Pablo Neruda: Ürkeklik ve çekingenlik, yalnızlığa açılan bir kapıdır

Ürkeklik
Ben gerçekte gençliğimin birinci, ikinci ve üçüncü yıllarını bir sağır dilsiz gibi yaşamıştım. Kendimi bildiğimden beri bir din adamı gibi koyu renkli elbiseler taşımıştım. Geçen yüzyılın şairleri böyle giyinirmiş.

Karşılarında kekeleyeceğimi ve yüzümün kızaracağını bildiğim için de kızlara yaklaşmamış, sırtımı çevirip, ilgisizliğimi belirtmiştim. Benim için onlar büyük bir sırdı. Bu gizli odun yığınında yanmayı, derinliği bilinmeyen kuyuya düşmeyi çok istiyordum, ancak bedenimi, alevlerin arasına ya da sulara atmak yürekliliğini kendimde bulamıyordum. Beni itecek kimseyi de bulamadığım için hayranlığımı yitirmeden yaşamımı sürdürüyor, fakat ne bir kadına bakıyor, ne de gülümsüyordum.

Yetişkin insanlar karşısında da böyleydim. Sıradan insanlara, demiryolu ve posta memurlarına ve “eşiniz hanımefendi” diye hitap edilmeyi bekleyen karılarına karşı. Sıradan insanlar, başka bir hitap biçiminden hoşlanmazdı. Evimize konuk geldiğinde ben de onlarla birlikte oturur, konuşulanları dinlerdim. Fakat bir gün önce bize gelmiş insanlara ertesi gün sokakta rastladığımda, selam vermeye cesaret edemez, hatta belli etmeden karşı kaldırıma geçerdim.

Ürkeklik ve çekingenlik, yalnızlığa açılan bir kapıdır. İnsanın ilginç ruhsal bir durumudur. Kurtulması kolay olmayan ıstırap gibidir. Ancak insana böyle bir özellik ya da kötü yan, bir karışım gibi şarttır, kişiliğinin bozulmasını önemli oranda engeller.

Benim yanına yaklaşılmaz halim, düşünceli davranışlarım, gereksiz yere uzun yıllar sürmüştü. Başkente geldiğimde yavaş yavaş dostlar kazandım, kızlarla arkadaş olmaya başladım. Beni gereğinden çok önemsemedikleri zaman, onlara dostluğumu daha kolay armağan ediyordum. O yıllarda insanları tanımak tutkusu pek ilerlememişti. “Bu dünyadaki herkesi tanıyamam ki,” diyordum kendi kendime. Belirli çevrelerde ise, daha 16 yaşındaki, pek konuşmayan, kendi halinde, selamsız sabahsız gelip giden bu genç şaire ilgi duyanlar belirmeye başlamıştı. Her yere, beni bir bostan korkuluğuna benzeten o uzun İspanyol stili paltomu giyiyordum. İlgi çeken bu giyimimin gerçekte yoksulluğumun gözle görülür bir sonucu olduğunu kimse fark etmiyordu.

Tanışlarım arasında o zamanın iki büyük snobu da vardı: Pilo Yanez ve karısı Mina. Bu iki insan, benim yaşamayı gönülden arzuladığım o rahat hayatın temsilcileriydi; ne güzel bir rüya! İlk defa kaloriferli bir eve girdim. Gizli, loş ışıklar, duvarlarındaki kitaplıklar, kitap dolu salonlar ve rahat koltuklar. Yanezler beni sık sık evlerine davet ediyordu. Suskunluğum ve yabancı duruşum onları pek rahatsız etmiyordu. Bana karşı dostça davranıyorlardı. Yanlarından mutlu ayrılıyordum. Bunu bildikleri için de beni her defasında yine davet ediyorlardı.

İlk defa onların evinde ressam Juan Gris’in tablolarını gördüm. Juan Gris’in Paris’te ailenin bir dostu olduğunu anlattılar bana. Bu evde çok ilgimi çeken şeylerden biri de, dostumun giydiği pijamaydı. Her defasında gizli gizli bu pijamaya bakmadan yapamıyordum. Yanez’in giydiği açık mavi renkte kalın kumaştan bir pijamaydı. Mevsim kıştı. Bense o zamanlar, mahkûm elbisesini andıran o çizgili pijamalardan başkasını tanımıyordum. Pilo Yanez’in bu iyi dikilmiş kalın kumaştan, göz kamaştırıcı mavi renkteki pijaması, Santiago’nun kenar mahallelerinde yaşayan yoksul şairi kıskandırıyordu. Daha sonraki 50 yıl içinde ilgimi böylesine çekmiş olan başka bir pijamaya rastlamadım.

Sonra uzun yıllar Yanez’leri görmedim. Duyduğuma göre Mina kocasını, rahat koltukları, güzel lambaları terk etmiş ve Santiago’da temsiller vermekte olan Rus sirkinin akrobatıyla kaçmıştı. Kendini baştan çıkarmış olan bu adamla birlikte yıllarca dünyayı dolaşmış durmuş, Avustralya’dan İngiltere’ye kadar birçok ülkede sirk bileti satmıştı. Son yıllarda ise bir dini inancın temsilcisi olarak Güney Fransa’da yaşadığını duydum.

Kocası Pilo Yanez’e gelince; Juan Emar adını kullanarak bir köşeye gizlenip yazarlığını sürdürdü. Uzun yıllar suskun ve yakın dostluğumuz devam etti. Yoksul yaşadı, yoksul öldü. Çok sayıda kitabı günümüze kadar basılmadan kalmıştır. Tartışılmaz yaratıcı bir güce sahipti.

Pilo Yanez, ya da Juan Emar’ın beni öğrencilik yıllarımda bir gün babasına tanıştırmak istediğinden de söz etmeliyim. Bu anım, o yıllarda ne kadar çekingen ve ürkek olduğumu göstermesi bakımından önemlidir. “Avrupa’ya yapmak istediğin yolculukta sana mutlaka yardımcı olacaktır,” demişti bana.

O günlerde bütün Güney Amerikalı şair, yazar ve ressamların aklı Paris’teydi. Pilo’nun babası önemli bir kişiydi; senatördü. Evi, Plaza ve Armas civarında başkanın sarayı yakınlarındaki o koskocaman çirkin binaların bulunduğu sokaktaydı. Çok eminim, başkan sarayında oturmak daha hoşuna giderdi.

Benimle birlikte gelen birkaç arkadaşım, bekleme odasında sırtımdan paltomu aldılar. Hiç olmazsa normal görüneyim diye. Senatörün odasına girerken kapıyı açtılar ve arkamdan yine kapadılar. Koskocaman bir salonda buldum kendimi. Bir zamanlar belki burayı kabul salonu olarak kullanmışlardı. Şimdi bomboştu. Sadece ta geride ayaklı bir lamba ve yanındaki koltukta oturan senatörü gördüm. Okumakta olduğu gazete bir paravana gibi örtüyordu onu.

Daha ilk adımımı atmamıştım ki, namussuzca cilalanmış pırıl pırıl parlayan parke zeminde ayağım kaydı. Yeni kayak öğrenen biri gibi düşe kalka birkaç adım attım. Fakat her ayağa kalkışımda kendimi yeniden yerde buluyordum. En son düşüşüm senatörün ayakları dibinde oldu. O ise elinden gazeteyi bırakmadan donuk gözlerle bana baktı.

Zorla yerden kalktım ve yanındaki küçük iskemleye iliştim. Bu büyük adam, mikroskobun altındaki böceği inceleyen bir bilgin örneği bir süre bana baktı. Sanki o gün bilgine, çok iyi tanıdığı bir örümceği getirmişlerdi. Sonra kuşkulu bir tavırla ne gibi planlarım olduğunu sordu. Birkaç defa yere düştükten sonra her zamankinden daha ürkek ve suskun olmuştum. Ona neler söylediğimi şimdi hatırlamıyorum. Aradan yirmi dakika geçtikten sonra minnacık elini bana uzattı; konuşması sona ermişti. Yumuşak bir sesle, bana haber yollayacağını söylediğini hatırlıyorum. Sonra yine gazetesine uzandı, ben de tehlikeli parke zeminde büyük bir dikkatle yürüyerek, geri çekildim ve odadan çıktım. Tabii senatörden ses seda çıkmadı. Bir zaman sonra da, bir askeri darbe onu korkuttuğu için makam koltuğunu gazetesiyle beraber terk etti. İtiraf etmeliyim ki, bu olaya sevinmiştim.

Pablo Neruda
Yaşadığımı İtiraf Ediyorum

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz