“Sevgiydim önce bir çeşit incelik Şimdi işe yarıyorum kaba saba Tuzlu bir deniz kokusu havada Benimle başladı bu müthiş tazelik Benimle yaklaştı güzel günler O günlerin eşiğinde beni hatırlayın Hatırlayın onların vahşetini…”
Halil Cibran’dan Üç Hikaye: “Korkutmanın keyfine doyum olmaz!”
Ulus Baker: Devlet, kendini destekleyenleri umutla, diğerlerini ise korkuyla yönetir
Albert Camus: Sevmekle iş bitseydi, her şey fazlasıyla basit olurdu
Kendiliğindenligin Büyüklüğü ve Zaafı – Franz Fanon
Piyasa İslamı ve Gramsci’ci Pasif Devrim – Josef Kılçıksız
12 Eylül cuntasının solu bastırdığı, serbest pazara, muhafazakâr İslâm’a ve milliyetçiliğe dayalı yeni resmi bir ideoloji inşa ettiği bir ortamda, kurucu paradigmanın izini yer yer İslâmcı projede sürmek mümkün.
Size İnceliklerden Bahsediyorum Bayım – Ergür Altan
10 Fotoğrafla Aydın Büyüktaş’ın “İstanbulception” Çalışmaları
Şiir Adamı Rahatsız Etmeli – Cemal Süreya
Sadık Hidayet: Korku ve karanlık güzelliğin kaynağıdır…
Laikliği nasıl bilirsiniz? – Fikret Başkaya
10 Afişle 2. Dünya Savaşı’nda İngiliz propaganda yöntemleri
Marx’a Karşı Bourdieu: Sermaye ve Kültür – Kültürel Aktarım ve Tahakküm
Emrah Serbes: Herkesin bildiği şeyleri çocuklardan saklamayın
Hakan Vreskala Klip ve Canlı Performans Kayıtları
Mevlana’dan Şems-i Tebrizi’ye Mektup: Ölü şiirlerle yatıyor ve üşüyorum…
Ey dünyanın zarifi! Selam senin üzerine olsun. Benim hastalığım ve sağlığım senin elindedir. Kulun derdinin dermanı nedir, söyle. Bu, eğer alırsam senin dudaklarından aldığım öpücüktür. Eğer vücudumla senin hizmetine ulaşmazsam ruhum ve kalbim senin yanındadır. Madem ki sözsüz hitap oluşmuyor, o halde dünya niçin “buyur”la doldu?
Ah ah! Gönlüm çilem, aşkım, kederim, acım, gönlüm! Sustukça hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Kopup saçılan gerdanlığında soylu nedimelerini savrulan incileri yere inen hüzünlerim. Aramadan bulduğum yola koyulmuş göçüm. Bir türlü kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım. Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım. Gecelerin hakimi, gözyaşlarımın pınarı efendim. Tozunu yıkamaya erişemediğim, pasını silemediğim. Karanlığım, Güneş’im. Gönlüm, aziz dostum! Nerelerdesin, ya dön artık yurduna, ya da iki satır yaz bize. Kim gücendirdi senin o nazende yüreğini, hangi kem söz, hangi sinsi nazar seni benden kopardı ey Şems. Varım yoğum sensin. Sen de yoksan, ben bir hiç’im bilmez misin? Kavline mestan olan Mevlâna’ya ayrılığı hediye etme, etme Şems.
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme! Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme!
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı, Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun, etme!
Çalma bizi bizden, gitme o ellere doğru, Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme!
Ey ay, felek harab olmuş, alt üst olmuş senin için, Bizi öyle harab, öyle alt üst ediyorsun, etme!
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi, Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme!
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan, Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme!
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan, Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme!
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer, Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme!
Ey cennetin, cehennemin elinde olduğu kişi, Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme!
Şekerliğinin içinde zehir, zarar vermez bize, O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme!
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle, Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme!
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı, Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun, etme!
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil, Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme!
Senden önce kitaplarda arıyordum derinliği. Kitaplardan utanıyorum. Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku.
Karanlıklardayım ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor: bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı. Karanlıklardayım, zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim ve uzaklardasınız.
Ey Şems, sen kalbi bir gözyaşı kadar temiz ve bir çocuk bakışı kadar aydınlık bir insansın. Çöldeki çakallar su içmiş. Kaynağa ne?
Seninle öyle doluyum ki, kafatasım çatlayacaktı. Damarlarımda akan kan, sendin. Göğüs boşluğumdaki kalp senin kalbindi. Damarlarım çatlayacak, göğsüm yarılacaktı. Seni teneffüs ediyordum, hicran kanatları beni gökten yere indirdi. Oysa seninle kanat çırpıyorduk.
Sensiz her geceyi hummalı yaşadım, belki humma daha güzeldi. Ne beklisi? Ama uzviyet ne kadar dayanabilir ki bu gerginliğe? Aşka teşekkür borçluyum. Ben o hummanın içinde erimek istiyorum. O alevin içinde yanmak, kül olmak biricik muradım. Kül olmak, ışık olmak, efsane olmak.
Ben senim, sen de bensin. Aynı kokuları, aynı heyecanları, aynı acıları yaşıyoruz. Cennete Araf’tan girilir. Mecdelli Meryem, İsa’nın yaralı ayaklarını gözyaşlarıyla yıkadı ve saçlarıyla kuruladı. Gelsen de yılların yorgunluğuna düçar, yolların dikenlerine bizar ayaklarını yıkayan olsam ey Sertaçım.
Ey Şems’im! Senin hasretin yanında Selahaddin Zerubumun gözyaşları, içimdeki ateşi bir nebze dahi söndüremiyor. İlla sen. Ancak sen. Ah bir gelsen.
Meccanen bir deli gibi yollara düşsem, yalvarsam, ağlasam, çatlasam göklerin sidresine namzet. Sanemler devşirsem şahikalardan, sırf senin için uçurumlar yutsam, fasıl fasıl anlatsam yürek sancımı ve ağlasam. Çatlarcasına ağlasam. Gururum halvethane olmuş desem, hece yok desem. Yollarında üryan olan gözlerimde çiseler umut umut dökülüyor desem. Yine de gelmez misin Şems’im!
Bu sergüzeştin neresindeyim, bilemiyorum. Kah kalkıyor, kah düşüyorum. Ölü şiirlerle yatıyor ve üşüyorum. Bilmiyorum acep var mıdır bu kör uykunun dibi.
Ey Şems, hangi söz gücendirdi nazende gönlünü. Hangi kem göz incitti gece karası bakışlarını da ansızın çekip gittin bilinmez diyarlara. Sen gittin ya bilmez misin bu dostun deli divane dolaşmakta. Gel ey Şems. Sina’da bayılan Musa aşkına, Kudüs’te kan ağlayan İsa hatrına, Medine’de “ümmetim ümmetim” diye feryat eden Muhammed Muhtar nuru için gel Şems. Konya artık aşk kokmuyor Şems.
Senin Mevlânan
Mevlana Celaleddin-i Rumi’den Şems-i Tebrizi’ye Mektup
Albert Einstein’dan Anne ve Babalara Çocuklarla İlgili 15 Nasihat
Uzun süren hayatım boyunca bütün gücümle elle tutulabilir gerçekliğin yapısını anlamağa çalıştım. İnsanların daha varlıklı olmaları yolunda, haksızlığa ve baskıya karşı, ya da geleneksel insan bağlarının düzelmesi için düzenli bir çaba göstermedim.
Shakespeare: “Kim dayanabilir/ Kötülere kul olmasına iyi insanın…”
Var olmak mı, yok olmak mı, işte bütün sorun bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel, Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur yeter! Demesi mi? Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! Çünkü o ölüm uykularında, Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden. Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, Sevgisinin kepaze edilmesine, Kanunların bu kadar çabuk yürümesine, Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek, Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belâlara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanı? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden, Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. Ama sus, bak güzel Ophelia geliyor. Peri kızı dualarında unutma beni, Ve bütün günahlarımı.
Hamlet William Shakespeare