Mina Urgan: Bizde dinsel tören olmadan toprağa verilmenin yolu yok!

Mezarım bu kabristanda olsun, yok şu kabristanda olsun diyenlere şaşarım. Mermerden mezar taşları yaptırıp sevdiklerinin kabrini ziyaret edenlere de. O mezardaki kemik parçalarının sevdikleri insanla ne gibi bir ilişkisi olabileceğini bir türlü anlayamadım.

Dünyada en çok sevdiğim kişi nenem, yâni anneannemdi. Gerçekten erdemli bir insan, bir çeşit ermiş olduğu için çok seviyordum onu. Çocukluğumdan beri kendimi bu ölüme hazırlamıştım ama, onu yitirmenin acısına hâlâ dayanamıyorum. Ben yirmi beş yaşındayken öldü. Bir haftadan az süren hastalığı boyunca, nenemin yanından hiç ayılmadım. Sonra öldü. Gözlerini kapadım, odadan çıktım. Cenazeden sonra mezarına gitmenin hiçbir anlamı yoktu benim için.

Mezarları ziyaret edenler, şurada ya da burada gömülmek istiyorum diyenler, ruhun ölümsüzlüğüne inananlardır herhalde. Ölümsüz ruhlarının mezardan çıkıp, şu ya da bu kabristandan manzaranın güzelliğini seyredebileceğini sanıyorlar. Ne mutlu onlara! Ama ne yazık ki ben ruhun ölümsüzlüğüne inanmıyorum. Arkalarında bıraktıkları büyük eserler sayesinde ancak büyük adamlar ölümsüzdür. Öldükten sonra beni bir çöplüğe, ya da herhangi bir çukura atmalarına razıyım. Elbette ki en doğrusu, işe yarayan organlarımın başkasına aktarılması, cesedimin de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kullanılmasıdır. “Senin organların ne işe yarar ki, ihtiyar?” demeyin. Sağlıklı organ, ağrısı sızısı hiç olmadığından, varlığı hissedilmeyen organmış. Benim öteki organlarım, bu yaştan sonra pek işe yaramaz herhalde. Ama böbreklerimden hiç derdim olmadığına, onların varlığını bile hissetmediğime göre, onlar pekâlâ işe yarayabilir. Kadavralar da anatomi derslerine her zaman gereklidir. Kaldı ki, ölülerin yüzdüğü o havuzda, akademik bir kadavranın da bulunması hiç de fena olmaz. Sevgili çocukluk arkadaşım emekli büyükelçi Celâl Akbay (namı diğer “Fou” Celal) ve eşi Gülten bunu yapmışlardı. O sırada Paris’te bulunduklarından, oradaki Tıp Fakültesine bağışlamışlardı cesetlerini. Resmi ve gayriresmi çeşitli engeller yüzünden bunu yapamazsam, beni herhangi bir yere gömüversinler. Toprağa dönüşen bedenimden çıkacak küçük mavi bir kır çiçeği, ölümsüzlüğümü sağlamaya yeter de artar da.

Dinsiz olduğum için, camilere taşınmaları, cenaze namazlarını, Arapça duaları filan da istemem. Bir meslektaşımızın cenazesinden sonra, o sırada Dekan olan arkadaşım rahmetli Mazhar Şevket İpşiroğlu’na bunu söylemiştim. Ters ters yüzüme bakmış, “aman sen de! Hep olmayacak şeyler istersin zaten” demişti. Başka ülkelerde, isteyene dinsel cenaze, isteyene sivil cenaze yapılır, ama bizde dinsel tören olmadan toprağa verilmenin yolu yok. Ancak aslanım Aziz Nesin başarabildi bunu. Camilere taşınmadan, Arapça dualar okunmadan, kendi kurduğu vakfın bahçesinde bilinmeyen bir yere gömüldü. Onun ve benim kadar tanrıtanımaz olduğunu bildiğim bazı kişilerin cenazesinde, “iyi ki öldüler; olup bitenleri görmüyorlar, duymuyorlar” diye düşünürüm. Kendi cenazemde ben de ölü olacağıma, ben de görmeyeceğime duymayacağıma göre, fazla dert edinmiyorum o imamları, o Arapça duaları.

Mina Urgan
Bir Dinozorun Anıları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz