MARTIN HEIDEGGER’İN VARLIK VE ZAMAN’INDA SAKLI OLAN NAZİ İDEOLOJİSİ – DOĞAN GÖÇMEN

Domenico Losurdo, Cemaat, Ölüm, Batı: Heidegger ve Savaş İdeolojisi başlıklı kitabında bize, Almanya’da Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında oluşan ve “savaş-ideolojisi” üst-kavramı altında topladığı bir kavramlar katalogu sunuyor.  Savaş ideolojisinin çıkış noktası, “1789 Düşüncesi”nin eleştirisi ve bunun karşısına “1914 Düşüncesi”nin konmasıdır. Aşağıda sergileyeceğimiz kavramların tümü “1914 Düşüncesi” çerçevesinde formüle edilmiştir ve hem Nazi-ideolojisinin temel taşlarını ve Varlık ve Zaman’ın üzerinde kurulu olduğu kavramlar silsilesini oluşturuyor.

Bunların başında “cemaat” (Gemeinschaft) kavramı gelmektedir. Bilindiği gibi Ferdinand Tönnies’in felsefi-romantik-etik kavrayışlardan hareketle çok boyutlu toplumsal oluşumları, karşı karşıya getirdiği “cemaat” ve “toplum” kavramlarına indirgeyerek tanımlamaya çalışır. Cemaat anlayışı, insan isteğinin tamamıyla birlik içinde olduğu kökensel veya doğal bir durumdan hareket eder ve cemaatin kökenini sonunda “doğum” olgusuna dayandırır. Böylelikle cemaatin temel ilişki biçimleri, anne-çocuk, kadın-erkek ve kardeşler arası ilişkilerdir. Bu kan bağına dayalı etnik-ortaklık zamanla yer-ortaklığına (komşuluk) ve düşünce-ortaklığına (arkadaşlık) doğru gelişir. Cemaat ilişkilerinin daha geniş biçimleri örneğin halk ve inanç cemaatleridir. Bunun karşısında, Tönnies’e göre toplum, bireyin ortak ilişkilerden çok, kendi bireysel amaçlarını gerçekleştirmek için davranışlar sergilediği ilişki ve yaşam biçimidir. Tönnies bu kavram karşıtlığına uygun olarak “halklığın kültürü” (cemaat) ile “devletliğin uygarlığı” (toplum) kavramlarını karşı karşıya getirir. Ve Tönnies’e göre, cemaatten topluma doğru durdurulamaz bir ilerleme vardır ki o, bunu üzülerek belirtir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Marianne Weber cemaat kavramına dayalı sosyalizm anlayışını Marksist sosyalizm kavrayışının karşısına koyar. Eşi Max Weber ile beraber (örneğin Max Scheller gibi diğer birçok entelektüel de) savaşı yüceltirler, çünkü savaş, cemaat düşüncesini teşvik eden en iyi araçtır. Faye’nin belirttiği gibi, “kader-cemaati” (Schicksalgemeinschaft: “kader-ortaklığı” olarak da çevrilebilir) ve “halk-cemaati” (Volksgemeinschaft: “halk-ortaklığı” olarak da çevrilebilir) Nasyonal-Sosyalizmin veya Nazizmin ideolojik temellerini oluşturan baş kavramlardır.24

Böylelikle Nazizmin ikinci temel kavramına işaret etmiş olduk: “kader” (Schicksal). Heidegger Schicksal kavramı yerine sıkça, aynı anlama da gelebilen Geschick (yazgı) kavramını da kullanıyor. Fakat Heidegger “kader” kavramını daha çok “Dasein” (orada-varolan/şimdi-varolan) olarak tanımladığı bireysel bağlamda kullanırken “Geschick” kavramını “cemaat” (Gemeinschaft) veya “halk” (Volk) bağlamında kullanıyor. Bu iki kavramla yakından ilgili ve savaş ideolojisinin üçüncü temel kavramı, “ölüm” (Tod) kavramıdır. Losurdo’nun gösterdiği gibi, Heidegger “ölüm” kavramını, Nazizmin baş ideologlarından Ernst Jünger’den devralmıştır.25 Buna karşın “kader” kavramı, savaş ideologu olan hemen herkesin ağzındadır. Bu kavrama yüklenen anlam son derece önemlidir. Heideger’in diğer önemli kaynaklarından Oswald Spengler, “kader” kavramını nedenselliğin, her türlü rasyonalitenin ve dolayısıyla uygarlığın karşıtı olarak tanımlıyor. Kısacası, “kader” kavramı bilimsel değildir ve bilimsel olarak da açıklanamaz. Burada anmamız gereken savaş-ideolojisinin diğer üç önemli kavramı, “kan” (Blut), “yer”/“zemin”/“toprak” (Boden) ve “mücadele” (Kampf) kavramıdır. Dolayısıyla “cemaat”, “toprak-ortaklığı”, “kader-ortaklığı” ve “mücadele-ortaklığı” dolayımlı bir olgu olarak kurgulanmaktadır.

Bütün bu kavram ve konular aynı zamanda Heidegger için de temel kavram ve konulardır ve Varlık ve Zaman’da yukarıda sergilediğimiz anlamda “cemaat” anlayışını ontolojik olarak temellendirmeye çalışmaktadır. Okur Varlık ve Zaman’da haklı olarak belki “kan” kavramıyla karşılaşmadığını düşünecektir. Heidegger, yapmış olduğu konuşmalarda, vermiş olduğu derslerde ve birçok yazılarında bu kavramı hiç tereddüt etmeden kullansa da, Varlık ve Zaman’da kavramın biyolojik anlamını da çağrıştıran veya içerebilecek daha geniş anlamlı “aynı-kökenlilik” (Gleichursprünglichkeit26), “kuşak” (Generation27) ve “miras” (Erbe, Erbschaft28) gibi kavramları kullanmayı yeğliyor.

Heidegger’in Varlık ve Zaman’da, yukarda ana hatlarıyla betimlediğimiz “cemaat” anlayışını ontolojik olarak gerekçelendirdiğine dair savım, onun bireyci bir açıdan tanımladığı insan (Dasein: “orda-olan”/“şimdi-olan”; bu kavramı bundan sonra “şimdi-olan” olarak karşılayacağım) kavrayışıyla çelişir gibidir. Oysa Losurdo’nun belirttiği gibi Heidegger, Almanya’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan savaş-ideolojisi geleneğinin çizgisini eksiksiz olarak sürdürmektedir.29 Zira aşırı birey vurgusu da söz konusu savaş-ideolojisinin ayrılmaz bir parçasıdır. Heidegger, Varlık ve Zaman’ın dördüncü bölümünde “şimdi-olan”, “diğerleri” ve bunların birbiriyle olan ilişkisine dair söylediklerini, bölümün son paragrafı olan 27. paragrafta hem bir bakıma derliyor hem de “herkes” (Man) adı altında tartıştığı “cemaat” ile ilişkilendiriyor. Heidegger, “şimdi-olan” ile “diğerleri”nin ilişkisinde “fark için endişe”30 olarak tanımladığı bir ilke olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle “şimdi-olan” ile “diğerleri” arasında “mesafe” (Abstand) uğruna sürekli bir mücadele olduğundan hareket ediyor ve hatta “beraber-varolma” (Mitsein) ve “bir-arada-varolma” (Miteinandersein) arasındaki ilişkiye hâkim olan ilkeyi “Mesafelilik” (Abständigkeit) kavramı altında ontolojik bir statüye koymaya çalışıyor. Dolayısıyla “beraber-varolan”lar arasındaki ilişki karşılıklı “hükmetme” (Botmäßigkeit), karşılıklı “tahakküm” (Herrschaft) ilişkisidir. Bir bakıma aynı ilke “şimdi-varolan” ile “cemaat” arasındaki ilişki için de geçerlidir. Heidegger, “cemaat”ın (Man) “şimdi-varolan”a karşı ilişkisini daha dramatik bir şekilde, 19. yüzyıl liberallerini, örneğin John Stuart Mill’i andırırcasına “diktatörlük” (Diktatur) olarak tanımlıyor. Fakat Mill’den farklı olarak Heidegger bu kavramı, daha sonra göreceğimiz gibi olumlu anlamda kullanmaktadır.31

Bu aktardıklarımızda Heidegger herhangi bir ortaklık duygusunun oluşmaması için kavramları son derece bilinçli seçiyor. Hatta biraz aşağıda böyle bir duygunun oluşmasını engellemek için açıkça “herkes” kavramını “tür” (Gattung) kavramından kesinlikle ayırıyor. Bu nedenle, Heidegger “herkes”ten bahsederken ondan bir “genel özne” (allgemeines Subjeckt) olarak bahsedilemeyeceğini açıkça belirtme gereği duyuyor.32 Fakat Varlık ve Zaman’ın ikinci kısmının beşinci bölümünde (örneğin paragraf 74’te) –ki kitapta ifade edilen bütün düşüncelerin düğümlendiği kısımdır bu– hem yukarıda andığımız “savaş-ideolojisi”nin temel kavramlarını hem de sanki bireyci yaklaşımını yadsırcasına açıkça “cemaat” kavramını kullanmaktadır ve “dünyada-varolarak şimdi-varolan”ları “kader-ortaklığı” olarak tanımlamaktadır. göyle diyor Heidegger:
Eğer önden koşan şimdi-varolan, seçimin yapılmış olmasında “olan” sonlu özgürlüğünün kendi üst-gücünde ölümün kendi içinde güçlenmesine müsaade ediyorsa, kendiden anlaşılacaktır -ölüm uğruna özgürdür-, bunda terk edilmişliğin kudretsizliğini şimdi-varolanda kendi devralmak ve kavranan durumda rastlantılara karşı basiretli olmak içindir. Fakat eğer dünyada-varolan olarak kadersel şimdi-varolan diğerleriyle beraber-varolanda özsel varoluyorsa, şimdi-varolanın vuku bulması bir beraber vuku bulmaktır ve yazgı olarak belirlenmiştir. Bununla cemaatin, halkın vuku bulmasını betimliyoruz.33

Heidegger burada savaş-ideolojisine tamamıyla uygun olarak “cemaat”ı “kader-ortaklığı” olarak tanımlıyor, çünkü cemaat veya halk –bununla hep Alman halkı kastedilmektedir– bir ölüm-kalım sorunuyla karşı karşıyadır. Bu söylenenleri Almanya’nın diğer emperyalist ülkelerle sürekli rekabet içinde olduğu bağlamında düşünmek gerekmektedir. Yukarıda alıntıladığımız yerde Heidegger şöyle devam ediyor:
Bir-arada-varolmak ne kadar birçok öznenin beraber-bulunması olarak kavranamaz ise, yazgı [da] tek tek kaderlerden oluşmamaktadır. Dünyada beraber-varolmak ve belirli olanaklar için kararlılıkta kaderler çok önceden yönlendirilmiştir. Yazgının gücü ilk olarak ilanda ve mücadelede özgürleşmektedir. gimdi-varolanın kadersel yazgısı, kendi “kuşağı”nda ve kendi “kuşağı” ile onun tam, asıl vuku bulmasını oluşturmaktadır.34

Yukarıda 27. ve 74. paragraflardan derleyerek ve çevirerek doğrudan aktardığım düşünceler Varlık ve Zaman’ın ana düşüncesidir ve bütün kitapta söylenenler bu birkaç paragrafta ifade edilen düşünceye indirgenebilir. Derleyerek sonuçlandıracak olursak: Heidegger şimdi-varolanı (Dasein) tanımlarken tek bir anı göz önünde bulundurmaktadır: ölüm anı ya da ölümü göze alıp kavgaya girişme anı. Heidegger salt bu anı özgürlük olarak tanımlıyor. Gnsan ölümü göze alıp kavgaya girişirken tek olmayabilir ama ölürken herkes birey olarak ölmektedir. Bu anda herkes gerçekten bireydir. Heidegger’in bu anı özgürlükle özdeştirmesi son derece indirgemeci ve yanlıştır, çünkü özgürlük, bütün yaşamı içeren insan ilişkileriyle ilgilidir. Heidegger’in bu indirgemeci yorumu ona şimdi-varolanı salt birey olarak tanımlama olanağı sunuyor ki bu da son derece indirgemeci bir yaklaşımdır. Zira en geç 18. yüzyılın ortasından bu yana, örneğin Adam Smith’in Ahlaksal Duygular Kuramı’nın (1759) ve Hegel’in Tinin Fenomenolojisi’nin (1807) yayınlanışından bu yana „birey’in „diğeri’ üzerinden dolayımlı olduğunu biliyoruz. Diğer bir ifadeyle, Heidegger’in kavramını kullanacak olursak, diğer Dasein(lar) olmadan ne ontolojik-tarihsel olarak ne de mantıksal-sistematik olarak Dasein’ın varlığından bahsetmek mümkün değildir.

Aslında Heidegger bunu çok iyi bilmektedir ama bilinçli olarak göz ardı etmektedir. göyle ki, “şimdi-varolan” ile “diğerleri”nin ilişkisini tanımlarken okurun gözünde ortaklık duygusunun oluşmasını engellemek için “beraber-varolma” (Mitsein) ve “bir-arada-varolma” (Miteinandersein) kavramlarını kullanıyor. Bu kavramların anlamını açıklamak için Heidegger’in görmezlikten geldiği ama herkesin bildiği diğer iki yakın kavramı anmamız gerekiyor. “Mitsein” (beraber-varolmak) kavramı, Heidegger’in yapay olarak ürettiği bir kavramdır. Bunun karşısında “Miteinandersein” (bir-arada-varolmak) kavramı günlük dilde bile sıkça kullanılır. Bir de Almancada günlük dilde sıkça kullanılan “Nebeneinandersein” (yan-yana-varolmak) ve “Füreinandersein” (birbiri-için-varolmak) kavramları vardır. Glk andığım kavram (yan-yana-varolmak) her türlü ortaklık duygusunu veya ilişkisini dışlar. Gkinci andığım (birbiri-için-varolmak) kavramı dayanışma ilkesini temel almaktadır. Heidegger’in tercih ettiği kavram (bir-arada-varolmak), insan ilişkisini betimleyen bir kavram olarak anlam bakımından bu iki kavramın arasındadır. Heidegger tam olarak yan-yana-olan bireyler cemaati istememektedir ve aslında bu tür ilişki biçimi cemaat ilkesine de aykırıdır. Ama diğer taraftan, Heidegger dayanışma ilkesine dayalı bir cemaat kurmak istememektedir. Zira dayanışma ilkesine dayanan birbiri-için-varolmak (“Füreinandersein”) öznelerarasılığı içermektedir ve sonunda dayanışma ilkesinin gerçeklikte yaşam bulmasının
önünde en büyük engel teşkil eden işbölümü ve sınıf ilişkilerinin eleştirel sorgulanması gündeme getirecektir. Heidegger’in seçmiş olduğu kavramlarla en fazla altyapı sunma anlamında bir yardım ilkesini kabul ettiğini ima etmektedir ki Varlık ve Zaman’da “Besorgen” (temin etmek, bakmak (yardım)) kavramına yüklemiş olduğu anlam buna işaret etmektedir. O halde Heidegger, “Mitsein” (beraber-varolmak) ve “Miteinandersein” (bir-arada-varolmak) kavramlarını tercih etmekle, iş bölümü ve sınıf ilişkilerinden kaynaklanan sorunlara değinmekten kaçınmak istemektedir.

Daha büyük sorun, son alıntıladığım pasajdan da görülebileceği gibi, Heidegger’in Dasein’ı özne olarak geçerli kılmamasında, yani kendi ölümü dışında hiçbir şekilde karar yetkisi tanımamasında yatıyor ve bu kanımca Heidegger’in “kaderler çok önceden yönlendirilmiştir” belirlemesinde saklı olan Nazi-rejiminin “önder” ilkesinde yatıyor. Heidegger Varlık ve Zaman’da bunu açıkça belirtmese de bir önder kavrayışı ile iş görüyor. Losurdo’nun işaret ettiği gibi, Heidegger’de “kader” (Schicksal) kavramının yanında bir de “yarı-tanrılar” (Halbgötter) kavramı vardır. “Kader, halkın tarihsel cemaatine atıfta bulunuyor ve „yarı-tanrılar, yaratanlar’, „cemaati’ kuran ya da kurtaranlardır.”35 Yukarıda belirttiğim gibi Heidegger bir toplum değil, bir cemaat veya cemaatler topluluğu kuramı geliştirmeye çalışıyor ve bu cemaat kuramı bir kast örgütünün yapısını andırıyor. Heidegger’in “şimdi-varolan”ları özne olarak geçerli kılmamasının nedeni, onların cemaat içinde çok önceden “yarı-tanrılar” tarafından yönlendiriliyor olarak düşünülmesidir. Heidegger’in Der Spiegel’in kendisiyle yaptığı söyleşide “bizi sadece bir tanrı kurtarabilir” sözü bu bağlamda düşünülünce tam olarak anlaşılmaktadır.

Heidegger’in “yarı-tanrılar” tarafından yönlendirilen ve bir bakıma kast örgütünü andıran cemaat anlayışının ne anlama geldiği, hem Marksist örgüt hem de toplum kuramıyla karşılaştırılınca daha iyi anlaşılacaktır. Marx ve Engels Komünist Manifesto’da kapitalist toplumu eleştirirken toplumun ancak bütün bireyleri yücelttiği oranda özgür olabileceğine işaret ediyorlar: sınıflı burjuva toplumunun yerine inşa edilecek komünist toplum, “her bir kişinin özgür gelişimi herkesin özgür gelişiminin önkoşulu”36 olan bir toplum olarak tanımlanıyor. Diğer taraftan en sıkı Marksist örgüt kuramında bile birey, her zaman için özne olarak görülmektedir. Heidegger’in geliştirdiği cemaat kuramında ise her türlü bireyselliği yadsınmış bireyler, (Dasein(lar)) fiziksel olarak birbirinden ayrı fakat diğer her bakımdan nerdeyse birbirine yapışmış tinsel bir vücut gibi sadece “önder”in özgürlüğü için vardır. Thomas Hobbes “erken-burjuva” toplumunu Leviathan’da bir vücuda benzeterek betimlerken, betimlemesinin altında eleştirel bir çaresizliğin olduğunu hissettirirken ve yönetici siyasi kurum olarak parlamentoyu andıran toplantıları olası görürken, “geç-burjuva” düşünürü Heidegger’de hem her türlü eleştirellik kaybolmaktadır hem de bir
olasılık olarak bile parlamento tamamıyla yadsınmaktadır. Ne de olsa o, Nietzsche’nin yolunda yürümektedir.

<ÖNCESİ] Faşizmi Destekleyen felsefeci Martin Heidegger, Nazizm ve Felsefe  


24 E. Faye, Heidegger: l’introduction du nazisme dans la philosophie, s. 31(33).
25 Bkz: D. Losurdo, Die Gemeinschaft, der Tod, das Abendland: Heidegger und die Kriegsideologie, ss.17-21.
26 Martin Heidegger, Sein und Zeit, Max Niemeyer Verlag, Tübingen, 2001, s. 131 (paragraf 28).
27 M. Heidegger, Sein und Zeit, s. 385(paragraf 74); Heideger, “kuşak” kavramını Dilthey’dan devralmıştır.
28 M. Heidegger, Sein und Zeit, s. 383 (paragraf 74).
29 Bkz: D. Losurdo, Die Gemeinschaft, der Tod, das Abendland: Heidegger und die Kriegsideologie, ss.40-42.
30 M. Heidegger, Sein und Zeit, s. 126 (paragraf 27).
31 M. Heidegger, Sein und Zeit, s. 126 (paragraf 27).
32 M. Heidegger, Sein und Zeit, s. 128 (paragraf 27).
33 M. Heidegger, Sein und Zeit, s. 384 (paragraf 74).
34 M. Heidegger, Sein und Zeit, s. 384-385 (paragraf 74), vurgular benim -DG.
35 D. Losurdo, Die Gemeinschaft, der Tod, das Abendland: Heidegger und die Kriegsideologie, s. 42.
36 Karl Marx ve Friedrich Engels, Das Manifest der kommunistischen Partei, Marx-Engels-Werke, Dietz Verlag, Berlin, 1983, cilt 4, s. 482.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz