Sokakta rüzgâr esiyor/ Buysa yıkımın başlangıcıdır: Furuğ Ferruhzad’ın en son ve en acı fotografı…

Furuğ Ferruhzad13 şubat 1967 pazartesi günü. Yağmur yağıyor. İran İngiltere Kültürevi kütüphanesinde bir yazı üzerinde çalışıyorsun. Puran Ablan da ileride kitap okuyor. Kalkıp yanına gidiyorsun, elini omzuna koyuyorsun: “Ben geldim. Oradayım. Çalışıyorum. Nasılsın, iyi misin?” “Evet, iyiyim. Ne çalışıyorsun?” “Jean d’Arc’in çevirisine çalışıyorum. Şimdilik allahaısmarladık.” Yerine geçiyorsun. Bir, iki saat kadar sonra tekrar Puran’ın yanına gidiyorsun. Yaramaz bir çocuk gibi onun omzuna vuruyorsun: “Kalk gidelim! Ben annemlere gidiyorum.” Puran gelmiyor. Öğleden sonra saat 3’te bir buluşması var. Sen ısrar ediyorsun:

Karl Marks’ın en sevdiği tarihi karakter, büyük köle ayaklanmasının ilk önderi: Spartaküs

spartakusAdını günümüzdeki Trakya’ya veren Traklar; Bulgaristan tarihçilerine göre Ön- Bulgarlar, bölgenin en eski halklarındandırlar. Tarihin babası Herodotos (İ. Ö. 490- 425), Traklardan sık sık sözetmektedir. Herodotos’un anlatımlarından Traklar’ın o yıllarda farklı aşiret yapıları içinde orta barbarlık aşamasında yaşayan bir halk olduğu anlaşılmaktadır. Yine aynı anlatımlardan Traklar’ın sonderece yiğit ve cocukca bir halk oldukları ortaya çıkmaktadır. Yapıtının biryerinde Herodotos, Büyük Dareios’un İskitler’e yönelik başarısız seferini (İ. Ö. 513- 512) anlatırken bir Trak aşiretinden sözetmektedir… Daha Istros’a (Tuna Nehri) varmadan önce Dareios’a direnen Getai adlı bu Trak aşiretinden, “Ölmek istemeyen halk” olarak sözetmektedir Herodotos. Tarihin babası, onların çocukça inançlarını şöyle anlatmaktadır:

M. Mungan: Düşünce ve ifade özgürlüğü üstündeki baskılar, hiçbir ülkenin iç sorunu olarak görülemez

Murathan MunganEdebiyat kendimizi tanıma sanatı olduğu kadar, ötekini anlama sanatıdır da… Bir yazar her ne kadar kendi coğrafyasının, kendi insanının hikayesini anlatıyor görünse de, eserinde başkalarının da kendilerini ve hikayelerini bulmasına olanak tanıyan bir alan açar. Dünyanın her yerinde düşmanlaştırıcı politikalar, körleştirici ideolojiler insanlar arasındaki farklılıkları, ayrılıkları öne çıkartarak varlığını sürdürebilir. İnsanları ve toplulukları dikey bir hiyerarşi içinde konumlayarak sabitlemeye çalışır. Oysa, insan olmanın ortak değerlerine yaslanan edebiyat ve sanat, benzerliklerimizi öne çıkararak bize aynı kulenin çocukları olduğumuzu hatırlatır. Bizleri dünyalı kılan şey başkalarını tanıma ve kabullenme gücümüzdür.

Murathan Mungan’ın Londra Kitap Fuarı Konuşması

Kazım Koyuncu ile 2005 yılında Yapılmış Bir Röportaj: “Kenarda kalanların sesiyim!.. NEDEN?”

Kazım Koyuncuİki şey vardı. Birincisi bizler çok genç çocuklardık. Rockçıydık. Aslında dışarıdan bakıldığında büyük sorumluluklar taşımayacak, oldukça bireysel durumlarına, kendi hallerine düşkün gençlerdik. Bu da doğaldı. Ama çok da öyle değildi (gülüyor) Korkunç sorumlulukları da içinde barındıran tuhaf gençlerdik. Türkiye’de 89 döneminde böyle gençler vardı. Ben öyle bir çocuktum mesela, serseri, uzun saçlı, küpeli memleketten gelmiş öyle bir çocuktum ama bir taraftan halkımın sorunları, siyaset vs…biz tam o dönemde böyle bir müziğe başladık. Hem Rockçıydık hem de halkın sorunlarına duyarlı gençlerdik..

Emrah Serbes: Necati Şaşmaz Başbakan’ın kafasını daha beter karıştırdı

Emrah SerbesMilliyet gazetesinden Senem Aydın’ın ‘Behzat Ç.’ karakterinin yaratıcısı Emrah Serbes ile Gezi Parkı direnişi üzerine yaptığı söyleşide yazar, bu eylemin Türkiye’ye çok şey kazandırdığını belirtiyor. Bu bir süreçte gençlere ne tavsiye ediyorsunuz sorusuna: “TOMA’yı beklemeden Kasklarını taksınlar!” diyen Serbes, yaptığı açıklamalar sonrasında tehdit aldınız mı sorusuna ise: “Aldım tabii. Adamın biri diyor ki, “İşi gücü bıraktım, seni öldürmeye geliyorum.” Ben de dedim ki, “Niye işi gücü bıraktın? Adresi ver, biz gelelim.” diyor.

“Şeytana Satılan Ruh Ya da Kötülüğün Egemenliği” Altın Mabet’in Yakılması – Jean Baudrillard

0
Jean Baudrillardİyiliğin doğasında kendini dışa vurmak, kötülüğün doğasındaysa gizlenmek vardır.

Günümüzde bilim, enformasyon ve bilgi alanını doldurup, taşıran cinsten sınırsız bir düşünce üretiminden asla söz edilemez.  Turing’in modern analiz yöntemine göre ampirik ve mekanik bir işlev açısından ele alındığında makine, matematik hesaplama ve genel anlamda tekniğin ulaşabileceği bir en üst düzey -bir sınır- olmalıdır. Bu analitik işlev bir geçmişe sahipken, düşüncenin bit tarihi yoktur( Adorno: “Bizi bir kültürden diğerine sürükleyen evrensel bir tarih yoktur. Oysa sapandan atom bombasına giden bir tarihî açıklama bulabilirsiniz”) demektedir.

Değişim refleksine sahip olmayan zihniyet, tarihle birlikte tarih olur – Birgül Çelebi

degisim“Modern literatürde “bilinç” (felsefe çevrelerinde “görüş tarzı”) ile karşılanan ama daha oturmuş bir kullanıma sahip olan “zihniyet” kelimesi, zihin kavramından gelir. Zihin ise genelde algılama, anımsama, düşünme, değerlendirme, karar verme aşamalarında rol oynayan yetenekler bütünüdür. Yansımaları; duyumlar, algılar, duyular, bellek, arzular, çeşitli akıl yürütme biçimleri, güdüler, tercihler, kişilik özellikleri ve bilinçdışı oluşumlarda görülür; düşünme, bilgi, niyet(amaç) gibi olgularla birlikte ele alınır.” “Zihniyet; insan ya da toplumların insan, toplum ve doğa üstüne düşünce tarzı, onları algılama biçimi ve bu algılamaya bağlı ortaya konan bir tavır olarak görülebilir. Bu bağlamda zihniyet bir bilgi türü değil, bir bilme tarzıdır. Bu bakımdan toplumsal şartları ifade eden gelenek, din ve daha kapsamlı görünümüyle kültürden ve ideolojiden (benzerliklerine rağmen) farklıdır.”

Fikret Başkaya: “Milli irade” diye bir şey yok, hakimiyet kayıtlı ve şartlı oligarşinindir…

Fikret-BaşkayaSizin verdiğiniz oya dayanarak istedikleri kanunları çıkarıyorlar ama ekseri kendi çakardıkları kanunlara da uymazlar. Türkiye’de son on yılda ne tür kanunlar çıkarıldığı da, kanun ve yönetmeliklerin nasıl by-pass edildiği de az-çok ilgili herkesin mâlumudur… Kamuya ait ne varsa özelleştirildiğinde, paralı hale getirildiğinde, sermayeye peşkeş çekildiğinde, bunu nasıl savunup- kabullendiriyorlar? Aslında verilen oyların ne anlama geldiğini anlamak için bir hak talebinde bulunmak veya bir hükümet kararına karşı çıkmak yeter. “Oy verip-seçtin daha ne istiyorsun” derler. “Bu işin çözüm yeri parlamentodur” derler. Sandığı işaret ederler… Oysa parlamento tam da “o işin” çözülmemesi için vardır ama retorik farklıdır…

“Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse/ Çocuklar, kadınlar, erkekler” Mendilimde kan sesleri – Edip Cansever

edip canseverHer yere yetişilir Hiçbir şeye geç kalınmaz ama Çocuğum beni bağışla Ahmet Abi sen de bağışla Boynu bükük duruyorsam eğer İçimden öyle geldiği için değil Ama hiç değil Ah güzel Ahmet abim benim İnsan yaşadığı yere benzer O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer Suyunda yüzen balığa Toprağını iten çiçeğe

Sabahattin Ali’den alıntılar: “Bir insan bir insana kötülükten başka ne yapabilir?”

Sabahattin Ali“Bazan bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazan da hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret falan değil.. İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Taşıp dökülecek kadar kendi kendimi doyurduğumu hissediyorum. Kafamda hiçbir şeyle değişilmesi mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor.. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker uzun uzun anlatacak birini. O zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi kendimi zavallı hissediyorum. Odamdaki duvarlar birdenbire büyüyüveriyor. Pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda, insanı içinde boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor…

Tolstoy: İyilik arzusu aşağlanıyor. Hırs, iktidar düşkünlüğü, kibir, öfke ve intikam saygı görüyordu

Lev TolstoyBir gün gençliğimin o on yıllık dönemini kapsayan dokunaklı ve öğretici hayat hikayemi anlatacağım. Sanırım pek çok kişi de benimle aynı deneyimden geçti. Bütün ruhumla iyi bir insan olmayı arzuluyordum. Ama iyi bir insan olmanın peşinde koşmak için çok genç*, tutkulu ve yalnız, yapayalnızdım. Bu samimi arzumu, yani ahlaki bakımdan iyi bir insan olma arzumu her dile getirişimde aşağılanma ve alayla karşılaştım. Ne zaman adi ihtiraslara teslim oldum, o zaman insanlar beni övdüler ve teşvik ettiler. Hırs, iktidar düşkünlüğü, açgözlülük, şehvet, kibir, öfke ve intikam – bunların hepsi saygı gören şeylerdi. Bu hırslara teslim olarak ben de büyüklerim gibi oldum ve bu şekilde onların beni onayladıklarını hissettim.

Pasif direnişin kısa tarihi ve geçtiğimiz yüzyılda yapılan en etkili pasif direniş eylemleri

john lennon Gezi Parkı direnişinde gelinen son nokta pasif direniş oldu. Bu da akıllara geçtiğimiz yüzyıldaki büyük ve başarılı pasif direnişleri getirdi. En önemlilerinden bazılarını hatırlamakta fayda var.

Bölgesel ittifaklar değişirken Kürtler ilerliyor – Vicken Cheterian

Vicken Cheterian

Iraklı Kürtlerin geleceği Suriye’deki çatışmaya da bağlı. Suriye Kürt Demokratik Partisinin Erbil temsilcisi Behçet Beşir’in dediği gibi: ” Suriye’de farklı olası senaryolar var ancak en kötü durumda bile Kürtler kazançlı çıkacak. En azından orada kendi bölgelerini yönetecekler.” …Suriye’nin Baas rejimi kendi Kürt nüfusuna karşı her zaman sert davrandı. Arap milliyetçiliğinden ilham alarak, Kürt kimliğini tanımadı ve 100 bin Kürdü vatandaşlıktan çıkarıp Kürt bölgelerine Arap aşiretleri yerleştirerek, Kürtleri hem politik hem de ekonomik olarak marjinalize etti. 2004’te Deyr ez-Zor’da Kürt ve Arap futbol taraftarları arasında yaşanan kavgadan dolayı bir ayaklanma başlayınca, baskı acımasız bir hal aldı. Kendi okullarına sahip Ermeni ve Süryani etnik azınlıkların aksine, Kürtlerin kendi dillerini öğretmeleri yasaklandı.  Newroz’un genel kutlanmasını yasakladı. Kasaba ve köylerin isimleri Araplaştırıldı ve Kürt kimliğine yapılan vurgular resmi okul kitaplarından çıkartıldı.

Bir insan susarak kendini nasıl ifade edebilir? | Beyaz Mantolu Adam – Oğuz Atay (öykü)

Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için dilenirken de başarısızdı. Küçük kaplar içinde mısır satmadığı için, çocuklarla ve kuşlarla birlikte, başkaları adına sevap işleyemezdi; ayrıca, ne kırmızı cüppeli bir müneccime benzeyen ihtiyar gibi tekerlekli ve meşin duvarlı ve öğle tatilinde ön duvarı bir kepenk olup sahibini kapatıveren kulübede yaşıyordu, ne de şişman kötürüm gibi nazar boncuklarını ve tespihlerini ve çakmak taşlarını artık satamadığı anda gaz pedalına basıp motosikletli tezgâhıyla oradan hemen uzaklaşabilirdi. Sermayesi ve görünür bir sakatlığı yoktu.

“Senin durumun fena Komutan!” Anlaşıldı komutan! – Ece Temelkuran

Ece TemelkuranBize ne kadar çok tahammül etmişsin meğer Komutan! Meğer ne tiksinmişsin bizden de içine atmışsın. Gazlayıp böcekler gibi kaçışımızı izlemek istemişsin demek bunca yıl. Demek bunca yıl dermansız dertlere düşelim de bir hekim bile bulamayalım istemişsin. Bir avukat bile gelmesin yardımımıza. Polis alıp bizi götürsün bir daha bizden haber alınamasın istemişsin. Sığındığımız yerlerde bile nefes alamayıp boğulalım istemişsin. Yoksa önceki gece niye jandarmanı, polisin yığıp üzerimize, doktorları gözaltına alıp avukatlara bile nerede olduğumuzu söylemeyesin ki! Sen bizden hep tiksinmişsin komutan. Haydi şimdi açıkça söyle. Söyle de bitsin bu yalan oyunu.

Hasan Cemal: Türkiye hızla tehlikeli sulara doğru seyrediyor! Başbakan, mesele sizden başkası değil!

Tayyip Erdoğan•Türkiye hızla tehlikeli sulara sürükleniyor. Ve bu durum kendisi gibi düşünmeyen herkese haddini bildirmeye bayılan tek adamlık ruh halinden kaynaklanıyor. Şunu iyi bilin Sayın Başbakan; mesele sizsiniz, başkası değil! •Sayın Başbakan, diliniz ve söyleminizle Türkiye’yi her geçen gün daha fazla cepheleştiriyor, bölüyor ve uçlara itiyorsunuz. Ankara’dan sonra dünkü İstanbul mitingi de aynen böyleydi. Tehdit ve aşağılama hiç eksik olmadı konuşmalarınızdan. •Esnafı, polisi, CHP’lileri, daha da vahimi dindarları kışkırtıyorsunuz! Bu kışkırtıcı tavrınızla krizi derinleştiriyorsunuz. Bütün doğruları tekeline alan kibirli tavrınız, Türkiye’nin hayrına değil; barış ve demokrasiye kötülük ediyorsunuz.

“Doğru yolda yürüyen bir topal, yoldan çıkan iyi bir koşucuyu geçer” – Francis Bacon

0

baconYükselme Tutkusu Üstüne Yükselme tutkusu, insan gövdesinin salgılarından biri olan safraya benzer, yolu tıkanmadıkça insanı canlı, diri, çok ateşli, atılgan kılar. Ama yolu tıkanır da akamazsa, yakıcı, kötü, acı bir ağrıya dönüşür. Yükselme tutkusuyla dolu kimseler de, önleri açık olur boyuna ilerleyebilirlerse, tehlikeli olmaktan çok becerikli olurlar. Ama isteklerine engel çıktığı zaman, gizli gizli içerler, insanları, olayları kötü gözle görmeye başlar, ancak işler ters gittiği zaman sevinç duyarlar. Bir devletin ya da kralın hizmetinde bulunan kimse için en olumsuz niteliktir bu. Dolayısıyla, yükselme delisi kimselere görev veren krallar, bunların her zaman ilerleyebilmesine, geri bırakılmamasına gözkulak olmalıdırlar; çünkü böyleleri, bulundukları görevde ilerleyemezlerse, kendileriyle birlikte o görevin adını da batırmak için ellerinden geleni geri komazlar.

“Artık sen beni unut, ben de seni unutayım” Öykü: Sabahattin Ali

Sabahattin AliKazdağı’nın Adalar Denizi’ne bakan yamaçlarından birindeki bir yörük obasına gidip dört beş gün kalacaktım. Edremit pazarına çıra ve bal satmaya geldiği zamanlar ahbap olduğum ve devlet kapısında birkaç ufak işine yardım ettiğim uzun boylu, ak sakallı bir yörük beni davet etmiş: Çadırda yatmayı gözün tutarsa buyur! Taze bal yersin, kana kana acı su (rakı) içersin! demişti. Ben ona, bir daha kasabaya indiği zaman yanına katılıp geleceğimi söylediğim halde, sıcak, rüzgarsız bir günün sabahında, aklıma esiverince, yalnız başıma yola düzülmüştüm. Yerini aşağı yukarı bildiğim obaya, uğradığım köylerde sora sora, öğleye kadar varacağımı umuyordum. Yüzlerce, belki binlerce senelik zeytin ağaçlarının arasında uzanan, çukur, iki yanı böğürtlen ve hayıtlarla örülü yolda ağır ağır yürüyordum. Arkamdan yükselen güneş, gölgemi araba izlerinin kıvrımları üzerine serip uzaklara kadar götürüyor; deniz tarafından yüzüme doğru esen hafif, fakat serin bir bahar rüzgarı, kasabadan uzaklaştığımı hatırlatıyordu. 

Foti Benlisoy: “Erdoğan korktuğu için çok konuşuyor. Alenen yalan söylüyor”

Gezi direnişi “Gezi” ve Mevcut Konjonktüre Dair… Erdoğan Mağrip ülkelerine olan gezisine nihayet verip ülkeye döndüğünden beri Gezi direnişi üzerine nutuk üzerine nutuk, beyanat üzerine beyanat veriyor. Erdoğan konuşuyor, sürekli konuşuyor, çok konuşuyor. Alenen yalan söylüyor, utanmadan sıkılmadan iftira ediyor, tehditler savuruyor, esip gürlüyor. Erdoğan konuşuyor. Nazım Hikmet’in deyişiyle, “tek başına, yapayalnız, karanlıklara bırakılmış bir çocuk gibi bağıra bağıra, kendi sesiyle uyanarak, korkuyla tutuşup korkuyla yanarak, durup dinlenmeden konuşuyor.”

Dostoyevski: “Akıllı Sıradanlar” ikiye ayrılır: dar kafalılar ve “kafası daha çok çalışanlar”

dostoyevski“…Gerçekten de, diyelim, varsıl olmak, iyi bir aileden gelmek, eli yüzü düzgün olmak, fena bir eğitim almamış olmak, aptal olmak, hatta iyi yürekli olmak, ama aynı zamanda hiçbir yeteneği, hiçbir özelliği, hatta hiçbir tuhaflığı olmamak; kendine özgü hiçbir düşüncesi olmamak, tümüyle ve kesinlikle “herkes gibi” olmak… ne çekilmez bir durumdur! Varsıl ama Rotchild gibi değil; iyi bir adı var, ama önemli hiçbir şey o adla anılmaz; hoş bir dış görünüşü var, ama pek anlamlı değil; iyi bir eğitimi var, ama bu eğitimin nerede, ne uğurda kullanılacağı belli değil; akıl var -kendine ait düşünceleri yok; kalp var – gönül yüceliği yok vb. vb. Her şeyde çoktur; diğer bütün insanlar gibi bunlar da iki ana gruba ayrılırlar: dar kafalılar ve “kafası daha çok çalışanlar”.