Oğuz Atay: İlk çekingenlikler ne tatlıdır oysa insan, bu beceriksizlikleri bir an önce yenmeye çalışır

Oğuz Atayİlk çekingenlikler ne kadar tatlıdır. Oysa insan, bu beceriksizlikleri bir an önce yenmeye çalışır. Bütün gücüyle büyüyü bozmak, buzları kırmak için uğraşır. Birlikte yapılan her yeni hareket de, istenmediği halde bu büyüyü geri getirir: insana yeni bir fırsat verir. Turgut da, bu sefer acele etmedi. Yemek seçmekteki kararsızlıkların, tabaklara uzanmaktaki çekimserliğin, her duruma uygun söz bulma güçsüzlüğünün ayrı ayrı tadına vardı. Kendini bıraktı: uzun sessizlikleri bozmak için çaba göstermedi. Gözlerini Aysel’in bakışlarından kaçırmadı. Dalgaların üstünde oynaşan güneş ışınlarına daldığı zaman söylenen sözleri duymadığı için üzülmedi. Zamanı unuttu: oraya gelmeden başından neler geçtiğini, ayrıldığı zaman neler geleceğini düşünmedi. Selim’den bahsetmek istediği sırada da, acaba şimdi konuşmasam daha mı iyi olur diye bir endişeye kapılmadı.

“Kim olursa olsun, bir insana inanmak mümkün müdür?” İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali

Sabahattin AliMacide bir müddet olduğu yerde kaldı. Bedri’nin ayak sesleri halı döşeli salondan geçip merdivenlerde kaybolduktan sonra ortalığı yalnız Ömer’in kesik ve hafif iç çekişleri dolduruyordu. Genç kadın, kocasının bu haline uzun uzun baktı. İlk defa olarak içinde merhamet ve alakadan ziyade, hiddet vardı. Birkaç kere gidip onun kafasını, yüzünü yumruklamak ihtiyacı duydu. Kafasında, o eski ve daima cevapsız kalan sual zonklayıp duruyordu: “Ne hakla? Ne hakla? Bana bunu ne hakla yapıyor? Ben ne yaptım? Ben herkesin oyuncağı mıyım? Ne hakla!…” Ve bunları düşündükçe kızgınlığı daha çok artıyordu. Nihayet kendini tutamayarak Ömer’i omzundan yakaladı ve sarstı; biraz evvel Bedri kapıya doğru sendelerken çıkardığı feryada benzeyen bir sesle:

Dostoyevski: Hayat bazen ölümden daha acı verici, değil mi Makar Alekseyeviç? (İnsancıklar)

Evdeki herkesi yatağının başucuna topladım, ona su verdim. Onunsa tek yaptığı başını hüzünlü hüzünlü sallamaktı. Sonunda ne istediğini anladım. Perdeleri açmamı istiyordu. Son bir kez aydınlığı, dünyayı ve güneşi görmek arzusundaydı. Perdeyi bir kenara sıkıştırdım ama yeni başlayan gün, tıpkı ölmekte olan zavallının solan hayatı gibi hüzünlü ve kasvetliydi. Güneş yoktu. Bulutlar sisler içinde bir kefen gibi gökyüzüne yayılmıştı. Hava yağmurlu, kasvetli ve karanlıktı. Çiseleyen yağmur pencereye vuruyor, soğuk ve pis suyuyla pencereyi yıkıyordu. Solgun gün ışığı odaya sızmayı başarmış, ikonun önünde yanmakta olan mumun titrek ışığıyla rekabet bile edemiyordu. Ölmek üzere olan adam bana hüzünle bakıp başını salladı. 

Şeyh Bedrettin: Bunlar neyin kendilerine uygun, neyin ters düştüğünü anlayacak kabiliyette değiller

Seyh BedreddinCennet, esasında melekût âleminden ibarettir. Âdem aleyhisselam buradan çıkıp, yoğunlaşarak yeryüzüne aldığı şekille inmiştir. Âhiret işleriyle ilgilenen bilginler, âhiret yolu için gerekli olan bilgileri kitap ve sünnetten öğrendiler. Fıkıhla uğraşan bilginler de, dünya işlerine dair bilgileri ve alım satımlara dair meseleleri yine, o kitaplar ve sünnetten elde ettiler. Kişi, âhiret yoluna dair bilgileri elde etmek isterse, âhiret konularını ele alan kitapları incelemelidir. Fıkıh konularına dair bilgileri elde etmek istiyorsa, o halde, fıkıh kitaplarını okumalı ve incelemelidir. Biri kalkıp, ben de kitap ve sünnetten yararlanarak bu bilgileri, âhiret ve fıkıh işleriyle ilgilenen bilginlerin eserlerini gözden geçirmeden elde edebilirim; onlar insandı, ben de insanım derse, doğru olmaz ve bu düşünce ömrü boşa harcamaktan başka bir işe yaramaz. Âhiret yolu da böyledir.

İnsanlara Özgü Bir Davranış Olarak Gülmenin Bazı Toplumsal Fonksiyonları – Rose Laub Coser

0

Rose Laub CoserGülmek insanlara özgü bir davranıştır. Hayvanlar gülmez. Bu yüzden tamamen insani bir özellik olan gülme, antik çağdan beri filozofları meşgul etmiş; Freud’un öncülüğünde psikoloji ve psikanaliz, gülmeyi nasıl tefsir edebilecekleri üzerine yoğunlaşmışlardır. Buna mukabil, gülmenin ve mizahın sosyolojik olarak analizi çok az denenmiştir. Sosyoloji edebiyatında mizahı belirli bazı toplumsal durumlarda tartışan çalışmalar görülmekle birlikte mizahın toplumsal fonksiyonlarını genellemeye teşebbüsler yok denecek kadar azdır. Birçok filozofun gülmenin hususiyle toplumsal bir faaliyet olduğunu belirtmesine rağmen, mizahın ve gülmenin sosyologlar tarafından bu nispi ihmaline şaşmamak elde değil. Gülmek, diğer benzer hissi ifadeler ve çoğu fizyolojik tepkiler gibi toplum tarafından belirlenir. Toplum, ‘gülme’nin kontrol altında tutulmasını bekler, çılgın veya isterik kahkahaları pek tasvip etmez.

Onat Kutlar’ın Deniz’ler için yazdığı şiir: “Bayrağı taşıyan düşerse onu taşırlar”

onat kutlar

Ateş sardı kör yılanın gözünü İspinoz kuşu da ötmez oldu Kurudu evinizin önündeki asma Ananızın kurduğu salçalar Soğuyor kızgın güneşte ve örtüyor Gözyaşlarının dinmeyen buzları Sayısız köylerini yoksul doğunun Yüzünüzün denizinde yapraklanan kan Şimdi ölü suların dibine çöküyor Kinin külrengi örümcekleri Seriyor suların ve şehirlerin Üstüne unutuşun kefenini Artık cellatlar sizi hatırlamıyor

Friedrich Nietzsche: “Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine hak dine inananlar derler”

0

Nietzsche Sözünü halka değil, yoldaşlara yöneltecek Zerdüşt! Sürünün çobanı ve köpeği olmayacak Zerdüşt. Niceleri sürüden çekmek; bunun için geldim ben. Halk ve sürü bana kızacak: çobanlar, haydut diyecekler Zerdüşt’e. Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine iyiler ve doğrular derler. Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine hak dine inananlar derler. İyilere ve doğrulara bakın ! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasa bozandan – oysa o yaratıcıdır! Bütün inançların inanç erlerine bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasa bozandan – oysa o yaratıcıdır! Yoldaşlar arar yaratıcı, cesetler değil ve sürüler ve inançlar değil.

“Sevgilisini unutmuş görünüyordu. İnsanın üşüyeceğini unuttuğu gibi” – Cafer Yurtsever

cafer yurtseverBabası Şilan’i Kindergarten’den almaya yanında yeni sevgilisiyle gitmişti. Hamburg’da hava bu gün de yağmurlu ve soğuktu. Yine cadde ve ağaç dallarından yağmur suları süzülüyordu. Abidin, silecekleri otomatiğe almış; silecekler gıcırtıyla yağmur tanelerini silip süpürürken o, yanında oturan kızın yüzüne bakıyor, ona dilinin ucuna geldiği gibi sözler söylüyor; kız da kıkırdayarak, “also”, “du Mensch”, “Nie” gibi kısa, kesik kesik sözcüklerle katılıyordu ona. İkisi de mutlu görünüyorlardı. Sakındıkları, gizlemeye çalıştıkları, dert ettikleri hiçbir şeyleri yoktu. Birlikte dans ederlerken, yemek yerlerken, böyle arabada yol alırlarken, banyo yaparlarken rüyadaymışçasına kadar rahat davranıyorlardı.

İnsanı Anlamak: Davranışlarımızın Oluşması ve Öğrenilmesi – Prof. Dr. Özcan Köknel

0

Özcan KöknelBilinç; belirli bir zaman sınırı içerisinde insanın yaşantısından haberdar olması, kendisinden ve çevreden bilgi edinmesi demektir. Gerçekte bilinç (şuur) sözcüğünün Latince karşılığı olan “conscientia” bilgi durumunda olmak, bilgiyle donatılmış olmak anlamına gelmektedir. Sağlıklı iletişim için gerekli olan koşulların en üst düzeyinde bilinç yer almaktadır. Dikkat; açık seçik, aydınlık ve duru bilinç durumunda algının bir kişi konu nesne ya da olay üzerinde odaklaşması, yoğunlaşmasıdır. Uyaranlara karış çabuk, doğru ve kolay tepki verilmesini, çevreye en doğru ve iyi uyumu, davranışın amaca yönelik, anlamlı ve etkin olmasını “uyanık bilinç” durumu sağlar.

Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu: Dilsizleşen Bir “Kendinde Aydın” – Müge Günay

Kış Uykusu Şeylerin çeşitliliğini eşdeğer kılan para en korkunç tesviyecidir. Çünkü para her tür nitel farkı “fiyatı ne?” sorusuyla ifade eder. Olanca renksizliği ve kayıtsızlığıyla bütün değerlerin ortak paydası haline gelir” (Simmel, 91). Bu nedenle eğitimli, entelektüel duruşunu sonuna dek koruyamaz Aydın, başka türlü davranması beklenen anlarda ortaya çıkan öbür yüzünü her zaman biraz gösterir.

Tezer Özlü: “Nereye baktıklarını, ne gördüklerini bilmiyorlar”

Tezer Özlü“Bir süre sonra kent yaşamı başlayacak. Tüm iş yerleri çalışacak insanlarla dolacak. Sürekli çalışan fabrikalarda işçiler vardiya değiştirecek. İstasyonlarda trenler duracak. Trenler kalkacak. Gökyüzünde uçan uçaklar dünyanın belirli havalimanlarına doğru göklerde yol alacak. Gemilere, arabalar eşyalar yüklenecek. İstasyonlara yorgun yolcular inecek. Uykusuz gece geçirenler yorgun kalkacak. Uzun uyuyanlar da yorgun kalkacak. Kimi mutlu, kimi acılı, kimi sevgi ile geçirdiği gecenin aşkı ile uyanacak.Kimi öfke ile. Kimi kendine güne nasıl başlayacağını soracak. Kimi bir intiharı düşünecek. Kimi özlem duyduğu bir kenti. Özlem duyduğu bir insanı. Kimi bugün beklenmedik bir ölümle ölecek. Kimi yalnız dağlar ve tarlalarla tanıdığı dünyasına bakacak.

205 Aydından Ortak Bildiri: “İnsanlık Suçları İşleyen Işid’e Karşı Kobani’ye Sahip Çıkalım”

kobani Din adı altında faaliyet gösteren ve militan devşiren IŞİD’in yaydığı barbarlık ve vahşeti birlikte ve yüksek sesle mahkum etmek bölgemizde demokrasi ve barış istemenin öncelikli koşulu haline geldi. Bölge içinde ve dışında yaşayan bazı Müslümanlardan destek görmesi IŞİD’e meşruiyet sağlamıyor. Müslümanlar açısından da karşı çıkılması gereken, IŞİD’in kınanması ve lanetlenmesi değil, IŞİD gibi bir barbarlık ittifakının dini değerleri ve sembolleri rehin alma çabası olmalıdır.

Kitap Fuarında İlker Başbuğ’un Alkışlanışı ve Kürtler… – Ahmet Nesin

Ahmet Nesin

Sorun Kürt halkına sarılıp Türk halkını unutmak değil, bu ülkede yaşayan bütün ezilmişlerin haklarını savunmaktır. Bütün bunları anlayabilmek için çok fazla detaya girmek gerekmiyor, sadece ben bu topraklara kaç yılında ve nasıl geldim, sonrasında ne yaptım, diye düşünürse insan, ırkçı değilse bu sorunun ivedilikle çözülmesi gerektiğine inanır. Çözüm azınlıktaki kimi sosyalistlerin dediği gibi “Biz iktidara gelelim, sizin haklarınızı vereceğiz…”e bağlı değildir. Kürt halkı sorununu kendi çözmek için seni bekleyemez, o çözüm için her yolu zorlar ve zorladığı için de bugün barış adımları atılmış ve bunlar tartışılıyor.

“İnsan dedikleri mahlukun bütün çirkef taraflarını artık gördüm” İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali

Sabahattin Ali“İnsan sana güvenebilir mi?” dedi. “En müşkül vaziyetimde bile senin yardımını beklersem hata eder miyim? Söyle!..” Bedri arkadaşının elini yavaşça yakasından uzaklaştırdı ve tatlı bir sesle: “Bu lafları bırak… Ne istiyorsan söyle!.. Gene mi parasızlık?” dedi.  Bu son kelime Ömer’in üzerinde bir kamçı tesiri yaptı. İki elini arkasına bağlayıp ileri doğru uzanarak. “Ya? Öyle mi? Hemen para lafı ha? Belki… Belki de parasızlık… Her şeyi yapan paradır çünkü… İnsanları en aşağılara indiren ve en yukarılara çıkaran… Para… Ne malum? Belki de bana para lazım… Öyle ya, şu anda cebimde beş kuruşum bile yok. Haydi versene!..” Bedri hemen elini cebine soktu. Eski ve rengi siyahlaşmış bir meşin çantayı açarak içini karıştırdı. Ömer bu esnada onun hareketlerini hiç kaçırmadan takip ediyordu. Arkadaşının birtakım ufak paraları alıkoyduktan sonra geri kalan bütün servetini, üç kâğıt lirayı masanın üzerine bıraktığını gördü. Onun ellerinin hareketine, yüzüne belki dakikalarca ve bir şey keşfetmek ister gibi baktı. Sonra iskemleyi kendine doğru çekerek dirseklerini arkalığına dayadı ve kelimeleri yarı yarıya dişlerinin arasında ezerek mırıldandı:  “Peki… Sen ne yapacaksın?  Sana bir şey kalmadı ki… Azizim, bu ne fedakârlık!.. Ben bir insanda bu kadar iyilik bulunabileceğine inanayım mı?

Fikret Başkaya’nın, Samir Amin ile yaptığı söyleşi: “Amerikalıların amacı bölgeyi kaosa sokmaktır…”

Samir Amin Önce neden emperyalist müdahaleler var ve bunlar neden Orta-Doğu’da odaklanıyor? Çünkü neo-liberal, neo-emperyalist yeni dünya düzeni sürdürülebilir değil. Artık çevre ülkelerin büyük çoğunluğunda sosyal planda tam bir yıkım tablosu söz konusu ve bu asla tahammül edilebilir bir durum değil. Bir zamanlar Mao’nun dediği gibi, dünya kapitalist sisteminin çevresindeki Güney ülkeleri, doğası gereği “fırtına bölgesi” (zone de tempête) olmaya devam ediyor.

Dostoyevski: Sıradan birinin kendisini kimseye benzemeyen biri olarak hayal etmesi çok kolaydır

dostoyevski Genç kızlarımızdan bazıları saçlarını kesip mavi gözlük takarak kişisel özelliklere sahip olacağını sanır. Orta halli biri kalbinde biraz olsun insancıl ve iyi duygular olduğunu sezerse hemen kendinden başkasını bunu duymayacağını toplum gelişiminin üstünde olduğunu düşünür. Başka bir duygu ya da başı sonu belli olmayan bir kitapda okuduklarının kendi kafasından çıkma ona özgü düşünceler olduğuna inanır. Doğrusu bu safça küstahlığa şaşmamak elde değildir.. Ne denli gerçek gibi görünmese de buna sık sık rastlanır.

“O gün bu gündür, bu masala İlk Bağdat Masalı denir” Tamu – İhsan Oktay Anar

İhsan Oktay AnarKurşun Lahdin eritilmesinden dört yüzyıl kadar önce, Halife Mansur Hazretleri düşünde gökten kayan iki yıldız görmüş, meğerse bunlar Harut ve Marut adlı iki melekmiş. Ademoğulllarının dünyada döndürdükleri işleri merak ettikleri için göğün en yüksek katının izniyle gece yere iniyor, şafak sökünce de esrarengiz bir beyit okuyup tekrar eski yerlerine yükseliyorlarmış. Ne var ki günün birinde ölümlü bir kadına âşık olmuşlar. Kadın da bunları serhoş edip göklerin kapısını açan beyiti ağızlarından almış. Esrarengiz sözleri söyler söylemez yükselmeye başlamış, ama yarı yolda diğer melekler onu çarpıp bir yıldız yapmışlar. Bu yıldızın adını Zühre koyduktan sonra, Harut ve Marut’u saçlarından bir kuyuya asıp cezalandırmışlar. Sabah olunca, Halife Mansur Hazretleri atına atlayarak düşünde gördüğü bu kuyuyu arayıp bulmuş. Yaklaşıp baktığında dibinde kendi aksini görmüş.

Cama Vuran Bir Dal Tezer Özlü ve Son Sözü: “Beni yalnız bırakma”

Tezer ÖzlüVallahi tallahi! Evet! İçtenlikle ve özdenlikle yazıyorum ki, Tezer Özlü’yü de, onun çok insanda bulunmaz Doğrucu Davutluğunu her yerde, her kentte ve her sokakta arıyorum. Hayalet Oğuz’a olağanüstü ve eşsiz bir “hayır” işleyen bir insanı ben nasıl özlemem. Tezer Özlü artık benim yakın akrabamdır. Ece Ayhan[1] Tezer Özlü, tek başına öldü. Son sözü, “Beni yalnız bırakma.” idi. Doğumu ise, o denli Pavese’i andırırcasına idi. Demir Özlü 1993 yılında bir dergiye Tezer Özlü’nün doğumu şöyle anlattı: “1940 yılında İstanbul’da çalışan babamla bir yıl önce Burdur’a atanmış olan annem Simav kasabasında birleştiler. Öğretmendiler. Tezer, kasabanın havuzlu, Arnavut kaldırımı döşeli küçük alanına bakan bir evde 10 Eylül 1942’de doğdu. Ben o zaman 7 yaşındaydım. Aileye kumral bir bebek gelmişti. Bu doğum olayını anımsıyorum.”[2]

Her şeyden umudu kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Uyumsuz Duvarlar – Albert Camus

Albert-CamusBir dostumun dediğine bakılırsa, bir adamın iki kişiliği vardır: Biri kendininki, biri de karısının onda gördüğü. Karısına toplum diyelim, o zaman anlarız bir yazarın bütün bir duyuşa verdiği adın,bir yorumla nasıl ondan ayrıldığım ve yazar bir başka şeyden konuşmak istedikçe yüzüne vurulduğunu. Bir şey söylemek, onu yapmak gibidir : «Bu çocuk sizden mi dünyaya geldi?» «Evet»,«öyleyse sizin oğlunuz bu çocuk.» «O kadar kolay değil bu iş!» Nitekim, Nerval, berbat bir gecede iki kez astı kendini;bir kez kendi dertlerine son vermek için,bir de başkalarına para kazandıracak bir söylence yaratmak için. Kimse ne gerçek mutsuzluk üzerine yazı yazabilir,ne de kimi mutluluklar üzerine.Ben de bunu deneyecek değilim. Ama söylenceye gelince,onu anlatabilir insan, ve bir an için olsun, onu söylencelikten çıkardığını sanabilir.

Caravaggio Hayatı, Sanatı ve Online Resim Sergisi ile Cafrande.org’ta

CaravaggioCaravaggio, Rönesansın denge ve uyum konusunda eriştiği ölçüden çok, maniyerizm’de beliren abartı ve hareketliliğe yöneldi. Resimlerinde koyu fon üstünde yer veridiği figürleri bir ışık demeti aracılığıyla aydınlatarak ortaya çıkardığı ışık-gölge karşıtlığı ile biçimlerin hacim kazanmasını sağladı. Figüratif kompozisyonlarda, aydınlık ve karanlık alanlarda dramatik etkiyi artırmak amacıyla karşıtlık oluşturarak düzenlediği Tenebrizm (koyuluk) tekniği 17. yüzyıl başlarından itibaren birçok ressam tarafından benimsendi. Işık, gölge oyunlarına dayanan heykel, resim ve mimarinin kaynaştırıldığı tüm sanat disiplimlerine getirilmiş, belli bir düzende ele alınan ölü doğa (natürmort) türü bu dönemde ortaya çıkmıştı.