Oğuz Atay: Cennet muhallebiden duvarlar demek değil, insanların birbirlerini dinlemeleri demektir

Turgut yetkili merci rolünde buyurun sizi dinliyorum yalnız fazla vaktim yok sizin gibi birçok insan kapıda bekliyor biraz acele edin ah ben aceleye gelemem acele denince şaşırırım bağırarak Turgut beni dinlemeye mecbursun karşıma insanlık olarak dikilemezsin kimsenin bu hüviyete bürünmesini istemiyorum karşımda artık ben öldüm Turgut ölümle ödedim günahlarımın kefaretini bana sıradan bahsedemezsin artık insanlık batsın yalnız beni dinlemek zorundasın buraya rüyalarımızı gerçekleştirmek gerçek cenneti kurmak ve kötü hayalleri kovmak üzere toplanmış bulunuyoruz onları gözyaşlarımızla mı eğlendireceğiz onlar bu çeşit eğlenceyi daha çok severler ama ne ağladık ne ağladık diye heyecandan titrerler birbirlerine anlattıkça oysa biz onlara cenneti sunacağız cennet muhallebiden duvarlar demek değildir sayın yetkili cennet insanların birbirlerini dinlemeleri demektir birbirlerine aldırmaları birbirlerinin farkında olmaları demektir sen beni dinleyeceksin sayın yetkili benim reyimle oraya geldin bana kulak vereceksin yanımdan hışım gibi özel muhafızların ve kurşun işlemez camlı arabalarınla rüzgâr gibi geçmeyeceksin
öyle sahte bir samimiyet de istemiyorum benimle el sıkışırken resimler çektirmen gereksiz buyurun evladım sizi dinliyorum sakın zile basıp beni ilgili memura göndermeyin yalvarırım kendiniz dinleyin olur merak etmeyin babanızın ölümü meselesini ele almış bulunuyoruz on altı ocak tarihinin resmî tatil olarak takvimlere geçirilmesi için ilgililere emir verdim hayır emir vermeyin kendiniz bizzat meşgul olun olurum ayrıca şehir meydanına bir heykelinin dikilmesini de belediye meclisi karar altına aldı yok yok heykel istemez bazılarının hoşuna gitmiyor üstelik kuşlar durumu bilmediklerinden olur olmaz yerlerini kirletiyorlar merhuma saygısızlık oluyor taşı da değiştireceğiz aman sakın ihaleye çıkarmayın uzar bunları bilseydi merhum bilemezsiniz ne kadar memnun olurdu hele oğlunun bütün bunlarla uğraştığını öğrenseydi bakmayın sert görünüşüne gizli gizli severdi beni kendine göre küçüklüğümde uyurken okşarmış herkesin kendine göre bir yakınlık duyma tarzı vardır teyzem de beni yavrum diye kollarıyla göğsünde öyle bir sıkardı ki siz bile olsanız korkar odadan dışarı zor atardınız kendinizi babamın ölümünde de birden kendini yere atıp öyle bir çırpınmaya başladı ki dört kişi kaldıramadı yerden babama yapılacak törende de böyle aşırılıklara kaçılmayacağını umuyorum yalnız bu vesileyle söylev vermek isteyen çok meraklı bulunur bunlara fırsat verilmemesini bilhassa rica edeceğim sormaya utanıyorum ama sizin de böyle bir niyetiniz olduğunu sanmıyorum yaşarken merhumu doğru dürüst bir kere bile görmemiş olanlardan onun hayat hikâyesini dinlemek ağırıma gider doğrusu acı hatıraları canlandırmakta ne fayda var üzülmeyin tören bütün endişelerinizi giderecek bir şekilde ve yeniden değiştirerek modern icaplara uydurduğumuz eski ölülerin iadeyi itibar törenleri hakkındaki 24 sayılı kararnamenin esaslarına göre düzenlenecek böyle bir kararnamenin olmasına çok sevindim insanın gönlü her konuda başvurabileceği bu gibi yasaların bulunmasını istiyor kahveniz nasıl olsun yok zahmet etmeyin daha bazı isteklerim olacak biliyorsunuz sadece kendim için gelmedim buraya fırsat düştükçe bu arada beni de rahata kavuşturacak hususlarda yardımınızı rica edeceğim biliyorsunuz ben de öldüğüme göre belki aynı kararnamenin maddelerinden yararlanabilirim başınızı ağrıtmazsam küçüklüğümde beni çok üzen bir vakaya kısaca temas edeceğim hafızam beni aldatmıyorsa dört yaşlarındaydım o zamanlar babamın memuriyeti dolayısiyle bulunduğumuz N. kasabasında dere kıyısında iki katlı bir ahşap evde oturuyorduk kapımızın önünden her gün çingeneler geçerdi tahta kevgirler içinde leblebi satan ve benim çok sevdiğim çingeneler herkes onlarla alay eder ayrıca şimdi anlıyorum Hıristiyan oldukları için onları sevmezler ve istavroz çıkarmalarını taklit ederek attım ağzıma gitti karnıma hem sağıma hem soluma diyerek arkalarından koşarlardı zavallı İsa zavallı aziz Petrus ben pencerede onların hareketini tekrarlamaya çalışarak kendi kendime sorardım ne demek acaba ağzıma karnıma sağıma soluma bu hareketlerle ne demek istiyorlar acaba çocukları sevmezdim onlar kasabanın seyyar müzayedecisi Ali Ağanın da peşine takılırlardı zavallı adam bir yandan onları kovmaya çalışırken bir yandan da yorgun sesiyle kelimeleri gevşek bir şekilde uzatarak bağırırdı heydiii seet yüz on lireee heydiii seet yüz on lireeee şehrin tek sinemasının sahibiyle münasebette bulunduğu söylenen ve sinemanın reklamını elindeki çıngırağı sallayarak yapan Mazlum’un arkasından da çirkin sözler söylerlerdi Mazlum Mazlum sizi sinemanın içinde basmışlar diye bağırırlardı Mazlum bir gün çocuklardan birinin yakasına yapışmış ve yuvalarından fırlamış gözlerini çocuğun yüzüne dikerek o adam benim velinimetim bana bakan o adam anladın mı diyerek titrek sesiyle hıçkırmıştı sonra ayakkabılarının arkasına basarak tozlu yollara düşmüş gene çıngırağını sallamıştı … sinemasında bu akşam Şeyh Ahmetin Oğlu çok acıklı çok heyecanlı duyduk duymadık demeyin Şeyh Ahmetin Oğlu bu çocukları sevmezdim yanlarına yaklaşmaktan korkardım bir gün çingenelerden birinin çocuğu benim yaşlarımda bir oğlan çocuğu paçavralarını çıkardı ve bizim evin biraz aşağısındaki derenin kıyısında derisinin rengi gibi kirli kara derenin sularında yıkanmaya başladı sıcak bir gündü herhalde ama bizim oraların sıcağından ne olacak ağustosta soba yakılır geceleri iki yorgan altında titrersiniz elleriyle göğsünü karnını ovuşturarak yıkanmaya hem de ısınmaya çalışıyordu kirli sularda yüzüyordu yüzme bilmediğim için ona imreniyordum çakıl taşlarıyla dolu çamurlu kıyıda paçavraları kirli bir taş gibi duruyordu birden çocuklar göründü köprünün üstünde evimizin karşısında ahşap bir köprü vardı ırmakta yıkanan çingene çocuğunu gördüler bir süre taş attılar ona pek isabet ettiremediler ki koşarak köprüyü geçtiler ırmağın kıyısına geldiler bir süre de oradan taş attılar sonra içlerinden biri çingenenin paçavralarını gördü tuttuğu gibi hepsini dereye fırlattı çocuk ağlıyordu çocuklar gülüyorlardı belki bunlar size pek dokunmaz ama bir arkadaşım var fakirleri dilencileri ve bütün ezilenleri kucağındaki kundak çocuğunu yüzünüze uzatarak dilenen çingene kadınları görmemek için yıllarca sokağa çıkmamıştı bir ruh hastalığı diyeceksiniz bilmiyorum çocuğun dereden çıkıp üşüyen vücudunu kollarıyla sarmasını ve derede yüzen paçavralarına bakarak ağlamasını hâlâ hatırlıyorum bunun için bir şey yapılamaz mı yoksa benim de Necmettin gibi yıllarca evde oturmam mı gerekiyor çekinmeyin açıkça cevap verin bana yıllarca çıkmadı evinden yemeğini yattığı odanın kapısına getirirlerdi akıl hastası diyorsunuz bir şey dediğim yok uzatma olabilir belki de akıl hastasıdır aklımızı korumak hiç etkilenmemek gerekir sağlam insan yolda sağına soluna bakmadan dosdoğru yürüyen adamdır onun her şeyden önce düşünmesi gereken bir ailesi ve çocukları vardır akıl hastanesine yatırılırsa kim bakar onlara yani bir acıklı durum çıkmaz mı ortaya aşırı duygusallıktan yıllarca tutuklanmasına ve evinde gözaltına alınmasına çoğunlukla karar verildi ben muhalifim yazdık yazdık bu çingene çocuğu için bir şey yapın yirmi yıldır atamıyorum onu kafamdan olmazsa benim için birşeyler yapın fakat biliyorsunuz bu çingeneler panayırlarda kumar oynatır ve zavallı köylüleri soyarlar elimizde çok delil var tamam bunu hallettik peki artık sokağa çıkabilmekle birlikte geceleri uyuyamayan ve odasında sabaha kadar dolaşan Necmettin ne olacak onun da hastalığı dementia bilmem ne tamam bunu da hallettik bilimin kısa yoluna hayranım doğrusu meseleleri kestirme yoldan bir çözüme bağlaması akıllara durgunluk veriyor akıl almaz bir başarı demek biz yıllarca boşuna üzülmüşüz bazı terimleri ve tarifleri bilseymişiz bu kadar ıstırap çekmeyecekmişiz Necmettin’in iki arkadaşı var onlarda dementia filan da yok birinin sakat bir oğlu var ötekinin de işi yok bir akşam birlikte içmiştik sizden iyi olmasınlar ne kadar efendi adamlar bir görseniz içki içmenin adabını biliyorlar insanla konuşmanın yolunu biliyorlar meyhaneci bile ne kadar candan bir adamdı bütün bu kibarlık fakirlikten geliyor demek koşarak sağdan çıkar bir yetkiliyi oynayan Turgut masanın başında bu masayı size tanıtayım evet bu arada Turgut’un dirseklerini dayayarak üzerinde düşünmeye başladığı bu masa masif cevizden yapılmış olup oyunun yapısında önemli bir yer tutmaktadır oyuncular kızdıkları zaman bu masayı yumruklamakta masa başı sohbetleri yapmakta yetkililer dilekçe sahiplerini bu masanın başında kabul etmektedir kanun otoritesini temsil eden bu koyu renkli masa idare edenlerle idare edilenler arasında çok kere aşılmaz bir duvar gibi duran başvurulan yetkilileri devrimci saldırılardan koruyan ve temsilin belli başlı mizansenini teşkil eden bir eşyadır masanın kötü niyetlileri durdurucu özelliği kaybolursa anarşi çıkar bu özelliğinin korunması için sık sık sistre ve cila yapılarak göz kamaştırması gerekmektedir nitekim emniyet müdürü de şu anda yanındaki yardımcısına masayı işaret ederek bazı emirler veriyor yüzünün ifadesinden anlıyorum herhalde cilası kalmamış bir elden geçirilmesi gerekiyor orası burası sallanıyor Selim’in her yumruk vuruşunda dağılacakmış gibi titriyor kabilinden tenkitlerde bulunuyor yardımcısının ellerini iki yana açmasından ne yapalım beyefendi tahsisat yok dediğini tahmin ediyorum Selim girer baba burada ne arıyorsun sen ölmedin mi bu kız kim Selim seni tanıdığını söylüyor sana uzun zamandan beri bahsetmek istiyordum baba geçen gün sen koltuğunda otururken karşında bir süre dikildim söze nereden başlayacağımı bir türlü bilemedim ölmediğine sevindim bugünlerde devamlı rüya görüyorum zaten mahşer günündeki gibi herkes ayakta her birine ayrı ayrı sevinmekten nereye bakacağımı şaşırıyorum iyi bir aile kızı mı sana uygun mu ne zamandan beri tanıyorsun çoktandır baba sana bir türlü söyleyemedim karşılaşmanız ne mutlu bir rastlantı tıpkı rüyalardaki gibi isteklerimizin birden gerçekleşmesi gibi sakın suratını buruşturma pek güzel bir şey değil diye çok efendi kız benimle çok terbiyeli konuştu seni anlattı tabii seni beğenmesi mühim değil seni kim beğenmez niyetin ciddi mi babası zengin mi biliyorsun senin için düşündüğüm bırak bunları şimdi baba olmaz ben ilerisini düşünmeye mecburum seni çoktandır görmedim ne yapıyorsun şimdi çok fazla vaktim yok mektebini bitirdin mi bitirmiştim baba yalnız dün gece rüyamda iki dersten ikmale kalmışım bir yanlışlık olacak herhalde yarın gece imtihana girerim hemen nişan yapmayı düşünüyor musun evet baba benim de fazla vaktim kalmadı bir an önce bitirelim bu işi fazla izin vermiyorlar olmaz böyle birdenbire bütün işlerini aceleye getirdin bırak bunu da istediğimiz gibi yapalım kızı babasından isteyelim babası yok ki baba olsun birinden isteyelim işte ben onu hiç görmemiş olayım onu gördüğümü unutayım bize kahve pişirsin sen anlamazsın baba ben her şeyi hazırladım yüzükleri bile aldım göster bakayım bunları da nereden buldun herkesin aldığı gibi doğru dürüst olanlarını seçemez miydin kimbilir kaç para vermişsindir benim tanıdığım bir kuyumcu vardı ona giderdik hiçbir şeyi önceden haber vermezsin ki buna da şükür baba ben nişanlandım diye gelmedin ya aman Allahım mesela Hüsnü Bey gelmiş senin oğlan nişanlanmış diyor ne yapacaksınız nerede yaşayacaksınız anlaşılan o da senin gibi evlenmek ciddi bir iştir oğlum iyi düşündün mü düşünecek vakit yok baba uzatma bana yardım edecek misin bu kadar çabuk bilmem ki ne yapacağımı şaşırdım ben sana durumu anlatıyorum baba bunun aceleyle ilgisi yok vakit geçiyor gitmek zamanı yaklaşıyor kararını ver bize yardım et her ihtiyacını ben karşılamadım mı seni en iyi mekteplerde okutmadım mı sana kötü bir şey öğrettim mi daha konuşmaya başlamamıştın hatırlamazsın tabii kucağımda bütün kasabayı dolaştırırdım seni hamama götürürdüm kendi elimle yıkardım bir gün hamamın önündeki yokuştan aşağı inerken ayağım kayınca senin bir tarafını incitmeden nasıl düşmüştüm nasıl korkmuştum nasıl ağlamıştın uzatma baba beni tek başıma hareket etmek zorunda bırakma daha mektebini bitirmemiş sabrımı tüketme baba rüya olduğunu söyledim baba ben rüya bilmem ölüm de bir rüya değil mi ben de önce korkmuştum nereden bileceksin bu kadar ısrar ediyorsun yüzüklerinizi ben takayım o halde biliyorsun bugünlerde durumum çok sıkışık dişlerimi yaptırdım yeni radyo aldım annen çok ısrar etti koltukların kumaşını değiştirdik böyle daha iyi olmamış mı Hüsnü Beyin tanıdığı bir döşemeci yaptı yalnız masrafını aldı senin aklın ermez ki böyle işlere.

Oğuz Atay
Tutunamayanlar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz