yazısında çıkış gerekçeleri şöyle sıralanıyor: “Duvar, edebiyatı, sanat ve politikayı ciddiye almak isteyen neşeli iradeleri birleştiriyor. Bu iradeler mevcut durumda değerlerini kuşatma altında hissediyorlar. Keşke ‘bir şeyler’ sözcüğüyle başlayabilseydik, bu cümleye. Bir şeyler değil, edebiyat, sanat ve politika ortamının doğrudan kendisi, bu dergi çevresinde işlenecek değerleri kuşatmış durumda. Bu kuşatmayı dağıtma vaktinin baskısını bir süredir hissediyor olmak bizi birleştirdi, bu dergiye doğru taşıdı.”

Pınar Öğünç ile Söyleşi: “Çocuklarını Yiyen Bir Ülke Ne Yazık ki Burası”

Söyleşi: Aylin Mert 21 Mart geldiğinde tam da daha evvelki senelerde olduğu gibi takım elbiseleriyle atladılar, hiçbir sıkıntıları olmadı. Sanki o üç-dört gün hiç yaşanmamıştı. O ateşten atlıyorlar fakat şiddet temelli politikalarla inatla daha da harlanan o diğer ateşi görmemeyi tercih ediyorlar. İşlemediği görülen, denenmiş yöntemlerle çözeceklerine inanıyorlar. Daha da öfkeli kuşakları kendileri yaratıyorlar. Kaynak çok net de Kürtler ne yapsın, yok mu olsun? Yüz nakli gibi kimlik nakli mi yaptırsınlar?

Sevgi Soysal Hapishane Hatıraları: “Ama bulaşmaya inanırım ben. Sevmek bulaşmaktır.”

Zulmet Sevinci Öğlen karavanasında hiç bir şey yemedim Tedirginim. Bugün mahkeme günü. Karar verilir ya da verilmez, tutukluluğum kaldırılır, ya da kaldırılmaz, beni tedirgin eden bunlar değil. Uzunca bir süredir, burada, bu ahırdan bozma koğuş tayım. Kırk kadar kız. kadın, birlikte. Koşullar kötü, baskı gün gün artıyor, ama mutsuz değilim Hatta, daha tuhafı, sanki şu sırada dışarda olabileceğimden daha mutluyum. Dışarda hayat, bir yığın sorunla abanırken üstüme, daha daha aba-nacakken tam, tutuklandım. Şimdi yeniden bir leyli okul yaşamı tadıyormuşum gibi. Yeni bir bahar içimde. Burada nice baskı, zorluk olursa olsun, yine de hayatın, gündelik hayatın o insanı kıl testeresiyle ince ince eskiten zorluğu yok burda. Hapislik biraz da sorumsuzluk.

“Zaman vinçte sallanan cesedin karşısında toplanan işçilerin gözlerindeki çatlaklardan aktı”

Yandaki kaba inşaatın musluğundan geceden kovaya doldurduğu sudaki yansımasına iki el uzandı. Eller sudaki yüzünü avucuna doldurdu. Su dalgalandı, yüzü kovanın içine yayıldı, avucundaki bir karış suda yok oldu, suyu yüzüne çaldı. Yüzünden yüzüne çaldığı suyla serinledi. Gözlerini iki elinin işaret parmaklarıyla, çek çekle silerken camdan çıkan ses gelene kadar ovaladı. Kaç kişi kaldıklarını düşündü bu depodan bozma yatakhanede pantolonunu ayaklarına geçirirken. Yirmi, belki otuz. Kişi sayısı sabit kalmıyordu ki. Sürekli birileri gidiyor, yerlerine yenileri geliyordu. Gelenlerin memleketleri, isimleri değişiyordu değişmesine ama değişmeyen tek bir şey vardı;

Vinç – Cansu Fırıncı

“Özgürlük başkalarına baskı yapma hakkı değil” Toplum İçinde Özgürlük – Bertrand Russell

En uygar toplumlarda bile toplumsal işbirliğinin içgüdüsel bir nedeni olduğunu yadsımıyorum. İnsanlar komşuları gibi olmak, onlar tarafından sevilmek isterler; taklit ederler ve etki altında kalarak yaygın olan davranış tarzlarını onlar da benimserler. Bununla beraber, insanların uygarlık düzeyi yükseldikçe bu etkenlerin gücü azalıyor gibi. Söz konusu etkenler okul çocuklarında büyüklerde olduğundan çok daha güçlüdürler; genellikle de zeka düzeyi en düşük olanlar üzerinde en büyük güce sahiptirler. Toplumsal işbirliği, sürü içgüdüsü diye adlandırılan şey yerine, bu işbirliğinin yararlarının kavranmasına gittikçe daha çok bağlı olmaktadır. İlkel yerliler arasında kişisel özgürlük sorunu yoktur; çünkü öyle bir gereksinimleri yoktur. Bu sorun uygar insanlar için vardır ve uygarlık arttıkça sorun da daha acil bir hal almaktadır.

Ahmet Nesin: “Bugüne değin metrosunun içinde klise olan bir Avrupa ülkesi görmedim”

METROYA CAMİİ YAPARSAN!..Sınır tanımayan gazeteciler” yada “Sınır tanımayan doktorlar” gibi “Sınır tanımayan ülkeler” var mıdır diye sorarsınız gözüm kapalı Türkiye derim. Tabii burada “Sınır” farkı var, “Sınır tanımayan ülkeler” derken ülkelerin sınırını değil, ülke olarak yapılanların yada yaptırılanların sınırsızlığından söz ediyorum. Bir ülkede hükümetin, yetkilinin yada tek başına bir kişinin bile sınır tanımadan bişeyler yapması bence tek kelime cahilliğinden kaynaklanır. Sanırım demokrasi dediğimiz, çok özlediğimiz ama en çok da konuştuğumuz şeyin devamlı tartışılması, çoğu zaman hem fikir olunamamasının nedeni de budur. Hep demokrasinin bir sınırının olduğunu söylemişimdir, o yüzden de “Ama demokrasi var yada “Madem demokrasi var” tümcelerinden nefret ederim. Demokrasi var diye her istediğinizi ne hükümet olarak, ne yerel yönetim olarak yada ne kişi olarak yapamazsınız.

Sabiha Sertel: “Sabahattin Ali’yi kahpeler gibi tuzağa düşürdüler, uyurken arkasından vurdular”

Ülkenin en büyük öykü yazarına reva görülen cefa Sabiha Sertel’in Hatıralarında Sabahattin Ali 1924’lerde eşim Zekeriya Sertel’le birlikte “Resimli Ay” adında bir fikir ve kültür dergisi yayımlıyorduk. “Resimli Ay” o dönemde ileri fikirleri savunan tek dergi idi. Yazarları arasında Nâzım Hikmet, Kemal Tahir, Sadri Etem, Cevat Şakır gibi ilerici yazarlar vardı. Bir gün yazı odasına kısa boylu, tıknaz, gözlüklerinin altında gözleri pırıl pırıl yanan bir genç girdi. Bu, Sabahattin Ali idi. Almanya’dan yeni dönmüş dergilerde çıkan hikâyeleri ile yeni yeni tanınmaya başlamıştı. Resimli Ay’da yayımlanmak üzere bir hikâyesini getirmişti. Bundan sonra Sabahattin derginin sürekli yazarları arasına girdi. Sabahattin’le ilk tanışmamız böyle oldu.

“Sevmiyor musun beni?” diye sordu Svidrigaylov usulca. “Ve… sevemezsin de? Hiçbir zaman?”

“Tabancasını attı!” diye bağırdı, derin bir soluk aldı. Birden yüreğinden bir ağırlık kalkmış gibi oldu. Ancak bu, ölüm korkusunun yarattığı bir ağırlık değildi, zaten onun şu anda ölüm korkusu duyduğu söylenemezdi. Bu, bütünüyle kendisinin de belirleyemediği daha başka, acı verici, karanlık bir duygudan kurtuluştu. Dunya’ya yaklaştı, kolunu yavaşça beline doladı. Dunya karşı koymadı, ama yaprak gibi titriyor, yalvaran gözlerle ona bakıyordu. Svidrigaylov bir şeyler söylemek istedi, dudakları kıvrıldı, ama konuşamıyordu. Dunya yalvarırcasına: “Bırak beni!” dedi.  Svidrigaylov titredi, bu senli seslenişte deminkilere benzemeyen bir şeyler vardı. “Sevmiyor musun beni?” diye sordu Svidrigaylov usulca. Dunya başını olumsuz anlamda salladı. Svidrigaylov umutsuzluk içinde fısıldadı: “Ve… sevemezsin de? Hiçbir zaman?” “Hiçbir zaman…” diye fısıldadı Dunya.

Müzisyenler Seyid Rıza ve 38 Dersim Katliamını unutmadı: PİYA VA 38′

Görüntü ve müzik yönetmenliğini Kerem Sevinç’in yaptığı 5 ülke, 14 şehirde çekilen  42 müzisyenden oluşan   “Piya Va 38” adlı proje tamamlandı. Yasalara uydurmak için yaşı 78 iken 54’e düşürülerek  idam edilen  Seyid Rıza’nın şahsında dönemin katliam ve sürgünlerine maruz kalan halkına ithaf edilen proje 8 ay’da hazırlandı. PİYA VA 38’nın  Proje Yönetmeni Kerem Sevinç,  çalışmanın genel amacı, yakın tarihimizin önemli şahsiyetlerinden biri  olan Seyid Rıza’nın uğradığı zulme kayıtsız kalmadığımızı göstermek, anılarını ve acılarını  insanlarımızın hayatlarında ve  hafızalarında canlı tutarak   unutulmasını ve önemsizleşrilmesini engellemeye yönelik  müzikal bir tavır koymak olduğunu belirtiyor.  Bu tür sosyal sorumluluk projelerinin devam edeceğini ekliyor. 

Habib Maftah Boushehri’nin “De Zengroo” Albümü İle Orta Doğu Müziğine Ritmik Bir Yolculuk

Bugünden sonraki yaşamınızda yer edecek bazı renkler ve sesler cafrande.org’ta. Habib Maftah Boushehri’nin “De Zengroo” adlı albümünde yer alan Damam, Dey Zengroo,  Choopee, Lalaee,  Yazleh,  Mauloodi, Gallafi,  Neymeh,  Seleyga  ve Yazleh II adlı şarkıları aşağıdan online olarak dinleyebilirsiniz.

Okuma- Yazma Oranı Yüzde 100 olan Küba Eğitimi Üzerine Birkaç Söz – Alberto T. Vélez

“Bugün politikacılar, halkın cehalet içinde kalmasıyla ilgileniyorlar, çünkü cahil bir halk, fanatizm ve önyargı ekicilerinin, kapitalizmden çıkarı olanların en iyi müttefiki ve ilerlemenin en büyük düşmanıdır”.   Komutan Fidel Castro Ruz, 29 Mayıs 1959 Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, 4+4+4 sistemine  başka kaygılarla karşı çıkan TÜSİAD ile olan atışmasında  alenen “Kendi ayağınıza sıkıyorsunuz”  açıklamasından da anlaşıldığı gibi Türkiye’de okula başlama yaşının düşürülmesi, zorumlu eğitimin 8 yıldan 4 yıla indirilmesi sermaye sınıfının ucuz işgücü olarak gördüğü  çocuk işçi ihtiyacını gidermeye yönelik bir hamle.  Bunun dışında toplumu  daha kolay yönetmek için bireyin  gericileştirilmesi, okulların ve eğitimin özelleştirilmeye açarak  bir lüks haline getirilmeye çalışıldığı bu günlerde, okuma-yazma oranı yüzde 100 olan Küba, Alberto T. Vélez’in bütün insanlar için ücretsiz ve kaliteli eğitimin mümkün olabileceğini  gösteren bu deneyim üzerine kaleme aldığı  makaleyi aşağıdan okuyabilirsiniz. 

Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey ve Mustafa Kemal’in Muhafızı Topal Osman – Ayşe Hür

Olayın ortaya çıkması üzerine Topal Osman’ın nasıl teslim alınması gerektiğine dair harekât planını bizzat Mustafa Kemal hazırlar. Rauf Bey’in anlattığına göre önce Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı (Tekçe) çağrılmış, Mustafa Kemal bizzat sarmalama harekâtının krokisini hazırlamış, ardından eşi Latife Hanım’la birlikte Çankaya Köşkü’nden ayrılıp, Rauf Bey’in İstasyon’daki dairesine çekilmiştir. Latife Hanım’ın kızkardeşi Vecihi İlmen’e göre ise Topal Osman ve adamları Çankaya Köşkü’nü sarıp da silah atmaya başlayınca, Mustafa Kemal çarşafa bürünüp Latife Hanım’la birlikte köşkten gizlice çıkmıştır. Hangi anlatım doğrudur bilinmez ama alınan tedbir yerindedir, çünkü Topal Osman Ağa teslim olmayı kabul etmediği gibi Çankaya Köşkü’ne gidip öfke ile her yeri kırıp dökecektir.

“Faşizm için her şey devletin içindedir. Devletin dışında manevi veya insani hiçbir şey yoktur”

Kardeş, Sen Roma’yı kartpostallardan, tarih ve coğrafya kitaplarına basılan fotoğraflardan tanırsın. Taşları Sezar’ların ve Lejyonların kabartmalarıyla oymalı üç gözlü kapılar; kıyılarının yarısını fareler yemiş kocaman bir eleğe benziyen Koliseum; Batrus resul kilisesi meydanı ve güvercinler; Palazzo Venezia sarayı, balkonu ve bu balkonda ağzı bir karış açık, sağ eli kalçasında, sol eli havada, öylece donakalmış Mussolini. Fakat bu kartpostallar Roma’sına benzemiyen bir Roma daha vardır. Onun ne fotoğraflarını çekerler, ne kartpostallarını satarlar. Bu ikinci Roma’nm adı: Cartieri Popolari – HALK MAHALLELERİ’dir… Burada evler, Amerika’ya göç edemiyen bir İtalyan işsizinin umutsuzluğuna benzer. Buranın karanlığı terlidir, yapışkandır ve kokusu ağırdır. Bu mahalleler, boyalı kartpostalların parlaklıklarında bile ışık bulamadıkları için ne coğrafya kitaplarına girerler, ne de güzel, tarihî manzaralar meraklısı yolcuların koleksiyonlarına…

İnsanlık tarihi il ilgili en çok merak edilen 10 soruyu uzmanlar cevapladı

ABD’de yayımlanan New Scientist dergisi, insanlıkla ilgili merak edilen en önemli 10 soruyu konunun uzmanlarına danışarak yanıtladı.  İnsanların iki ayak üzerinde yürümesinden beynin büyüklüğüne, dünya üzerine nasıl yayıldığımızdan dillere kadar gizemini koruyan birçok soruya bilim adamları yanıt verdi. İşte insanların kürklerini neden kaybettiğinden, neden iki ayak üzerinde yüründüğüne dair ilginç birçok sorunun ayrıntılı cevapları:

Neden şempanzelerden farklıyız? Şempanzeler ile insanların genetik kod zincirleri yanyana koyulduğunda aradaki fark sadece yüzde 1.5’dir. Ancak bu yüzde 1’lik oran bile genlerdeki 30 milyon farklı mutasyona işaret eder. Örneğin insanlarda, FOXP2 adlı genin ürettiği bir protein konuşmayı sağlar. Şempanzelerde bu protein üretilmez. Yale Üniversitesi’nden Profesör James Noonan, genlerin dizilme biçimlerinin de insanlarla şempanzeler arasında büyük farklar doğurduğuna dikkat çekiyor.

