cafrande müzik dinle, online müzik dinle

Video-Klip izlemek için burayı tıklayınız [table id=14 /] [table id=1 /]

balkan music, ,kurtçe müzik, kurdish music, kurd muzik,turkish,music dünyadan, sesler, enstrümantal, ve, ritim, mzk., ermeni, müziği, farsça, arapça, ve, ibranice, müzik, film, müzikleri, halk, ozanları, ve, dengbejler, kafkas, müziği, (azeri, -çerkes), karadeniz, müziği, ve, klipler, klasik, müzik, eserleri, kürtçe, müzik, ve, klipler, ninniler, ve, çocuk, şarkıları, sanat, müziği, sesli, şiirler, (şiir, dinle), türkçe, müzik, ve, klipler, türküler, ve, deyişler, zazaca-müzik, ve, klipler, agıre, jiyan, ahmet, aslan, ahmet, kaya, ahmet, koç, ali, baran, ali, haydar, can, anush, &, ınga, aşık, veysel, avni, polat, ayfer, düzdaş, aynur, doğan, aynur, haşhaş, ayşe, şan, ayşegül, aziza, mustafa, zadeh, bach, bayar, şahin, beethoven, bezmara, topluluğu, bingöl, dengbejleri, birol, topaloğlu, burhan, berken, çar, newa, çaykovski, cem, adrian, cem, karaca, cemil, koçgün, cengiz, özkan, ceza, ciwan, haco, curandero, delil, dilanar, dengbej, şakiro, denge, jinen, (colemerg), dersim, türküleri, deti, picasso, dewrese, evdi, (dengbej), djivan, gasparyan, dj, shantel, duman, edip, akbayram, emek, korosu, eleni, karaindrou, ensrumantal, (karışık, 118, parça), ermeni, halk, müziği, (kınar), erkan, oğur, -, i., hakkı, demircioğlu, erdal, bayrakoğlu, erdal, güney, evine, rezaderan, ezginin, günlüğü, farid, farjad, fazıl, say, ferhat, tunç, fikret, kızılok, -bülent, ortacgil, fuat, saka, gökhan, birben, göksel, baktagir, goran, bregoviç, grup, berfin, grup, kutup, yıldızı, grup, merhaba, grup, munzur, grup, sentez, grup, yorum, hafız, burhan, haluk, levent, hasan, sağlam, hasan, yükselir, hasret, gültekin, hozan, beşir, hürel, hüseyin, -, ali, rıza, albayrak, ibrahim, maalouf, ibrahim, rojhilat, ilyas, salman, ismail, &, mücahit, ışık, kamkars, kardeş, türküler, kazım, koyuncu, kemale, amed, kılasik, müzik, (258, eser), kızılırmak, koma, amed, -, koma, çiya, koma, asmin, koma, dilan, koma, gulen, xerzan, koma, venge, sodiri, koma, wetan, kurban, kutup, yıldızı, leyla, işxan, lilit, pipoyan, lilith, loreena, mc, kennitt, lorin, berzenci, mazlum, çimen, mehmed, kaygalak, mehmet, atlı, melihat, gülses, mercan, dede, metin, kemal, kahraman, mikail, aslan, mihemed, şexo, mircan, kaya, mizgina, sor, moğollar, mor, ve, ötesi, mozart, muammer, ketencoğlu, münir, nurttin, selcuk, nazan, öncel, neyzen, kutsi, erguner, neyzen, tevfik, nikos, nihalidis, nilüfer, akbal, nizamettin, ariç, niyaz, nurettin, rençber, ömer, faruk, tekbilek, okay, temiz, onur, akın, özlem, özdil, özlem, tekin, inhani-, akın, eldes, rençber, aziz, rodrigo, reşo, rojan, beken, rojan, ve, shams, ensemle, rojda, -, alaattin, aykoç, ruhi, su, sabahat, akkiraz, saye, bedo, sayat, nova, korosu, şa, türküleri, şebnem, ferah, seksendört, selda, bağcan, selva, eldener, sema, &, taksim, serhad, raşa, serhado, servet, kocakaya, sevinç, eratalay, seyuduna, türküleri, şeyh, bedreddin, destanı, şevval, sam, sezen, aksu, shams, sima, bina, siya, şeve, (grup)solace, sostakoviç, şopen, suzana, teng, shams, şehram, nazıri, lana, kareri, şivan, perwer, suzana, barmani, sümeyra, çakır, şükrüye, tutkun, tanju, duru, tara, jaff, tülay, german, uğur, sönmez, umut, altınçağ, unol, büyükgönenç, vivaldi, volkan, konak, vova, -, hemşin, ezgileri, xero, abbas, yansımalar, yaşar, kabaosmanoğlu, yaşar, kurt, yekbun, yeni, türkü, yeşilçam, şarkıları, (199, tane), yörük, ezgileri, zülfü, livaneli, zugasi, berepe

Peki sen kimin adına konuşuyorsun Sular İdaresi çatısından? – Ragıp Duran

Soldan gelip devleti savunmak İnsanlar gazetelerde, televizyon kanallarında bilhassa internette günlerce konuştu, yazıştı. Çünkü delinin biri kuyuya bir taş atmıştı. 35 yıl önce Rauf Tamer, Ahmet Kabaklı ve Emniyet müdürlerinin söylediği bir menkıbeyi tekrar etmişti: 1 Mayıs 1977′de katliamı devlet değil, solcular yaptı! Bir dönüşüm / değişim kısa öyküsü. Hiç kimse mükemmel değildir: Ben de 1972-82 yılları arasında uzunca bir süre profesyonel kadrolu olarak Aydınlıkçı oldum. Hiç pişman değilim. Aydınlık’tan, başta gazetecilik olmak üzere, çok şey öğrendim. Siyasî tahlil yapmayı da orada öğrendim. Şahane ve berbat arkadaşlar, dostlar edindim. Bir kısmı kalıcı, bazıları geçici…

İnsan Ruhunun Kaşifleri: Edgar Allan Poe ve Ölüm Olgusu – Ahmet Ümit

Lanetlenmiş yaratıcılar vardır. Onlar, insan iyidir, güzeldir, mükemmeldir gibi safsatalar yerine benliklerindeki kötülüğü, yıkıcılığı, nefreti anlatırlar. Oysa toplum bunları okumak, bilmek istemez, însanlarm istediği aşkla, sevgiyle, güzellikle örülü, acıklı da olsa sonunda umutlu biten öykülerdir. Gerçekten kaçmak, onunla yüzleşmekten daha kolaydır. Bu yüzden lanetli yazarların kabul edilmesi zordur. Zordur ama dehanın da bütün unutturma, yok etme çabalarına karşı inanılmaz bir direnme gücü vardır; sıradanlığın, vasat yaratıcılığın bilindik sözlerden oluşan kaim örtüsünü yepyeni bir bakış açısı, alışılmadık bir üslupla er geç yırtarak gün ışığına çıkar.

Bir Konferans – Sabahattin Ali | ‘Meseleyi her tarafından ele alıyor, tüketmeden bırakmıyordu’

Büyük şehirlerimizden birine yakın bir köyde yeni bir yatılı okul açılıyordu. Açış törenine maarif müdürü, müfettişler, şehrin mühimce adamları ve -köycü-ler, bir kafile halinde otomobillerle gittiler. Köy halkı, bu golf pantolonlu, kasketli, kara gözlüklü, boyunları fotoğraf makineli kalabalığı, yolun iki yanına dizilerek, derin bir sükutla karşıladı. Gelenler derhal yeni yapılan okulun önündeki meydanda toplandılar. Henüz kapatılmamış kireç kuyularının, inşaattan sökülmüş tahtaların, kum ve çakıl yığınlarının etrafında geniş bir halka oldular. Bunların arkasında, herhalde tahsil çağında oldukları için, köyün küçük yaşlı sakinleri birikmişti. Asıl köylüden, civar damlardan bakan birkaç kadından başka, kimse görünmüyordu. Gelenler birbiri arkasına birçok nutuklar verdiler, atılan dev adımlardan, köylerin nurlanmasından bahsettiler ve alkışlandılar.

İtirazın iki şartı: “Çok olmadığımız kesin/ Çok olan tarafta olmayacağız” – Nevzat Çelik

Çok olmadığımız kesin Çok olan tarafta değiliz Çok olan tarafta olmayacağız Türkiye’de Kürt olacağız Kürtlerde Ermeni Ermenilerde Süryani Gidip Almanya’da Türk olacağız Hollanda’da Surinamlı Fransa’da Cezayirli İran’da Azeri Amerika’da zifiri zenci olacağız  

Montaigne: İnsanın doğuşunu görmekten kaçar, ama ölümünü görmeye hep koşa koşa gideriz

Aşk Üzerine  Doğa bir yandan bizi bu arzuya doğru sürer, gördüğü işlerin en soylusunu, en yararlısını, en güzelini de ona bağlamıştır bir yandan da bizi bırakır, onu kötüleriz, ondan ayıp, günah diye utanır kaçarız, perhizi sevap sayarız. Bizi yaratan işi hayvanlık saymaktan daha büyük hayvanlık mı olur? Türlü ulusların dinlerinde vardıkları, kurban, mum yakma, oruç, adak gibi ortak taraflardan biri de cinsel arzunun kötülenmesidir. Onun bir cezalanması demek olan sünnet bir yana, bütün kanılar bu konuda birleşir. Hoş, bir bakıma insan denilen bu budala varlığı yaratma işini ayıplamakta, bu işe yarayan taraflarımızdan utanmakta pek de haksız değiliz ya…

Dostoyevski: “Hayatı ve her şeyi mantıkla yaşamak sizce de sıkıcı değil mi?”

[…] bir insanın önüne bütün dünya nimetlerini serin, mutluluk denizine, başı kaybolana, hatta su üstünde kabarcıklar çıkana kadar gömün; geçim sıkıntısı çekmeyecek kadar da zenginlik verin. Ballı kaymakları yiyip, yan gelip yatsın; bunun yanında insan neslinin tükenmemesine de çalışsın… Bütün bunlara rağmen bu insan, nankörlüğü yüzünden inanılmaz rezillikler yapar. Balı kaymağı gözü görmez; bilinçli olarak en zararlı, kendi çıkarına en ters düşen hareketleri yapar. Bunun tek nedeni, mantıklı yaşamaktan bıkıp en tehlikeli şeylere kaçan hayal gücünü, her işine sokmak istemesidir. 

Ahmet Nesin: Adnan Menderes’i Ananlar da Örgüt Üyesi Olarak Alınmalı mı?

İki saattir ekranın karşısındayım. 29 Kasım 1911’de tutuklanan 7 genç üniversite öğrencisini yazmak için oturdum. Bütün belgeleri yükledim ekrana, “Sevgili Barış Onay’ın mektubu da tamam” demeye kalmadı, poşi taktığı için tutuklanıp yargılanan Cihan Kırmızıgül 11 yıl 3 ay ceza aldı. Bizde ya zurna uzun yada bu zurnanın zart-zurt deliği yok. Önce arkadaşların bana gönderdiği haberi vereyim, sonra sinirlerime hakim olup yorum yapmaya çalışacağım. 29 Kasım 2011’de tutuklanan ve halen Ankara Sincan Cezaevinde tutuklu bulunan 3’ ü üniversite öğrencisi 7 kardeşimiz Halit Nuray, Barış Onay, Sedat Yıldırım, Emrah Irmak, Hüseyin Arlıer, Reyhan Alkıvılcım ve Meltem Tuna “TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMAK” tan yargılanacaklar. 29 Mayıs 2012 tarihinde Ankara Adliyesinde yapılacak duruşmada, örgüt üyeliğine delil sayılan suçlar :

Otorite Üzerine – Friedrich Engels: Adlarını değiştirdiklerinde, değiştirdiklerini sanıyorlar

Bazı sosyalistler, son zamanlarda, otorite ilkesi diye adlandırdıkları şeye karşı düzenli bir haçlı seferine girişmişlerdir. Şu ya da bu eylemin otoriter olduğunu söylemek onu mahkum etmeye yetmektedir. Bu özet davranış biçimi o denli kötüye kullanılmıştır ki, soruna biraz daha yakından bakmak bir zorunluluk olmuştur. Sözcüğün burada kullanıldığı anlamda otorite, şu demektir: bir başkasının iradesinin bizimkine dayatılması; öte yandan otorite, boyuneğmeyi öngörür. Bu iki sözcük kulağa hoş gelmediğinden ve bunların temsil ettikleri ilişki boyuneğdirilen taraf için kabul edilebilir olmadığından, sorun, bundan kurtulmanın bir yolu olup olmadığı, -mevcut toplam koşullar veri olarak alındığında- bu otoritenin artık bir anlam taşımayacağı ve bunun sonucu olarak da, yok olmak zorunda kalacağı bir başka toplumsal sistemin yaratıp yaratamayacağımızdır. Bugünkü burjuva toplumun temellerini oluşturan iktisadi -sınai ve tarımsal- koşulları incelediğimizde, bunların, yalıtılmış eylemlerin yerine, gittikçe bireylerin birleşik eylemlerini koyma eğilimi taşıdıklarını görürüz.

Alamut Bahçeleri, Hasan Sabbah ve İsmaili Fidaileri Üzerine Birkaç Söz – İsmail Kaygusuz

Alamut İsmaililerin tarihi çirkin bir biçimde sunulduğundan hep yanlış anlaşıldı. Yazık ki, Alamut çağı hakkında, hemen hemen hiç gerçek İsmaili kaynağına sahip olmayışımız çok üzücü bir durumdur. Günümüze kalan kaynakların çoğu, aldatıcı ve bölük pörçük söylenti bilgileri temel alan saldırgan kamplardan bize ulaşmıştır. Onların, içsel gerçekliği kanıtlamayı denemeksizin sadece görünüşteki yüzeysel değerler üzerinden alınmış bilgiler olduğu gözüküyor. Oysaki tarihin, bir masaldan ve bir hikayeden farklı olarak, ayrıca ispatlanması gerekir. Örneğin İsmailileri anlatan en eski kaynaklardan biri, fakat çok acımasız bir İsmaili karşıtı olan Cuveyni‟nin tarihidir. Gerçek İsmaili inanç ve geleneklerini çarpıtmaktan sorumlu olan odur.

Sait Faik Abasıyanık’ın Kişiliği ve Son Günleri Üzerine – Özdemir Asaf

Hırçınlığı vardı son zamanlarda. Birçok kişilere kızıyor, onlarla karşılaşmak, konuşmak istemiyordu. Gece yarısına doğru Beyoğlu’nda ayrıldık, o Osmanbey’e evine gitti, ben Kadıköy’e geçtim. Ertesi gün öğle üzeri Gazeteciler Cemiyeti’ne giriyordum ki kapıda Münir Süleyman Çapanoğlu’yu gördüm: ‘Haberin var mı?’ der demez anladım, doğru Osmanbey’e apartmanına gittim.  Sabahleyin erkenden, şehre pek az inen annesi ilk vapurla gelmiş (içine doğmuş dense yeridir) ama onu daha önce hastahaneye (Marmara Kliniği) kaldırmışlar. Kapıcı, annesinin de orada olduğunu söyledi. Sabah erkenden kalkmış, yüzünü yıkarken, birden bir karaciğer kanaması olmuş.

Gazeteci Sait Faik: “Rızkı Allah göndermiyor. İnsanlar onu terle, yorgunlukla hakediyorlar”

Hikayelere beş lira, röportajlara on lira olduğu bir ülkede yazar olmak Sait Faik de aynı zamanda bir gazeteciydi.  Önceleri 7 Gün’de sonrasında Hürriyet gazetesine yayınladığı öykülerle beraber röportajlar da yapıyordu. Bir gün Sait Faik biriken birkaç yazının paralarını almak için gazeteye gitmiş. Bakmış ki öykülerine beşer lira biçmişler, röportajlarına onar lira. Hışımla Sedat Simavi’ye çıkmış; “Galiba muhasebede bir yanlışlık oldu efendim. Hikayelerime on lira, röportajlarıma beş lira çıkartılacakken ters hesap yapılmış” demiş. Sedat Simavi, Sait Bey, demiş “Yanlışlık değil. Hikaye yazmanız için bir külfete bir masrafa gereksinmeniz yok. Bir kağıt bir kalem kafi. Ama röportaj yapmak için, bir yerlere gidiyorsunuz, ne bileyim, vapura, trene falan biniyorsunuz. Yol parası veriyorsunuz, icabında bir kahveye falan oturup çay-kahve içiyor, masraf ediyorsunuz.” Gibi garip bir açıklamadan sonra bu düşünce biçimi ve karşılaştırma Sait Faik’in ağırına gidiyor. Bu olaydan sonra da anlatım açısından Türkiye gazetecilik tarihinde yazılmış en güzel röportaj yazılarına son vererek işi bırakıyor. Ölümünün 58. yılı dolayısıyla saygıyla anıyor sözünü ettiğimiz röportajlardan birini yayınlıyoruz.

“Ey Okuyucu… Olaylar böyle mi gelişti sanıyorsun” Devlet Babanın Tonton Çocuğu – Muzaffer İzgü

Altıncı katın penceresine çekirge gibi sıçrayıp bağırdı: Üzerime gelmeyin kendimi aşağıya atarım. Koştular, haber verdiler nüfus müdürü Sezai beye: Aman efendim koşun. Hayrullah bey pencereye çıkmış, kendisini aşağıya atacak… Müdür koştu geldi, kaşlarını çattı, müdürlük maskesini taktı, kaim ve tok sesiyle, Hayrullah. bey çok ayıp, dedi, yaşınızı başınızı almış adamsınız, buyuruyorum, derhal oradan inip masanızın başına oturun.  Hayrullah bey, Haydi be oradan, dedi. Kararını vermiş bir adam, müdür falan mı takar. Müdür iyice bozum olmuştu. Kıpkırmızı yüzüyle dineldi kaldı oracıkta. Bu kez Hayrullah beyin arkadaşları yalvarmağa başladılar :

Aşık Veysel’in Kızı Anlatıyor: “Babam çok sık ağlardı, en çok kendi kaderine üzülürdü”

Yıl 1964, Aşık Veysel İstanbul’a geliyor. Sirkeci’de küçük bir otelde kalıyor, sağlık sorunlarını çözmek için uğraşıyor. Arayanı, soranı pek yok. Henüz o kadar tanınmamış “ünlü” sanatçılar onun ezgilerini keşfetmemiş, Halk Müziği dışındaki geniş dinleyici kitlelerine kendini sevdirme sansına ulaşmamış… 2006 yılında yaşamını yitren Akşam Gazetesi’nin genç muhabiri Yener Süsoy, Veysel’i otelde ziyaret edip dertlerini dinliyor.  Aynı zamanda  “Yalnız başımıza kaldık” başlığıyla gazetecilik hayatının  ilk röportajını yapıyor.  Hem sözkonusu olan bu “dert dinlemeyi” hemde  sanatçının duygu ve düşünce dunyasına ışık tuttuğunu düşündüğümüz  yine Süloy’un   yıllar sonra Aşık Veysel’in kızı, damadı ve torunuyla yaptığı söyleşiyi aşağıdan okuyabilirsiniz.

Aşık Veysel: Yalnız başımıza kaldık 

Sirkeci’nin Afyon Eskişehir oteli tekinsiz bir mekan, ucuz cinsten. Odada üç yatak var. Pencerenin hemen yanındakinde bağdaş kurmuş bir ozan oturuyor. Elinde bir saz, hem çalıyor, hem söylüyor. Sabit nazarlarla baktığına göre ama olsa gerek. Kulak verelim biraz. Evet, sesinden de, sazından da tanıyoruz bu ozanı: Ünlü halk ozanımız Aşık Veysel Şatıroğlu. Aşık Veysel tam otuz yedi gündür bu otel odasının dört duvarı arasında oturuyor. Otururuyor da dost bildiği kişiler arayıp “nasılsın” diye bir kere bile sormuyor. Kapısını bir kere olsun açmamışlar odasının. Ama yine de bu durumdan yakınmıyor. Eh… Altmış iki seneden beri sazını hiç bırakmamış. Ama gel gör ki… Yedi yaşından itibaren, dünyanın ışığına gizleri kapanmış. Kendi dünyasının adamı olmuş. Anasının sütü bildiği sazıyla, söylediği şiirleri öylesine süslüyor ki “Yaş yetmiş beş” diyor Veysel ve devam ediyor:

Ömür geldi sonbahara Kış yapıyor ara sıra Gazel düştü yapraklara Gül soruyor kara bahtım

Ne Veysel İstanbul Radyosu’na uğruyor. Ne de onu arayıp soran var radyodan. Nedenini sorunca başlıyor anlatmaya. “Ne dersin bey, kimseye minnet edemiyorum. Bir kere olsun beni sormadılar. Halbuki bugün halk müziğinde şeflik masasında oturanlar, milletten aldıkları türküler sayesinde bu mevkiye ulaştılar. Onların ilerlemelerinde payımız büyük. İşte bunun meyvelerini de topladık, yalnız başımıza kaldık.” Bir an soluk alıyor: “Aşık, bir ağaca benzer bey. Meyvesinin tadını kendisi bilemez. Ancak yiyenler bilir. İşte bu meyvelerden Anadolu’da yaşayanlar daha iyi biliyor. Büyük şehirlerdekiler, henüz daha tadını alamadı. Bir de son zamanlarda, türküleri alafrangaya çevirmek çıktı. Olmuyor da. Olmaz da. Olduğu gibi neden tanıtmayız sanki. Mutlak değiştirmek mi lazım?” Dertsiz ozan olur mu hiç. Dertler bir yana, yaş ilerleyince insan kendini ölüme daha yakın bulurmuş. İşte Veysel de böyle diyor:

Veysel söyler derdi çoktur, Ecel gelir, ölüm haktır Saklanmaya imkan yoktur Ora baktım, bura baktım.*

EN KÜÇÜK KIZI HAYRİYE ANLATIYOR İlk eşi Esma’yı aldatmasına rağmen ölünceye kadar sevdi

Babamı 25 yaşındayken Esma adlı köyün çok güzel kızlarından biriyle evlendirmişler. Ondan bir çocuğu olmuş, ama anasının memesi ağzına tıkanıp ölmüş. Derken Esma Hanım, evdeki yanaşmayla babamı bir başına bırakıp kaçmış. Babam, Esma’nın kaçacağını anlamış ama, yapacağı bir şey yok. Ama yine de hainlik etmemiş, öyle örnek bir insandı Yener Bey. Bak şimdi sana anlatacağım, kim böyle bir şey yapabilir? Evde kimse yokken babam, Esma Hanım’ın çorabının içine biraz para koymuş. Evden kaçtıktan sonra iki sevgili Bafra’da bir çeşmenin başında serinliyor. O anda Esma Hanım, çorabını aralayınca paraları görmüş. Hemen anlamış, parayı kaçarsa sefil olmasın diye babamın koyduğunu… Babam, sevgilisiyle evden kaçan ilk karısı Esma’yı meğer çok severmiş. Esma gittikten çok sonra bile babam hâlâ onu hayallerdi, köyün en güzel kadınlarından biriymiş. Bir gün kapıyı çalıp bana “Çok başım ağrıyor kızım, babandan benim için bir ilaç iste” dedi. Çok şaşırdım, “Nasıl isteyebilirim Esma anne” deyince, ısrar etti; “Sen iste, o verir” dedi. Çekine çekine varıp söyledim babama. Elini cebine attı, çıkardığı aspirini avucumun içine koydu. O anda bana söylediği de hala kulağımda; “Onun başı daha çok ağrıyacak.” Hakikaten dediği gibi de oldu, kadının hayatı perişanlıklarla geçti. Babam akciğer kanseriydi, durumu çok ağırlaşınca Esma gelip kendisiyle helalleşmek istedi. Babama sordum, “İstiyorsa gelsin” dedi. Kadın kapıya kadar geldi; tam içeri girecekken “Ben o adama çok çektirdim, Allah da beni perişan etti. Ne yüzle onunla helalleşeceğim” deyip geri kaçtı. Babamın ölümünden sonra Esma da çok yaşamadı, kocası da felç oldu, ailece dağılıp gittiler. Gülizar anam, Esma’ya hiç kıskançlık duymazdı, onunla iyi konuşurdu. Annem o kadar çok temiz kalpli, saf bir köy kadınıydı ki. Babamla görüşleri çok ayrıydı, zaten babamı sadece annem değil hiçbirimiz anlayamadık.

İnsanları ayak sesinden tanırdı

Babam bize isimlerimizle hitap ederdi, bazen de “kuzum, canım” diye ilaveler yapardı. Sessizce yanından süzülürken bile hangimiz olduğunu anlar, ismini söylerdi. Bir gözünü çiçek hastalığından, öteki gözünü de kazayla kaybetmiş, 7 yaşına kadar gözleri sağlammış. O günlerde köyde gördüklerinden aklında kalanları hep sorardı. “Yolun karşısında şu çalı vardı, filan yerde şu taş vardı, hâlâ duruyor mu” diye sorardı. Babamın gündüzleri şiir yazdığını hiç hatırlamam, çoğu zaman ya uyurdu, ya misafirleriyle konuşurdu. Şiirlerini, türkülerini hep gece yazardı. Bizim o yaşta aklımız ne erecek ki, geceki mırıldanmalarını ben hep hasta olduğuna yorardım. Yemeklerden en çok kuru fasulyeyi severdi. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde yatarken bile ona özel kuru fasulye yaparlardı. Her türlü içkiyi içmiştir ama, en çok rakı içerdi. Asla 3 kadeh kararını geçmezdi. Sigaranın her türlüsünü içerdi, sadece Gelincik’ten uzak dururdu. “Pipo içmezsem karnım doymuyor” derdi. Rahmetli babam çok sık ağlardı, en çok kendi kaderine üzülürdü. Radyo dinlemeyi çok severdi, radyosu hep baş ucunda dururdu. Haberlerin hiçbirini kaçırmazdı, yurttan ve dünyadan haberleri kaçırmazdı. Rüyamda babam bana cebinden bir elma çıkarıp verdi ve şöyle dedi: “Bu elmayı saklayacaksın.” Hayırdır inşallah deyip rüyamı birkaç gün sonra komşumuz olan bir büyüğe anlattım. O arada öğrendim ki, 5. çocuğuma hamileyim. Ama niyetimiz çok olacak diye çocuğu aldırmak. Yaşlı kadın “Sakın ha, günaha girersin, o elma bu çocuk” dedi. Ben de doğurmaya karar verdim, oğlan olsaydı adını Veysel koyacaktık. Kız olunca, babamın en sevdiği çiçek Çiğdem’i seçtik.

Yetmedi mi oğlum, dokuz armut kopardın

Babamın en büyük eğlencesi, kapımızın önünde kendi elleriyle yaptığı küçük bostandı. Bostanda elma ve erikten başka, bir de armut ağacı vardı ki, mübareğin tadına doyamazsın. Bir gün komşulardan biri gelip babamdan salatalık koparmak için izin istiyor. Babam da hayhay diyor, kimseden bir şeyi esirgemezdi zaten. Adam salatalıklardan sonra, nasıl olsa gözleri görmüyor diye başlıyor armutları da koparmaya. O sırada babamdan bir ses geliyor: “Yeter yavrum, şu ana kadar 9 tane topladın.” Adam sonra anlattı, hakikaten 9 tane koparmış.

Atatürk’le görüşemediği için çok hayıflanırdı

Bir gün Şemsi Yastıman’ın evindeyiz, Baki Süha Ediboğlu, Behçet Kemal Çağlar, Mesut Cemil de orada. Öyle bir muhabbet ziyafeti var ki, tadına doyamazsın. O gün Mesut Bey’in ağzından dinledim, şimdi ilk defa size anlatacağım. Veysel baba, 1933’te uzaktan akrabası da olan İbrahim adlı bir arkadaşıyla İstanbul Radyosu’na gidiyor. Yayınlar o zamanlar Tokatlıyan Han’dan yapılıyor, müdürü de Mesut Cemil. İbrahim önden girip Mesut Bey’e babamı tanıtıyor. Radyoda çalıp çalamayacağını soruyor. Veysel’e diyorlar ki “Aşık, şimdi seni bütün dünya canlı canlı duyacak, ona göre çal, söyle. Köyde kadınlar madımak toplar gibi yapacaksın, biz sesini yükseltip indiririz.” Baba vuruyor sazın tellerine, türkülerini art arda çalıp söylüyor. Radyoda işleri bitince bizimkiler Tokatlayan Han’dan çıkıp Kuledibi’ne doğru yürüyorlar. Tam o sırada polis köşe bucak Aşık Veysel’i arıyor. Meğer Atatürk, Dolmabahçe’de Veysel’i dinleyip çok beğenmiş, hemen saraya getirilmesi için emir vermiş. İstanbul kazan, polis teşkilatı kepçe, arıyorlar Veysel’i ama, bulunamıyor. Veysel baba ertesi sabah arandığını öğrenince derhal Mesut Cemil Bey’e gidiyor. Mesut Bey bir şeyler yazdığı kağıdı Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün yaveri Şükrü Bey’i bulup vermelerini söylüyor. Atatürk’ün huzuruna çıkacağım diye kan ter içinde saraya gidiyorlar. Mesut Bey’in yazdığı kağıdı verdikleri kişiden aldıkları cevapla ikisinin de hayalleri yıkılıyor: “Dün keyif zamanıydı, bugün ise mesai zamanı. Mesai zamanında babası bile gelse giremez içeri.” Veysel baba, Atatürk’le görüşemediği için çok hayıflanırdı.

TORUNU ÇİĞDEM ANLATIYOR Ruhi Su, dedemin türküsünü söyleyince

Ben 5 kardeşin en küçüğüyüm, doğum tarihim 1975. Annem de Aşık Veysel’in en küçük kızı. Sadece biyolojik olarak Aşık Veysel’in torunu kimliğine sarılmak bana yetmez, bunu yapmam. Onu satır satır okumalı, nota nota anlamalıyım, tanımalıyım. Dedemi görmemiş olmam, onu anlayamayacağım anlamına gelmez. Ben buradaki Sivaslıların kurduğu 600’ü aşkın derneğin bütün davetlerine gitmeye, onlarla aynı havayı solumaya çalışıyorum. Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm ama, kendimi Sivrialanlı olarak kabul ediyorum, öyle daha mutluyum. Yılda birkaç kez köye gidip kalıyorum, mezarları ziyaret ediyorum, müzeleri inceliyorum.

Ruhi Su bir dost meclisinde dedemin bir türküsünü söylemiş. Bitince dedeme sormuşlar “Aşık nasıl buldun” diye. O da şöyle cevap vermiş “Dağlarda bir çiçek olur, alır onu şehre getirirsiniz. Çok güzel saksılarda, çok güzel şekilde onu beslersiniz. Ama, eski kokusunu tutturamazsınız.” Ben A.Ü. Açık Öğretim’de halkla ilişkiler okudum. Gazete ilanıyla Akbank’a girdim, önce bankacılık bölümündeydim. Kısa bir süre sonra Suzan Sabancı Dinçer’in asistanı oldum. Bu arada Londra’da çeşitli kurs ve seminerlere katıldım. Halen Suzan Hanım’ın asistanlığını keyif ve gururla yapıyorum.

Çalınan cüzdandan sonra yazılan şiir

Dedem Mersin Halkevi’nde konser vermeye giderken arkadaşıyla birlikte Tarsus Şadırvan Han’da konaklıyor. Sene 1939 sonları, mevsim sonbahar. Yiyip içtikten sonra dedem odaya çekiliyor, arkadaşı da kapıyı üzerinden kilitleyip kendi odasına gidiyor. Dedem yatağa girmek için üzerindekileri çıkarıp askıya asıyor. Sabah kalktığında ceketini, pantolonunu astığı yerden alıp giyiniyor. Bu arada eliyle cüzdanını yokluyor, yerinde. Cüzdan yerinde ama, içindeki paralar yok. Hemen bir şiir de oracıkta yazıyor, arkadaşına hırsız diyemediği için şöyle diyor: Paramparça olsun paramı çalan / Kimisi gerçek dedi, kimisi yalan / Dünyada görmedim böyle bir plan / Kapı kilitli, cüzdan cepte, para yok. Dedemin bütün şahsi eşyaları Sivrialan’da kendi adını taşıyan müzede sergileniyor. Bende sadece bir tespihi ile bir parfüm şişesi var, onları gözüm gibi saklıyorum. Veysel dedem koku kullanmayı çok severmiş, koku dediğiniz o zaman esans elbette. Annemin anlattığına göre, ceketinin çakmak cebinde mutlaka bir esans olurmuş, fırsat buldukça yüzüne sürermiş.

DAMADI HÜSEYİN ÖZER ANLATIYOR Ümit Yaşar’ın yanında gelen hanımı öpecekti

Veysel babamı bir İstanbul’a gelişinde rahmetli Aydın Bolak ve Prof. Dr. Sedat Pınar, Şişli’deki özel Hayat Hastanesi’ne yatırıp sağlık kontrolünden geçirmeye karar verdiler. Hastanedeki odada oturup konuşurken gece yarısına doğru kapı çalındı, açtım. Şair Ümit Yaşar Oğuzcan, yanında güzel bir hanımla Divan’da yiyip içtikten sonra cebine koca bir şişe viski koyup Aşık’ı ziyarete gelmiş. Veysel baba yatağında viskisini içiyor. Bir ara Veysel babanın gözleri Ümit Yaşar’la birlikte gelen hanıma daldı. Birden “Gel de şu yüzündeki benden bir öpeyim” demez mi? Ey mübarek adam, kadının yüzündeki beni nasıl hissettin? O anda Ümit Yaşar’ın kekemeliği arttı. Baba başladı gülmeye, “Yahu Ümit Bey, zengin böyle bir şey yaptığında ‘hayırlı olsun’ derler. Siz akşamlara kadar böyle geziyorsunuz bir şey diyen yok, benim bir küçük öpücüğüme neden kızıyorsunuz” dedi.**


*Yener Süsoy / Akşam Gazetesi / 1964 **Yener Süsoy / Hürriyet Gazetesi / 21- 22 Şubat 2005

Halk Müziğini Modernize Eden Ruhi Su, Doğumunun 100’üncü Yılında Etkinliklerle Anılıyor

Aşık Veysel’in “O saksıda yetişmiş bir bozkır çiceğidir” dediği Ruhi Su, küçük yaşta  anne ve babasını “Ermeni tehciri” sırasında kaybetmesi sebebiyle  Öksüzler Yurdu’nda büyüdü. Türk Halk Müziğini Modernize Eden sanatçı 5 yıl cezaevinde kaldı.  12 Eylül koşulları altında yurtdışında tedavi görmesi gerektiği halde siyasi düşüncelerinden dolayı pasaport verilmediği için hayatını kaybetti. 

1912 Van’da doğan Ruhi Su, küçük yaşta daha tanımaya bile fırsat bulmadan anne ve babasını “Ermeni tehciri” sırasında kaybetmesi sebebiyle Öksüzler Yurdu’nda büyüdü. 1936 Ankara Müzik öğretmen okulunu, 1942 Ankara Devlet Konservatuarı opera bölümü bittirdi. 1943-45 yılları arasında Ankara Radyosunda, 1950 yılında ise İstanbul Radyosunda konserler verdi. Aynı yıllarda Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu`nda sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yaptı.Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, konservetuarın opera bölümünde de okudu ve daha sonra da Devlet Operası’nda çalıştı. 1952-57 yılları arasında 1951 TKP tevkifatı dolayısı ile 5 yıl hapis yattı. 1962 yılında ilk plakları çıktı. 1960’ta İstanbul’da Taksim Belediye Gazinosu’nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da ‘Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor’ anonsuyla sunulan bir radyo programı yaptı. Bu programlardan birinde söylediği “Serdari Halimiz Böyle N’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak” türküsü nedeniyle radyodaki işine son verildi.1975 yılında “Dostlar Korosu”nu kurdu. İlk Çok sesli halk müziği denemelerini gerçekleştirdi. 12 Eylül koşulları altında yurtdışında tedavi görmesi gerektiği halde siyasi düşüncesinden dolayı pasaport verilmediği için hayatını kaybetti. Cenaze törenine binlerce kişi katıldı ve cenaze 12 Eylül döneminin ilk büyük kitle gösterisi haline dönüştü. Cenazede gözaltına alınan 163 kişi İstanbul siyasi şubede 15 gün süreyle gözaltında tutuldu.

Yaptığı çalışmalarla Zülfü Livaneli’den Rahmi Saltuk’a, Sadık Gürbüz’den Ahmet Kaya’ya, Cem Karaca’dan Grup Yorum’a kuşaklar boyu pek çok müzisyeni etkiledi. Erdem Buri’nin teşvikiyle Tülay German’a türküler öğretti. Başkaldırı türkülerini yığınlara taşıdı.

“AMACIMIZ RUHİ SU SANATINI YARINLARA TAŞIMAK”

Sanatçının doğumunun 100’üncü yılı nedeniyle, ‘Ruhi Su 100’ adıyla 20’nin üzerinde etkinlik 8 Mayıs tarihinde Ruhi Su müziği üzerine yapılan bir panel ile başladı.   Ilgın Su projesi ile ilgi yaptığı açıklamda : “2012 yılı, sanatçı Ruhi Su’nun 100. doğum yılı. Türküleri yarınlara taşıyan Ruhi Su’yu doğumunun 100’üncü yılında çeşitli etkinliklerle anacağız. Yeni kurduğumuz “Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği”, bu projenin ve proje kapsamında yürütülecek sanat etkinliklerinin ana yürütücüsü olacak. Bildiğiniz gibi ‘Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı’ yargı kararı ile kapatıldı. Ruhi Su’nun öğrencileri, korosunda çalışanlar, onu dinleyenler, sevenler yaklaşık bir yıldır yeni bir oluşum için çalışıyordu. Bu çalışmaların sonucunda, Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği kuruldu. Amacımız Ruhi Su sanatını, toplumculuğunu, yaşamını, amaçlarını yaşatmak, geliştirmek ve geleceğe taşımak…” dedi.

RUHİ SU 100.YIL ETKİNLİKLERİ PROGRAMI

Ruhi Su 100. Yıl Çoksesli Türkü Düzenleme Yarışması (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği’nin ortak projesi olarak üniversitelerin müzik öğretmenliği bölümleri arasında düzenleniyor.

8-9-10 Mayıs MSGSÜ Ruhi Su Günleri 8 Mayıs 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, “Ruhi Su Müziği Üzerine…” Paneli (11:00-16:00) 9 Mayıs 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Hilmi Etikan’ın katılımıyla Ruhi Su Belgeseli gösterimi. (15:00) 10 Mayıs 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Ruhi Su Dostlar Korosu’nun da katılımıyla Emin İgüs Konseri. (20:00) 14 Mayıs 2012 Kocaeli Üniversitesi Ruhi Su Dostlar Korosu Konseri 15 Mayıs 2012 Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi, Karabey Aydoğan’ın hazırlayıp sunduğu ve Ruhi Su Dostlar Korosu’nun da katılımıyla Beyazperdeden Ruhi Su Türküleri etkinliği (20:00) 16- 30 Mayıs 2012 MSGSÜ Tophane-i Âmire KSM, Ruhi Su Sergisi. Açılış kokteylinde Ruhi Su Dostlar Korosu’nun dinletisi 28 Mayıs 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Gençlik Festivali Ruhi Su Dostlar Korosu Konseri. 2 Haziran 2012 Ankara, Polifonik Korolar Derneği’nin düzenlediği 17. Polifonik Korolar Festivali ve 100. Yıl Ruhi Su Dostlar Korosu Ankara Konseri 9 Haziran 2012 Kadıköy Barış Manço Kül. Mrk. İrfan Ertel’in hazırlayıp sunduğu ve R. S. Dostlar Korosu’nun da katılımıyla Anılarla Ruhi Su etkinliği (20:00) 16 Haziran 2012 Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi, Ruhi Su Dostlar Korosu Konseri (20:00) 20 Eylül 2012 Boğaziçi Üniversitesi Garanti Kültür Merkezi, Ruhi Su Dostlar Korosu’nun da katılımıyla Ruhi Su’yu Anma Gecesi (20:00) 6 Ekim 2012 Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi, Ruhi Su Dostlar Korosu’nun da katılımıyla Yusuf Başaran Konseri (20:00) 13 Ekim 2012 Maltepe Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi, Shaman Dans Tiyatrosu ve Ruhi Su Dostlar Korosu’nun katılımıyla Pir Sultan Abdal – Semahlar Tematik Konseri. (20:00) 19 Ekim 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Ruhi Su Dostlar Korosu’nun da katılımıyla Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu Konseri (20:00) 30 Ekim 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Toplumsal Yaşamda Türkülerin Yeri paneli (20:00) 8 Kasım 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Ruhi Su Dostlar Korosu’nun da katılımıyla Moğollor Konseri. (19:00) 14 Kasım 2012 Bakırköy Belediyesi Yunus Emre Kültür Merkezi, Shaman Dans Tiyatrosu ve Ruhi Su Dostlar Korosu’nun katılımıyla Köroğlu Tematik Konseri. 19.00 20 Kasım 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Ruhi Su Dostlar Korosu’nun da katılımıyla Birol Toğaloğlu Konseri (19:00) 1 Aralık 2012 Ataşehir Kültür Merkezi, Shaman Dans Tiyatrosu ve Ruhi Su Dostlar Korosu’nun katılımıyla El Kapıları Tematik Konseri. (19:00) 1 Aralık 2012 Ruhi Su 100. Yıl Çoksesli Türkü Düzenleme Yarışması sonuçlarının açıklanması. 4 Aralık 2012 MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Ruhi Su Dostlar Korosu Konseri. (19:00) Aralık 2012 Mahsus Mahal Kapanış Gecesi, 100.Yıl Etkinlikleri Kapanış Konseri (yer ve tarih daha sonra bildirilecek) Etkinliklerle ilgili ayrıntılı bilgi ve haberler www.ruhisu.org adresinden takip edilebilir. Facebook:http://www.facebook.com/RuhiSuYuz Twitter: http://twitter.com/RuhiSuYuz Ruhi Su, ölümüne kadar 16 tane 45’lik plak, 11 uzunçalar çıkardı. Ölümünden sonra kurulan Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı aracılığıyla eşi Sıdıka Su (ölüm 18 Ekim 2006) ve oğlu Ilgın Su özel arşivlerdeki ses kayıtlarından yararlanarak plak, kaset ve CD üretimini sürdürdü. Ruhi Su Albümleri (1971) Seferberlik Türküleri Ve Kuvayi Milliye Destanı (1972) Yunus Emre (1972) Karacaoğlan (1972) Pir Sultan Abdal (1974) Şiirler – Türküler (1974) Köroğlu (1977) El Kapıları (1977) Sabahın Sahibi Var (1993) Semahlar (1993) Çocuklar, Göçler, Balıklar (1993) Zeybekler (1986) Pir Sultan’dan Levni’ye (1993) Ezgili Yürek (1993) Ekin İdim Oldum Harman (1987) Kadıköy Tiyatrosu Konseri I (1987) Kadıköy Tiyatrosu Konseri II (1988) Beydağı’nın Başı (1988) Dadaloğlu Ve Çevresi (1989) Huma Kuşu Ve Taşlamalar (1990) Sultan Suyu “Pir Sultan Abdal’dan Deyişler” (1991) Dostlar Tiyatrosu Konseri (Sümeyra Çakır İle Birlikte) (1992) Ankara’nn Taşına Bak (1993) Uyur İken Uyardılar (1994) Barabar (1995) Aman Of

Ahmet Nesin: “Sevgiyle kal Deniz Gezmiş, sevgiyle kal Ömer Sandıkçı…”

Sevgili Deniz, Kimileyin insanlar bana “Keşke Aziz Nesin yaşasaydı…” diyorlar. Hele bugünlerde Aziz Nesin gibi bir aydına, her zaman dediğim gibi “Öncü aydın”a gereksinim duyuyoruz. Tabii benim için biraz daha farklı, hepsinden öte, kaç yaşında olursam olayım babama gereksinimim var. Ne yalan söyleyeyim kimileyin de “İyi ki bu yaşadığımız dönemi görmedi…” diyorum içimden. Türkiye’nin bütün geleceğini yazmasına, söylemesine karşın dinci faşizmin bu kadar pratiğe dönüşmüş halini görmesini ve yaşamasını istemezdim.

Göcebe Demokrasisi ve Askeri Feodalizm Arasında İç Savaş: Babailer, Baba İshak (İsfaak) Ayaklanması

Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler Anadolu Selçuklu Devleti, Türkmen aşiret savaşçılarının kılıçları ile yıktıkları Bizans egemenliğinin yerin) alırken, gerçekte, göçebe Türkmen boylan arasında ve her boy ve aşiretin içinde gelişmiş olan servet ve mülkiyet farklılıklarından kaynaklanan bölünmeyi yönetenler ve yönetilenler olarak siyasal biçimi içinde de tescil etmekten, Anadolu Türkleri arasındaki sınıf mücadelesinin gelecekte yol açacağı kanlı kavgaları haber vermekten başka birşey yapmış değildi. 11, yüzyıl sonundan itibaren Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya akan Türkmen kabilelerin hemen hepsi Oğuz kavmindendiler ve Orta Asya’dan başlattıkları yürüyüşleri boyunca Maveraünnehlr ve İran’dan geçerek Anadoiu’ya ulaşırlarken ilişkiye geçtikleri uygarlıklarla karşılıklı etkileşimleri içinde hem farklılaşmışlar hem de toplumsal özgünlüklerini kendileriyle birlikte Anadolu’ya taşımışlardı. Oğuzların ilk özellikleri Türkmen kabilelerin geleneksel üretim tarzı olan çobanlık ve “talancılık’ğa dayanan bir toplumsal örgütlenme alışkanlığıydı.

Deniz Gezmiş, Amerikalıları kaçırma olayını anlatıyor: “Kolay değil yok, öldüremiyorsun”

Bir an önce kurtulmalarını onlardan çok biz istiyor gibiydik.  İşte o ara bildiriyi hazırladık. Hüseyin götürdü bildiriyi. Birkaç yere verdi. Hüseyin’i gönderdik çünkü o daha deşifre olmamıştı, adı geçmiyordu gazetelerde. Yetkili makamlara tam otuz altı saat süre tanımıştık. Otuz altı saat içinde istediğimiz fidye ödenmezse, sözde bu dört Amerikalıyı öldürecektik. Bildiri, bomba etkisi yaptı. Kimler karışmadı işe. Başkan Nixon bile karıştı. -Fidye verilmemeli,- diyordu. İsmet Paşa bile karıştı:  -Elinizi kana bulamayın,- falan gibisinden birşeyler…

‘Bir Delinin Hatıra Defteri”nden; “Eh, bu seferlik bu kadarlık ilgi yeter”

Sabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç dakika geçtiğini söyleyince korkumun sebebi anlaşıldı. Yine daireye geç kalmıştım. Eğer şu pinti muhasebecimizi yakalayıp birkaç kuruş avans koparma ümidim olmasa, bugün daireye gitmeyecektim. Şube müdürümüzün suratını asıp beni nasıl azarlayacağı belliydi. Zaten birkaç gündür dırlanıp duruyordu: “Bıktım senin şu dağınıklığından! Sen adam olmazsın azizim… Dairede aptalca dolaşıp, evrakı birbirine karıştırıyorsun. Tarihleri yanlış atıyorsun, noktadan sonra küçük harfle başlıyorsun. İlkokul çocuğu bile senden güzel yazar.” Şu bizim müdür kadar kendini beğenmiş adam zor bulunur. Uğursuz, leylek bacaklı, kısa kollu, tip bir herif. Beni kıskandığı kesin… Tatmin olmak için odasına çağırır, bütün kalemlerini açtırır.

Mizgin, iki albümünden (“Peyman”, “Zilm U Zor) seçilen ezgileriyle cafrande.org’ta

1962 yılında Batman’da doğan Mizgin, Koma Berxwedan’ın kurucu üyeleri arasında yer aldı. Sanatçının “Peyman” ve “Zilm U Zor” adında yayınlanmış iki albümünden Kürtçe ezgileri aşağıdan dinleyebilirsiniz.