Oğuz Atay: Tolstoy, Dostoyevski’yi anlayamamış aynı devirde yaşadıkları halde hiç görüşmemişler

oguz-atayBu adamların bizden uzakta ve ölmüş olmalarına dayanamıyorum. Öldükten sonra insanların bir yerde buluştuklarını söyleyenlere inanmak isterdim. Yaşarken, ne sıkıcı ve soluk insanlarla birlikte geçiriyoruz ömrümüzü. Hiç olmazsa öldükten sonra, aralarında bulunmaktan zevk alacağımız insanlarla yaşasaydık. Fakat ne garip, onlar da yaşarken görmek istemiyorlar birbirlerini. Belki öldükten sonra anlarlar. Kavga gürültü eksik olmaz aralarında gene. Elbette olmaz. Önemli olan bu değil.

Korku inisiyatifi önler, zihni köreltir, kişiyi itaatkar bir köleye dönüştür – Krishnamurti

0

Jiddu KrishnamurtiÇoğumuzun korku dolu olduğunu ve korkunun tıpkı ağaca yapışan sarmaşık gibi bizi insanlara yapıştırdığı için inisiyatifi öldürdüğünü gördük. Anne babamıza, eşimize, oğullarımıza, kızlarımıza ve mallarımıza sımsıkı sarılıyoruz. Korkunun dışa dönük biçimi budur. Diğer yandan, içsel dünyamızda yaşadığımız korku yüzünden bizler yalnız kalmaktan kaçıyoruz. Bir sürü malımız olabilir ama içsel anlamda, psikolojik açıdan çok yoksuluz. İçsel olarak ne kadar yoksulsak, insanlara, mevkilere, mal mülke bağlanmak suretiyle kendimizi görünüşte o kadar zenginleştirmeye çalışıyoruz. Korktuğumuz zaman yalnızca dışsal şeylere sarılıp kalmayız, ayrıca gelenek gibi içsel şeylere de bağlanırız. İçsel dünyası yetersiz ve boş olan çoğu insana ve çoğu ihtiyara göre gelenek çok önemlidir.

“İki ay kadar evvel daireye garip bir adam geldi” İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali

Sabahattin Ali

Ömer gözlerini açtığı zaman Macide’nin çoktan uyanmış, hatta yataktan kalkıp giyinmiş olduğunu gördü. Genç kız dün akşam çıkardığı elbiseleriyle masanın yanındaki iskemlede oturuyor ve dalgın bir halde önüne bakıyordu. Ömer bir müddet onu seyretti. Taranıp kulaklarının arkasına doğru atılan saçlarının altında parlayan ince boynunun ne kadar güzel olduğunu şimdi fark ediyordu. “Onu niçin kalkarken ve giyinirken göremedim?” diye bir an içi yandı. Sonra vaktin ne kadar geç olduğunu düşündü. “Gene daireyi asacağız galiba. Biz de pek aşırı gidiyoruz. Tam bugünlerde kapı dışarı ederlerse yandık!” diye söylendi. “Ne olursa olsun, bugün muhakkak uğramalıyım. Bizim mühim akrabayı görüp konuşmak lazım. Vaziyeti anlatırım, evlendim, yahut daha iyisi evlenmek üzereyim derim. Belki münasip bir iş bulur. Kırk iki lira ile ev idare olmaz. Fakat ben asıl bugünü düşünmeliyim. Galiba cebimde otuz beş kuruş kadar bir şey vardı. Bununla ne yapılır? Ona bunları nasıl söyleyeyim?”

“Yavuz Bingöl’e neden bu kadar kızıldı?” Esrar içmek, geğirmek en büyük mutluluk – Ali Murat İrat

Yavuz Bingöl“Beş bin kişiyiz burada/ Kentin bu küçük parçasında/…/ Biri öldü/ Diğerine vurdular/ Asla inanmazdım, bir insanın bir başkasına böyle vuracağına” Az sonra elleri, halkının türkülerini bir daha çalamasın diye, askerler tarafından kırılıp kemikleri un ufak edilecek Victor Jara yazıyordu bunları. Stadyuma toplanıp gözaltına alınmış binlerce insanın arasındaydı. Önce elleri kırıldı, sonra devletin o pislik hıncı dinmemiş olacak ki insanların gözü önünde kurşuna dizildi. Öldürülmeden az önce yazmıştı not defterine “Hiçbir şey umurlarında değil/ Onlar için kan madalyadır/ Kıyım kahramanlık gösterisi”. O katledildiğinde, bir başka dev sanatçı Lorca’nın Franco’nun adamları tarafından katledilişinin üzerinden de 37 yıl geçmişti. 

Cihan Semaları Altında Din ve Modern Maneviyat: Daryush Shayegan ile Söyleşi – François Bonnerdal

Abaküs Romalılar Frigya ya da Mısır tanrılarını teveccühle kabulleniyorlardı; hoşgörüleri, konukseverce ağırladıkları ve bazen kendilerininkilerle eşit haklar tanıdıkları yabancı tanrılara kadar uzanıyordu. Hoşgörüsüzlük ve akabindeki bir tür kabilecilik ve dinsel baskı, tektanrıcı dinlerle gelmiştir…

Orhan Veli: “Her şey gibi, şiir de burjuvazinin hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir!”

Orhan VeliBugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramamış olan şiirde, bu değişmeyen taraf; müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak şeklinde tecelli ediyor. Müreffeh sınıfları yaşamak için çalışmaya ihtiyacı olmayan insanlar teşkil ederler. O insanlar geçmiş devirlerin hakimidirler. O sınıfı temsil etmiş olan şiir layık olduğundan daha büyük bir mükemmeliyete erişmiştir. Ama yeni şiirin istinat edeceği zevk, artık akalliyeti teşkil eden o sınıfın zevki değil. Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir.

“Gerçeklerin karsısında yalanlar degil inançlar var” Nietzscheci Anarşizm ve Siyasal Kültür İhtimali

0

NietzscheYazar olarak yaşamının son zamanlarında, Nietzsche kendisini bir “afet adamı” olarak tarif eder. Başka bir yerde ise kendi döneminden “toplumun geç ve son derece ıslah edilmiş bir hali” olarak söz eder.Modernlik ve kendisinin modernlik içindeki rolüyle ilgili bu düşüncelerin gerisindeki akıl yürütme, yazarlığının ilk döneminden sonra kaleme aldığı insanlık ve insanlığın ortak çıkmazları üzerine yazılarının bağlamını biçimlendirir. Nietzsche’nin geleneksel değer sistemlerinin gücünün geri çekilişi olarak tanıklık ettiği şey, çağını bir “atomistik devrim”, anlamlı davranışın parametrelerini tanımlamış siyasal ve kültürel ikonların özsel bir erozyonu açısından nitelemeye sevk eder.

Ali Baran, “Teberik” adlı albümünden ezgilerle cafrande.org’ta

Ali Baran Yaşadığı bölgede tanınan bir halk ozanının oğlu olarak 1956`da Dersim- Hozatta doğdu. Düğün ve eylencelerde saz, seman ve cümbüş çalan, Kürtçe, Zazaca şarkılar, Türkçe türküler söyleyen babasından etkilendi. Küçük yaşta müzikle ilgilenmeye başladı. Kürt – Alevi Müziği ile iç içe olan bir evde büyüyen Baran, 6-7 yaşında davul çalar, 12 yaşında ise saz çalma ya başlar. Orta Okulu Elazığda okur, Elazığ Halkevi ile iliski kurar. Lise döneminde burada tiyatroda ve foklör çalışmalarında yer alır. Siyasi nedenle 1973 ten Elağız’da okuldan uzaklaştırılır.

Renoir ve online resim sergisi | “Zevkleriniz ve amaçlarınız yoksa yaşam anlamsızdır”

Atölyesinde porselen tabak boyayarak  resme başlayan Renoir, bu uğraş sonucunda  dikkate değer işler çıkarması sonrasında  akşamları resim dersleri için Dekoratif Sanatlar ve Resim Okulu’na gitmeye başladı.  1850’li yıllarda makinenin el işciliğinin yerini almasıyla işsiz kaldı. Resim sanatı ile uğraşma düşünü gerçekleştirebilmek amacıyla gerekli olan parayı kazanmak için büyük bir ustalıkla 18. yüzyıla ait resim taklitlerini yapmaya yöneldi. Yakın dostu Laporte’un önerisi üzerine Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmeye karar veren Renoir, giriş sınavlarını başarı ile kazanarak, 1862’de Emile Signol ve Akşam adlı tablosuyla tanınan İsviçreli ressam Charles Gleyre’in atölyesine girmeye hak kazandı. Atölyede sanatsal gelişimi açısından önemli rol oynayacak olan Frédéric Bazille, Alfred Sisley, ve Cladue Monet ile tanışmıştı.

“Sen bizim suretimize değil, siretimize bak” Nesnel bir bakışla Mevlâna – Sennur Sezer

Mevlana Radi fişCenazesi, öğütlediği gibi bir düğün havasında geçecektir. Üç büyük dinin din adamları kendi dinlerinin ayinlerini icra edecektir cenazede. Bu konuda tutucu engellemeler ise geri çevrilecektir. Güvenlikçilerin kalabalığı zorla, kılıçla engellemeye çalışmalarından tabut dört kez yere düşecektir. Dülgerler dört kez onaracaktır tabutu. Ve bir insanın yirmi dakikada ulaşacağı yolu cenaze sabahtan akşama dek ancak alacaktır. Bugün Konya’ya her gidenin mutlaka uğradığı Mevlâna Müzesi’nde gömülü olan kişi kimdir? Neden saygı duyulmaktadır ona? Orada gömülü olduğu söylenen kişi “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama / Ariflerin gönüllerindedir mezarımız bizim” demişti. 

Emrah Serbes: “Bir yalanı söylemek kolaydır, sürdürmek maharet ister”

Emrah SerbesAhmet, hayatımda tanıdığım en iyi çalım atan adamdı. Karşı takımdaki herkesi çalımlamadan gol atmak istemediğinden topu kaleye değil de taç çizgisine doğru sürdüğü bile olurdu. Annesi hastaydı. Bir gece öldü. Ertesi gün bütün arkadaşlar kendi annemiz ölmüş gibi ağlamaya söz verdik. Çünkü Ahmet’in bu acı olay nedeniyle futbolu bırakmasını istemiyorduk. O gün Ahmet’le beraber herkes ağladı ama ben bir türlü duyguya girip ağlayamadım. Ortalıktan kayboldum, ağlamış süsü vermek için kızarana kadar gözlerimi kaşıyıp geri döndüm. Ahmet sonraki günlerde de ağlamaya devam etti. Biz de gözlerimizi kaşıdık. Bizim çocuklara da göstermiştim bu numarayı. Ahmet, annesinin öldüğü günlerde ne zaman bizi görse gözlerimiz ağlamaktan kızarmış gibiydi. Bir yalanı söylemek kolaydır, sürdürmek maharet ister.

“Şu kulağını kesen garip adam…” Van Gogh Tarzı “Delilik-Dehâ” ve Ötesi – Ali Osman Coşkun

vangoghAntonin Artaud diyor ki: “Van Gogh’un akıl sağlığından sözedilebilir, o ki, hayatı boyunca sadece bir elini pişirmiş ve bundan başka da bir kez sol kulağını kesmekten öteye gitmemiştir,(…) Hayır, van Gogh deli değildi, ama resimleri suda yanan ateşlerdi, atom bombalarıydı, ki görüş açıları, o çağda ortalığı kasıp kavuran diğer resimlerin yanında, ikinci İmparatorluk burjuvazisinin ve III. Napoléon’unkilerin olduğu kadar Thiers’in, Gambetta’nın, Félix Faure’un polislerinin kurtçuk konformizmini ağır biçimde rahatsız edebilecek nitelikteydi. Çünkü van Gogh’un resmi, törelerin belirli bir konformizmine değil, kurumlarınkine saldırır. Ve dış doğa bile, mevsimleriyle, gel git’leriyle ve gün tün eşitliği fırtınalarıyla, van Gogh’un yeryüzünden geçişinden sonra, aynı evrensel çekimi koruyamaz.

“Sevmek bir eylemdir edilgen bir duygu değil” Üretici Sevgi ve Düşünme – Erich Fromm

0

ifromme001p1İnansal varoluş, insanın yalnız olduğu ve dünyadan ayırılmış bulunduğu olgusuyla belirlenir. Bu ayrılmaya katlanma gücü olmayan insan, bağlılık ve birliği aramaya zorlanır. Onun bu gereksinmeyi giderebileceği çeşitli yollar vardır. Ama o bu yollardan yalnızca birinde eşsiz bir varlık ve bir bütün olarak kalır ve kendi özgüçlerini başkalarıyla bağlantı kurma süreci içinde gerçekleştirir. İnsan’ın hem yakınlığı hem de bağımsızlığı; başkaları ile birlik olmayı ve aynı zamanda kendi biricikliği ile özelliğini korumayı aynı anda aramak zorunda oluşu, insansal varoluşun aykırıkamsıdır. Bu aykırıkanmın (paradoks) ve insana ilişkin ahlaksal sorunun yanıtı, göstermiş olduğumuz gibi, üreticiliktir.

Toplumumuzdaki erkeklik kimliği üzerine sosyopsikolojik bir inceleme – Cemal Dindar

Toplum ve BilimNe vakit cinsel kimlik ile ilgili bir mesele tartışılsa aklıma bir fıkra gelir: İki travesti şehrin meydanında yürürken, cadde girişinde bir otomobil çarpar. Biri kazayı atlatır; fakat diğeri yerde baygın kalır. Arkadaşı yerdekine seslenir: “-Figeen… Figeeeen… N’olursun bir ses ver…” yanıt alamadıkça, “Figeeen” deki e’lerin miktarı ve tonu artar… En sonunda işin “Figeeen” boyutunu aştığını görür ve son bir kez seslenir: “Davut ağbey, gözüün yağını yiyim bi ses ver!..” Bu fıkranın da erkek egemen söylemin bir parçası olup olmadığı elbette tartışılabilir. Peki, oyunun ciddiyete selam çaktığı anda yeniden erkeklik postunu giyinme örneğinde hiç mi gerçek payı yok?

Futbol ve Dünya Kupası Üzerine “Çocuklara sıkılan hangi kurşun kahpe değildir?” – Önder Göksal

che-guevara-madureira Futbol halkın içinden çıktı ve yine halka rağmen, paranın ihtişamına rağmen, savaşlara rağmen ayakta kalmayı başarıyor. Futbol oynayabilmek için iki direk, bir top ve o topu o direklerin arasından geçirmeye çalışacak yetenekler yeterli, ancak biz böyle basit bir oyunu allayıp pullayarak; kuyumcu dükkanın en değerli taşı edasıyla bol paralar karşılığında halka geri satıyoruz.

Fikret Başkaya: Bu vahşet insanlığın nasıl bir ikiyüzlülük ve aymazlık içinde olduğunu gösteriyor

FilistinFilistin veya neden söz ettiğini bilmek!

Siyonist İsrail Devleti, belirli aralıklarla Filistin’e saldırıyor. (Son beş yılda bu üçüncü). Saldırmak için her seferinde bir bahane uyduruyor. Çocukları, kadınları, yaşlıları, sivilleri vahşice katlediyor. Masum insanların üzerine bomba yağdırıyor, evleri, okulları, hastaneleri, kamu binalarını yerle bir ediyor, istediği kadar insana işkence uyguluyor, istediği kadarını hapse atıyor, halkı susuz, aç ve ilaçsız bırakıyor, dış dünya ile bağını kesiyor… Bu durum sürekli tekrarlanıyor ve “uluslararası toplum”, denilenin bu insanlık vahşetini uzaktan seyrettiğinden “şikayet” ediliyor… Aslında bu durumun nüanse edilmesi gerekir. Veya iki şey : Birincisi, “uluslararası toplum” dedikleri ABD, Avrupa, biraz da Japonya’dan ibarettir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi: Erdoğan’ın ünlüleri, Demirtaş’ın ünlüleri – Tayfun Atay

ünlüler AKP ve Erdoğan ne kadar ünlülere abanırsa abansın, ‘popüler kültür’le daha bağdaşık kampanya Demirtaş’ın çevresinde dönüyor.

En tuhaf beş beyin deneyi ve beyinin üç boyutlu görüntüsü

Kafatasının içinde, zarlarla örtülmüş, beyazımtırak ve yumuşakça bir kitle durumundaki sinir organı olan beyin, duyum ve bilinç merkezini oluşturur. Gelişmişlik düzeyi açısından insanları hayvanlardan ayıran en önemli organ olmakla beraber insan beyni hayvanlarda görülmeyen bilinç, konuşma, sevinç, üzüntü gibi olayların merkezi durumundadır. Bu sebeple bilimin beyni ve düşünme yetisini anlamaya yönelik araştırma ve deneyleri çağlar boyu devam etmiştir. Ancak bu deneyler içerisinde tuhaf ve ilginç olan deneyler arasına girerek literatürde yerini alan beş deneyini NTV Bilim Dergisi, ‘Ne düşündüğümü biliyorum’ başlıklı dosyasında inceleyip okucusuna sundu. İşte en tuhaf beş beyin deneyi

“Sorun Şudur: her şeyin mübah olduğu bu dünya nedir?” Dostoyevski ve Tarkovski – Ulus Baker

dostoyevskiTarkovski’nin Dostoyevski’yi bir “yakını” gibi gördüğü biliniyor –hayatı boyunca onun bir romanını çekmek istemiş ve anlaşılan buna ya fırsat bulamamış, ya da –bu daha doğru ve haklı bir neden herhalde– cesaret edememiş… Ama benim gördüğüm her imajının içine Dostoyevski tamtamına işlemiştir. Gerçekten de, nasıl Dostoyevski okuyana her şeyi yazabilecek gibi görünüyorsa, bir Tarkovski görüntüsü de her şeyi gösterebilecek gibi gelir… Onun filmleriyle “barışamazsanız” ilk yirmi dakikanın sonunda terk etmenizin daha iyi olacağı gerçeği (bu çoğu kişinin deneyimidir)iyi bilinir… Ama Tarkovski de her şeyi “çekebilecek” gibi gelen bir filmcidir. Ve bunun nedeni belki de Dostoyevski anlatımla göbekbağından çok, her ikisini birbirine bağlayan bağın oluşabildiği o dirençli zemindir.

“Evvelki hayatımız birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş…” İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali

Sabahattin AliHerkes ne diyecek?.. Fakat bu ana kadar herkesten ne gördüm ki… Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere, bu herkes dedikleri şey beni üzmekten, hayatımı manasız bir hale sokmaktan başka ne yaptı? Bu yaşıma kadar en iyi zamanlarım tam manasıyla yalnız kalabildiğim günler olmuştu. Ömer yakınlığıyla beni memnun eden, bana saadet veren ilk insan… Herkes kim? Emine teyzeler mi? Ahlaksız eniştem mi? Hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı anneciğim mi?.. Bunların uğrunda bugüne kadar çok şeylere katlandım, şimdiden sonra beni rahat bırakabilirler… Ben de onları rahat bırakırım… Beni öldü farz etsinler…” Burada güldü ve Ömer’in ellerini sıktı: “Tam yaşamaya başladığım bu andan itibaren beni öldü saysınlar…”