…Asıl zor olan ise faşizme gönül veren entelektüelleri anlamak. Mesela Knut Hamsun gibi büyük bir romancı, nasıl oldu da ülkesi Norveç’i işgal eden Nazilere sempati besleyebildi…
“Bunlar böyledir işte!” Değişik Gözle Bakınca – Sait Faik Abasıyanık
Nietzsche: “Rastlantılardan, dış uyarımlardan elden geldiğince kaçınmalıdır insan…”
Selim Temo: “Herkes biraz başkası…”
“Topraklar sahip olmak için değil, hatırlanmak içindir”* Unutulmuş Topraklar – Aslı Erdoğan
Acının götürdüğü yere git – Ece Üremez
Sanal gerçeğe dönüşünce, sanal olmuyor artık; gerçek sanal oluyor – Erol Anar
Solakların sayısı neden az – Hannah Fry
Mevlana’dan Şems’e Mektup: “Çöldeyim, susuzum, Kuyularda Yusuf’um…”
Seni ne huzuru arayanlara, ne huzuru bulanlara, ne de huzurdan kaçanlara sordum. Güneşin sıcaklığını en iyi kim anlatabilir? Sıcaktan düşüp bayılan mı? Hayır, onun aşkı zayıftır. Güneşe yolculuk yapan mı? O da değil, gitse gitse nereye kadar gidebilir ki? Gölgeye sığınanlara ise güneşi hiç sormamalı.
Aşk mabedim, Efendim, söyler misin, nedir bu çektiğim acıların manası? Bu ayrılığın esrarengizliği, yüreğime saldığın alevlerin lavlaşması içinse, yeterince erimedim mi ateş toplarında? Öyle yandım ki; Sen yandıkça, ben yanayım! Sen dondukça, ben de donayım!
Yine kehkeşânlara kaçarak mı özleteceksin kendini. Özlemlerim, boşluğa atılan kuru karanfiller gibi sere serpe dağılıyor harayellerin, acının koynunda İçime güneş doğmaz oldu artık sen gittin gideli. Göklere seninle buruç edecektim halbuki. Saçlarıma aklar düşmeye başlamış, sırf bu aşkın ceremesinden, serencame gökkubbeye niyaz edecek ve merhamet isteyecek kapılar dahi yüzüme kapanıyor. Sendedir bu boz bulanık sellere kapılan ömrümün mihrap ve minberi. Selâlar benim için okunuyor artık. Her seher vakti gözyaşım seccademde buğulanıyor, ama ne sesin geliyor uzaklardan, ne de nefesin.
Ezanlar okunur günbegün ve içli içli, ama alnımı, alnına değdirmedikçe huzura ermeyecek bir çağıldama örseliyor şakaklarımı. Alnımda sanki Dağıstanlı atlılar ve ellerim titriyor zaman zaman bu divaneliğin ağır tütsüsüne. Ve omuzlarım çökeliyor seni düşündükçe. Unutma, şaheserin olan ben, gün geçtikçe artık viraneye dönüyorum, ama sen halâ bana dönmüyorsun! Muradım; Rabbü’l Alemin; bu sevdanın kadrini ve kıymetini kimseye muhtaç etmesin.
Düşüncelerim, ipliği kopan tesbih taneleri gibi dağılıveriyor sensiz. Şimdi gözyaşlarımdan inci yapmak isterdim sana, keşke yanımda olsaydın. Kelimelerim şelâleleşiyor ne zaman sana dair bir şeyler yazmaya kalksam. Yanan alnım, müşfik avuçlarına ne kadar da muhtaç bilemezsin. Beni ne kadar ateşe versen de, hiçbir hatıramız küllenemez, bunu bilesin. Zümrüd-ü Anka gibi kendi külümden doğar ve katar katar Turnalar gibi kanat vurarak, yine revan olurum yollarına!
Gözlerimde bir mahmurluk, sensiz uykularımda arda kalan, sinemde yumru yumru yutkunamadığım bir sıkıntı, nefeslerim yetmez oluyor artık şu garip canıma. Ve gözlerimi tavana mıhlamış, bir tek seni düşünüyorum. Alnımda boncuk boncuk soğuk terler, sesinden gayri her ne var ise şu alemde, kulağım işitmez oldu artık. Göz kapaklarım tutulmuş, hayalin perdelenmesin diye, artık gözyaşlarımda hasretlik tuzu bile kalmadı acılarımı ılık ılık dindirecek!
Bir de üşümedir işliyor ruhuma apansız, kanım donuyor, sıcağın yok ki yanımda! O ayrılıktan kahroluyorum ve ardından sabah oluyor, yine bin bir eza ve cefa ile kahroluyorum işte! Biliyorsun, hünkârım sensin, sevgilim ve mabedim (sensin). Muradım; yedi göğün mevlâsı; bizi, bu kahırdan azat edesin!
Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını. Şu dar göğsümün kazasından çıkmaya çalışıyorum. Sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı. Bir kelâm söyle ne olur! Her hecenin tınısında duymak istiyorum. Rüzgarlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün, taşların hepsi göğsüme düşsün. Senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım. Çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin, yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüğün yollara toz olayım.
Çöldeyim, susuzum, Kuyularda Yusuf’um,
Sözlerin bana Züleyhâ, Ateşlerde İbrahim’im,
Gözlerin bana derya, Sancılar içinde Meryem’im,
Bakışın bana İsa, Yaralar içinde Eyyub’um,
Hasretin bana şifa, Ölüler içinde bir ölüyüm,
Ellerin bana musalla..
Ey kalbimizde olan nur gel, didinmelerimin ve arzumun sonu gel, hayatımızın senin elinde olduğunu biliyorsun, hayatı, kullarını sıkıntı yapma gel. Ey aşk, ey maşuk, engelleri aş ve inadı bırak da gel. Ey Hüdhüdlerin sahibi olan Süleyman, lütfedip de bizi aramak üzere gel. Ruhlar senin kaybolmandan ötürü inleyip feryat ediyorlar, miadını doldur da gel. Ayıplarını ört, iyilikleri saç, cömert olanların adeti de böyledir gel. Farsça ‘gel’ nasıl derler? ‘Biya’mı? Ya gel veya bizim davetimize hak ver de gel. Geleceğin zaman muradımız ne de açılır. Gelmeyeceğin zaman da muradımız ne kesat olur; gel. Ey Arabın Kürşadı! Ey İran’ın Kubad’ı! Kalbimi hatıranla fethedersin gel. İçim sana gel deyicidir. Ey varlığından olacak olan varlık, gel.
Gittin ya, kalsan ne güzel olurdu, gitmişin neye yarar? Sen gittin ama bak senle ilgili olan bir şey bende, sessizlik bende. Gittin, heyhat, pervane’ye döndü narin yüreğim sensizliğinde. Her yalnız aşık değildir, ama her yanmış aşkın kuyusunda yalnızdır. Ateşinden değil, ateşsizliğinden yanmışım. Ey aşkın sesi, nefesi gel bir an evvel. Dinsin artık kıyametin gürültüsü!
Mevlana Celaleddin Rumi’den Şems-i Tebrizi’ye MektupCemal Süreya: Türkiye’de özgürlükler bazı kişilerin ve grupların tekellerinde…
Değişen insan anlayışına paralel olarak özgürlük kavramı da yeni bazı özellikler kazanmıştır. Bugün, kullanılmayan, kullanılma olanağı taşımayan özgürlüğe özgürlük demiyoruz artık. Onun için “Türkiye’de özgürlük var mı?” sorusunun yanı sıra “halkımız özgürlüğü kullanıyor mu?” sorusunu da yöneltmek gerçekçi bir davranış olacaktır. Halkımız özgürlüğü kullanıyor mu?
Büyük Atılımlar Adamı Jack London ile 80. Doğum Yılında John Dos Passos – Tomris Uyar
Erkeklerle kadınlar gerçekten farklı mıdırlar? – Dr. Marianne J. Legato
Erkeklerle kadınlar gerçekten farklı mıdırlar? Bilgileri gerçekten farklı şekilde mi işlemektedirler? Bu takdirde, sorunların çözümlenmesinde cinsiyete özgü mükemmellik alanlarımız olduğu sonucuna varabilir miyiz? Korkayım veya korkmayayım, bir tek nedenle bu işe atıldım: Bilgi sahibi olmakla güçleniyoruz.
Lev Tolstoy‘da Bunalım ve Değişim – Stefan Zweig
Oğuz Atay: Akıl tutucu, sevgi ilerici ya da devrimcidir
Tutunamayanlar’da, Turgut’un muhallebicide oturduğu sırada aklından geçenler arasında bir söz vardı: akıl büyük bir diktatör aslında (ya da buna benzer bir söz). Bugün Uğur’la konuşurken, bu sözü daha başka bütünlüğe vardırdım galiba: akıl tutucu (muhafazakâr) ya da gerici, sevgi ilericidir (ya da devrimcidir).
Ateşte Kor Olup Bitmekti Dileğim – Azad Ziya Eren
Memleketin Birinde: Merhumun Vasiyeti – Aziz Nesin
Şekerin Karanlık Tarihi – David Singerman
Üç Kitap, Üç biyografi; Üç Dostoyevski – Yelda Eroğlu
“Masumiyetini çoktan yitirmiş bir çağda yaşıyoruz…” Azra ve Şehir – Josef Kılçıksız
Suda bir damla mürekkep gibi dağılıp giden mutluluğun hiçbir yerdeliğiyle, bu şehirde yalan, rafine edilmiş ve tortusuzdur. Şehir ölümcül bir orgi yaşıyor Azra, bu aşk, bu serzeniş, bu tükeniş bozuk sevgilim.
Bir Damla Göz Yaşı ve Bir Gülümseyiş – Halil Cibran
Güneş bahçeden ışınlarını çektiğinde ve ay kirişli ışığını çiçeklerin üzerine yaydığında, ben ağaçların altına oturmuş, mavi bir halı üzerinde gümüş noktalar gibi parlayan dağınık yıldızlara, dallara bakarak atmosfer fenomenini incelerken uzaklardan çevik adımlarla vadiden gelen coşkun şarkıyı dinliyorum.