Madımak Olayı, Salman Rüşdi ve Aziz Nesin | TGRT’nin Aziz Nesin ile Yaptığı Söyleşi

Ahmet Nesin: “Bilhassa iktidara geldiklerinden ve Ergenekon davasını başlattıklarından beri sadece Sıvas Madımak Katliamı değil buna benzer bütün olayların (Kahramanmaraş, Çorum, Kanlı Pazar, 15-16 Haziran) kendileri tarafından değil de derin devlet tarafından yapıldığını kanıtlamaya çalışıyorlar. Esasında kendilerinin demokrat olduğunu kanıtlamaya çalışmak kimi demokratımsı aydınımtrakları da yanlarına alarak işlerine geliyor. Yıllardır işledikleri cinayetleri derin devlete -onu da sadece asker sanarak- yıkmaya çalışıyorlar. Derin devleti de Ergenekon davasıyla beraber kendilerinin keşfettiğini yazıp duruyorlar. Oysa devrimciler derin devleti neredeyse 60 yıldır yazıp çiziyor, Sabahattin Âli’nin katledilişine kadar konuşuluyor. Artı olarak dincilerin (MSP, Akıncılar ve Hizbullah) ve Turancıların (MHP ve Ülkücüler) derin devletten ciddi bir şekilde nemalandıklarını da yazdık.”

Yıldırım Türker’in Kaleminden Kızıldere Katliamı “Kızıldere’de ölen ağabeyim”

Ankara’daki küçük evimizde çok insan saklandı. Onlardan biri de Sinan Kazım Özüdoğru’ydu. 9 arkadaşıyla Kızıldere’de devlet tarafından katledildi. 30 Mart 1972 günü, yatakhanede bir yöneticinin dinlediği radyodan duşmuştum. Neredeyse keyifli, oh çeker gibiydi radyonun sahibi. Kendimi dışarı zor attığımı, gözyaşları içinde Ankara’da yaşayan ailemi aramak için telefon bağlattığımı hatırlıyorum. Telefon bir saat içinde bağlanırken acımı paylaşacak bir arkadaş bulamamıştım. Babam da ağabeyim de perişandı. Anamsa hastalanıp yatağa düşmüştü.

Kızıldere katliamı ve 12 Eylül üzerine Oral Çalışlar yazısı, Ertuğrul Kürkçü söyleşisi

Acıyı anlatmak mümkün değil – Oral Çalışlar 12 Mart 1971’de askeri darbe. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanması. Mahir Çayan’ların Maltepe Askeri Cezaevi’nden firarı… Bir dönem film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor. Söz sanki bir uyarı gibi kulaklarımızda çınlıyor, Hatırla Sevgili. Bu dosyada ‘Hatırla ey okuyucu’ diyerek hafızaları yoklayıp, Sinan Cemgil’in de öldürüldüğü Nurhak Dağı’ndaki çatışmadan sağ kurtulan Mustafa Yalçıner’e, Kızıldere’de öldürülen Cihan Alptekin’in ablasına, Denizler’in idamına tanıklık eden Halit Çelenk’e, Altan Öymen’e, Fahri Aral’a, Oral Çalışlar’a kulak kabarttık. 30 Mart 1972’deki katliamdan 36 yıl sonra aynı toprakları ziyaret ettik. Ve de karanlık bir dönemin diğer tarafındaki Faik Türün’e, Tahsin Gürdal’a yakından baktık.

Darwincilik nedir?, Darwinciler “Yaşam Savaşımı”nı nasıl yorumlandı? – Prof.Dr.Cemal Yıldırım

Ne Darwin ne de onu izleyen destekleyicileri evrim kuramını ispatladıkları savındaydılar. Onlar kuramı gözlemsel kanıtlarına dayanarak doğruladıklarına inanıyorlardı. Darwin’in en ateşli savunucusu Huxley’ın bile türlerin evriminin doğal seleksiyon düzeneğine dayandığı tezine tümüyle katıldığı söylenemez. Ancak «Darwincilik» denen daha sonraki bir gelişme Darwin’in evrim kuramına doğruluğu kesin bir tür dogma kimliği kazandırma bağnazlığı göstermiştir. Evrim kuramına yöneltilen eleştirileri (bunlar ilerde belirteceğimiz gibi, dinsel, duygusal ve bilimsel olmak üzere değişik kaynaklı tepkilerdir) gereğince değerlendirmek için, her şeyden önce, Darwinciliğin ne olduğunu anlamamız gerekir. Değişik yorumlara uğrayan, bu nedenle de anlam belirsizliği içine düşen «evrim» teriminin, öncelikle tanımsal açıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç vardır.