“ÖLÜM ADIN KALLEŞ OLSUN” ENVER GÖKÇE VE 1951 R. NURİ İLERİ, SEVİM VE MİHRİ BELLİ İLE SÖYLEŞİ

Mihri beli26 Ekim 1951 O zaman illegal olan TKP’ye yönelik büyük çapta tevkifat yapılıyor. Zeki Baştımar, Mihri Belli, Ahmed Arif ve Enver Gökçe gibi birçok tanınmış isimler tutuklananıyor. O dönem Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisi iken hapislik hayatıyla tanışan Ahmed Arif, Sansaryan Han denen işkencehanenin 9 nolu hücresine konuluyor. Burada yoğun işkence görüyor, çıldırmanın eşiğine geliyor. Bu dönemin izlerini hayatının her aşamasında taşıyan şair, kendisini ele verdiğini düşündüğü Enver Gökçe’yi  ölünceye kadar affetmedi.  Rasih Nuri İleri’nin “yapılan işkenceler sonucu birçok kişi tımarhaneye düştü” ,  Sevim ve  Mihri Belli’nin “Enver iyi şairdi ama poliste kötü sınav verdi” dediği  o karanlık süreç üzerine iz süren iki söyleşinin ses kayıtlarını ve Enver Gökçe’nin bestelenmiş üç şarkısını aşağıdan dinleyebilirsiniz.


1-Rasih Nuri İleri ile yapılan söyleşi

2- Söyleşi sesli dinle

M. Beli’nin okuduğu şiiri dinle

Sadık Gürbüz’ün bestelediği şiiri:Oy Beni

Zülfü Livaneli’nin bestelediği şiiri: Dost

Timur Selcuk’un bestelediği şiiri:Bir Milli Kurtuluş

Türkiye solunun iki büyük çınarı, Mihri Belli ve Sevim Belli ile Enver Gökçe üzerine konuşacağım. Daha önce hiç karşılaşmamıştık. Bu nedenle kapılarını çalarken biraz ikircimliyim. Nasıl davranacağımı, lafa nereden başlayacağımı bilemiyorum. Kapıyı Sevim Belli açıyor.
Güleryüzlü. Sanki evlerine sık sık gelip giden birini karşılıyormuşçasına tereddütsüz içeri buyur ediyor. Ardından hemen Mihri Belli’ye seslenerek bekledikleri konuğun geldiğini haber veriyor. Bir rahatlık hissediyorum. Bu doğal misafirperverlik sıkıntımı ortadan kaldırıyor. İlk hoş beş, hal hatır sorma arasında ben ses kaydı için hazırlığımı yaparken, Sevim Belli kahve ikram ediyor. Soru cevap şeklinde klasik bir röportaj yerine, anımsadıklarını serbestçe anlatmalarını tercih ediyorum ve sözü Mihri Belli’yle Sevim Belli’ye bırakıyorum.

1. Polisteki kötü sınav
Önce Mihri Belli başlıyor: şimdi ben, Ankara’ya gittiğimde, 50-51 senesi, ya 50 ya 51 senesi, Sevim Belli ekliyor: Tevkifattan önce. -Tevkifattan önce, beni karşılayan şeydi, karşılayan ve
uğurlayan, trenlen gittik, trenlen geldik, uğurlayan şeydi, şevki Akşit, Enver Gökçe, Melahat, Nuran. -Bir de? – Nuran. -Ertan, – Nuran Ertan. Bunlardı ve bunlarla beraber dolaştık. Yani gençliği bunlar temsil ediyorlardı. -Dil Tarih Coğrafya’nın, (araya giriyorum: Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin) evet. – Gençliği bunlar temsil ediyordu. (Türkiye Gençler Derneği vardı?) -Evet. – Türkiye Gençler Derneği vardı vesaire. Bize en yakın insanlar bunlardı. şevki Akşit, benim akrabamdır. Yakındır yani. Ankara’da yani bunlarla buluştuk, bunlarla beraber hareket ettik. Tevkifatta… (Sevim Belli anımsatıyor:) – şiiriyle ilgili… Enver’in şiiri… (Siz yine istediğiniz gibi anlatın.) – şiiri? şiiri iyidir. Anadolu’dur… Yalnız tabii kişilik…
Kişilik meselesi. Enver iyi sınav veremedi. şevki verdi. Şevki iyi sınav verdi, konuşmadı polise. Ve bu, konuşan konuşmayanı affetmez, konuşmayan konuşanı affeder ama konuşan
konuşmayanı affetmez. Affetmez. Onun için ilkten ikiye ayrılmıştı grup. Zeki Baştımar grubu vardı. Zeki Baştımar.. (Hapishaneden bahsediyorsunuz.) Hapishaneden. Evvela… -Harbiye Cezaevi. – Evvela, Enver oraya geçti, onlarla beraber oldu. Fakat geçinemedi onlarla. Geçinemedi onlarla, geçti bize. Bize geçti ve biz de memnun olduk. Yerini buldu çünkü. Yerini buldu!

2. Yedinci fıkracılar

Şimdi, öte tarafta şeyler vardı, daha ziyade tiyatrocular vesaire… Yani ifadesi iyi olmayanlar. -Onu Celil Bey bilmez… Bir dakika… Bir dakika: Tahkikatı yürütenler yeni bir yasa çıkarttılar. Son tahkikat, yani mahkeme kararı verilinceye kadar, bildiklerini, gördüklerini, yaptıklarını samimiyetle ifade edenlerin cezasından dörtte üç indirme… E, tabii bu çok büyük bir yem. Kolay değil… On sene… Mesela diyelim ki altı sene yiyeceksiniz, iki seneye
iniyor… – iki sene değil, birbuçuk… -Birbuçuk? Birbuçuk doğru; dörtte biri kalıyor. Evet. A, aferin bak… – Zaten yatmış oluyorsun.
-Bazen hafıza… toparlayamıyorsun… – Bir aferin kazandık. – Onun için biz onlara, o fıkra yedinci fıkra adıyla anılıyordu… şey, kanunda yani özel kanunun yedinci fıkrasıydı, onlara biz
yedinci fıkracılar diyorduk bu yüzden. Onu kabul edenler, o fıkradan yararlanmayı kabul edip… şimdi, ben şöyle yaptım böyle yaptım demeyi kabul etmiyordu tabii mahkeme. ille, yani psikolojik olarak hiç olmazsa, inanç olarak karşı tarafa geçeceksiniz, eski eyleminizi suçlayacaksınız, ben pişmanım böyle yaptım şöyle yaptım ama şimdi artık bundan sonra öyle
yapmayacağım diyeceksiniz ki, muteber olsun ifadeniz. – Yoo, öyle uygulamadılar ama… -Nasıl? – Öyle uygulamadılar. – Öyle uygulamadılar mı? Kim yararlandı ondan? – Mesela artist… – E, Ulvi Uraz yararlandı, ama Ulvi Uraz pek çamur atmadı kimseye. -Ha… Evet, meselâ. -Meselâ. Ama Enver yararlanmadı! -Yararlanmadı, hayır hayır yararlanmadı. -Yani
mahkeme öyle hakikaten bu pişman olmuştur diye kanaat getirmezse kabul etmiyordu. Başka yerlerden sürülüyordu, dem vuruluyordu. -Bizde şeşk Hüsnü, Reşat Fuat gibi arkadaşlar vardı. Bunlar yani, konuşmamış adamlar. Bunlar vardı. Öte tarafta, 174 sayfa, 173 sayfa ifade veren, Zeki Baştımar vardı. Yani… Zeki Baştımar yararlanmadı tabii… Neyse. şimdi, evvela oraya geçti (Enver Gökçe), orada geçinemedi, geldi bizim tarafa. Ve hoşgeldi sefa geldi. Bizim tarafa geldi. Yani, layık olduğu yeri, kendi tarafını seçmiş oldu. Kendi tarafını seçmiş
oldu, çünkü… -Kendi yerini! -Orada rahatsızdı. Evet, böyle.

3. Parti, ifade vereni tecrit ediyor
Mihri Belli, hapishane sonrası yıllara geliyor: Son defa bir şiir kitabı çıktı. Yeni şiirlerini yazmıştı. şairliği devam ediyordu. şairliği devam ediyordu ve güzel şiirlerdi. Nasıl buldun dedi, bana sordu. Dedim, çok güzel. Çok güzel, Anadolu… (Hangi tarih? Hangi tarihte? Size sorması?) Tarih? 70’li yıllardı. (73 olması lâzım…) 73 değil, 74, 75… (Dost Dost ‹lle Kavga o zaman çıktı çünkü…) -Ankara’dayken. (Ankara’dayken, Dost Dost ille Kavga…) -Sonra yine geldi ama. – İstanbul’da geldi ya; sonra tekrar geri döndü. – Kaldı… Kaç senesinde öldü? (81…) 81’de…
-Biz o zaman çıkmıştık yurt dışına. (1973’te Dost Dost ille Kavga çıktı. 1977’de de, Panzerler Üstümüze Kalkar diye bir kitap çıkarttı…en son.) -Evet. (Yeni yazdığı, daha sonra yazdığı şiirlerdi.
Her satırı tek kelime, değişik bir tarzda yazdığı…) Tek kelime ama güzel şiirler… Evet. Memleket isimleri. (Evet. Peki, hapishanede şiirle uğraştı devamlı. Siz okuyor muydunuz orada yazdığı şiirleri? Size okutuyor muydu? Cezaevindeyken?) Hapisanede pek yakın ilişki kurmadık. Yani uzak durdu şeyden…
Bizden. Dedim ya affetmez, affetmez… (Evet. Onun kaybolan bir destanı var, Yusuf ‹le Balaban diye, içerde yazıp dışarıya çıkartmış. Sonra…) -Evet. Evet, ama ben… ki bunlar tabii
erkekler koğuşunda, biz ayrı yerdeyiz. Koğuş hayatı…

O seneler hakkında pek bilgim yok. Sonra da, tahliye olunduktan sonra herkes bir tarafa savruldu tabii. Geçim derdi, herkesin başında, malum. iş yok. Ben, doktor olarak bile iş bulamıyordum.
E, onun için biraz kopukluk oldu. Esas arkadaşı Şevki’ydi biliyorsunuz. (Evet, anılarında var.) O ölümünden önce de bu içeride… şevki, ben hiç unutmuyorum, Şevki çok sevecen
bir arkadaşımızdı. Mutlaka Enver’e sahip çıkmıştır ama Enver hep çekimser kaldı… O biraz, bir eziklik vardı. Belki de şöyle de sebebi var, içerde ifade verip vermemek çok ağır bir şekilde yargılandı, o Enver’i herhalde çok incitti o durum. Ama kendi kendine olan bir şey zannediyorum. O hem bağışlanmasını istedi, hem de beni bağışlamamaları gerekir diye düşünüyordu.
O açmazın içinden çıkamadı zannediyorum. Biraz zor bir durum yani. Onun için Şevki’yle bir böyle, en iyi arkadaşı olunca biliyorsunuz, en çok oradan kırıldı. Orada bir şey olunca, kırıklık
olunca, bunlar da merkez komitesi ve Şevki hep aile nüve sayılıyorlar… Biraz soğukça ilişkiler oldu… muş. Yani sonradan öğrendiğim… Evet? – Evet ama, bence şey değil, bağışlanmak
filan… Öyle bir laf yoktu. -Yoktu tabii, yoktu. Ben psikolojisini söylüyorum. Elbette. Ama, hakim olan şey, hava, ifade vermiş olanların tecridiydi…

4. Siyasi kişilik önde gelir
(Mihri Belli devam ediyor:) şimdi tipi, tipi şeyin, şöyle bir adam: yani lafını esirgemez, daima şey, her şeyi açık söyler, yani öyle cesur bir adam. Cesur bir adam. O rolü oynayamadı poliste.
Oynayamadı poliste ve yıkım oldu kendisi için. Yıkım oldu kendisi için. O rolü oynayamadı. (Daha sonra siz yurt dışına gittikten sonra izleyebildiniz mi? Dergilerde şiirleri çıkmaya başlamıştı, hiç izleyebildiniz mi?) 80’de? (80’de değil de, 70’li yıllarda daha
çok.) -Sonraki, yani daha önce yazdığı şiirler yayınlanmıştı. (Yayınlanmıştı.) -Evet… Biz dışarıdaydık yani, ben dışarıdaydım…
-Valla oraları çok güç… zamanlar bilhassa… 12 Eylül… Hala bitmiş değil ya işte. -Evet. (Peki bu, daha önce, 1940’lı yıllarda, siz Ankara’ya geliş gidişlerinizde sizi karşılardı, birlikte
olurdunuz, o zaman peki edebiyatla ilgili, şiirle ilgili konuşmalar olur muydu acaba? Hatırlıyor musunuz?) Canım edebiyatla benim, şiirlerini filan bilmezdim. şair olduğunu bilirdim de şiirlerini okumamıştım. Fakat devrimci olarak biliyordum.
(Siyasi kişiliği önemliydi sizin için yani…) Ha, o yeter… şair olmuş olmamış… O kadar önemli değil. (Sevim Belli ekliyor:)
-Tabii şey yani, politik bir hareketin içerisinde olunca… Ayrıca yanlış da sayılıyor tabii, şair olduğu için ayrıca değer görmesi bir insanın. O ayrı bir konum… Politik hareketin içindeki yeriyle bir ilişki kuruyorsunuz…

5. “Ölüm adın kalleş olsun”u Enver’den öğrendik
Sevim Belli, Mihri Belli’ye dönerek: -Başka diyeceğin yok mu ama? Çok güzel şiirleri var… onun için fazla lafa karışmak istemiyorum. Mesela, “Ölüm adın kalleş olsun!” Biz bunu şey gibi, aramızda yani bir arkadaşın hastalığı veya ne bileyim.. Yani, sanki ezelden beri bildiğimiz bir lafmış gibi… Ama Enver’den öğrenmiş olarak söylerdik. Sonra o bilhassa, “Gezden gözden arpacıktan”, denen satırlar…
Düşmanlar ne ister? (Selam ister!) Böyle, onlar mesela bizim çevrelerde diline pelesenk olmuştu herkesin. Yani ezberden, Enver deyince onu düşünüyor…

(O, ölüm adın kalleş olsun, Saffet Korkut için yazdığı şiirin son dizesi o. Tanır mıydınız siz Saffet Korkut’u) -Hayır ben tanımıyorum. – Kim? (ingilizce öğretmeniymiş Dil Tarih’te o
zaman. Kanserden ölüyor. Öldüğü zaman da çok üzülüyor Enver Gökçe. Bunun üzerine de o şiiri yazıyor. Son dizesi o: “Ölüm adın kalleş olsun!”) -şey, İstanbul’daki… şimdi, illegal hareket. Ancak böyle işte üç-beş kişiyle temasın oluyor… Herkes herkesi tanımıyor. Tanınması da istenmiyor tabii… Kazara birinin lafını ettiniz, hiç ilişkili olmadığınız halde ilişki kurmuşsunuz gibi yargılanıyor. Onun için şey olmazdı fazla… Böyle ağza düşülmemeye çalışılırdı. Bende Enver’in kitapları vardı ama, bulamadım yani…
Mihri Belli’ye: -Söyle biraz şiirinden yahu Enver’in! Çok güzel şiirleri var. – Senin o şeyde vardır herhalde?
-Benim o yazdığım ne olacak? Yarım saat, bir saat bir konuşmada ancak o kadar bir şey alabildim. Bütün kitapları konuşmaya aktarmak… Zaten ben konuşma yaptım, üç arkadaş da ara yerde yalnız şiirlerini okudu

Enver’in şiirlerini. Çok iyi başarılı bir toplantı olmuştu. Hatırlıyor musun? Röda Rummet’te yaptık hani? şey çok beğenmişti, Mehmet Yücel. Evet orada arkadaşlar falan çok etkili olmuştu ve memnun oldu herkes. Enver’in şiirlerini yeniden… Ama tabii ilk şiirlerinden itibaren elimize geçen ne vardıysa hepsini, en iyi parçaları aktarmaya çalıştık. Tabii böyle toplantılarda özellikle, sol yani Marksist olanlara hitap ederek toplantı yapıyoruz ve
daha çok politik yanı ağır basan şiirler de tabii tercih nedeni oluyor. Halbuki şey de vardır, yani Enver’in meselâ, o katıra mı, eşeğe binmiş köye döner… Bir, şapkayı da yana eğişi var

Meselâ orada çok güzel bir motif vardır. Ben onu da almıştım konuşmama. Ama öyle şeyler biraz ikinci planda kalıyor tabii politik toplantılarda.
Buna rağmen herkes memnun kaldı ve iyi bir hava esti. Zannediyorum ondan sonra Enver’le ilgilenenler daha çok olmuştur. Mihri Belli, ekliyor: – Yok, şairdi. Yani şair sıfatını
herkese pek kullanmam ama… Enver, şairdi!

6. “Ve döne döne ateş!”
-Meselâ orada dünyanın kuruluşunu yani, Enver’den güzel anlatan zannetmiyorum olsun… (Kirtim Kirt şiiri, değil mi?) Evet… O… Ha, tamam evet şurada… Evrile çevrile… Yani Türkçenin güzelliği o kadar… Kullanım ve ifade zenginliği… Çok, şey gibi… Bakın şöyle diyor: Ve döne döne ateş, döne döne madde… Yani şimdi burada sanki, sinematograşk bir şey var… (Gözünüzün önünde canlanıyor.) Gözünüzün önünde, o kainatın oluşması… Dağlar evrile çevrile… Çok güzel yani, o kadar güzel imaj veriyor ki…
Ben çok takdir ediyorum o yanını. Esasında şairlik biraz bu demek herhalde; yoksa herkes iyi kötü birşeyler, güzel cümleler kuruyor tabii. Ama yani bu, imaj yaratmak ve o hareketteki hem baş döndürücü hızı, hem de büyük, dünya çapında bir büyüklüğü vermek… Bana veriyor, bilmiyorum. Gerçekten şairdi! Ben biraz şeyi işlemişim… Bir ara eş dostun şeyiyle Ahmed Arif’le, Enver Gökçe arasında bir tartışma oldu falan filan… Kendi göbeğimi kendim kestim diyor ya, Ahmed Arif. Enver ondan alınmış…
Daha şey düşünüyor ama, burada da diyorum, bu tabii Ahmed Arif’in şiirinin daha etkili olmasını engellemiyor, tabii o konuda Enver’in daha haklı gibi görünmesi; Ahmed Arif’in şiirinin daha etkili olmasını.. Mihri Belli araya giriyor: -Daha iyi şair. – …engellemiyor. şimdi bakın, Şevki hakikaten şiirden ve duygudan çok anlayan bir insandı. şimdi Ahmed Arif, Enver Gökçe, sonra Arif Damar hepsi bunlar şevki’nin en yakın çevresinden yetişen…
E, bu bir raslantı değil herhalde. Daha çok böyle bir karşılıklı etkileşme oluyor o zaman. Ve tabii bir de dünyaya bakışın… O zamanlar tam, 2. Dünya Savaşı’nın şeysi… Yani biz hepimiz, benim kuşağım… Bizim kuşağımız sırf faşizmin mel’anetine karşı görür şeyi… Yani komünizmi seçmiş insanlar bunlar. Ve, Nâzım’ın şiiriyle nemalanmış insanlarız. E, bunlar da öyle (Mihri Belli’nin kuşağı), yani bu kuşaklar hep öyledir. şeyde de öyle, biliyorsunuz, Enver’de de, diye. Anlatır… O kuşak, hepsi bir arada, hepsi şair olması, Ahmed Arif, Enver Gökçe, Arif Damar ve birbirinin en yakın arkadaşları bunlar… Dünya olaylarından etkilenerek öyle oluyor zaten. Yani bir yerde, faşizm de bir işe yaramış diyeceksiniz yani… – Yalnız, Ahmed Arif… -Ahmed Arif, Mihri’nin en benimsediği şair… – E, Ahmed Arif başkadır. Biraz değişik. Az yazmıştır ama iyi yazmıştır. -Yalnız Enver’in de bir suskunluk dönemi var. Uzun süre, biliyorsunuz. Enver de… Uzun süre sesi çıkmadı. Sonra… Ben çok iddia edemem yani şiirden anladığımı. Duygulanıyorum, çok güzel ama, bir edebiyat uzmanı gibi, bir edebiyat tarihçisi gibi değerlendiremem tabii. Duygusal benim şeyim… Aslında şiir de duygusal olan için, değil mi?

7. Pierre-Jean de Béranger

Ayrılmadan önce Mihri Belli, Béranger’den yaptığı şiir çevirisini okuyor. 19. yy.’da
işçi sınıfının şairi. Yani halk şairi. Ona dair bir yazı yazmıştım da, bunu da çevirmiştim:

“Yolun düşerse kıyıya bir gün
ve maviliklerini enginin
seyre dalarsan,
dalgalara göğüs germiş olanları hatırla,
selamla, yüreğin sevgi dolu
çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar eşit olmayan savaşta
ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden
sana liman gösterdiler uzakta.”

 

Sevim ve Mihri Belli ile söyleşisi: Celil Denktaş
www.envergokçe.org, Sanat Cephesi (2008 Temmuz ,Ağustos)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz