Savaşlar ve Devrimler Döneminde Bir Yazar: Ernest Hemingway – Ekin Akçay

Ernest Hemingwayİnsanlık tarihinin en önemli sanat eserleri tarihin dönüm noktaları denebilecek tarihsel zaman dilimlerinde ortaya çıkmıştır. Fransız devriminin ya da Rus devriminin peşi sıra çıkan eserler halen dünyada onlarca dilde milyonlarca insan tarafından okunmakta/izlenmektedir. Emperyalist savaşlar, devrimler ve karşı devrimlerin yüzyılı olan 20. asır bu anlamda en verimli dönemdir. Nice akımlar, yazarlar, şairler ortaya çıkmış; bir o kadarı da dünyanın dinamikliği karşısında kalıcı değerleri yaratamadıklarından yok olup gitmiştir.

“Ölülerimiz için nutuklar atılacak sonra da gidip karınlarını doyuracaklar” – Albert Camus

Albert-CamusKaranlık limandan resmi kutlamanın ilk fişekleri yükseldi. Kent uzun ve boğuk bir haykırışla selamladı fişekleri. Cottard, Tarrou, Rieux’nün sevdiği ve yitirdiği kadın ve erkekler, ölü ya da suçlu, hepsi unutulmuştu. Yaşlı adam haklıydı, insanlar hep aynıydı. Ama her acının ötesinde, onları birbirine bağlayan güçleri ve suçsuzluklarıydı ve Rieux bunu burada hissediyordu. Kuvveti ve süresi iki katına çıkan, çınlaması terasın altına kadar uzanan haykırışların ortasında, rengârenk ışık demetlen gökyüzünde çoğalarak yükselirken, Doktor Rıeux, susanların arasında yer almamak, o vebalılardan yana tanıklık etmek, onlara yönelik adaletsizliğe ve şiddete ilişkin en azından bir anı bırakmak ve felaketlerin ortasında neler öğrenildiğini, insanların içinde hor görülecek şeylerden çok, hayranlık duyulacak şeylerin bulunduğunu söylemek için burada son bulan anlatıyı kaleme almaya karar verdi.

Karl Marks: Hindistan’da İngiliz Egemenliği toplumun tüm çerçevesini parçalamıştır

MarksHindistan’ın bir altın çağı olduğuna inananların görüşlerini paylaşmıyorum, ama bu görüşümün doğrulanması için de, Sir Charles Wood gibi Khuli Han’ın otoritesine başvurmuyorum. Ama, örneğin, Aurung-Zebe zamanını alınız; ya da Kuzeyde Moğolların, ve Güneyde de Portekizlilerin ortaya çıktığı evreyi; ya da müslüman istilası ve Güney Hindistan’daki Heptarşi[313] çağını; ya da, isterseniz, daha da gerilere, antikiteye gidiniz; Hindistan sefaletinin başlangıcını, dünyanın hıristiyan yaradılışından bile çok daha gerilerdeki bir evreye dayanan brahmanın[314] kendi mitolojik kronolojisini alınız. Ne var ki, İngilizlerin Hindistan’a getirdikleri sefaletin esas olarak farklı ve tüm Hindistan’ın daha önceleri çekmiş olduğundan sonsuz ölçüde daha yoğun türden olduğundan kuşkuya yer yoktur. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi[315] tarafından asyatik despotizmin üzerine oturtulmuş bulunan ve Salsette Tapınağı’ndaki[316] bizi ürküten kutsal canavarların herbirinden daha canavarca bir bileşim oluşturan Avrupa despotizmini kasdetmiyorum.

Stephen Hawking: “Modern bilimin doğuşunu Galileo kadar belki de hiç kimse etkilememiştir”

Stephen HawkingModern bilimin doğuşunu Galileo kadar belki de hiç kimse etkilememiştir. Felsefenin temelinde Katolik Kilisesiyle olan ünlü çelişkisi yatmaktadır, çünkü Galileo, insanın, dünyanın nasıl işlediğini kavramayı umabileceğim ve üstelik bunu, gerçek dünyayı gözlemleyerek elde edebileceğini ileri süren ilk kişiydi. Galileo, Kopernik’in kuramına (gezegenlerin güneş etrafında döndüğü kuramı) ta baştan beri inanmaktaydı, ama ancak, bu görüşü doğrulayacak tanıtları bulduktan sonra yaygın olarak desteklemeye başladı. Kopernik’in kuramına ilişkin İtalyanca (normal olarak kullanılan akademik Latince değil) yazılar yayınladı ve görüşleri kısa bir süre içinde üniversite dışında da geniş destek gördü. Bu, Aristocu profesörleri çileden çıkartarak, Katolik Kilisesini, Kopernik’in düşüncelerini yasaklamaya ikna etmek üzere Galileo ‘ya karşı birleşti.

Franz Kafka: “Ben yalnız seni yitirmemle düşüveririm Robinson’un durumuna…”

milenaBak Milena, önemli olan görmek mi, yoksa, yazılı görmek mi? Meran’da yazdığın son mektuplardan birinde sözünü etmiştin bunun, karşılık vermeye vakit bulamamıştım. O güç yolculuğa katlanmak için Robinson yarışmaya girmişti; başarısızlığa uğramış, bir sürü şey gelmişti başına… Ben yalnız seni yitirmemle düşüveririm Robinson’un durumuna. Gene de ondan çok ben Robinson sayılırım. Onun bir adası vardı, bir Cuma’sı, bir sürü şeyi daha. Gemisi de vardı, onu kurtaran, olup bitenleri bir düşe çeviren bir gemisi vardı onun… Benim hiçbir şeyim yok, adım bile yok… Onu bile sana verdim. Bu yüzden bir çeşit bağımsızlığım var sana karşı… Bağımlılık sınır tanımaz da ondan. “Ya hep, ya hiç” sözü, büyük bir söz! Ya benimsin, ya değilsin.

Ekonomi politiğin bir eleştiri denemesi | Engels: “Ticaret yasallaştırılmış dolandırıcılıktır”

“Tekellerin barbarlığını yıkmadık mı?” diye haykırıyor ikiyüzlüler. “Dünyanın uzak bölgelerine uygarlık taşımadık mı? Halklar arasına kardeşlik getirip savaşların sayısısnı azaltmadık mı?” Evet, bunların hepsini yaptınız – ama nasıl Tek büyük temel tekel, mülkiyet, daha serbestçe ve kısıntısızca iş görebilsin diye küçük tekelleri yokettiniz. Aşağılık açgözlülüğünüzün yayılması için yeni alanlar kazanmak üzere yeryüzünün ücra köşelerini uygarlaştırdınız. Halklar arasına kardeşlik getirdiniz – ama bu kardeşlik hırsızların kardeşliğidir. Savaşların sayısını azalttınız – barış zamanında daha da büyük olan bütün kârları kazanmak için, bireyler arasındaki düşmanlığı, alçakça rekabet savaşını son kertesine dek şiddetlendirmek için! Genel çıkarlar ile bireysel çıkar arasındaki karşıtlığın saçmalığının bilincinden hareketle, ne zaman salt insanlığınızla bir şey yaptınız ki? Çıkarınız olmaksızın, kafanızın içinde ahlak-dışı, çıkarcı güdüler kurmaksızın, ne zaman ahlaklı oldunuz ki?

“Kendimi Asma Fikrine Kapılmaktan Korkuyordum” Leo Tolstoy’un İtiraflarında “Hasta Ruh”

Lev TolstoyEğer mutlu ve rahat bir yaşımın tam ortasındayken, birdenbire yaşamayı sürdürmeye bir neden olmadığını, yaşamın anlamsız olduğunu düşünmeye başladıysanız, bu ne anlama gelebilirdi? Tolstoy’un “İtiraflarım” isimli eserinden alınan bu pasajlar, böyle bir deneyimi tanımlamakta ve William James’in “Hasta Ruh” diye isimlendirdiği şeyin bir tablosunu çizmektedir. “Yaşamım birden durdu. Nefes alabiliyor, yemek yiyebiliyor, içebiliyor ve uyuyabiliyordum… Ama içimde gerçek yaşam yoktu.

Psikanalizin Babası Sigmund Freud’a Göre Zihinsel Kişiliğin Anatomisi

0

Sigmund FreudYani süper-ego, ego ve id, üç farklı dünya, bölge veya eyalettir ve bireyin zihinsel aygıtı bu üçüne bölünür; aşağıda bu üçünün karşılıklı ilişkilerinden bahsedeceğiz. (…) İd hakkında size adından başka pek yeni bir şey söylememi beklemeyin. İd kişiliğin muğlak ve erişilmez parçasıdır; hakkında bildiğimiz çok az şeyi de rüya-çalışmalarından ve nevrotik semptomların oluşumundan biliyoruz. Bildiklerimize göre genelde negatif bir karakter ve ancak egonun olmadığı her şey olarak tanımlanabilir. Görüntüler aracılığıyla ide yaklaşabiliyoruz ve onu kaos olarak adlandırıyoruz, karmaşık heyecanlarla dolu bir kazandır o. Bir yerlerde somatik süreçlerle doğrudan teması olduğunu ve içgüdüsel ihtiyaçları alıp zihinsel ifadeler verdiğini tahmin ediyoruz, ama bu temasın hangi temelde yapıldığını belirleyemiyoruz. Bu içgüdüler onu enerjiyle dolduruyor ancak organize değil ve birleştirilmiş bir iradesi yok, sadece içgüdüsel ihtiyaçlar için zevk prensibiyle uyumlu olarak tatmin itkisine sahip. Mantığın yasaları, hepsinden önce de çelişki yasası, idin içindeki süreçlerde işe yaramıyor. (…)

“Dinle/ karanlığın esintisini duyuyor musun?” Rüzgâr bizi götürecek – Furuğ Ferruhzad

Furuğ Ferruhzad“Uyuduğum bu yerden deniz görünüyor. Denizin ortasında kayıklar var ve sonunun nerede olduğu belli değil. Eğer bu sonsuzluğun bir parçası olabilseydim o zaman istediğim her yerde olabilirdim… böyle bütünleşmek veya böyle devam etmek istiyorum. Topraktan her zaman beni cezbeden bir güç yükseliyor. Yükselmek veya ilerlemek benim için önemli değil. Yalnızca sevdiğim bütün şeylerle gömülmek istiyorum. Tamamen değişmesi imkansız bütün sevdiğim şeylerde gömülüp eriyeyim. Bana öyle geliyor ki sadece kaçmak, yok olmakla, değişimle, yitip gitmekle önemsiz bir şey olmakla aynı şey.”[1]

J. P. Sartre: “Biliyorum ki çalışan sınıfın serbest bırakılmasından başka bir kurtuluş yolu yoktur”

0

sartreDemek ki bu, onların seçmemi istediği materyalizmdir; bir canavar, ele geçmez bir Proteus, büyük, belirsiz, karşıt bir görünüş. Her gün, bütün entelektüel özgürlük içerisinde, bütün açıklığıyla seçmem istendi. Özgürce ve açık seçik olarak ve kendimle ilgili tüm fikirlerimle seçecek olduğum şey, düşünceyi yok eden bir doktrindir. Biliyorum ki çalışan sınıfın serbest bırakılmasından başka bir kurtuluş yolu yoktur; bunu bir materyalist olmadan önce ve gerçeklerin basit bir incelemesi neticesinde biliyordum. Fikri menfaatlerin proletaryadan geçtiğini biliyorum. Beni bu noktaya getiren düşüncemin kendi kendini yok ettiğinde ısrar etmem için bu sebep midir? Bu, onu bundan böyle kendi kıstaslarından feragat etmesi, çelişkili düşünmesi, birbirine uymayan tezler arasında savrulması, kendiyle ilgili en berrak bilincini dahi kaybetmesi ve inanca götüren baş döndürücü bir uçuşta körü körüne yola koyulması için zorlamama sebep midir? “Diz çök ve inan,” der Pascal. Materyalistin gayreti buna çok benzer. (…)

Kürtler Ölürse Sosyalizmi Kuracaklar!.. – Ahmet Nesin

Ahmet NesinSosyalizm zor iş, “Ben artık oldum!..” denilince olunmuyor, meyve ağacını bile aşılamazsan, bir sebzeyi zamanında ekmezsen olmuyor ki insan nasıl olsun. Sosyalistler arası tartışma olmaz mı, mutlaka olur ama bizdeki tartışma komik oluyor, bir sosyalistin başka bir sosyalisti onaylaması sanki suçmuş gibi gözüküyor. Bu 12 Mart darbesi öncesi de böyleydi, darbe sonrası da, 12 Eylül darbesinde de… Bütün sorun marksizmi yeteri kadar irdeleyememekte, onun şartlara ve kendi ülkenin konumuna göre uygulayamamaktan kaynaklanıyor. Türkiye’de sosyalistlerin bir kısmı yıllarca Kürtlerin haklılık savaşı için “Siz bizim aramıza katılın, biz sosyalizmi kuralım, ondan sonra sizin işinizi de çözeriz…” martavalını okudular. Geldiğimiz nokta ortada, 12 Eylül darbesinde Kenan Evren’in bildirgesini dinledikten sonra teslim olmak için sıkıyönetim mahkemelerinin kapılarında kuyruğa girenleri gördü bu ülke, mesai saati bittiğinde ertesi sabah yeniden kuyruğa girdiler.

Ali Şeriati: “Din, aldatma ve çıkar sağlama aracı olmuştur; gerisi hiç!”

Ali Şeriati

Marx’ın “Mülkiyet, güç kazanma etkenidir.” Şeklindeki görüşü, tarihin bu hassas anında, doğru anlaşılması için doğru yansıtılmalıdır. Şu anlamda ki işin başlangıcında, mülkiyeti bireye özgü kılan etken güç ve kudretti. Güç, bireysel mülkiyeti yarattı. Bireysel mülkiyetse güce süreklilik ve silah verdi; onu yasal, doğal ve meşru kıldı. Özel mülkiyet, tek parça toplumu ortadan ikiye böldü. Temel, sahiplenme ve bireysel mülkiyet üzerine kurulduğunda, zahitlik edecek, gerçek ve gereksinim duyduğu kadarıyla yetinecek hiç kimse yoktur. O zaman, bu gereksinimin miktarını kendisi belirlemelidir!

Teşekkürü Borç Bilmeyin, Başarılarınızın Devamını Dilemeyin… – Murathan Mungan

Hayatımda hiç pişmanlık duymadım,” diyenler var. Arkasında bir yaşam felsefesi, bir deneyimler toplamı varmış gibi görünen, içeriği değer kaybına uğramış günün popüler sözlerinden biri de bu. Hiçbir pişmanlığı olmayan bir hayat olur mu? olabilir mi? O zaman insana sorarlar: “Nerede, nasıl öğrendin, nelerden ders aldın; hiçbir pişmanlığı olmayan hayat mümkün mü?” diye. Sürekli anılan pişmanlığın kimseye bir yararı yoktur elbet, ama anısının izlerini sonraki deneyimlerimiz için hayatımızda taşırız. Pişmanlık, yaşamın öğreticilerindendir. Hayata karşı efelenerek kişiliğini savunur gibi görünen bu cümleyle, sağlam bir karakter, şaşmaz bir tercihler kesinliği ve tutarlı davranış bilgisi sunma iddiasında olmaya çalışan bu profildeki insanlar, bize aslında içlerinin nasıl da boş olduğunu, yaşam hakkında ne kadar az şey bildiklerini istemeden söylemiş olurlar.  

“Bu dünyada başka türlü olmak neye yarar?” İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali

Sabahattin AliKöprü’de, akşamüzerleri alışverişlerini yapıp paketlerini koltuklayan adamlara rastladıkça kendime sorardım: Senin neyin noksan? Neden? Neden sen evine bir şey götüremiyorsun? Neden borç alacak arkadaş veya olmayacak hülyalar peşinde koşmaktan başka elinden bir şey gelmiyor? Belki bunlar aslında o kadar feci şeyler değil… Belki yollarda gördüğüm insanların çoğu da benim gibi veya bana yakın vaziyette, fakat kafam her şeyi büyüten bir adese gibi… Oraya giren her şey, yünlü bir kumaş üzerine damlayan yağ lekesi gibi belli olmadan genişliyor, büyüyor… Başka bir şey düşünmek isteyince muvaffak olamıyordum…

Kendi el yazısıyla Neşet Ertaş’ın hayat hikayesi: “Merakınızı giderebildimse mutluluk duyarım”

neşet ertaşBabam Kırşehir’den çıkmış, Keskin’e gelmiş. Anamınan evlenmiş. Çiçekdağı’nın Gırtıllar eski adıyla Abdallar Köyü denilen küçük bir köy, 20 haneli bir yere gelmiş. Ben o Abdallar yeni adıyla Gırtıllar Köyü’nde dünyaya gelmişim. 5-6 yaşımda babam beni yanına aldı. Gittiği yerlere beni de götürürdü. Bazı türkü söyletirdi. Babam saz çalardı, bana da Kemanı verdi. Gülik’de sekiz yıl, Yozgat, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Kırıkkale, Keskin, Yerköy köyleriyle beraber gezdik. Düğün çalardık. Babamı bilenler, çağırırlardı. Geçimimiz verilen bahşişlerden olurdu. 14 yaşımda aldım sazımı, İstanbul’a gittim. Aç kaldım, karın tokluğuna iş bulamadım. Günlerce iş aradım bulamadım.

IŞİD Neden yeniliyor, Bağdat’a yürüyüşü bir çaresizlik belirtisi mi? – Michael Knight

kürt kadınlarDünya medyasında pek çokları panik içinde, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) diye bilinen grubun Bağdat kapılarına dayandığı sonucuna varmış gibi gözüküyor. IŞİD, her zaman için Irak’ın belâlı “vahşi Batısı” olmuş olan Anbar eyaletinde çarpıcı başarılar elde etti ve Anbar da Bağdat’ın hemen yakınında. Öyleyse, bir sonra düşecek olan hedef Bağdat. ABD Başkanı Obama’nın Salı günü IŞİD’e karşı başvurulacak strateji ve taktikleri koordine etmek üzere 21 ülkenin savunma yetkililerini Andrews Hava Kuvvetleri Üssünde âcil konferansa çağırmış olması da muhtemelen bundan bağımsız değil.

Kötülük ve Özgür İrade: Her insana şöyle söylemeli “İnsan olarak haysiyetini unutma” – Voltaire

0

İnsan kötü olarak doğmamıştır. Peki, o zaman neden bazıları kötü niyet salgınına tutulur? Voltaire’in insan kavramı, belirsiz ve kararsızdır. İnsan onuruna sahip çıkarak, İlk Günah öğretisini7 reddetmekle beraber, bilimsel devrimin insanoğlunun diğer tüm yaratıklarla aynı doğa kanunlarına tabi olduğunu söyleyen “makinistik” dünya görüşünden de etkilenmiştir. Bu durum, yazarın özgür iradeye olan insancı inancını sarmakta, insancı düşünceyle bilimsel düşüncenin arasında bırakmaktadır. Felsefi Sözlük’ten (Philosophical Dictionary) alınan “Kötülük” (Méchant) başlıklı makale ile “Özgür İrade” (Franc arbitre) başlıklı bir diğer yazı Voltaire’in ruh haline ışık tutmaktadır.

“Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür” | Aşk Üstüne – Halil Cibran

Halil CibranAşk Üstüne Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım. Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü. Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk’ı soran sizler, Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum. Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum.İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir ? Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir ?

Suphi Nejat Ağırnaslı’nın son mektubu: “Hayatımda hakikate vardığım en yakın nokta budur”

Suphi Nejat AğırnaslıIŞİD’e karşı savaşırken Kobani’de 5 Ekim günü yaşamını yitiren Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olan sosyolog-çevirmen Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş), Kobani’ye  gitmeden önce ailesi ve dostlarına bıraktığı mektupta, “Sıradan bir genç olarak sıradan çelişkilerden dolayı, sadece bir tercihte bulundum; her şeyden önce bu tercihi kendim için yaptım” diyor. Bir bölümü, Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen anma etkinliğinde okunan mektubu: “Türkiye’nin batısında sıradan emekçi insanların hayatını büyüleyecek, sıradan kahramanlar çıkaracak büyük bir çıkışın tohumlarını, hakikat arayışçılığının öncü ve artçı örgütünü yaratmanız dileğiyle” bitiriyor. 

“Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir” Böyle Buyurdu Zerdüst – Friedrich Nietzsche

friedrich-nietzscheNietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında zamanındaki kulaklara göre ağız olmadığını kendisinin daha sonraki kuşaklar tarafından anlaşılacağını söyler. Özellikle yüzyıl sonra anlaşılacağını yazmış olması gerçekleşen bir kehanet olarak görülebilir. Elbette tek tek filozoflarda Nietsche’nin çalışmalarını değerlendirenler olmuştur. Fakat asıl olarak Nietzsche 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genel bir ilginin konusu olur ve  felsefeciler tarafından her anlamda değerlendirilmeye başlanır. Onun perspektivizmi, tarihselciliği, bilgi/iktidar düşüncesi, dil’i kavrayış biçimi yeniden farklı anlam katmanlarıyla değerlendirilmeye başlanmıştır. Günümüzde ise Nietzsche en derin teorik tartışmalardan en sıradan sohbetlere kadar herkesin dilindeki isimlerden biri haline gelmiş bulunmaktadır. Nietzsche’nin kendi istediği anlamda anlaşılıp anlaşılmadığı tartışmalı olmakla birlikte belirttiği zamanda kendisine pek çok kulak verenin ortaya çıktığı kesindir. Ancak devlet ve bayrak ile ilgi “Benim için bayrağın tuvalet kâğıdı kadar değeri yok. Tuvalet kâğıdı hiç değilse bir işe yarıyor…” gibi sözlerinin anlaşılması için yüz değil ikiyüz yıla ihtiyaç olduğunu söylememiz gerekiyor.