Filozof, Matematikçi, Tarihçi, Sosyolog… Bertrand Russell’dan “On özgürlükçü emir”

0

Bertrand RussellBertrand Russell, Monmouthshire’de İngiltere’nin önde gelen aristokrat bir ailede dünyaya geldi. İngilizlerin “idealizme karşı isyanı”na öncülük ettti. Analitlik felsefenin kurucuları arasında yer aldı. A. N. Whitehead ile birlikte Principia Mathematica adlı kitabı yazdı. Felsefi denemesi ”On Denoting” (İfade Üzerine) adlı eseri felsefinin paradigması olarak kabul gördü. 20. Yüzyılın önde gelen mantıkçılarından biri olarak tanıdı. Çalışmaları mantık, matematik, dilbilim, bilgisayar teknolojisi ve filozofiyi, özelliklede dil felsefesi, epistemoloji ve metafiziğini önemli ölçüde etkiledi. Russell önde gelen bir antiemperyalist tanınmış bir savaş karşıtı oldu. Bu tutumundan dolayı Birinci Dünya Savaşı sırasında hapis yattı. Adolf Hitler’e karşı kampanyalar düzenledi. Vietnam Savaşı’ında Amerikan hükümetini suçladı. Nükleer silahsızlanmanın savunucusu oldu. İsrail’in Orta Doğu’daki ülkelere karşı izlediği tutumu eleştirdiği bir bildiri yayınladı.

Marx ve Engels: Özel mülkiyet sizin toplumunuzda nüfusun onda-dokuzu için zaten ortadan kalkmıştır

0

kapitalizm_faşizmÖzel mülkiyeti ortadan kaldırma niyetimiz karşısında dehşete kapılıyorsunuz, oysa özel mülkiyet sizin mevcut toplumunuzda nüfusun onda-dokuzu için zaten ortadan kalkmıştır; birkaç kişi için varoluşu, tamamıyla, bu ondadokuzun ellerinde varolmayışından ötürüdür. Demek ki, siz bizi, varlığının zorunlu koşulu toplumun büyük bir çoğunluğunun mülksüzlüğü olan bir mülkiyet biçimini ortadan kaldırmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz. Tek sözcükle, bizi, mülkiyetinizi ortadan kaldırmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz. Elbette; bizim niyetimiz de zaten budur.

Şüpheli bir ölüm: Çukura düştüğü gece, Orhan Veli neredeydi? – Sunay Akın

Orhan Veli Orhan Veli, 1950’nin 10 Kasım gecesi, Ankara’da Belediye’nin açtığı bir çukura düşer. Beyin kanaması başlar ve 17 Kasım’da Orhan Veli, üç gün önce kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi’nde, saat 23.20’de gözlerini İstanbul’a kapar. Doktorlar ölümünü şüpheli görürler…

Sade Bir Ses, Sağlam Bir Yorum | Jülide Özçelik ve Sevilen Eserleri cafrande.org’ta

1975, İstanbul doğumlu olan caz sanatçısı Jülide Özçelik, liseden sonra müzik eğitimine Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin hafif batı müziği bölümünü kazanarak başladı. Mezun olduğu sene İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin müzik bölümününe tam burslu olarak girdi. Burada vokal performans bölümünde Nükhet Ruacan ile vokal teknikleri üzerine çalıştı.

Ahmed Arif’ten Cemal Süreya’ya mektup: “Dünyanın en güzel kızları, hiç kuşkusuz zaza kızlarıdır”

Ahmed ArifCemalim,

Mektubun hele şükür, geldi. Oysa ben, geleceğinden umudu kesmiştim. Bu yüzden dün senin yazıyı dizmemeleri için basımevine haber ilettim. Şimdi de gider, yeniden dizmelerini söylerim! Ne yapalım, bu kadarcık nazımı da çeksinler… Papirüsün fotoğraflı bölümü için acele etme. Daha doğrusu yazıyı hazırla da bir kıyıya bırak, beklesin. Kitap çıksın da öylece yayınlarsın. Varsın Ekim olmasın da Kasım olsun. Ancak, senin yazın, Senin imzan olursa bu işe katlanırım. Yoksa dalamanların övgüsü bile bana küfür gibi geliyor. Evet, böylece o yazını da ikinci kitaba alırım.

“Can sıkıntısı hayal gücünü mü, ölme riskini mi yükseltiyor?” Can sıkıntısının psikolojik açıklaması

sıkıntı stres Bir deneyde gönüllü denekler boş bir odada 15 dakika tek başına bırakılmış, bu sırada yapabilecekleri tek şeyin bir ipi çekerek ayak bileklerine elektrik şoku verme olduğu söylenmiştir. Deneklerin çoğunun can sıkıntısını gidermek için bu yola başvurduğu görülmüştür.

Küçük hesapların büyük yazarı Anton Çehov’dan bir öykü: Şişman ile Zayıf

Anton ÇehovNikolayevski Demiryolu Garı’nda iki dost karşılaştılar. Birisi şişman, öteki zayıftı. Şişman az önce gar lokantasında öğle yemeğini yemişti. Yağlı dudakları olgun vişneler gibi parıldıyordu. Şarap ve turunç çiçeği kokuyordu. Zayıf ise az önce vagondan inmişti. Eli kolu bavullar, bohçalar, karton kutularla doluydu. Kurutulmuş domuz eti ve kahve telvesi kokusu yayıyordu etrafa. Onun hemen gerisinde uzun çeneli zayıf bir kadın ile uzun boylu süzgün gözlü liseli bir genç yürüyorlardı. Karısı ve oğluydu bunlar. Şişman zayıfı görünce:

Abidin Dino: “Ağrı duymamanın mutluluk olduğunu anlamak için nasıl bir acı çekmek gerektiği düşlenemez”

Abidin Dino“Pencereden bakınca şaşıyorum. İnanılır gibi değil, dışarıda sokaklarda, evlerde milyonlarca insan var. Acele ile bir yerlerden bir yere koşuyorlar. Pervasız, merdivenlerden inip çıkıyorlar koşarak. Deli mi bunlar? Her şeyi bırakıp, dua eder gibi oldukları yerde oturup, yarasız beresiz, sancısız olmanın mutluluğunu düşünseler günde beş dakika! Evet, oldukları yerde kaldırımlarda oturup düşünseler biraz.?” Ağrı duymamanın mutluluk olduğunu anlamak için nasıl bir acı çekmek gerektiği düşlenemez elbet. Dino bile ancak yüzyıllardır acı örneği olarak resmedilmiş, heykelleştirilmiş İsa’dan yola çıkarak tanımlayabilir bunu: “Sancı, sancı, sancı. Çarmıha gerilsem daha fazla mı sancı duyarım? Sancının son sınırlarına ulaşmak.”

“Sevgiye sahip olunabilir mi?” Sahip Olmak ya da Olmak – Erich Fromm

erich frommEvliliklerin kısa sürede tüketildiği, aşkın yoğun duygusal yanılsamalar olarak yaşandığı, hakkında çok konuşulup gerçek anlamda çok az anlaşıldığı, genelde yanlış yorumlayıp yanlış yaşandığı en önemli duygularımız, sevmek ve aşık olmak. En çok da aşık olmak ve aşka sahip olmak arasında sıkışıp kalıyor ruhlarımız, bu kavramların anlamını bilmeden her gün delice aşkı ararken bulduğumuz an tüketmeye başlıyoruz . Burada çok önemli bir sorun çıkıyor karşımıza: ‘Sahip Olmak’ sorunu. ‘Sahip olmak’ ve ‘olmak’ açılarından bakıldığında sevmenin ikili bir anlamı olduğunu görüyoruz. Sevgiye sahip olunabilir mi? Eğer bu olabilseydi, sevginin maddesel bir biçim alması ve onu alıp saklamanın mümkün olması gerekirdi.

Nazım Hikmet şiiri üzerine genel bir değerlendirme ve bazı savlar

Nazım HikmetNâzım Hikmet, Cumhuriyet döneminin ilk kuşak şairleri olan Hececiler’den biri olarak şiire başladı. Çok genç bir yaşta gittiği Rusya’da devrimci ortamdan, devrimci şiir akımlarından (genel olarak o dönemin devrimci, öncü sanat hareketlerinden) etkilendi. Mayakovski gibi bir şairle kişisel olarak da tanıştı, toplantılarda birlikte şiir okudular. Öte yandan, klasik divan şiirini ve bu şiirde modern Fransız şiiri etkisi altında 19. yüzyılda gerçekleşen yenilikleri biliyordu. Tevfik Fikret gibi bir şairin, Ahmet Haşim’in şiirlerini tanımaması olanaksızdı. Yahya Kemal ise zaten edebiyat öğretmeniydi ve ailece yakınlıkları olan bir kimseydi. Genç Nâzım Türk halk şiirini de tanıyordu.

Oğuz Atay: Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım

Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopyalar yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım

İnsan Hakları Yazıları: Zayıf Düşünceye Karşı Hak ve Kudret – Ulus Baker

Ulus Bakerİktidarın ve gücün ‘hukuki model’ çerçevesinde tanımlanması, onu bir ‘aidiyet’ ve ‘mal’ mertebesinde ele almaya yol açmakla kalmaz, aynı zamanda ‘ona sahip olmayanlar’ın bir ‘yoksunluk’ özelliğiyle tanımlanmasına kadar işi vardırabilir. Buna göre iktidarın aritmetiğinde ‘ya hep ya hiç’ ilkesi geçerli kılınır iktidara sahip olmayan yönetilmektedir, yani pasiftir. Sahip olan ise, ister yönetici sınıf olsun isterse devlet gücünü elinde bulunduran bir kişi veya grup, yönetmektedir, yani aktiftir. Bu kadar yalın ve basit bir kavrayışın aslında kuramsal ve pratik açılardan bir felaket olduğunu görmek pek zor değildir: hiç değilse, La Boetie’nin ‘Gönüllü Kulluk Üstüne Konuşma’sından başlayan bir dizi eser insanların ‘yönetilmek’ ve ‘kullaşmak’ için ne kadar büyük güçler harcadıklarını, boyun eğmenin bir ‘hiçlik’ten, ‘yoksunluk’tan ibaret olmayıp, tarih boyunca insanların en çok uğraştıkları mesele olduğunu gösteriyor.

Onat Kutlar’ın Son Söz’ü: Nereye gitseniz yalan ve ikiyüzlülükle dokunmuş halıların üstünden geçiyorsunuz

Onat KutlarBu bir mektup değil. Daha doğrusu sana yazılmış değil. Senin adına başkasına yazdım. Bir tür son söz. İki yıllık bir defteri kapamak için. Gevezelikleri bir yana bırakalım ve şu soruya bir cevap arayalım. Niçin ben susmak zorundayım? Açın gözlerinizi, burnunuzu dikin ve kulak kesilin: Çürümeyi duyuyor musunuz? Siz başka türlü görseniz de şu çok yaşlı toprağımızda her günün tufanından artakalan sayısız şeyin kokuştuğunu, çürüdüğünü biz biliyoruz. Nereye gitseniz yalan ve ikiyüzlülükle dokunmuş halıların üstünden geçiyorsunuz. Ama bir koku, dayanılmaz bir koku gelmiyor mu burnunuza? Kırbacın rüzgârı, uykunun sisleri ya da altın varaklar kapatabilir, dağıtabilir mi bu pisliği? Çocukların sessizce geleceğin denizlerine kürek çektiklerine bakmayın. Ayakları geçmişin ağır zincirleriyle yeniden bağlanıyor. Bilginler gittikçe küçülen kurtlar gibi kendi kitaplarının ciltleri arasına gömülüyor. Kendi kuyruğunu yiyen bir masal hayvanı gibi ağır ağır ölüyor yaşam. Ortalıkta dolaşanlar yalnızca çerçiler ve tacirler çürümeye yüz tutmuş bir meyvayı evden eve dolaştırıyorlar.

Fikret Başkaya-Gün Zileli söyleşisi: “Kapitalizmden Kopmadan Sorunları Çözmek Mümkün değil”

fikret - gün AKP rejimi din soslu, faşizm/bonapartizm karması, tuhaf bir rejime dönüştü-dönüşüyor… Tehlikeli eşik hızla aşılmakta. O zaman bir ortak muhalefet cephesi oluşturmak şart. Tarihte bu tür kritik durumlardaki basiretsizliğin yıkıcı sonuçlarına dair epey örnek var… Onun için, aklını başına almayı gerektiren bir eşikteyiz…

Hiç kimseler sürüsü ile “Dağlarda Bir Gezinti” – Franz Kafka

franz kafka Ben hiç kimseye bir zarar vermedim, ama “hiç kimseler sürüsü” bana yardım etmiyor. Kimse tarafından duyulmadan, “Bilmiyorum” diye haykırdım, “bilmiyorum.” Eğer kimse gelmiyorsa, kimse gelmiyor demektir.

“Neden her yer karanlık, bu ışıklarla kim oynamış?” Siyamo’nun Öyküsü – Turabi Kişin

roboski katliami Sırtındaki kabanı çıkarıp salondaki askılığa asmak üzere olan Siyamo “Yok artık, bu kadar da olmaz” diyecek oldu. Fakat dili dönmedi. Ayrıca biliyordu ki bu tepki mevcut durumu anlatmaya yetmeyecekti. Zaten söyleyecek durumda da değildi. Çünkü içinde bulunduğu korku durumu onun yüreğini, dilini ve aklını kilitlemişti.

“Güzellik gölgesizdir sığınamazsın…” Sevgi Soysal’dan bir öykü

Bütün kızlar, şampanya adını duymuş bütün sıradan kızlar, sevgili bir erkeğin kendilerine pembe şampanya ısmarlamasını düşlemişlerdir . Gümüş kova içinde, buzlar arasında pembe şampanya, sonra belki de kuş cıvıltıları. Başlarına tuğla düşmemiş bütün kızlar. Tuğla düşene kadar. Tuğla düşünce, tek düşünce ölmemek olur, yaşamak olur elbet. Şampanya gibi usul usul, kibar kibar, kabardı erkek. – Ev tuttun ha? -Bir tane sana, bir tane de bana, dedi kadın, şampanya yudumlarcasına yumuşak. Adam şampanyalıktan çıktı. Sanki ilk tuğlayı başına yemiş. Masanın çevresinde eşindi, eşindi. Aynı köpekler gibi. Gezmeye götürüleceğini sezen köpekler gibi. Ve sevinçle, hayır kederle havladı.

Sartre’ye göre varoluşçuluk ve varoluşçuluğun başlangıç noktası: “Tanrı olmasaydı her şeye müsaade edilirdi”

0

Sartre“Varoluşçular dürüstçe insanın ıstırap içinde olduğunu söyler. Anlamı şu şekildedir: insan ne olacağını seçemediğini fark ederek kendini herhangi bir şeye adadığında, ancak insan aynı zamanda tüm insanlığın ne olacağını belirleyen bir yasa koyucu gibidir, böyle bir anda insan böylesine büyük ve ağır sorumluluk duygusundan kaçamaz. Aslında böylesine bir endişe sergilemeyenler de vardır. Ancak onların bu ıstırap veya korkularını yalnızca sakladıklarını veya bunlardan kaçtıklarını biliyoruz. Pek çok insan yaptıklarına kendilerinden başka hiç kimseyi adamadıklarını düşünür: “Herkes böyle yapsa ne olur?” diye onlara sorarsanız, omuz silker ve söyle yanıt veririler: “Herkes öyle yapmıyor.” Ama gerçekte kişi kendine eğer herkes kişinin yaptığını yapsa ne olur diye sormalıdır; kişi kendini kandırmak haricinde böyle rahatsız edici bir düşünceden de kaçamaz. “Herkes öyle yapmıyor” diyerek kendine bahane bulmak için yalan söyleyen insanın vicdanı hastadır…”

Sokrates’ten Nietzsche’ye ‘Aşkta Kaybeden Büyük Filozoflar’ – Andrew Shaffer

Andrew ShafferFikirlerine saygı duyduğumuz, ancak romantik tercihlerinden kesinlikle uzak durmamız gereken büyük filozoflar… Tarih boyunca bilgelikleriyle hayranlık duyulan filozofların özel hayatları ‘Aşkta Kaybeden Büyük Filozoflar’ kitabında mercek altına alınıyor. Kitabın tanıtımında ‘Çok az insan filozoflar kadar aşk acısı çekmiştir. Bilgeliklerine ne kadar hayranlık duysak da, tarih dünyanın en akıllı insanlarının aşk hayatlarındaki hayal kırıklıklarıyla doludur’ ifadesi kullanılıyor. Söz konusu kitabın önsözünde Shaffer: “Evlilik yıldönümünüzü unutmuş olabilirsiniz ama en azından karınızı boğmamış (Louis Althusser), metresinizi evlat edinmemiş (Jean Paul Sartre) veya ilişki yaşadınız diye başka bir ülkeye sürülmemişsinizdir (Seneca)…” diyor.

“Büyük üstatlar, derece derece alçalarak aç bir hayvan haline gelmişler” İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali

kadın Macide yanındaki pencereden dışarı bakınca olgun başaklı bir tarla gibi hışırdayan denizin sesini duyduğunu zannediyordu. Tek tük geçen vapurlarla rıhtımdaki fenerler ateşböcekleri gibi yeşilimtırak bir ışıkla parlıyordu. Macide kendini yapayalnız hissetti. Bu his, ona şimdi yabancı bir şey gibi geliyordu. Evvelce de uzun yalnızlık seneleri yaşamıştı, fakat o zaman bundan kurtulmak için çabalıyor ve bir şeyler, bir şeyler yapıyordu. Halbuki şimdi ruhunda en ufak bir kımıldama bile yoktu.