Osmanlılarda Cellatlık ve Cellat Seçimi | Yazısız Taşlar, Ayrı Mezarlarlıklar

Cellat sözcüğü arapça “Kırbaçla Vurmak” anlamına gelen “Celd” kökünden türemiş, ölüm cezalarının infazını gerçekleştiren kişiye verilmiş bir ünvanıdır. Bu ünvana sahip kişiler Osmanlı’da adam asmak, boğmak ve kelle kesmek, bir ceza şekli olduğu için sarayın daimi üyeleri arasında yer almışlardır. Cellatlar önceleri Hırvatlardan, daha sonra da Çingenelerden seçilmiştir. Bu iş için seçilmiş şahısların sağır ve dilsiz olmasına inanıldığı, seçilen kişi sağır ve dilsiz değilse sağır edilip, dilinin kesildiği belirtilir.  İnfaz edilecek kimsenin yüzlerini görmemesi için başı kapalı göz yuvaları açık -kar maskesi benzeri- bir bere taktıkları, Cellatların öldürme biçimleri ise  kişinin konumu, mevki, rütbe ve işlediği suça göre değişir.
Yaşarken toplumda dışlanan cellatlar öldükten sonra da uzak durulmuş, dışlanmış  katiller, hırsızlar her türlü suçlu halk mezarlarına ayırım yapılmadan gömüldüğü halde cellatların mezarları  ayrı tutulmuş, İstanbul’da  iki ayrı yere yazısız mezar taşları ile gömülmüşlerdir. 

Biri Edirnekapı’dan Ayvansaraya inen kara surlarının Eğrikapı civarında  diğeri Eyüp Mezarlığı’ndaki, Pierre Loti kahvesinin çevresinde yer alan ve başlarında dikdörtgen taşlar bulunan dünyada varlığını sürdüren tek cellat mezarlığı olma özelliğini taşıyor.

Can alan bu kişilere toplum tarafından hoş bakılmaması nedeniyle, bir çok insani duygu ve özelliklerden yoksun olan, acıma, merhamet, sevgi hisleri bulunmayan cellatları mezarlıklarına almamış, kendi aralarına gömülmelerini istememiştir.

Cellatlar ve Cellat Mezarlıkları 

Tarihçi Reşat Ekrem Koçu: Cellatların normal mezarlıkları alınmamasını, insana saygı, iyilerle kötüleri aynı kefeye koymama felsefesinin yatığını, Halkın bu insanların cesetlerini aralarına almamakla bunu anlatmaya çalıştığını belirtmiş.  “Toplum, din ve ahlak anlayışımızın en güzel örneklerinden biri olarak, cana kıyan, kesen veya boğan celladın ölüsünü halkın, mezarlıklarına kabul etmemesi son derece takdire şayandır.” demiştir. Bu nedenle, Osmanlı cellatlar için o zaman İstanbul’un en ücra yerinde mezarlık yapmış ve cellatlar halktan ayrı olarak buralara gömülmüştür.
Gizli olanlar bilinmemekle beraber bazı kaynaklar İstanbul’da iki yerde cellat mezarlığı olduğu belirtmiştir.  Haldun Hürel. “İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık” adlı eserinde bunlardan birinin, Edirnekapı’dan Ayvansaraya inen kara surlarının Eğrikapı civarında olduğunu yazar. Diğer bir cellat mezarlığı da Eyüpte, mezarlıklar arasından dar bir yokuşla çıkılan, Fransız yazar Pierre Loti’nin bir müddet yaşadığı, şimdilerde müze-kafe olan evin önünden gidilerek çıkılan, Karyağdı bayırında, Karyağdıbaba tekkesinin biraz ilerisinde olduğu bilinmektedir.

O zaman burası İstanbul’un en uç noktası kuş uçmaz, kervan geçmez kimsenin uğramadığı doğru dürüst yolu olmayan yabani ağaçlar içinde ürkütücü bir yerdir. Buraya Karyağdıbaba bayırı denmesinin nedeni biraz aşağısında bulunan bir Bektaşi tekkesinden ileri gelir. Burası bugün normal mezarlık olmuştur, aralarda tek tük cellat mezarı kalmıştır. Bunların cellat mezarları oldukları ise mezar taşlarından anlaşılmaktadır. Osmanlı mezarlıkları, taş işçiliğinin dikkat çeken örnekleri ile yapılmış mezar taşları ile doludur, burada gömülü insanların dünyada iken ne iş yaptıklarını mezar taşlarına bakarak anlamak mümkündür, vezir mi, denizci mi, subay mı yeniçeri mi, ulema mı, kadı mı? hepsi mezar taşlarından anlaşılır.


Yukarıdaki üçüncü fotoğrafta yan yana iki Cellat Mezarı Cellat mezar taşlarının üzerinde ise, isim, doğum tarihi, ölüm tarihi gibi hiçbir yazı ve işaret yoktur. Bu taşlar iki metre yüksekliğinde 40-50 cm. genişliğinde dikdörtgen şeklindedir. Birçok insan bu taşların bu mezarlıkta ne aradığını, niye dikildiklerini bilmez, ama normal mezar taşları ile yan yana öylece durmaktadır.
Mezar taşlarında hiçbir yazı ve işaret bulunmaması  öldürülen kişinin geride kalan yakınlarının, bunları mezar taşlarından bulup, mezarlarını tahrip etme eş ve çocuklarına kötülük veya başkaca bir hatalı tutum ve davranış içinde olmamaları için alınan bir koruma önlemi olsa gerektir. Böylece en azından, cellat baba seçmeme şansı olmayan suçsuz çocukların kimler oldukları, varsa annesi, babası, akrabaları bilinmeyecek, cellat yakınları diye dışlanmayacaklardır.

Sarayda verilen ölüm cezaları, Topkapı Sarayı bahçesinde bulunan bir çeşmenin önünde (Resim 1) infaz edilirdi, cellatlar infazdan sonra kanlı baltalarını ve ellerini burada yıkarlardı, bu çeşmenin sağında ve solunda kesilmiş kafaların teşhir edildiği kelle taşları vardı bu taşlara ibret taşları da denirdi.

İnfazlar bazen de Yedikule Zindanları’nda yapılırdı. (Resim 2. Bu zindanlar ziyarete açıktır idamların ve işkencelerin yapıldığı yerler gezilebilir.)

Bu kesilen başlar bazende Topkapı Sarayı’nın ilk giriş kapısına asılır halka gösterilirdi. Bu kapı sarayın en dıştaki ilk kapısıdır, kesik başların konulduğu oyuklar halen durmaktadır. Kafalar üç gün kalırdı burada, bazen yüzlerce kafa olurdu.

Osmanlı sultanları ve şehzadelerinin kanı dökülmez, yay kirişi, ip ve kementle boğularak öldürülürlerdi. Bu öldürme şekli Türklerin Müslüman olmadan önceki dinleri olan Şamanizm’den geliyordu. Doğan Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” adlı eserinin ikinci cildinde:” Şamanist Türkler kan akıtarak öldürmekten çekinirler, Osmanlı padişah ve şehzadeleri boğularak öldürülürdü” der.

İnfaz edilecek halktan biri ise, kelle kesme şekli uygulanırdı. İstanbul dışında, imparatorluğun uzak vilayetlerinde idam edilen devlet adamlarının öldürüldüklerini ispat etmek için, kesilen başları meşin bir kırbaya (torba) konur, torba balla doldurulur, İstanbul’a getirilir, gümüş bir tepsinin içinde padişaha sunulur, beden ise öldürüldüğü yere gömülürdü.
Bu nedenle, başı başka yerde, bedeni başka yerde gömülü iki mezarı olan devlet adamları, sadrazamlar çoktur.. Bunlardan en meşhuru Viyana kuşatmasındaki başarısızlığı ile başı kesilen ve bir bal torbası içinde İstanbul’daki sultana gönderilen ve sonrada denize atılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa idi.

Cellatlar, Müslüman olan kişilerin infazdan sonra başlarını, cesedi sırt üstü yatırarak koltuğunun altına , Müslüman olmayanları ise yüzü koyun yatırarak, başlarını kıçlarının üzerine koyardı.

Öldürülen kişinin cesedi ve üzerindeki kıymetli eşya, para ve giyecekleri cellatın malı sayılırdı. Cellat cesedi isterse atar, isterse ölünün sahiplerine mevki, rütbe ve konumuna göre parayla satardı.

Osmanlı tarihinde en hazin boğarak öldürme olayı 28 Ocak 1595 te cereyen etmiştir.

Padişahlar kardeşlerini infaz ettirirdi

Fatih Sultan Mehmet’in imparatorluğun devamlılığını sağlamak amacıyla çıkardığı, “Nizamı Alem” fermanı gereğince, fermanın metni şöyledir: (Her kimseye evladımdan saltanat müyesser ola (nasip ola) karındaşlarını nizamı alem için katletmek münasiptir.) III. Mehmed, 19 çocuk ve yetişkin şehzade kardeşlerini bir gecede dilsiz cellatlara boğdurmuştu. Ertesi günü Divanı Hümayun avlusuna üzeri kıymetli örtüler, kıymetli taşlarla bezenmiş sorguçlar ve kavuklar bulunan 19 şehzade tabutu konmuştu.

1595-1603 yıllarında saltanat süren III. Mehmed  III.  Murat’ın oğludur, Kanije zaferi bu padişah zamanında kazanılmıştır. III. Mehmed bu zaferden sonra Ünye’de mezarı bulunan Tiryaki Hasan Paşa’ya bir çok değerli hediyelerle birlikte vezirliğe eş değerde Beylerbeyilik ünvanı vermiştir.


Bugün yüzlerce celladın mezarının bulunduğu bu mezarlar zamanla yok olmuş. Günümüzde sadece sekiz dokuz tanesi kalmış durumda. Cellat mezarlarının yerinde şimdi apartmanlar ya da başka insanların mezarları yer alıyor.  Eyüp Mezarlığı ile iç içe girmiş mahallelerde oturanlar için, ölülerle komşu olmak gayet normal ve alışılmış bir durum. Çocuklar bile korkmadan mezarların arasında oyunlar oynuyor. Bazı yollar ada ada yer alan mezarların adasından geçiyor. Mahalleli bu duruma alışmış olsa da, yaşadıkları yerde cellat mezarlarının olduğunu bilmiyorlar. Öğrendiklerinde ise şaşırıyorlar.

Cellatlar üzerine çıkmış kitaplar

Ondan sonra tahta geçen oğlu Birinci Ahmet, Fatih Sultan Mehmet’in koyduğu 150 senelik “Nizamı Alem” kanununu kaldırarak, kardeş öldürme geleneğine son vermiş ve kardeşini veliaht (gelecekte saltanatı devralacak kişi) ilan etmiştir. Cellatlar konusunda son zamanda üç yeni kitap yayınlanmıştır: “Cellatları da Asarlar- Ergün Hiçyılmaz” “Ölümün soğuk eli, Cellat-Muhammet Pamuk” “Cellat ve Ötekiler-Cengiz Yıldırım

Evliyâ Çelebi’nin kaleminden
Osmanlı tarihindeki en meşhur ve en korkunç cellatlardan biri Kara Ali

“Eyyüp Basrî, katl edileceklere guslettirip siyaset meydanına çıkartır; türlü tesellilerle imanı yeniletip kelime-i şahadet getirtir; boynunu kıbleye çevirip sağ eliyle başını sığadığında adamcağız donakalınca, iki eliyle tuttuğu kılıcı besmeleyle indirip kellesini teninden ayırır; ruhuna fatiha okurmuş. Sonra uzaktan bakanları çağırıp ibret alın diye nasihat edermiş. Bu kavmin üstad-ı kâmili Murad Han’ın cellâdı Kara Ali’dir ki, pazularını sığayıp ateş saçan kılıcını kemerine bağlayıp sair işkence ve karabend ve nakışbend ve kemendbend ve zünnarbend edeceği ucu aşık yağlı kemendleri kemerine asıp vesair işkence âletlerinden kelpedan ve burgu ve mismar ve buhur-ı fitil ve deri yüzecek tentraş ve polat tas ve türlü türlü zehirli göz milleri ve el ayak kırmağa mahsus baltaları iki yanına takıştırır. Omuzlarında servi ağacından altın bezekli kazıklar bulunan kalfaları da yedişer pare âlet ile kemerlerine ziynet verip yalın kılıç merdane cünbüş ederler. Amma ne’uzü-billah hiç birinin çehresinde nur kalmamış zehir gibi âdemlerdir.”

1 Yorum

  1. cellatlar hangi kriterlere göre seçiliyordu acaba?öldürme isteklerimi vardı da seçildiler?seçildilerde mi öldürmeyi öğrendiler ve dışlandılar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz