Mina Urgan: Bayağılık, faşizm kadar çirkin, faşizm kadar tehlikeli

Bütün dünyaya yayılan bu bayağılaşma konusunda, bizler ayrıca marifetli sayılırız. Çünkü Avrupalılar Batılı bir biçimde bayağılaşırken, biz hem Batılı hem de Doğulu olduğumuzdan, hem alafranga bir biçimde, hem de alaturka bir biçimde bayağılaşmanın yolunu bulduk.

Tüketim toplumunun kültürden yoksun bir ortamda egemenlik kurmasının doğal bir sonucu olan bayağılık, faşizm kadar çirkin, faşizm kadar tehlikeli benim gözümde. Belki bu da bir dinozorluk belirtisi sayılacak ama davranışta, konuşma üslûbunda, kılık kıyafette, müzikte, her konuda bayağılığa şiddetli bir tepki içindeyim. Son yarım yüzyılda ülkem de dünya da daha da bayağılaştığı için, tepkim de gittikçe şiddetleniyor.

Bu bayağılığın, Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayarak tüm dünyaya yayıldığını ileri sürmem, siyasal önyargılarımdan ötürü değil. Bu konuda Amerikalı aydınlar da benim kanımı paylaşıyorlar. Ben Amerika’ya veriştirdikçe, başlarını hazin hazin sallayıp beni onaylıyorlar: İngiltere’den göç edip New England bölgesine yerleşenler dışında, ABD’nin yurttaşları, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden kopup gelen, yoksulluklarından ötürü okumaları yazmaları da olmayan göçmenlerden oluşuyordu. Bu kadar değişik kökenli insanları birleştirecek ortak bir zemin gerekliydi. Başarılı olup para kazanmak hırsı ve bu hırstan kaynaklanan bayağılıklar bu ortak zeminin temeli oldu. Freud, “America was a great mistake” (Amerika büyük bir yanılgıdır) demiş. Bunu bana aktaran Amerikalı bir psikanalist olduğuna göre, Freud gerçekten söylemiştir bu sözü.

Bütün dünyaya yayılan bu bayağılaşma konusunda, bizler ayrıca marifetli sayılırız. Çünkü Avrupalılar Batılı bir biçimde bayağılaşırken, biz hem Batılı hem de Doğulu olduğumuzdan, hem alafranga bir biçimde, hem de alaturka bir biçimde bayağılaşmanın yolunu bulduk. Hem pop’un “şıkıdım şıkıdım”larını ortaya çıkardık, hem de arabeskin irili ufaklı İbo’larmı. Ancak arabeski, Avrupa ve Amerika taklidi pop’tan daha az ayıpladığımı bildirmek isterim. Neden derseniz, arabeskin felâket bir müzik türü olmakla birlikte, insanlarımızın bazı ruhsal gereksinimlerini karşıladığını anladım günün birinde: Benim oturduğum Bodrum çıkmazında, ancak bir tek evin radyosundan ve teypinden çirkin sesler yükselmezdi. O evden arabeskin en koyusunun avaz avaz feryat ettiğini duydum bir sabah vakti. Bu yürek burkan çığlıkların kesilmesi için çıkmaza fırladım. “Ders çalıştığımı” söyleyecektim elbette. Çünkü Bodrumlu komşularım, önünde kitap kâğıt, elinde kalem tutan beni görünce, ancak ders Çalışmakla açıklayabilirler böyle bir uğraşı. “Aman, gürültü etmeyin, Mîna Hanım ders çalışıyor” derler. Ben de bunu söyleyecektim. Ne var ki, durumu görünce bir şey söyleyemeden evime gen döndüm. Çünkü durum vahimdi: Komşumun gencecik kızı, pencerenin yanındaki mindere çökmüş, iki eliyle başını tutmuş, güzel yüzünde derin bir acıyla arabesk dinlemekteydi. Bu arabesk faslı bir hafta kadar feryat figan devam ettikten sonra kesildi komşum bana uğradı; söz kesildiğini, kızının birkaç ay içinde evleneceği müjdesini verdi. O zaman anladım ki, o güzel kız, ancak arabeskin yürek parçalayan nağmeleriyle biraz dindirebiliyordu aşk acılarını. Nişanlanıp acıları biter bitmez arabesk de bitiverdi.

Arabeskin bazı ruhsal durumlarda halkımıza şifa verdiğinin farkına vardığımdan, bu müzik türünün bayağılığına katlanabiliyorum. Ama moda denilen şeyin kılık kıyafette uygulanmasına nasıl katlanabileceğimi bilemiyorum. İtiraf etmeliyim ki, bu moda hastalığı en çok kadınlara musallat oluyor. Güzel bir kızın ya da güzel bir genç kadının, çok hafif bir makiyaj yapması, saçlarını düzgünce taraması, onu daha da güzelleştirmeye yeter de artar da. Ama onlar, modaya uymak için lüks berberlere gidip dünya kadar paralar vererek, gülünç saç modelleriyle, gereksiz makiyajlarla doğal güzelliklerini bozuyorlar. (Cihangir’de otururken bir ara komşum olan tiyatro meraklısı çok sevimli bir sosyete berberi vardı. Kadınların kendilerini nasıl rezil ettiğini göre göre depresyona girip genç yaşta ölmesinin nedeni budur bana kalırsa.) Dünya güzeli bir kız, moda diye, dudaklarını siyaha yakın bir bordo rengine boyuyor. Biçimli uzun bacakları olduğundan, mini jüp ona çok yakışıyor. Ama gene modaya uymak için, yaz sıcağında kaba saba postallar giyerek, bacaklarının güzelliğini ve mini jüpün çekiciliğini mahvediyor. Şişman, kısacık boylu, yaşlı başlı bir hatun, kendisini Amerikan futbolu oyuncusuna benzeten kocaman vatkalı ceketler giyiyor. Oysa aklı başında bir kadının, “bu moda acaba bana yakışır mı?” diye biraz düşünmesi gerekir. Çünkü yirmi yaşında, 1.75 boyunda sülün gibi bir kızın üstünde bile çirkin durur o vatkalı ceketler.

Hem yeterince param, hem de yeterince vaktim olmadığından, kılık kıyafet açısından kendim biraz dökülürüm ama, giyim kuşamı önemsemediğim sanılmasın. Tam tersine, zevkle giyinmiş bir kadına ya da bir erkeğe bakarken, içim açılır. Görgülü bir burjuva ailesinden geldiğim için de bu işlerden anlarım. Rüküş ya da pasaklı kadınlara tahammülüm yoktur. Modanın güzeli vardır, çirkini vardır. Hattâ çirkin olmayan ve yıllardır süren iki modaya öncülük etmekle övünebilirim. Bunlardan biri blucin modası, öteki de bikini modasıdır.

Gençliğimde okul dışında hep pantolon giyerdim. Tophane’den işçi tulumları alırdım. Bunlar koyu mavi kalın bir kumaştandı. Askıları vardı. Göğüs hizasında çok işe yarayan büyük cepleri vardı. Benimkisi biraz megalomoni belki; ama, bu işçi tulumlarının şimdiki blucinlerin biraz hantalca bir atası olduğu konusunda ısrar ediyorum. Bikini modasını ise şöyle icat ettim: Gençliğimde yunus balıkları adalara giden vapurlarla yarış ederdi. Marmara’da Boğaziçi’nde. İstanbul’un bütün kıyılarında denize girilebilirdi. Kentin her semtinde plajlar açıldığı halde, kimi zaman arkadaşlarımla birlikte, kimi zaman yalnız, kalabalıktan uzak yerlerde denize girerdim. Okuldan kaçıp, sandalla Bebek’teki fenere çıkarak oradan yüzdüğüm de olurdu. Adaların ıssız kayalık kıyılarını severdim en çok. O sırada giyilen ince yünden yapılmış etekli mayolar bir türlü kuramazdı üstümde. Ben de dörtgen biçiminde bir basma kumaşı çaprazlama kesip iki üçgen yaptım. Bu iki üçgen, karın kısmını açıkta bırakan ve çabuk kuruyan, altlı üstlü bir bikini oldu.

Başlattığımı iddia ettiğim bu iki modadan seksenimi geçtiğimden kendim yararlanamıyorum artık. Ama ikisini de çok beğeniyorum. Bikinileri, genç ve biçimli kızların üstünde çok güzel göründüğü için, estetik nedenlerden ötürü tutuyorum. Blucinleri de politik nedenlerden ötürü: Erkek kadın, varlıklı yoksul bütün gençlerin, hattâ bazı ortayaşlılarm giydikleri bu pantolonları, kadın-erkek ayrımlarım da, sınıf ayrımlarını da yadsıyan gerçek bir eşitliğin ve gerçek bir demokrasinin simgesi sayıyorum. 12 Eylül rejimi sırasında, blucinlerin tehlikeli komünist eğilimlerin bir belirtisi olmakla suçlanıp yasaklanmamasına da hâlâ şaşıyorum.

Mina Urgan
Bir Dinozorun Anıları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz