Mevlana’dan Şems’e mektup: “Aşk suskunluğumdu benim…”

Güller Şems diye açmıyorsa, gülün kokusunu neyleyeyim, Ayrılığı ağlatamayan gecenin karanlığını neyleyeyim. Şems’siz sofranın balını böreğini neyleyeyim, Beni kavurmayan acıyı neyleyeyim. Gözümü yakmayan gözyaşını neyleyeyim.

Karanlığıma Şems olamayan yari neyleyeyim. Canını yoluma post eylemeyen dostu neyleyeyim, Şems gibi bakmayan gözü neyleyeyim. Yârenin yüreğine merhem olmayan sözü neyleyeyim, Kır kalemimi ey felek! Şems yoksa ne diye devran edersin alemde, Zerrede alemi, alemde aşkı yaşamayan Adem’i neyleyim.

Sensizliğe alışmak, her türlü teselli sözü, bir ihanet geliyor kulağıma. Ne tuhaf ki, dün seni bana kötüleyen diller, bugün sensizliğin efkârındaki Mevlâna’yı teselli için dil döküyorlardı. Her türlü teselli sözü bir ihanet geliyor kulağıma. Parmaklarım alev alev yanıyor. Kâğıt tutuşacak, mektup yanacak diye çekiniyorum. Cehennemden betermiş, seni kazanmak için senden uzaklaşmak.

Kırk senedir beklediğimdin, geç bulduğumdun, şimdi yoksun. Daha kaç sene bekleyeceğim. Çöldeki kumlar kadar susuzum, gelişin nisan yağmuru olsun. Hani dergahımızın avlusuna bakırdan koskoca bir tas koymuştun. Nisan yağmurları dolsun da orucumuzu bin bereketli yağmurla açalım diye. Gönlümün nisan yağmurlarıyla ıslanan gülü açmayacak mısın halâ?

Sözlerin kulaklarımda halâ taze, kelimeler yıldız yıldız, cümlelerin mehtapların en şahanesi. Tebessümün geliyor gözümün önüne, vuslat gibi güzel bir sabah güneş gülüşlerin. Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve sonsuzlaşan tek ruhuz.

Gel Şems, ayakların kudüm olsun, kolların rebap, soluğun ney olup vuslat müjdesini üfleyerek gel. Nasıl bir pınarsın sen Şems? İçtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey Şems? Yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan.

Senin yüzünü görmedikten sonra, varsayalım ki yüzlerce dünya görmüşüm, ne çıkar? Güzelliğini kimlere sorayım senin, say ki herkese sormuşum, kim anlatacak? Sana kavuşmadıktan sonra tut ki, cennette ebediyim, hurilerle eşim, devlet yar olmuş bana, ne çıkar bunlardan?

Ayrılık bulutu senin ay yüzünü örttükten sonra, o bulut tut ki başıma inciler mücevherler yağdırmış, ne kârım olur bundan?

Şu aşağılık büyücü karı olan dünya, madem ki yok olup gidecek bir gün, tahtını, bahtını, dünya hazinelerini bana bağışlamışlar kabul et, ne olur ki yani?

Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz, say ki gerçek hakkında yüzlerce yalan söylenmiş, ne önemi olur bunların?

Aşk suskunluğumdu benim,
Aşk yangınımdı benim,
Aşk vurgunumdu benim,
Aşk yazımdı benim,
Aşk yasağımdı benim,
Aşk itirafımdı benim,
Aşk heyecanımdı benim!

Tek varlığım ve tek yokluğum,
yaram ve merhemim,
kazanmadığım ama hep kaybettiğim.
Evet, buydu aşk!

Özledim, ey Şems özledim, çık gel Allah aşkına!

Aşkın insanı büyüttüğünü, olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini.

Şükürler olsun “Sana” bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır, hiç pişman olmadım ve aşkı sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz