Taoizm üzerine: Tao bir yol’dur ama yol olmayan yoldur – Erol Anar

Lao tzuYıllar önce J.C.Cooper’ın “Erdemin Işığı Taoculuk” başlıklı kitabını okuyunca, Taoculuk’un diğer Uzakdoğu felsefelerini etkileyen ve hatta onlardan derin bir düşünce biçimi olduğunu düşünmüştüm. Ve o günden bu zamana kadar Taoculuk bir felsefe olarak hep ilgimi çekti. Taoculuk, bir felsefe olarak ortaya çıkmasına karşın daha sonra bir dine dőnüştü. Taoizmde YinYang ilkesi őnemlidir, tıpkı Budizmde de olduğu gibi. Cooper, Yin-Yang ilkesinin olumsuz, karanlık alan olduğunu; ayrıca, dişil öğeyi, gizil gücü, varoluşsalı, doğalı simgeledigini belirtiyor. Ve, bu nedenle, diyor, o, içinde nesnel olaylar evrenini yaratmanın aydınlığına yükseldiği karanlığın, kökensel yığınıdır, Chaos’dur (kaos); ancak bu yığın (chaos) Tao ile özdeş tutulamaz, Tao bu yığından önce vardı. Yin sonu gelmeyen bir yaratmadır, bir doyurucu olandır, yüce anadır, bu yüzden de Yin hep Yang’dan önde sayılır. Yang gizli olandan doğmuştur, bu nedenle karanlık ortaya çıkan aydınlıktır; onun doğuşu da gerçekleşmiş olmak, varlık olmak, tin ya da anlık olmak içindir.”

“Gerçeği sevdim ama nerede?” Stendhal’ın Günümüz İçin Anlam ve Önemi – Stefan Zweig

stendhalStendhal, bir sıçrayışta bütün bir yüzyılı, on dokuzuncu yüzyılı aşmıştır; hızını on sekizinci yüzyıldan, Diderot ve Voltaire’ in kaba özdekçilik’ini alıp, bizim psiko-fizyolojik çağımızın, psikolojinin bir bilim haline geldiği çağımızın ortalık yerine sıçramıştır. Nietzsche’nin dediği gibi “Ona bazı noktalarda erişebilmek, onu çok fazla etkileyen problemlerden bazılarını çözebilmek için iki kuşağın geçip gitmesi gerekmiştir“. Eseri, sıcaklığından hemen hiçbir şey yitirmemiş ve hemen hiç eskimemiştir; vaktinden önce keşfettiği şeylerin büyük bir bölümünün kesinlikle doğru olduğu ve önceden gördüğü pek çok şeyin gerçekleşmek üzere bulunduğu anlaşılmıştır, önce çağdaşlarının gerisinde kaldığı halde, sonunda, Balzac’ın dışında, hepsini geçmiştir.

Bazı rahatsızlıklar hakkında genel sağlık bilgisi

respiratorydetailEnfarktüs (kalp krizi) Kalbi besleyen büyük damarlardan birinin aniden tıkanması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Enfarktüs krizi geçiren hasta; kalp bölgesinde ani bir ağrı hisseder. Nefes almakta zorluk çeker. Yapılacak ilk iş, hastanın 45 derece bir meyille oturmasını sağlamaktır. Sonra; vakit geçirmeden doktor çağrılır. Enfarktüs krizini atlattıktan sonra kesin istirahat ve doktorun dediklerine uymak şarttır.

Astım Akciğerlerdeki küçük hava borularının daralması nedeiyle solum güçlüne neden olan bir hastalıktır. Astımın sebeplerinin başında kişi bünyesi gelir. Yani, bazı kimselerde baş ağrısı ne kadar tabi bir şeyse, diğerlerinde de astım o kadar doğaldır. Bazı kimseler, toz, kıl, yumurta, süt, çiçek tozu ve benzeri şeylere karşı hassastırlar. Bu hassasiyet, astım krizleri şeklinde kendini gösterir. Tedavi için, hastayı etkileyecek bu unsurların ortadan kaldırılması yapılacak ilk iştir. Aşırı heyecan veya korku da astım krizine yol açabilir. Bu gibi durumlarda hastayı sakinleştirmek yapılacak ilk iştir. Bazı kimselerde de, Kronik Bronşit sonucu astım krizi görülebilir. Kalp yetmezliği de astım krizine neden olabilir.

“Sadece iyi bir insan olmak yetmez, ölürken iyi bir dünya da bırakmalıyız” BBC’nin Yaşar Kemal filmi

yaşar kemal “Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. […] Ben etle kemik nasıl biribirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum. “

Sesli Öyküler, “Mustafa açlıktan, yorgunluktan titriyordu” Beyaz Pantolon – Yaşar Kemal

Yaşar Kemal’in öykülerini derlediği eseri Sarı Sıcak, 1955 yılında yayınlandı. Yazarın öykü dalında verdiği bu ilk eser yazarın daha sonra verdiği baş yapıtlarından İnce Memed’den önce yazarın Türkiye ve dünyaca tanınmasını sağladı. Çoğu Çukurova’da geçen öykülerden oluşan Sarı Sıcak, Anadolu insanının çevre koşulları, hastalık, açlık, yokluk ve yoksulluk içinde verdiği yaşam mücadelesini konu alır. Anadolu halkının yokluğa, açlığa, unutulmuşluğa karşı verdiği insanüstü mücadelesini anlatır. Sıcağın ve sefaletin ortasında kalan bir avuç insanın hayatla aralarındaki ince bağa sımsıkı sarılışlarının ve hayatta kalma çabalarının dramı yirmi iki hikayede dile getirilir. Birçok yönleri ile bu insanların duygularını, iç dünyalarını, gündelik yaşamın zorlu sıradanlığı içindeki yaşam kavgasına ışık tutuyor. 

Serap Sönmez Kürtçe ve Türkçe Solo Şarkılarla Cafrande.org’ta

Serap Sönmez Koma Amed ile tanınan özgün Kürt kadın seslerinden Serap Sönmez, Dersim’den  İstanbul’a göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak 1973 yılında doğdu. 1991 yılında açıldıktan hemen sonra dil ve sanat çalışmalarına katılmak üzere Mezopotamya Kültür Merkezi’ne başladı.

“Hayatı anlamayanlar ölümü hatırlamayı arzu etmezler” Ölüm Korkusu – Tolstoy

Lev TolstoyGerçeğin sesi insana hep ‘ölüm yoktur’ diye hitap eder. “Ben oyum ki bana inanan ölümde hayat bulur. Ben ölümden sonra dirilişim; hayatım. Bana inanan hiçbir zaman ölmez; daimi ve ebedi yaşar. Bana inanır mısın?” Bütün büyük insanlar, bir ağızdan insanlara gerçekte ölüm olmadığını söylemişlerdir. Hayatın gerçek anlamını anlayan milyonlarca kişi bu gerçeği bizzatihi kavrıyor; kaldı ki yaşayan herkes de vicdanın geçici uyanışı sırasında bu gerçeği hissediyor. “Ölüm yok mu? Böyle bir iddia bayağı bir safsatadan başka bir şey değildir. Ölüm, gözümüzün önünde milyonlarca yaşıtımızı ve benzerlerimizi kırıp geçirmekte iken ölümün yokluğundan nasıl söz edilebilir?”

Franz Kafka: “Gitme, kal!” dedi. “Yalnızca bir sınavdı bu; soruları yanıtlayamayan sınavı kazanmış sayılır”

kafka Bir uşağım; ama ortada yapılacak iş yok benim için. Çekingen bir huyum var; başkalarından önce geçeyim, hatta başkalarından geride kalmayayım diye uğraşmıyorum, ne var ki, boş oturuşumun nedenlerinden ancak biri bu, hatta belki bu nedenin işsiz güçsüzlüğümle hiç ilişkisi olmayabilir. Asıl sorun, kuşkusuz işe çağrılmayışım. Başkaları çağrıldı; hani benden de çok işin ardına düşmediler, hatta belki çağrılmak isteğini bile duymadılar; bense bu isteği, hiç değilse zaman zaman, olanca gücüyle içimde hissediyorum.

