Bir Aşk Masalı: Asıl bahtiyar hasretini çektiği şeye kavuşan değil – Sabahattin Ali

Bir zamanlar bir kadın hükümdar tarafından idare edilen bir memleket varmış. Halk burada melikesinden son derece memnunmuş. Çünkü bu genç ve çok güzel kadının, yurdunun insanlarını bahtiyar etmekten başka bir düşüncesi yokmuş.

Sümerlerde Bir Şehir Uruk ve Asgari Ücretin Tarihi – İbrahim Tekpinar

Sümer Medeniyetinin en önemli şehirlerinden biri ola Uruk ,Tevrat’ta Erech, günümüzde Warka olarak bilinmektedir. Sümer Krallarından Enmerkar tarafından kurulmuş ve en gelişmiş dönemi Gılgamış döneminde olmuştur.

Referandumun AKP’cesi… – Fikret Başkaya

Sorulan soru şu: “Bir dikta rejimi, bir tek adam rejimi istiyor musunuz?“. Böyle bir soruya insanların evet demesi pek mümkün olmadığına göre, geriye neyin oylandığını gizlemek, görünmez kılmak kalıyor. Boşuna, “iktidar gizlemesini bilenindir” denmemiştir… İşte, hayır cephesine yönelik baskıların, yasakların, yalanların, hakaretlerin, telaşın nedeni bu…

Adnan Yücel: Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek

Ne yaptıysak yetmedi sesimize Ne söylediysek yetmedi Karlarla silelendi nice dağlar Kalburlarla elendi Ey bağrımıza bastığımız deli sevda İşte yine doğayı doldurup yüreğimize Yağmuru çağırıyoruz yanan ellerimize

“Pazar günlerinin bile bir kurulu düzeni vardır” Saatların Tıkırtısı – Yusuf Atılgan

Tabelâcı dükkânının önünde yaş yaş, kurusunlar diye duvara dayanmış iki levha vardı. Baktım birinde “Saatçı A. Yayladan” yazılı. İçimi bir hüzün bürüdü. Karşıda saatçınındı bu levha, sormuş öğrenmiş gibi biliyordum bunu. Küçücük dükkânın önünden her geçişimde hep aynı hüzün kaplardı içimi.

Et yemek gerçekten gerekli mi? Vejetaryenliğin Üstünlüğü – Sadık Hidayet

Vejetaryenliğin üstünlüğü tartışma götürmez. Her yerde, her ülkede ve iklimde, meslek erbabı, işçi, bilim adamı gibi değişik grupların bulunduğu toplum tabakalarında denenmiş ve vejetaryenlik muzaffer olmuştur. Nitekim Asyalıların çoğu binlerce yıldır bitkilerle beslenirler.

Hossein Alizadeh – Half Moon / Nimeye Mah / Yarım Ay film müzikleri

Müziklerini Hossein Alizadeh yaptığı Bahman Ghobadi’nin  Half Moon / Nimeye Mah / Yarım Ay adlı Irak-İran-Avusturya-Fransa ortak yapımı olan filminde, Halen kamuya açık alanlarda şarkı söylemenin kadınlar için yasak olduğu İran’da hakları için mücadele eden bir grup insanın duygusal öyküsüne yer veriyor.

Yönetmenin, ikinci uzun metraj çalışması  ‘Anavatanımın Şarkıları’ yapıtıyla benzerlikler taşıyan Yarım Ay  için  Bahman Ghobadi; “Bu film ile İran’daki sanatçıların acılarını bir parça anlatmak istedim’’ diyor.

2004’te de ‘Kaplumbağalar da Uçar’  adlı filmiyle Saint-Sebastien Film Festivali’nde ‘Altın İstiridye’ ödülünü alan Bahman Ghobadi,  Bu çalışmasıyla En İyi Film Ödülü’nü aldı. Festivalde iyi eleştiriler alan  filmin ödül töreninde  Ghobadi filmi tüm Kürt halkına adamış, “Bu ödülü almaktan mutluyum ama filmimin halen İran’da yasak olmasından üzüntülüyüm’’demişti.

Albüm içeriği:  1. Moments for Joy and Mirth (Laylahen)2:55 2. She Soul Beckons (Avaye’ Rooh) 1:34 3. Souls Hymn (Naghmehe’ Rooh)1:45 4. Vernal Reunion (Avahat Vahar)2:22 5. Laments in Joy (Saz O Avaz)4:17 6. Compassion Calls (Avaye’ Mehr)1:36 7. Ecstasy (Sama’a)2:48 8. Reflections of the Soul (Avaz’e Daroon)3:35 9. Vernal Reception (Avaz’e Avahat Vahar)1:34 10. Vernal Presence (Avahad Vahar)3:36 11. Persuasive Imagination (Xial)1:45 12. The Prophecy (Darvish)3:45 13. Reflection By the Soul Ii (Avaz’e Daroon)3:37 14. Enrapture (Vadjd)1:29 15. Requiem (Marsieh) 4:20

Hossein Alizadeh – Half Moon / Nimeye Mah / Yarım Ay  film müzikleri: Hamavayan Ensemble Parvin Namazi, vocal. Mostafa Mohmoodi, vocal Reza Askarzadeh, duduk.Ali Boustan, oud. Nima Alizadeh, robab.  Saba Alizadeh, Kamancheh, Qeychak. Ali Rahimi, daf, percussions Hossein Alizadeh, diwan

Hossein Alizadeh – Half Moon / Nimeye Mah / Yarım Ay film müzikleri Albüm içeriği 1. Moments for Joy and Mirth (Laylahen) 2. She Soul Beckons (Avaye’ Rooh) 3. Souls Hymn (Naghmehe’ Rooh) 4. Vernal Reunion (Avahat Vahar) 5. Laments in Joy (Saz O Avaz) 6. Compassion Calls (Avaye’ Mehr) 7. Ecstasy (Sama’a) 8. Reflections of the Soul (Avaz’e Daroon) 9. Vernal Reception (Avaz’e Avahat Vahar) 10. Vernal Presence (Avahad Vahar) 11. Persuasive Imagination (Xial) 12. The Prophecy (Darvish) 13. Reflection By the Soul Ii (Avaz’e Daroon) 14. Enrapture (Vadjd) 15. Requiem (Marsieh)

“Her yoksullukta bir yalnızlık vardır!” Evetle Hayır Arasında – Albert Camus

Cennetlerin yalnızca yitirilmiş cennetler olduğu doğruysa, bugün içimden çıkmayan şu hoş ve insandışı şeyi nasıl adlandırmalıyım, bilmiyorum. Bir göçmen yurduna döner. Bense, anımsıyorum. Alay, katılık, her şey susuyor, işte yurduma dönmüştüm. Durmamacasına mutluluğu düşünmek istemiyorum. Böylesi çok daha basit, çok daha kolay.

“Özgür irade” dediğiniz şey ne kadar özgür olabilir? – Yuval Noah Harari

Komşunuzu öldürmek ya da hükümet seçimleri gibi ciddi etkileri olan büyük kararların, anlık duygular yerine ölçülüp tartılmış fikirlerle şekillendiğini öne sürebilirsiniz. Her savı pek çok açıdan değerlendirip birini seçerek herhangi bir partiye oy verebilir ya da evde kalıp oy hakkımı kullanmamayı tercih edebilirim. Bir tartışmada hangi tarafı seçeceğimi söyleyen şey nedir?

Schopenhauer: Kitap okumayan cahil zenginler, vahşi bir hayvana benzer

Hayatta nasılsa edebiyatta da öyle: Her nereye dönseniz derhal kendinizi düzelmez, yola gelmez bir insan güruhuyla karşı karşıya buluyorsunuz, her tarafı her bir köşeyi doldurmuşlar, tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar. 

Cemal Süreya’nın “İnsan Nasıl İnsan Oldu” Kitabı üzerine düşünceleri

Uygarlığın kazançları, bireylerin değil, toplumsal hayatın yarattığı, kuşaktan kuşağa devredilen atılım güçleriyle yaratılmış kazançlardır. “İnsan yalnız olsaydı hayvan olarak kalırdı. Kültürü ve bilimi tek insan değil, milyonların emeğine dayanan insan toplumu yaratmıştır.”

Durum “Feci Ama Ciddi Değil!” – Slavoj Zizek

Birinci Dünya Savaşı’nın ortalarında bir zaman, Alman ve Avusturya ordu karargahları arasında cereyan eden bir telgraflaşmaya dair bir anektod nakledilir. Almanlar, “Bizim cephede durum ciddi, ancak feci değil,” diye bir mesaj gönderir; Avusturyalılar da cevap verir: “Bizim cephedeyse durum feci, ama ciddi değil.”

“Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu…” Kitap – Cemil Meriç

Dostoyevski, “Avrupa’yı kendimizden çok daha iyi tanıyoruz”, diyor. Biz ne kendimizi tanıyoruz, ne Avrupa’yı. Tarihimiz mührü sökülmemiş bir hazine. Sosyologlarımız bir Kızılderili köyünü keşfe gider gibi, alan çalışmalarına koyuluyorlar. Avrupa’yı, Avrupa’nın istediği kadar tanıyoruz.

Ne var ki ihtiyar Batı da hafızasını kaybetmişe benziyor. UNESCO, kitap yılında, kitap için yazılmış en güzel eseri hatırlayamadı: Susam ve Zambaklar. Susam ve Zambaklar Ruskin’in en çok sevilen, en çok okunan kitabı. Şöyle diyor Ruskin: “Kendimize dost seçeceğiz. En iyilerini seçmek istiyoruz, ama nerede bulacağız o dostları? Kaç kişiyi tanıyoruz? Her istediğimizle tanışabilir miyiz? Talihimiz yâr olursa, uzaktan görebiliriz büyük bir şairi, sesini duyabilirsek ne devlet… Bir bakanın odasında on dakika kalmak, bir kraliçenin bakışlarını bir saniye üzerimize çekmek, ümit edeceğimiz bahtiyarlıkların en büyüğü. Ama hep buna benzer mesut tesadüfler peşindeyizdir. Yıllarımızı, duygularımızı, kabiliyetlerimizi harcarız bu uğurda. Sayısız zilletlere katlamaz. Bize her an kollarını açan bir dostlar topluluğundan habersiz yaşarız. İçlerinde hükümdarlar da vardır, devlet adamları da. Günlerce şikâyet etmeden iltifatlarımızı beklerler. Ağız açmalarına izin vermeyiz. Filhakika seçiş hürriyetimizin hudutsuz olduğu tek dünya: kitaplar dünyası.” Ruskin kitapları ikiye ayırır: Geçici olanlar, kalıcı olanlar. Geçiciler faydalı veya tatlı birer konuşma: Seyahatnameler, hatıralar. Bunlar kitaptan çok bir nevi mektup, bir nevi gazete. Kalıcı kitap, sohbet değil, yazıdır. Birkaç sayfaya sığdırılmak istenen bütün bir hayat. Ebediyete yollanan mesaj. Kimsenin söylemediği ve söyleyemeyeceği gerçek. Yazar, o birkaç sayfayı kaleme almak için gelmiştir dünyaya. Mümkün olsa taşa kazır fikirlerini. Kütüphane, bütün çağların, bütün ülkelerin ölümsüzleri ile dolu. Bu ulular bezmine kabul edilmenin tek şartı, liyakat. Mabede bayağılar giremez. Diriler naziktir, ölümsüzler titiz. Gerçekten severseniz konuşurlar sizinle. Bir kitabı okurken “ne güzel kitap” deriz, “yazar da tıpkı benim gibi düşünmüş”. Yanlış, şöyle dememiz gerekirdi: “bunu daha önce hiç düşünmemiştim ama, galiba doğru.” Yahut, “belki şimdi anlayamıyorum, birkaç gün sonra anlarım.” Önce teslimiyet, anlamak cehdi. Sonra hüküm. Yazarın gerçekten değeri varsa, düşüncesini, bir hamlede kavrayamazsınız. Söylemek istediklerini bütünü ile söyleyemez yazar, söylemek de istemez. Gizler, istiarelere başvurur. Güzel sabahları kucaklayan sis gibi güzel eserleri saran bu sis de tabiî. Düşünceye cazip ve parlak bir biçim vermek küçültür düşünceyi. Büyük yazar içinden gelen sesi olduğu gibi haykırandır. Kelimeleri kullanırken avamın hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmez. Derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip olmaktır. Kendi içine, kendi kalbine inmektir. Nesneleri bulutlar arkasından görürüz. Düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır. Yazar düşüncesini yardım olsun diye sunmaz. Bir mükâfattır bu. Lâyık mısınız, değil misiniz? Anlamak ister. Tabiat da öyle değil mi? Altın neden toprağın derinliklerinde? Okurken araştırmaya çıkacağınız maden: yazarın düşüncesi veya niyeti. Araçlarınız: zekâ ve bilgi. Kayayı kıracak, madeni eriteceksiniz. Önce kelimeyi fethedeceksiniz, sonra heceleri, harfleri. Bir aydın yabancı dil bilmese de olur, çok kitap okumasına da ihtiyaç yok. Yeter ki ana dilini gerçekten bilsin. Kelimeleri şecereleriyle tanısın. Asıl olanları âdilerinden ayırsın. Karanlık kelimeler vardır, arılar gibi vızıldayan kelimeler. Taşıdıkları hiçbir düşünce yoktur, kimse tarafından anlaşılmazlar. Ama yine de herkesin ağzındadırlar. Onlar için yaşanır, onlar için ölünür: Hayalimizin rengine bürünürler. Göremeyiz onları, pusudadırlar. Ve bir atılışta parçalar bizi. Dilimizin her kelimesi başka bir dilden gelmiştir. Nice, ülkeler dolaşmıştır bize gelinceye kadar. Ciddi olarak okumak isteyen Yunan alfabesini öğrenmeli (Ruskin İngilizlere söylüyor bunu). Her dilden lügatlar bulunmalı kütüphanenizde. Okuduğunuz metinde hiçbir karanlık kelime kalmamalı. Büyükler, bayağıları meclislerine kabul etmez. Bayağı, hissetmeyendir. Sevmeyen, sezmeyen, anlamayandır. Akıl doğruyu gösterir; iyi ile kötüyü ayıran: gönül. Büyük ölülerin dostluğuna, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak için de koşmalıyız. Gerçek bilgi, disiplinli ve denenmiş bir bilgidir. Gerçek heyecan imtihandan geçmiş bir heyecan. İlk coşkunluklar boştur, aldatıcıdır. Kapıldınız mı uzaklara sürükler sizi. Duygunun asaleti, kuvvet ve isabetindedir. Açılması yasak bir kapıyı zorlayan çocuğun, efendisinin eşyalarını karıştıran uşağın tecessüsü, terbiyesiz bir tecessüs. İnsanlığın bilgi susuzluğunu gidermeye çalışan tecessüs, asil. Bizi bir dedikodunun teferruatına zincirleyen alâka, serseri bir alâka; can çekişen bir toplumun acılarına ortak eden alâka, insanca. İngiliz hodgâmdır, heyecansızdır. Bir millet değil, bir yığın. Yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir temele dayanmaz. Yığın düşünmez, mâruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir. Büyük bir milletin duyguları ölçülü, düzenli, devamlıdır. Okumaktan hangi hakla sözediyoruz? Okuma terbiyesinden önce, çok daha mühim, çok daha âcil disiplinlere muhtacız. Böyle bir ruh haleti içindeki insanlar nasıl, neyi okuyabilirler? Büyük bir yazarın tek satırını anlamaları imkânsız. Kendini yığın hâline getiren bir millet payidar olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın yaşayamaz. Düşünceyi küçümsüyoruz. Kitaba harcadığımız parayı, atlar için harcadığımızla kıyaslarsak, yerin dibine girmemiz gerekmez mi? Kitap sevene, kitap delisi diyoruz. Kimseye at delisi dediğimiz yok. Kitap yüzünden sefalete düşen görülmemiş. At uğrunda iflas eden edene. İngiliz milletinin içkiye verdiği para, kitaba verdiğinin kaç misli, hiç düşündünüz mü? En güzel kitap bir kalkan balığı fiyatına. Alan nerede? Umumi kütüphaneler resmî ziyafetler kadar pahalıya mal olsa idi hükümetimizin daha çok iltifatına mazhar olurdu şüphesiz. Kitaplar bileziklerin onda biri kadar etse beyefendilerimizle hanımefendilerimiz arada bir okumak hevesine kapılırdı belki. Birçokları kitabı ucuz olduğu için almaz. Düşünmez ki kitabın tek değeri okunmasındadır. Bir değil birçok defalar okunmasında, çizilmesinde, tanınmasında. Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Bizi helak eden ne ahlâksızlık, ne bencillik, ne kafamızın ağır işlemesi. Bir öğrenci kayıtsızlığı içindeyiz. Hoca tanımadığımız için yardım görmemize imkân yok. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. İçlerinde böyle bir canlılık, böyle bir hayat coşkunluğu duyanlar dünyanın biricik hâkimleridir. Bütün diğer hükümdarlıklar bu saltanatın maddîleşmesi, fakirleşmesidir: Bir nevi tiyatro krallığı. Gerçek hükümdarlar ebediyen hükümrandırlar. Hazineleri yağma edildikçe zenginleşirler. Meclisten tahıl için kanunlar geçirdiniz. Şimdi başka bir tahıl sözkonusu. Daha nefis, daha besleyici bir ekmek sağlayacak, bir tahıl: susam. Bu susam, kapıları açan büyü. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını: kitap.

Cemil Meriç Kaynak: Bu Ülke

Her yerde tek bir oyun vardır: Dünyanın Sınırları – Michel Foucault

0

En genel taslağı içinde, XVI. yüzyıl episteme’si  kendiyle birlikte bazı sonuçlar taşımaktadır. Önce, bu bilginin hem çok kalabalık hem de kesinlikle fakir karakteri. Kalabalıktır, çünkü sınırsızdır. Benzerlik asla kendinde istikrarlı olarak kalmamaktadır; ancak, kendi hesabına başkalarını davet eden diğer bir benzeşmeye gönderme yaptığında sabitleşir;

Mina Urgan: Evli çiftlerin ancak yüzde onu gerçekten mutlu

Tolstoy, 1910’da seksen iki yaşındayken, nerdeyse yarım yüzyıldır evli olduğu, ona bir düzine çocuk veren, evin her işiyle uğraşan, bütün yazdıklarını temize çeken karısı Sofia’dan resmen kaçtı. Kendisini zindanlara atan bir gardiyan olmakla suçladı onu. 

Üçünden Biri Hâlâ Yaşıyor! – Italo Calvino

Üçü de çıplaktı ve bir taşın üstünde oturuyorlardı. Köyün bütün erkekleri çevrelerini sarmıştı ve o sakallı koca adam tam karşılarında duruyordu. “… ve dağlardan daha yüksek alevler gördüm,” diyordu sakallı ihtiyar, “ve şöyle dedim: Bir köy yanarken alevler nasıl böyle yükselebilir?”

İnsandaki din duygusunun kaynağı korku mu? – Ali Şeriati

0

Bir çok psikolog din duygusunun kaynağında korkunun bulunduğunu ileri sürmektedirler. Başlangıçtan beri insanın, ölümden, tufanlardan, depremlerden, hastalıklardan korkmuş olduğunu biliyoruz. Bu korku insanın bir şeylere sığınma gereksinimi duymasına sebep olmuştur.

“Aşk, ölümün gülümseyen yüzüdür” Aşk ve Ölüm – Ahmet Hamdi Tanpınar

Hiç ihtiyar kadınların, ömürlerinde bir kere sevmiş olmanın gururiyle gözlerinin nasıl parladığına dikkat ettiniz mi? Bütün bir harabî içinde gülen bu yıldızların acaip ışığını bir defa için olsun yaşayanlar, ıztıraplarının tesellisini bulurlar; 

Bastırılmış Olanın Geri Dönüşü – Sigmund Freud

0

Genç kız kendisini annesine mukabil en uç karşıtlıklara sokmuş, annesinde eksikliğini hissettiği bütün özellikleri kendisinde geliştirmiş ve kendisine annesini hatırlatan tüm özelliklere engel olmuştur. Erken yaşlarda her kız çocuğu gibi annesi ile özdeşleşmek istemiş, şimdi ise enerjisi ile annesine karşı çıkmaktadır.

Dostoyevski: İnsanlar aklın gösterdiği yoldan gitmeye bir türlü alışamamıştır

Söylesenize, insanların kötülük yapmasının gerçek çıkarlarını bilmemelerinden ileri geldiğini ilk ortaya atan kimdir; aydınlanan insanın gerçek çıkarını görünce, kötülük yapmayı hemen bırakıp iyi ve onurlu biri olacağını, çıkarının sadece iyilik yapmakta olduğunu anladığı ve hiç kimse de kendi çıkarına aykırı davranmayacağı için hep iyilik yapmak zorunda kalacağını ilk kim uydurdu?