Nedenlerin nedeni üzerine bir alıntı, Baruch Spinoza ve düşünsel dünyası

İnsanlar bilmediklerinin tutsağıdırlar, bil­giye ulaşınca özgürleşirler.

“Adamın birinin kafasına bir taş düşmüş olsun, bundan doğal olarak taşın onu öldürmek için düştüğü sonucu çıkarılmaz mı? Bu dünyada tesadüfe yer olmadığını göstermenin daha iyi bir yolu var mıdır? Belki bunun olduğunu, çünkü rüzgârın estiğini, adamın da o sırada oradan geçmekte olduğunu söyleyeceksin. Ama onlar ısrar edecekler: Neden rüzgâr tam da o anda esmiş? Eğer yine rüzgârın kalktığını, çünkü denizin bir gün önce sakinken aniden dalgalanmaya başladığını, adamın ise bir dostu tarafından davet edilmiş olduğunu söylersen; yeniden ısrar edecekler ve soruları asla bitmeyecektir: Peki neden deniz dalgalanmıştı? Neden dostu tam da o gün davet etmişti? Ve böylece nedenlerin nedenini sorup durmayı asla bırakmayacaklardır; ta ki sen Tanrının iradesine, yani cehaletin tımarhanesine sığınıncaya kadar…”[1]

Baruch Spinoza

Benedictus de Spinoza ( 24 Kasım 1632 – 21 Şubat 1677), tarihleri arasında yaşamış panteist düşünür. Sinagogdaki büyükleri tarafından Baruch Spinoza olarak adlandırılmıştır. Yetişdiği çevrede Bento de Spinoza yada Bento d’Espiñoza olarak bilinirdi.

Felsefe sorunlarının çözümünde geometriye dayanan bir yöntem uygulamış ve bütün düşüncelerini töz olarak nitelediği Tanrı kavramı üzerinde yoğunlaştıran Baruch SPİNOZA ilginç yaşam öyküsü ve dünya görüşü ile 350 yıldır gündemde kalabilen bir filozoftur.
24 Kasım 1632 yılında Amsterdam’ da dünyaya, İspanya’ dan göç etmiş bir Yahudi ailesinin beş çocuğundan biri olarak gözlerini açmıştır. Henüz altı yaşındayken annesini yitiren düşünür, yapayalnız geçecek yaşamını da böylece örgülemeye başlamıştır.

Uzun yıllar dinsel ağırlıklı bir eğitim görmüş olması onu kör inançlara saplamamış, öğrendiği yabancı diller ve ders aldığı bilge kişiler sayesinde ufku genişlemiş, düşünceleri değişmiştir. Onun düşünce derinliğine inemeyen yaşadığı dönemin din adamları tarafından aforoz edilmiş, yazdığı kitap yasaklanmış ve düşünceleri ile bir başına bırakılarak yalnızlığa itilmiştir. Yılmamış, yaşamı boyunca kimseye boyun eğmeyerek, hiçbir bağışı ve hediyeyi kabul etmeyerek onuruyla hayatını kazanmıştır..Matematik, fizik bilgileri sayesinde mercekler üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bir odada sürdürdüğü yaşamını, mercekleri yontarak elde ettiği kazançla, bilgece ve gösterişsiz bir şekilde geçirmiştir. Hastalıklı bedeni, yontarken yuttuğu tozlara ve insanlardan gördüğü anlayışsızlıklara daha fazla dayanamayarak 21 Şubat 1677 te bu dünyaya veda etmiş, geride, dünya durdukça yaşayacak düşünceler bırakmıştır.

Felsefi düşünceleri

Spinoza’nın düşünce kaynaklarında farklı etkilerin olduğu söylenebilir. Onun zor anlaşılan ya da tamamen zıt yönlerde anlaşılan felsefesinin oluşumunda bir yanda Yahudi mistiklerini, İslam düşünürlerini, skolastikleri, 17. yüzyılda çok önemli gelişmeler kaydeden doğabilimlerini, Giordano Bruno ve özellikle onun panteizmini ve bütün bunların ötesinde Descartes’ı ve Kartezyen felsefeyi buluruz. Bir anlamda bunlara bağlı olarak onun felsefi sorununun töz sorunu olduğunu, bu eksende varlık problemine yöneldiğini söyleyebiliriz.[2]

Beden ve ruhun birbirlerine olan üstünlükleri yerine paralelliklerini savunan Spinoza ereksel bir nedenselliğe de karşı çıkmıştır. Bununla birlikte aşkın bir tanrı anlayışı yerine içkin bir doğa anlayışı getirmiştir. Böylece ruhun bedeni yönettiği insanbiçimli tanrı fikri yerine bütün çeşitlilikleri barındıran ereksel olmayan tek bir doğadan bahsetmekle beraber insandaki temel üç yanılsamayı tasfir etmiştir. Ereklilik çerçevesinde; Bilinç, özgürlük ve tanrıbilimsel yanılsama.
Spinozacı metafizik

Spinoza’nın felsefi çalışmalarının anlaşılmak ve değerlendirilmek bakımından özel zorlukları olduğu bilinen bir gerçektir. Kullandığı kavramlar, bunlara getirdiği tanım ve açıklamalar birçok farklı yollardan yeniden sorgulanabilir ya da değerlendirilebilir görünmektedir. Bu yalnızca Spinoza’nın bir yanda ‘Tanrı-sarhoşu, öte yanda din ve tanrı düşmanı olarak değerlendirilmesi meselesinde ortaya çıkmaz, bir bütün felsefi sisteminin anlaşılmasında özel bir sorun yaratır. Felsefenin bildik terimlerini kullanmakla birlikte, Spinoza’nın kendi metafiziğini kurarken bu terimlere sağladığı anlam katmanları ve terimleri birbiriyle ilintilendirme tarzı onun sisteminin anlaşılmasını güçleştirmiş ve bunun yanı sıra pek çok farklı şekillerde yorumlanmasına yol açmıştır.

Temel yapıtı Etika ilginç özelliklere sahiptir. İlkin burada Spinoza’nın felsefi çalışmasına bilimsel bir konum kazandırmaya çalıştığı söylenebilir. Rasyonalist filozofların matematikten etkilenmeleri ya da onu model almaları Spinoza içinde geçerlidir, ancak Spinoza matematikten çok geometriyi benimser ve yapıtlarında geometrik yöntemi kullanır. Etika’nın altbaşlığı bu bakımdan örnektir: Geometrik yönteme göre kanıtlanmış olan ahlak. Yorumcuları, çalışmanın ağır yapısının buradan kaynaklandığında hemfikirdirler. Etika’nın hem biçimsel yapısın hem de içeriğini geometrik yöntem şekillendirir.

Etika’nın temel kavramları olan töz, nitelik, görünüm, nedensellik bunlara örnek olarak verilebilir. Spinozacı metafiziğin nasıl bir ontolojiye sahip olduğu, Tanrı ya da Doğa dediğinde ne demek istediği, insanın doğadaki yerinin nasıl ele alındığı, özgürlük ve zorunluluk ilişkisinin nasıl değerlendirildiği önemli boyutlar ve sorunlar içerir; Spinoza bu bakımdan etkisi geç anlaşılmış ve anlaşıldığı andan itibaren sürekli yeniden değerelendirilir bir filozof olmuştur.

Tanrı ya da Doğa

“Spinoza’nın yazılarından her yere tanrı yerine tabiat kelimesi konulabilir. Bu konuda kendisi bile sarih olarak yol gösteriyor. Tanrı mefhumundan şahsi, irade ve hatta şuurla ilgili her şeyi çıkarmak suretiyle, Spinoza, bu iki mefhumu birbirine yaklaştırır.” Aliya İzzetbegoviç D.B.A.İSLÂM Sayfa 266

Spinoza’nın panteist bir düşünce yönünde uçlara vardığı ve monist bir tanrı-doğa düşüncesine ulaştığı ilk olarak belirtilmesi gereken noktadır.Bununla birlikte Spinoza’nın felsefi sisteminde Tanrı kavramının merkezi bir yeri olduğunu söylemek gerekir. Tanrı, bu felsefi sistemin hem başlangıç noktası hem de son noktasıdır: “Var olan her şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de kavranabilir”.

Ancak yine de açık olmayan Spinoza’nın Tanrı’sının felsefesi açısından nasıl bir şey olduğudur. Kendinde bir neden, nedeni kendinde olmak (causa sui) anlamında Tanrı ve özellikle bu alıntıda kullanılan içinde terimi Spinoza üzerine yapılan sonu gelmez yorum denemelerinde sürekli bir tartışma konusudur. Bilimsel bir düşünceye de dinsel bir düşünceye de bağlantılandırılan Spinozacı felsefenin Tanrı kavramı, hem ontolojik kanıtlamanın hem de bilgi bilimsel yapının anahtarı olarak görünmektedir. Çünkü tanrının varlığı için öne sürülen ontolojik veri, bir gerçekliğin varlığını o gerçekliğin kavranışından hareketle kanıtlamaya yönelen yaklaşımdan hareket eder görünmektedir.

Aynı zamanda Spinoza’nın monist bir dizgeye yöneldiği söylenebilir; onun hem bir ateist hem de bir panteist olarak görünmesini sağlayan ise bu monist tutumun özgüllüğüdür. Ünlü sav sözünde Spinoza, :”Tanrı ya da Doğa” (Deus sive Natura) demektedir.
İlk alıntı ile bu sav söz karşılaştırıldığında Spinoza’nın güç anlaşılır tezleri belirginleşmektedir. Bu formülasyonla Spinoza, bir yanda fiziksel dünyanın özünde teolojik olmasını ve öte yandan teolojinin kişisel olmaması sağlamaya çalışır. Burada Spinoza, örtük ve açık bir takım varsayımlara dayanır, hatta bir tür gizli varsayım sistemin temelidir diyebiliriz. Bu gizli varsayım sonradan üzerinde çok konuşulacak olan, gerçeklik ile kavrayışın örtüşmesi, daha düşünce dünyasındaki bağıntıların birebir gerçeklikteki bağıntılara tekabül etmesidir.[3]

Bu yaklaşımları geliştirmekte nedensellik kavramı da ayrı bir öneme sahiptir. Spinoza’nın gizli varsayımının kuramsal dayanağı bir anlamda bu nedensellik fikridir, ancak Spinoza’nın nedensellik fikri ampirizm felsefesi için kabul edilemez bir nedensellik yaklaşımıdır. Spinoza burada rasyonalist yönelime uygun bir yol izler ve nedenselliği bir bakıma dünyadan kopartarak zihnimize, yani dünyayı kendi kavrayışımıza bağlar. Çünkü ona göre, eğer aklı mümkün kılan çıkış noktaları ya da öncüller gerçeklik için bir güvence sağlayamayorsa başka hiçbir şey sağlayamaz. Böylece apaçık gerçeklik, düşünceden gerçekliğe geçişin sağladığı bir gerçeklik olarak belirir. Buna göre, fiziksel dünyanın, düşüncenin onu temsil ettiği gibi olduğunu, bizzat bu düşüncenin kendisinden anlarız ki Spinoza bu yolla argümanlarında kavrayış nosyonunu özel bir ilgiyle kullanmakta ve bunun aracılığıyla dünyaya bir tanım getirmektedir.

Töz, nitelik ve görünüm

Bu noktada Spinozacı töz, nitelik ve görünüm kavramlarına bakmak gerekir. Töz (substantia), kısacası, nedeni kendi içinde olan, kendisi kendi aracılığıyla kavranandır. Görünüm (modus) ise kendi aracılığıyla ve kendinde kavranan değil, aksine tözün görünümü olarak tanımlanır. Bizim ya da başka bireysel şeylerin varoluşlarının açıklanması kendimiz dışındaki başka bir şeye dayanır; hepimiz kutsal ve mutlak bir tözün görünümleriyizdir.Bu anlamda Tanrı bir töz’dür, yani kendinde bir nedenle ve zorunlu olarak Tanrı (causa sui) vardır. Ancak böyle ise, töz aynı zamanda herhangi bir şeydirde, yani varolduğu ontolojik bir veri tarafından kanıtlanan herhangi bir şey töz olabilir. Ancak Spinozacı sistem böyle bir çıkarsamaya olanak vermez. Spinoza, birci anlayışıyla ve düşündüğü metafizik sisteme varabilmek için bunu kabul edemez ve rasyonalizmin örtük varsayımlarından yararlanarak Tanrı dışında bir tözün olabilirliğini yadsır.

Nitelik (attributum kavramıysa, Tanrı’yı özünde ne ise o olarak gösteren şeydir. Düşünce ve uzam Spinoza’ya göre, Tanrı’nın iki temel niteliğidir. Böylece o, Kartezyen felsefedeki soruna kendince bir çözüm getirir; düşüncelerin ve fizik nesnelerin tek bir tözün değişimleri olduğunu öne sürer, ve Tanrı’yı “her biri ebedi ve sonsuz özü ifade eden sonsuz nitelilerden oluşan bir töz” olarak tanımlar.[4]

Bütün bunlar Spinoza felsefesinin metafizik gücünü ve anlaşılmaktaki zorluklarını göstermektedir. Spinoza felsefesinin gücü de güçsüzlüğü de başlangıç öncüllerinde ve kavramlara kattığı özel iceriklerdedir. Spinoza felsefesinde çıkan sonuç ise daha da çarpıcıdır, tanrı ile doğa ayrık değil özdeştir. Bu sonuç, mantıksal neden ile gerçek nedenin özdeş sayılmasına paraleldir. Dolayısıyla da Tanrı bilgisi ya da Tanrı’yı bilmek, entelektüel Tanrı sevgisi (amor intelictualis Dei) Spinozacı metafiziğin çıkış noktası ve varış noktasıdır.
İnsan

Spinoza’daki insan anlayışının felsefi sistemiyle, kurduğu geometrik metafizik bütünlükle doğrudan bağlantılı zorunlu bağlamları vardır. Töz anlayışı, evreni bir zorunlu bağlantılar sistemi olarak tekci anlayışla açıklamak üzere kurulur ve bütün varlıklar Tanrı’dan başka bir şey olmayan bu tözün zorunlu görünümleri olarak açıklanır. Tanrı, sonsuzluk boyutunda (sub specia aeternitatis) her şeyin özüdür; insan ise zaman ya da süre boyutunda (sub specia durationis) Kendinin kendinde nedeni ve bu temelde her şeyin varoluşunun nedeni olan Tanrı, Spinoza’nın beden-ruh ikilemini çözmesine de yardım eder.

Bu çözümü şu şekilde ifade etmek mümkündür: Beden (corpus) ve ruh, Tanrı’nın sonsuz özünden gelen görünümlerdirler ve dolayısıyla gerçek dünyanın düzeniyle ruhun düzeni birlik oluşturur. Böylece geleneksel anlamda bilinen birey-özne ve dolayısıyla insan Spinozacı sistemde ortadan kaldırılmıştır. Bu sistemde bireysel anlamda akıl ve irade sahibi, kendi kararlarını veren ve verdiği kararlarda özgür olan bir insan anlayışına yer kalmaz; aksine ruh ve madde, zihin ve gerçeklik tek ve sonsuz bir özün görünümleri olarak aynı derecede zorunlulukla belirlenen varlıklar olarak belirirler.İnsan iradesini irade olarak tanımayan Spinozacı metafizik, ilginç bir etik anlayışına yol açar; ilginçlik etik bilinen anlamda irade ve insan kararları üzerine kurulu olmasından kaynaklanır.Varlığı ve varoluşu bütünlükle nedensellikler içinde açıklayan bir felsefe sistemi, aynıksal sistemin içine zorunlu olarak etiği oturtmak durumundadır.Spinoza, buna bağlı olarak, insan ruhuna yönelik doğalcı ve mekanist kabul edilen bir düşünce şekillendirir.

Spinoza için soyut etik yasaların ve değer yargıları belirlemenin hiçbir anlamı yoktur, önemli olan gerçeği tanımaktır, ki bunun nasıl bir şey olduğunu sisteminde açıklar.Güç ve erdem insanı açıklamakta önemlidir, ancak her ikiside Tanrı bilgisinde temellenir. Spinoza’nın felsefi sistemi Tanrı düşüncesiyle başlayıp Tanrı düşüncesiyle sonlandığı için insanın doğru konumlanışı bu sistemin belirlediği gereklere göre bilgiye yönelmesi ve kendi zorunluluklarını kavramasıdır.Spinoza insan-toplum-devlet düşüncelerini bu felsefi düşünüş doğrultusunda temellendirmekte, insan tanımlamasını teolojik-politik düşüncesinde oluşturmaktadır.ona gore geometri onemlidir.

Özgürlük

Spinoza, her tür tasarım ve iradeye dayalı kararın zorunlulukla kendisinden önce gelen bir olaya dayandığı fikrinden hareket eder. Bu şekilde yaklaşılınca istenç ve irade özgürlüğü olarak adlandırılan özgürlüğün reddedilmesi ortaya çıkar. Felsefe tarihi içinde Spinoza kadar katı bir kuramsal yargıyla bu anlamda ki özgürlüğün reddedilmesi sözkonusu değildir.Daha sonra yapısalcılık’ın belirli bir yorumunda, örneğin Althusser’in özneyi yapınının bir türevi olarak ortaya koyan çalışmalarında bu tür bir yaklaşım görülür.Spinoza özgürlük’ü bir yanılsama dahası bir fantazi sayar. Buna sebep olanın, eylemlerimizin ve etkinliklerimizin nedenlerini bilmememiz olduğunu söyler.

Spinoza’ya göre, eğer aşağı doğru akan bir su düşünebilen bir varlık olsaydı, kendi özgür istenci ve iradesiyle aşağı doğru akmakta olduğunu düşünürdü. Karar verme durumumuzu başka bir açıdanda özgürlük olarak kabul edemeyiz, çünkü kararlarımız çoğunluk hafıza denilen yapının etkileriyle oluşur, ve Spinoza’ya göre hafızaya hakim olabildiğimiz söylenemez.

Sonuç olarak Spinoza’nın elbette bir özgürlük anlayışı sözkonusudur ve bu anlayış şaşırtıcı olmayacak kadar kesin bir nitelikle onun mantıksal sistemine derinden bağlıdır. Spinoza için özgürlük, insanın kendi doğasında mevcut olan zorunluluklara uyması durumudur. Özgürlük, zorunluluğun tanınmasıdır. Bu argüman, zorunlu olarak her tür özneyi ve öznelliği dışta bırakan Spinozacı sistemden ileri gelmektedir. İnsan teki, Tanrı’nın görünümlerinden biri olduğu için, herşeyi yöneten yasalar bu insan tekini de yönetir ve onun kararı bu durumda olsa olsa bu yasalara uymak durumudur ki, burada bir özgürlükten sözedilemez. Spinoza’nın tüm sistemini kurarken saf ve tarafsız bir mantıkçının konumuna çekilmeye çalıştığını söyleyebiliriz ve tutumu özellikle özgürlük konusunda belirgindir. Eylemleri yalnızca kendisi tarafından belirlenen şey özgürdür ve bu insan olamaz, olsa olsa Tanrı olabilir. İnsan eylemliliği ise zorunlu olarak belirlenmiştir. Buna bağlı olarak özgür insan, Spinoza’ya göre, içinde bulunduğu ve kendisini belirleyen zorunlulukların farkında olan, bunların bilgisine sahip olan insandır. Bu anlamıyla felsefi sisteminde Spinoza, daha yüksek bir algı düzeyine çıkmış, duygularını denetim altına alabilen, kendisinin ve dünyanın kavrayışına sahip olmayı özgür insan olarak tanımlar.

Spinoza’nın etkileri

Spinoza’nın güçlü mantıksal metafizik sistemi, gerek Leibniz’in eleştirileri gerekse diğer ampirik felsefenin gelişmesiyle kısmen unutulur. Kant’a gelindiğinde ise önemli bir kuramsal müdahale ile karşılaşır. Kant bu sistemin örtük ve açık varsayımlarını sorunsallaştıran bir yol izler, ontolojik alan ile epistemolojik alanı kategorik bir ayrıma tabi tutarak, gerçekliğin bizim düşüncelerimize tekabül ettiği ya da edebileceği varsayımını geçersizleştirmeye çalışır. Saf akıl’ın perspektifine ulaşılamaz, sonsuzluk boyutuna dair bir bakışa ya da bilgiye erişilemez. Ateist ya da tanrı sevdalısı filozof şeklindeki kısır ya da tek yönlü değerlendirmelerin dışında Spinoza 18. yüzyıldan itibaren birçok filozofu müttefik ya da rakip olarak etkilemiştir.

Novalis, Sckleiermacher, Jacobi, Mandelssohn, Goethe, Schelling, Hegel bu etki alanının içindeki önemli isimler olarak belirtilebilir. Hegel’in Spinozacı felsefi sistemi dönüştürerek kullandığı söylenebilir, Spinoza’daki töz Hegel’de Mutlak idea olarak alınır bir anlamda. Ayrıca Marx’ın Hegel’i ayakları üzerine oturtma girişiminde de Spinoza etkisi olduğu öne sürülmektedir. Çünkü, marksist felsefe, insanın etkinliklerini onun maddi koşullarından bağımsız görmemekte, özgürlüğün zorunlulukların bilinci olduğu tezini olumlamakta, bunlara bağlı olarak doğa yasalarının belirleyiciliğini öne sürmektedir ki Spinozacı sistemle bunlar arasında paralellikler kurmak kaçınılmazdır.

Nietzsche ise tam bir Spinoza karşıtı olarak konuşur, çünkü Spinoza’nın temel savlarını kabul edilemez bululur. Örneğin, gerçek’in ona yönelik yaklaşımlardan koparılabileceği yönündeki düşünce kabul edilemez bir yanlıştır. Nietsche, Spinoza’nın matematiksel hokus pokuslarla felsefi sistemini kurduğunu söyler ve onu “hasta münzevi” olarak tanımlar. Nietzscheci düşünceyle önemli ilgileri olan postmodern felsefenin önemli isimlerinden Gilles Deleuze ise Spinoza’ya çok önem veren düşürlerden birdir. Spinoza üzerine dersler ve konferanslar vermiş olan Deleuze, daha sonra bu notlarını Spinoza/Pratik felsefe başlığında yayımlamıştır. Bu kitap Etika üzerine bir tür sözlük ve açımlama metnidir. Özgürlüğün zorunlulukların bilgisine ulaşma olarak tanımlayan Etika’yı, bir özgürleşme etiği olarak değerlendiriri Deleuze.Deleuze’dan önce Louis Althusser’in ismini de anmak gerekir. Yapısalcılık’ın ve kuramsal Marksizmin önemli ismi Althusser, öznenin yokluğu ve yapının/kuramın belirleyiciliği konularında Spinozacı sistemden referanslar bulmuş ve onun üzerinde önemle durmuş bir düşünürdür.

Çalışmaları

Ethica
Tanrı, İnsan ve İnsanın Mutluluğu Üzerine Kısa İnceleme
Politik İncelemeler, (Tractatus Politicus)
Kavrayış Gücünün Gelişimi
Descartes Felsefesinin İlkelerinin I. ve II. Bölümlerinin Benedictus Spinoza Tarafından Geometrik Yöntemle Tanımlanması.
Teolojik-Politik İncelemeler

Spinoza hayattayken yayımlanan çalışmaları Descartes’in Principia Philosophiae (Felsefenin İlkeleri) çalışmasını yorumladığı çalışması ve Teolojik-Politik İncelemeler adlı kitabıdır.Etika hazır fakat yayınlanmamış bir kitaptı, ölümünden uzun bir zaman sonra yayımlandı. Diğer kitapları izleyicileri tarafından notları ve tamamlanmamış yazılarından bir araya getirilirek hazırlandı.

Referanslar
1 Spinoza Üzerine On Bir Ders, Gilles Deleuze, Çev. Ulus Baker, 1. Basım, Kabalcı Yayınevi
2 Felsefe Tarihi, Macit Gökberk, Remzi Kitabevi, sayfa:294
3 Spinoza, Roger Scruton, çeviren:Cemal Atila, sayfa:45, Altın Kitaplar
4  Spinoza, Roger Scruton, çeviren:Cemal Atila, sayfa:47-56, Altın Kitaplar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz