Necatigil Şiirinin Enerji Kaynakları – Tamer Gülbek

Orta sınıf vatandaş dediğimiz bireyin ağzından konuşan persona gündelik işlerin getirdiği yüklerden yorgundur, bitkindir, şikâyetçidir ve çoğunlukla bunlardan kurtulma derdindedir. Ancak ne bu yüklerden kurtulma yöntemi ne de bunlardan kurtulma durumunda boşalan yerin neyle doldurulacağı çok belirgin değildir.

Behçet Necatigil şiiri ile ilgili kim ne söylerse söylesin, tematik olarak onun orta sınıf bir vatandaşın ev içi ve ev dışı hallerini dert edindiği konusunda birleşecektir. Neredeyse bütün kitaplarında ortak olarak bulunan, ama özellikle 1953’te yayımlanan Evler kitabında ön plana çıkan bu tema, kitabın ilk şiiri olan “Evin Halleri”nde özetlenmekte gibidir. Zaman içinde Necatigil’e “ev şairi” yakıştırması yapılmasında da belki en çok bu kitap etkili olmuştur.

Her ne kadar kendisi de orta sınıf bir vatandaş olsa da, genellikle şiirlerinde başka kişileri konuşturmayı, “persona” kullanmayı tercih eder Necatigil. Kâh bir “kahveci kızı” olur konuşan bu şiirlerde (Kapalı Çarşı), kâh uzak diyarlarda ölen ve “kaydı silinen” bir asker (Çevre) ya da “gözleri badem” bir ev kadını olur baba evinde bulduklarını evliliğinde bulamayan (Evler). Ama, okuyucu personanın gerisindeki sesin de farkındadır. Bu durum şairin inandırıcılığı ile ilgili bir sorun teşkil etmez. Okuyucu hem şairin hem de personanın sesini aynı anda algılar. Şiirlerdeki dramatik etki personanın yaşadığı çelişkilerden olduğu kadar şairin yaşadığı çelişkilerden de elde edilir. İkili karşıtlıklar (binary oppositions) açısından bakarsak, bir yanda “ev içi” –yani gündelik ve sıradan olan– yer alır, diğer yandaysa “sıra dışı” / “ev dışı” olan – ya da estetize edilmiş sıradanlık, yani sanat ve şiir. İşte, Necatigil’in şiirlerindeki enerji de bu iki kutup arasındaki sürtüşmeden ve gerilimden ortaya çıkar.

Orta sınıf vatandaş dediğimiz bireyin ağzından konuşan persona gündelik işlerin getirdiği yüklerden yorgundur, bitkindir, şikâyetçidir ve çoğunlukla bunlardan kurtulma derdindedir. Ancak ne bu yüklerden kurtulma yöntemi ne de bunlardan kurtulma durumunda boşalan yerin neyle doldurulacağı çok belirgin değildir. (Eril) birey, günlük rutinden kurtuluşu kimi zaman gece hayatında (örneğin meyhanelerde, batakhanelerde, konsomatrislerde) arar. Çevre kitabındaki “Varyete”, “Geceleyin Erkekler” ve “Renkli Fener” gibi şiirler bu durumu örneklemektedir. “Hayat kadınları”yla ilgili olan “Renkli Fener” şiiri şu dizelerle son bulur: “Zevk ettiklerimiz önce / Tiksindiklerimiz ayrılınca / El ağız sildiklerimiz / Hastalıklı bildiklerimiz / Sellere kapılınca / Gene de gittiklerimiz / Onlar, Beyoğlu’nda.” Görülmektedir ki, günlük rutinden kurtuluş için benimsenen gece yaşantısı çözüm üretmek şöyle dursun, kendisi ayrı bir rutin haline gelebilmekte ve ferahlık getirmek yerine sıradan olana eklemlenmektedir.

O halde, sıradan ve bıktırıcı olanla çelişip sürtüşecek olan kutup, şiirlerdeki konuşmacının –yani personanın– getirdiği “ev dışı” alternatif de olamayacaktır. Demek ki sıradan olana tezat oluşturacak olan kutup, personanın değil şairin aklındaki alternatiftir. Diğer bir deyişle “sanat” ve “şiir”dir. Kendisi de orta sınıf bir vatandaş olan şairin sıradan olanın dışına çıkış yolu sıradan olanı şiir yoluyla estetize etmesinden geçer. Şiiri engelleyen ne varsa sürtüşmeye yol açar ve bu sürtüşmeden çıkan elektrik veya enerji de Necatigil şiirinin taşıyıcısı olur.

Toparlarsak, şairin aklında sıradanlığa alternatif olan şiire ulaşmasını günlük koşuşturmalar engellemektedir. Ancak, paradoksal olarak, aynı zamanda da mümkün kılmaktadır. Çünkü şair gündelik hayatın rutininden ve ritminden hem şikâyetçidir hem de ondan beslenmektedir. Bu yaşantıları, bunların oluşturduğu sıkıntıları ve ket vurmaları şiirleştirmekte ve estetize etmektedir.

Necatigil şiirindeki enerjiyi açığa çıkaran bu çelişkiyi daha iyi görebilmek için, örnek olarak Evler kitabından seçtiğimiz “Evlerle Savaş” şiirine bir göz atalım. “Evlerle Savaş”, personanın arkasından duyulan şairin sesine kulak verildiğinde, yaratıcı özgür bir ruhun günlük rutin işler karşısında duyduğu bezginliği konu edinmektedir. Sıradan bir insan için hayatın anlamı ve hedefi olabilecek bazı işler (örneğin tamirat, alışveriş, temizlik, vb.) sanatçı bir kişilik için bir an önce bitirip kurtulması gereken angarya işlerdendir ki aşkın (transcendental) yaratıcı edim için vakit ayrılabilsin.

Şayet bu tür gündelik işler için yeterli donanımınız yoksa –ki burada donanımdan kasıt yalnızca bilgi, beceri, malzeme değil, aynı zamanda ve hepsinden de önemli olarak gerekli ruh halidir– bu sıradan işler sizin için büyük birer yük haline gelirler ve kendinizi güçsüz, cılız hissetmenize yol açarlar: “Körükler cılız olmak / Evlerin hiddetini”. Bu cılızlığı değerlendiren “ev” artık patronunuz olmuştur: “Evler her gün yollar bizi dışarı: / –Git, getir!”.

Belli bir süre sonra otomatikleşen bu işler artık hayatınızı ipotek altına almıştır. Korunaklı ve garantili bir yaşam için kişiliğinizin yaratıcı yönünü –kısmen de olsa– feda etmeniz gerekmektedir. Evliliğin üstüne bir de çocuk sahibi olduktan sonra sanatçının –veya şairin– hareket alanı artık çok daralmıştır. Belki de bu nedenle şairlerin hep çocuk ruhlu oldukları, çocuk kaldıkları düşünülegelmiştir. Onlar çoğunlukla ev geçindirme sorumluluğuna sahip olmak yerine, ders çalışmak için kendisine her türlü uygun koşul hazırlanan bir çocuk gibi gündelik ihtiyaçlarının başkaları tarafından karşılanmasını ve böylece de kendilerine yalnızca yazdıklarına yoğunlaşabilecek zaman ve imkânın verilmesini isterler. Ama ne yazık ki hayat –birkaç şanslı şair hariç– hiç kimseye bu denli bonkör davranmamıştır.

Pratik hayatın yıpratıcı ve şekillendirici çarkları, yaratıcı ruhun rendeleridir. Bu anlamda, form-içerik uyumu, belki de yaşantı-üretim arasındaki uyumla paralellik oluşturduğu oranda gerçek olmaktadır. Ancak, bu düşünce bizi “Şair başka bir meslekle uğraşmamalı, yalnızca şiir yazmalıdır” türünden bir çıkarım yapmaya kadar da götürmemelidir. Her ne kadar bohem bir hayat tarzının yaratıma katkısı yadsınamazsa da, engellenmişlik hissinin verdiği rahatsızlığın da yaratıma olumlu anlamda katkı yapabileceği bilinen gerçeklerdendir. Zaten aksi takdirde yaşamının 32 yılını edebiyat öğretmenliği gibi rutin bir işle uğraşarak geçiren aile babası Behçet Necatigil’in eserlerindeki yaratıcı ve aşkın ruhun açıklanabilmesi mümkün olmazdı.

Öte yandan, evler veya ev içleri günlük angaryaları temsil ettiği kadar, huzurlu, güvenli ve dingin bir limanı da temsil etmektedir. Ancak, güvenlik, dışarıyı –başka yaşantıları– görmemekle, bilmemekle mümkün olur. Aksi takdirde dışarıdaki süre uzadıkça akılda soru işaretleri kalır. Yine Evler kitabında bulunan “Sokaktan Gelmek” şiiri bu duruma işaret etmektedir. Şiirin son dörtlüğü şöyledir: “Sokağa çıkarken dikkat / Sokaklarda esen rüzgâr çünkü. / Rüzgârlarla eve dönmek saçma, / Ev dar çünkü.” Yine burada da temel çelişkinin, “ev içi” ile “ev dışı” arasındaki, ya da “alışıldık” olanla “sürprize açık” olan arasındaki çelişki olduğu gözlenmektedir. Şiirin itici gücü de bu çelişkiden doğan enerji olmaktadır.

Necatigil, son kitabı olan Söyleriz’de de bu çelişkileri konu edinmektedir. Artık sona yaklaşmıştır ve bazı şeyleri daha net görebilmektedir. “Rapor” şiirinde konuşan birey, hastalıklarla boğuşan birisidir. Şiir şöyle biter: “Şimdi bir hücreye kapanacaksınız / Ah kafa, aklınızdan da geçmişti / Ama nerde vaktinde sizde o yürek / Enginlere açılsaydınız!”

Şair belki vaktiyle enginlere açılamamıştır, ancak sıradan olandan kurtulmak için onu estetize etme yolunu, sözcükler yardımıyla zihindeki uzak kıyılara uzanma yolunu benimsemiş, böylece gündelik yaşantının sıkıntılarından uzaklaşabilmiştir. Yine son kitaptan alıntıladığımız “Şairin Güneş Banyosu” şiirinin şu dizeleri, bu konuda bizim de söyleyeceğimiz son söz olmaktadır: “Battaniyemiz şiirler/ Kışları büzüldüğümüz köşede/ Kışlara sıcaklık/ Sarındıkça, iyi ki o kıyılara/ Uzandık bir zaman.”

Necatigil Şiirinin Enerji Kaynakları – Tamer Gülbek

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz