Franz Werfel’ın başyapıtı olan “Musa Dağ’da: Kırk Gün”, Almanya’da basıldığı ilk yıllarda Naziler tarafından yasaklanmıştır. Yazarın diğer eserleri ile birlikte bu kitapta meydanlarda yakılmıştır. Bu eser gerçek bir yaşam öyküsü olup “Musa Dağ?da Kırk Gün” Franz Werfel’in 1929 yılında Suriye ve Antakya’yı dolaşmasından sonra 1932-1933 yılları arasında Şam’da yazılmıştır. Kitabın Belge Yayınları tarafından basılmasında sorumluluk sahibi olan Ragıp Zarakolu, Türkçe-Ermenice yayımlanan haftalık Agos gazetesinin 70. sayısındaki röportajında şöyle tanıtıyor kitabı: “Kitabı seçerken ortaya serdiği insanlık trajedisi ilgimizi çekti.
Kusurlu Doğamız ve Bağnazlık – Suat Kamil Aksoy
Peki ne yapabiliriz? İlk yapılacak iş kendimiz de dahil hiç kimseyi tamamlanmış saymamaktır. Bundan sonra hem kendimizi hem de her başkasını samimi olarak anlamaya çabalayabiliriz. Anlamak için sormak gerekir ve bunu yapabilmek için de sorulması yasak sorulara sahip olmamak gerekir. Madem insan yanılabiliyor, yani gerçekliği rahatlıkla yok sayabiliyor, o halde onun için vazgeçilemeyecek herhangi bir fikir olmamalıdır. Onun fikirleri eğer gerçekliğe bile uymak zorunda değilse, hiçbir zorunluluğa sahip olamaz.
“Hani” dedi, “bilirsin, kovboy filmlerinde bir adam bir bara girer ve herkes ona sırtını döner.”
Ece Ayhan’ın ardından Garibellaların kraliçesi
Lale Müldür: Ece Ayhan ismini henüz duymamıştım. Lise 1’de okulun kütüphanesinde “Bakışsız Bir Kedi Kara” isimli incecik bir kitap buldum. Okudum ve çarpıldım. Sevdiğim şiirleri not ettiğim bir defterim vardı, hemen birçok şiirini kaydettim oraya. Kütüphaneye ait kitapların arkasında kart-katalog gibi bir şey vardı, kitabı ödünç alanların isimlerinin yazıldığı; en başında benim ismim yazar. Kimse almamış önceden “Bakışsız Bir Kedi Kara”yı. Tanıştıktan yıllar sonra Ece’ye bu hikayeyi aktardığımda o defteri görmek istedi, inanmadı. Ayıptır söylemesi, inci gibidir yazım, çok da şık bir deftendi, şiir zevkim de oldukça gelişmişti. Ece dışında birçok iyi şairden güzel şiirler yazılıydı deftere. Baktı, baktı, “bakkal defteri gibi” dedi. (gülüyor)
İdeoloji: Yanılsama ve Yabancılaşma Üzerine – Friedrich Engels
Elin, dilin ve beynin tek tek bireylere özgü kalmayıp, toplumun tümünü kucaklayan o toplu etkinliği sayesinde, insanlar gitgide, daha karmaşık işler başardılar. Gitgide kendilerine daha yüksek amaçlar seçtiler. Önünde sonunda bu amaçlarına ulaştılar da. Bu arada emeğin kendisi de, kuşaktan kuşağa, daha değişik, daha olgun daha boyutlu bir hale geldi. Avcılığa ve hayvancılığa çiftçilik, çiftçiliğe de iplikçilik, dokumacılık, madencilik, çömlekçilik ve gemicilik eklendi. Giderek ticarete ve zanaata sanat ve bilim katıldı. Küçük boylardan koca uluslar ve devletler oluştu. Hukuk ile politika ve bunlarla birlikte, insan kafasında, insanoğlu ile ilgili şeylerin o masalımsı hayali “din” gelişti.
Biraz korku ve yarım kalmış bir firar hikayesi: Duvar – Sabahattin Ali
Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi taş odalarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasından yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı. Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir. On adım ötede en büyük hürriyetlere götüren denizi dinlemek ve sonra aradaki kalın kale duvarlarına gözleri dikerek bakmaya, denizi yalnız muhayyilede görmeye mecbur kalmak az azap mıdır?
Türk Aydını ve Kimlik Sorunu | Türk Aydınının Kendini Tanımlama Sorunu – Ayşe Azman
Gerek Osmanlı aydını gerekse Türk aydını hem genel aydını hem de kendini tanımlarken esas ölçü olarak Batı aydınını referans almaktadır. Batı’da aydının en önemli özelliği onun “endividualizm” bireyin özgürlüğüne önem veren ve genellikle kendine yeterli, kendi kendini yönlendiren, görece özgür bireyi ya da benliği vurgulayan kişi olarak tanımlanabilecek özelliklere değer vermesi olarak ifade edilirken, Osmanlı ya da Türk aydınının bu anlamda gelişmediği ve mensubu olduğu toplumun ve egemen güçün, değerlerinden ayrı olarak eleştirel yönü bulunmadığı görülmektedir.
Avrupa ne istiyor? Çokkültürlülük çıkmazını aşmak – Slavoj Zizek
1930’larda Hitler, anti-semitizmi, sıradan Almanların karşılaştığı belalar için –işsizlikten ahlaki çürümeye ve toplumsal huzursuzluğa dek- hikâye türünden açıklama olarak sunmuştu. Sadece “Yahudi komplosu”nu anımsatmak, basit bir “kavramsal haritalandırma” sağlama yoluyla her şeyi netleştiriyordu. Günümüzün çokkültürlülük ve göçmen karşıtı nefreti, bunların aynı şekilde işlev görmemesi tehdidi mi taşıyor? Garip şeyler oluyor, günlük yaşamımızı etkileyen finansal iflaslar geçekleşiyor, ancak tüm bu olaylar anlaşılmaz biçimde yaşanıyor ve çokkültürlülüğün reddi duruma dair sahte bir netliği ortaya koyuyor: yaşam tarzımızın düzenini bozan, yabancı davetsiz misafirlerdir.
“İnsaniyet, hakikate muhtaçtır” | Gerçek Üstüne – Francis Bacon
Yalanlamak ve reddetmek için okuma! İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma! Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma! Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!
“Gerçek nedir?” diye sormuş Pilatus1 alay ederek, sorusuna bir yanıt da beklememiş. Kuşkusuz, uçarılıktan hoşlanarak kesin bir inancı benimsemeyi boyunduruk altına girmek sayan, gerek düşüncelerinde gerekse davranışlarında özgür kalmak isteyen kişiler vardır. Gerçi böyle kişilerden kurulu felsefe okulları2 artık ortadan kalkmıştır, ama aynı soydan gelme birtakım söz ebeleri, eskilerin gücünden yoksun olmakla birlikte, gene görünürlerdedir. Ancak, yalanın tutunmasına yol açan şey, insanların gerçeği bulmak için göze almaları gereken güçlükler ile emek, ya da bir kez bulunduktan sonra gerçeğin insan kafasına yükleyeceği zorunluluklar değil, yalanın kendisine duyulan doğal ama cılk bir sevgidir.
Parasız Eğitim, Yüksek Öğrenim Harçlarının Kaldırılması Değildir – Göksun Yazıcı
Yüksek öğrenim harçları kaldırılıyor: Piyasa dışında alan yok! Başbakan Erdoğan ilginç bir üslûpla yüksek öğrenim harçlarının kaldırılacağını açıkladı: “Harcı kaldırma kararını verdik. Arkadaşlar çalışmalarını yapıyorlar. İnşallah önümüzdeki dönemde harç almayı düşünmüyorum. Bu benim bütün arkadaşlarıma teklifim. Onlar da nihaî çalışmasını yapıyorlar. Dolayısıyla burs, krediyi aynı şekilde devam ettireceğiz, harcı da inşallah almayacağız ve böylece bunu gündemden tamamen düşüreceğiz. Tabii o malûm çevreler yine bir başka pankartı açacaktır, o ayrı mesele. Veyahut da üzerine farklı şeyler yazılır, yumurtaları da atacaklardır, onlar ayrı konu.” Başbakanın “malûm çevreler” hakkında söylediği “parasız eğitim sağladık, yine de beğendiremeyeceğiz” öngörüsünün yerinde bir öngörü olduğunu söyleyerek başlayalım; malûm çevrelerden olduğumuzu ve bu kadar tanınmaktan gurur duyduğumuzu da ekleyelim. Bu yazı da “veyahut da üzerine farklı şeyler yazılır” kontenjanından yazın dünyasına girmeyi amaçlıyor, yani yüzde birlik dilime. Başbakanın öngürdüğü başka pankartlar ve yumurta hakkımızı 2012 güz dönemi öğretim yılının açılışına saklıyoruz.
Tutuklu gazeteci Turabi Kişin: Doğrudur, bu ‘suçu’ işledim!
Biz tutuklu gazeteciler hakkında örneği az görülür maharette hazırlanmış 800 sayfalık iddianamenin içindeki yüzlerce ucubelikten biri de ajansa yansıyan bazı konuşmalarımın cımbızlanarak hakkımda suç delili olarak konulmasıdır…
Doğrudur, bu ‘suçu’ işledim!
EMEP’in 22 Ocak 2011 tarihinde İstanbul Mecidiyeköy’de geniş bir salonda düzenlediği “Halk için Demokratik Anayasa Forumu”na çok sayıda siyasetçi, akademisyen, sendika temsilcisi, gazeteci, şair ve yazar konuşmacı olarak davet edilmişti.
Küçük yaşta muhteşem bir gelişme gösteren Mozart, hayatın diğer tarafları için hep çocuk kaldı
Mozart’ın romanı Babası yedi yaşındaki kız kardeşine klavsen dersi vermeye başladığında genç Mozart aşağı yukarı üç yaşındaydı. Mozart müziğe ilişkin şaşırtıcı yeteneklerini hemen gösterdi. Mutluluğu, piyano üzerinde üç perde aralığı aramaktı ve hiçbir şey uyumlu akoru bulduğunda yaşadığı mutluluğun yerini tutmuyordu. Dört yaşına geldiğinde babası ona üç zamanlı Fransız saray dans müziği ve başka müzik parçalarını öğretmeye başladı; bu uğraş öğrenci olduğu kadar usta için de çok hoştu. Bir seneden az bir zaman içinde öyle bir ilerleme kaydetti ki beş yaşına geldiğinde babasına ufak müzik parçaları çalıyordu ve babası oğlunun ortaya çıkan yeteneğini cesaretlendirmek için ona besteler yapıyordu. Bütün durumlarda duyarlı bir kalbi ve sevgi dolu bir ruhu olduğunu gösteriyordu. Onunla ilgilenen insanlara günde bazen neredeyse on kere soruyordu: “Beni seviyor musunuz?” ve kadınlar şaka yollu “Hayır” dediklerinde hemencecik gözlerinden yaşlar aktığı görülüyordu.
Tavrı, türküleri ve ilerici kimliğiyle Grup Kızılırmak ve türküleri cafrande.orgta
Grup Kızılırmak,Kasım 2004’te evinde çıkan yangın sonucu yaşama veda eden müzisyen besteci Tuncay Akdoğan,İsmail İlknur ve İlkay Akkaya tarafından 10 Ocak 1990’da kurulmuş bir müzik grubudur.Grubun solistliğini 1989 yılında Grup Yorum’dan ayrılan İlkay Akkaya yapmaktadır. Grubun son albümü 2006’nın Ocak ayında çıkan Yılkı’dır. [Grubu aşağıdan online dinleyebilirsiniz]
“Her şey sona ermek için başlamıştır” | Kötü Niyetin Sonuçları – Jean Paul Sartre
Bu zor durumdan kurtulabilmemiz için, kötü niyetin sonuçlarını daha yakından incelemek ve bunların bir betimlemesini yapmak doğru olur. Bu betimleme kötü niyet şartlarının olasılığını daha açıklıkla saptamamızı sağlayabilir. Yani, çıkış sorumuza cevap olabilir: «İnsan, kendi varlığında ne olmalıdır ki, kötü niyetin varlığı olabilsin?» Örneğin, ilk buluşmasına giden bir kadın, kendisiyle konuşan erkeğin kendine göre geliştirdiği niyetlerini gayet iyi bilir. Er veya geç bir karar almak zorunda olduğunu da bilir. Fakat bu ivediliği hissetmek istemez: Karşısındakinin davranışının ölçülü ve saygılı oluşuna yönelir. Bu davranışı «ilk yaklaşımları» gerçekleştirecek bir girişim olarak kavramaz. Yani, bu davranışın gösterdiği zamansal (temporel) gelişme olasılıklarını görmek istemez: Bu tutumu o anki haliyle sınırlandırır. Kendine söylenen şeylerin açık anlamından başka bir anlamı olduğunu anlamak istemez.
Dostoyevski: “Arkadaşlarımın hepsi, onlara benzemediğim için benimle alay ediyorlardı”
Hayal dünyasında yaşamaya üç aydan fazla dayanamıyor, sonunda insanlara karışmak için büyük bir istek duyuyordum. Benim için insanlara karışmak, şefim Anton Antonoviç Setoçkin’in evine gitmekten ibaretti. Hayatımda en fazla şaşınlacak şey, ömrüm boyunca sadece o adamla görüşmemdir. Setoçkin’e de ancak arada bir, içimde büyük coşkular hissettiğim zamanlar giderdim. Hayallerim, insanlarla kucaklaşmak isteyecek kadar mutluluk verdiğinde, bir insanla konuşma ihtiyacı duyarak ona gidiyordum. Anton Antonoviç’e sadece salı günleri gidebildiğimden, insanlarla görüşme isteğimin bu günlere denk gelmesi gerekiyordu. Pyati Uglov civarındaki bir apartmanın dördüncü katında oturuyordu Anton Antonoviç. Dört odalı, basık tavanlı, duvarları sarıya boyanmış bir evi vardı ve onlara ancak yetiyordu. Çok az eşyası vardı ve onların rengi de sarıya çalıyordu. İki kızı vardı Setoçkin’in ve bir de misafirlere çay ikram eden kızkardeşi. Kısa boylu ve yassı burunlu olan kızlardan biri on üç, diğeri on dört yaşındaydı. Aralarında her zaman fısıltıyla konuşup gülüştükleri için onlardan çekinirdim.
James Tracy: Suriye meselesinde ‘İlerici sol’ medya emperyalizme yardım ediyor
İlerici sol medya Suriye’nin ABD-NATO tarafından istikrarsızlaştırılmasında propaganda kanalı olarak hareket etmekte kararlı. Böylelikle, politik vicdan sahibi olması nedeniyle emperyalizm ve şiddete karşı hareketlendirilebilecek kitleyi yatıştırmakta. Tarih, “İlerici gazetecilerin” savaş başlatmak amacıyla kullanılmasının ilk olmadığını bize gösteriyor. İngiltere gazetesi Guardian’da Charlie Skelton tarafından yazılan bir rapor, Batı haber kaynaklarının ABD-NATO liderliğindeki Suriye müdahelesinin becerikli ve zengin finansmanlı kamuoyu ilişkileri uygulayıcıları tarafından yürütülen propaganda kampanyasında, istekli kurbanlar (veya suç ortakları) olarak kalmaya devam ettiklerini anlatıyor. Skelton’a göre, “sözcüler, yani ‘Suriye uzmanları’ , ‘demokrasi aktivistleri’ … Esad rejimine karşı ‘aciliyet isteyen’, ‘uyaran’ ve ‘harekete geçilmesini isteyen’ kişiler Suriye’ye 2011’de Libya’da verilen ilacın aynısının NATO tarafından verilmesini isteyen karmaşık ve zengin maddi kaynaklı bir kamuoyu ilişkileri yönetimi çabasının parçaları. Skelton, “Onlar askeri müdahele ve rejim değişikliği fikrini pazarlıyorlar” diyor.
Samuel Beckett: Eğer bir gün susarsam, bu artık söylenecek hiçbir şey kalmadığı içindir
Akşamüstü Gölgeleri “Çektiğim acılar varlığımın inşasının irili ufaklı parçalarıdır. Sadece düşünmek var etmez insanı; duygularını, ruhunu ve hatta zekasının geliştiren asıl öğreticiler acılardır. O halde varım çünkü acı çekiyorum. Doğduğum günden beri anlatmak istediklerim var ve elbette asla anlatmayacaklarım ve anlatıyor gibi yapıp asla anlatmadıklarım. Önce akciğerlere değen oksijenin yakıcılığıyla başladı ilk acılar, sonra dünyanın anlamsızlığını düşünüp duran beynimin kıvrımlarındaki patlamaların elektrik çarpmalarıyla.
Ragıp Duran: Erdoğan, terbiye sınırlarını aşıyor sanki çok ağır eleştiriler yapan bir medya var
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın medya ile bir sorunu var. Önce “tasmalılar” dedi, yetmedi, sonrasında “dalkavuklar”, “satılmışlar” diyerek alenen hakaret etti. Bilmeyen de sanır ki, Türkiye’de başbakanı, hükümeti, siyasî iktidarı yerden yere vuran, çok ağır eleştiriler yapan bir medya var. Elhamdülillah medyamız Beyefendi’nin dümen suyundadır. Doğan, Karamehmet, Şahenk bir şekilde susturuldu, diz çöktürüldü. Arada sırada hükümet yanlısı gazetelerde zıpçıktılık yapan olursa —hello Andrew Finkel, merhaba Ali Akel— onları da kızağa çekmesini bilir bu aziz millet. Saysam hepsini, yer kalmayacak, Ruşen, Banu, Can… ve son olarak Ayşenur. Ahmet’le Nedim’i de bunlar mı içeri almıştı, yoksa Hizmet taifesi mi? Peki ya KCK adıyla mesleklerini ifa etmeleri engellenen Kürt arkadaşlar ne olacak? Olmaz olsun böyle Hizmet!
İktidar İlişkileri – Tahakküm Biçimleri: Scott ve Foucault
Kirli bir su gibi akıyor zaman denilen … Ahmet Telli Hâkimin tâbi olana uyguladigi tahakküm biçimleri, tarihsel olarak, “iktidar/hükmetme” özünü taşısa da, farklilaşır. Scott ve Foucault’nun analizlerinin ilk gösterdigi olgu sudur ki feodal-ilkel[1] ve modern[2] tahakküm biçimleri özellikle “incelik” açısından birbirinden farklıdır. Sanki modern tahakküm uygulamaları, öncekilerin eksikliklerini daha bir gidermiş gibidir. “Foucault, ironik bir şekilde modern çağın bir tür ilerleme olduğunu düşünür – tahakküm tekniklerinin yayılması ve inceltilmesinde kaydedilen bir ilerleme” (Best ve Kellner, 1998: 56).