Sartre: Aydın, kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan, tüm davranışları sorgulama iddiasında olandır

0

SartreSalt kendilerine yöneltilen suçlamalara bakılacak olsa; aydınların çok büyük suçlular olmaları gerekir. Üstelik bu suçlamaların her yerde aynı olması da dikkati çekiyor. Mesela Japonya’da, Batılılar için İngilizceye çevrilmiş Japon gazete ve dergilerinde okuduğum pek çok makaleden, Meici Restorasyonu döneminden sonra aydınlarla politik iktidarın arasının açıldığı sonucuna vardım; sanki iktidar savaştan sonra ve özellikle 1945-1950 arasında aydınların eline geçmişti ve pek çok kötülüğün sorumlusu aydınlardı. Aynı dönemde bizim basına bir göz atacak olsanız, Fransa’da da aydınların hüküm sürmüş olduğunu ve bütün felaketlerin onların eseri olduğunu sanırsınız: Sizde de bizde de, askerî felaketin (biz bizimkine “zafer” diyoruz, siz sizinkine “bozgun” diyorsunuz) ardından, toplum Soğuk Savaş adına yeni bir militarizm dönemine girmiş.

“Öldürmek kötü ise devlet yapınca neden iyi olsun?” Hastalıklı toplumun hasta insanları… – Fikret Başkaya

Fikret-BaşkayaDini araçlaştırıp, iktidar olmak ve ülkenin zenginliğine el koymak dışında dinle uzaktan-yakından bir ilgileri yok. Onlar için din, çalıp-çırpmanın, insanları köleleştirmenin bir aracı sadece…  Dinci baskıyı artırıp, toplumu köleleştirerek iktidarlarını kalıcılaştırabileceklerini düşünüyorlar… Sonra da büyümeden, kalkınmadan, büyük devlet olmaktan, aslında birer yıkım projesi demek olan “çılgın projelerden” söz ediyorlar, Osmanlı İmparatorluğunu ihya etme hayalleri, hezeyanları içindeler… Bütün bu saçmalıklar ‘olmayacak duaya amin demekten’ öte bir şey değildir. Polis insanları öldürüyor ve cezalandırılmıyor. Ve bu hep böyleydi… Neden? Çünkü burada hâlâ “kutsal devlet” anlayışı geçerli olmaya devam ediyor. Şimdi o kutsallık, dinci kutsallıkla da tahkim edilmekte… Bundan sonra öldürmek daha kolay olacak. 

“Acınız ve hüznünüzden söz ediyorsunuz; ama bir an için beni düşünün” Gezgin – Halil Cibran

0

Halil CibranGezgin Yol kavşağında rastladım ona; yalnızca bir pelerini ve bir asası olan bir adamdı, yüzü acıların tülüyle örtülü. Birbirimizi selamladık, dedim, “Evime gel ve konuğum ol.” Ve geldi. Karım ve çocuklarım bizi eşikte karşıladılar. Onlara gülümsedi; gelişini çok sevmişlerdi. Ve hep birlikte sofraya oturduk; ve bu adamdan çok hoşnuttuk; çünkü bir suskunluk ve bir gizem gizliydi onda. Ve yemekten sonra ateşin etrafında toplandık, ve gezilerini sordum ona. O gece ve ertesi gün bize bir çok öykü anlattı; ama şimdi aktaracaklarım, o kendisi sevecen olanın günlerinin acısından doğmuştur; ve bu öyküler, yolunun tozundan ve sabrından devşirilmistir.

Haydar Karataş: Dünyanın hiç bir köşesinde yoktur ki, kiliseye çevrilmiş bir cami olsun…

haydar karataşFilistin’e ağlamak istemiyor dünya…

Filistin’de olanları izliyorum, Türk gazeteleri ile batılı gazeteleri de karşılaştırıyorum. İşin doğrusunu söylemek gerekirse, İslam dünyasında olanlara ağlamak kimsenin içinden gelmiyor. Bunun nedenini de öyle uzun uzadıya konuşmaya dahi gerek yoktur. Müslümanlar dünyada yaşanan acılara hep gözlerini kapattılar, Ölen Müslüman değilse kıllarını dahi kıpırdatmadılar, hatta Müslüman kitle ötekilerin yok edilmesinde hep iktidarların önünde koştu. Devlet izni almaksızın ötekini linç etti. Dünyada hiç bir Müslüman yazar, aydın yoktur ki, Müslüman ülkelerde zulüm gören gayri-Müslümlerden dolayı hapse atılsın.

“İnsanal bazı işlevleri olan bir hayvan” Günümüz toplumunda yabancılaşma sorunu – Erol Anar

Erol AnarYabancılaşma terimini ilk kez felsefi anlamda Hegel kullanmıştır. Hegel, bu terimi Rousseau’dan esinlenerek kullanırken, Feuerbach, yabancılaşmanın kökenini insana dayandırmıştır. Yabancılaşma kavramını, bir olgu olarak ise ayakları üzerine Marks oturtmuştur. (…) Marks, “Nationalökonomie und Philosophie” adlı yapıtında, insanın evrenle ilişkileri insanca olduğunda; sevgiye karşılık sevgi, güvene karşılık güven bulacağını belirterek, “Sevgi uyandırmadan seviyorsanız, başka deyişle, sevginiz o durumuyla sevgi yaratmıyorsa, yaşamınızı seven bir kişi olarak ortaya koyup da sevilen bir kişi olamıyorsanız, sevginiz bir güçlüktür, bir talihsizliktir.” diyor.”

Kadınların Empatik Becerileri Niçin Gelişmiş? – Prof. Dr. Üstün Dökmen

Üstün Dökmenİletişimde mimiklere dikkat etmek, bazı canlı türlerinde, özellikle insanlarda ilginç özellikler ortaya çıkarıyor. Örneğin, yapılan araştırmalar genelde kadınlarda empatik becerinin erkeklere oranla daha yüksek olduğunu gösteriyor. Kadınların empatik becerilerinin erkeklerin empatik becerisinden daha yüksek olması, “kadın duyarlılığı” kavramıyla açıklanabilir. İyi de kadınlar niçin daha duyarlı? Niçin erkeklere oranla daha iyi empati kurabiliyorlar? Kadınların erkeklere oranla daha iyi empati kurmalarının çeşitli nedenleri bulunabilir. Bir görüşe göre bu nedenlerden bir tanesi şu:

Franz Kafka: Kendimizi özgürleştirdiğimizde yolumuzu sürekli olarak nasıl da kapatırlar

KafkaDavet edilmiş olduğumu, karşılaştığımızda anlatmıştım. Ama, önümde duran adamın kulaklarına bakarak sokak kapısının önünde durmayı değil, davet edildiğim eve girmeyi istiyordum. Sanki bu noktada uzunca bir süre beklemeye mahkum gibi onunla sessizce beklemeyi de istemiyordum. Etrafımızdaki evler ve yukarıdaki yıldızlara uzanan üzerlerindeki karanlık sessizliğimizi paylaştılar. İnsanın bir açıklama yapma zahmetinde bulunmayacağı, görünmeden yanımızdan geçenlerin adımları, yolun diğer tarafında sürekli esen rüzgar, bir odanın kapalı penceresi arkasında çalan pikap sanki geçmiş ve gelecekte sahip onlarmış gibi hepsi sessizlikle kendilerini ilan ettiler.

Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle Kadınları Anlamanın 21 Hikayesi

0

Kadınlığın 21 HikayesiKadınların çocukluklarından yaşlılıklarına ömürleri boyunca içinde yer aldıkları çeşitli durumları gösteren öyküler bunlar; yaşam boyu verdikleri var olma savaşı; anne, eş, kız çocuğu, sevgili, metres olarak sürekli kendilerini bir erkek üzerinden tarif etmenin ağır, uzun yolu; bu uğurda onları çoğu kez karşı karşıya getiren ilişkilerin eşitsiz aritmetiği? Durumların bir aradalıklarından, öykülerin art arda dizilişlerinden bir üst cümle kurmak istedim. Dönüp tek tek hikâyeleri, durumları yeniden gözden geçirmemizi sağlayacak olan bir üst cümle? Edebiyatın asıl gücünün burada saklı olduğunu düşünüyorum. Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir atmosfer yaratmak, bir dünya kurmak. Öğrenmiş gözlerle bize hayatı yeniden iade etmek. Yazdıklarım bir yana okuduklarımı okurla paylaşma isteğim de bu yüzden…

Emrah Serbes: “Şeyinizin keyfinden başka bir şey düşündüğünüz yok”

Erken KaybedenlerCahide’ye yıllara meydan okumak için âşık olmuştum. O yirmi bir yaşındaydı, ben on bir. Benle beraber altı yedi arkadaş daha âşık olmuştu hemen kendisine. Sadece birbirimizle değil, tarihle de mücadele ediyorduk. Sinir oluyordum bizim elemanlara. Tamam, iki arkadaşın aynı kızı sevmesini anlarım, hüzünlü bir atmosfer olur o zaman ama kardeşim altı yedi kişi birden de olmaz ki ya! On-on bir yaşların-daysan, aynı sokakta oturup aynı okula gidiyorsan özel hayat diye bir şey arama zaten. Birini sevmeye başladın mı hep beraber seviyorsun, nefret ettin mi hep beraber. Biri bir ağacın dibine işemeye başlasa herkes çıkarıyor malı meydana. Ne kadar iğrenç olursan o kadar itibar kazanıyorsun.

Metin Kaygalak’ın kaleminden Mücahit Göker’in ilk albümü: “Dara Hêni” ve albümden şarkılar

Mücahit Göker “Tuhaf şey doğrusu, insanın anadilinde yalan söyleyemiyor olması… Bunu çok düşündüm… Hele ona borcun varsa hiç yalan söyleyemiyor insan. Evet, edindiğin dilde, başkasının dilinde savurgan, hoyrat ve bir o kadar yaratıcı olurken, bir edep ve naiflik gelip oturuyor kelimelerine, kendi dilinde söyleyince. İşte böyle devrile devrile yorgun bir suyun bir göle kavuşması misali, tuhaf duygular dolaştı ruhumu Mücahit Göker’i dinleyince…”

Virginia Woolf: “Hayata neyle başlarsan başla elinde çok az şey kalıyor…”

Virginia Woolf“Siz duygularınızın kölesisiniz herkes gibi. Ama size hükmeden bu duyguları tanıyamaz, ne zaman, nerede, nasıl ortaya çıkacağını bilemezsiniz. Bir aşk, bir öfke, çıldırıcı bir kıskançlık, dayanılmaz bir özlem, bazen karanlıkların içinden çıkıp sizi esir alabilir. Bazen bir başka insan için kendinizden vazgeçebilirsiniz.bazen öfkeyle kamaşır içiniz. Yitirmenin ne olduğunu biliyorum. Yaşadığımız aşklar hayatımızı değiştiriyor. Yapılan hatalarda değişen hayatı bir kez daha değiştiriyor. Savruluyoruz… Hayata ne ile başlarsan başla elinde çok az şey kalıyor. Gurur ve aptallık. Kaç kez yaşadığımız anın değerini bilmediğimiz için geleceği reddetmişizdir, kaç kez kıymetini anlayamadığımız bir anda yaşadığımızdan çok parlak olabilecek bir geleceği elimizden kaçırmışız.”

Nietzsche: “Bir canlı, içgüdülerini yitirmiş, kendisine zararlı olanı seçiyorsa ona yozlaşmış derim”

deccal NietzscheAcı verici, tüyler ürpertici bir oyundu karşıma çıkan : insanın yozluğunun önündeki perdeyi çektim, açtım. Bu sözcük, benim ağzımda, en azından bir kuşkuya karşı korunmuştur: insan konusunda ahlaksal bir yakınma içerdiği kuşkusuna. Bu sözcük —yeniden altını çizmek istiyorum — m o r a l i n s i z bir anlamdadır : öylesine ki, bu yozluğu en güçlü bir biçimde, duyduğum yer, şimdiye dek en bilinçli olarak «erdem»e, «tanrısallığa» yönelinen yer olmuştur. Yozlaşmışlıktan anladığım, sanırım şimdiden sezinlendi, decadence anlamında: savım da, insanlığın bugün kendi en üst istenebilirliklerini biraraya topladığı değerlerin hepsinin, decadence değerleri olduğu. Bir canlıya, bir türe, bir bireye, içgüdülerini yitirmişse, kendisine zararlı olanı seçiyorsa ona yozlaşmış derim. «Yüce duygular»ın, «insanlık idealleri»nin bir tarihi —olası ki bu tarihi anlatmak da bana düşecek— insanın neden böylesine yozlaştığmın açıklaması olurdu neredeyse.