Mantık ve Diyalektik: 4 Maddede Aristoteles Mantığının Temel Öğeleri – Aydın Çubukçu

Gerek düşüncenin bağıntılarını araştırmak, gerekse bütün düşünce sürecini kurallı, yasalı ve denetlenmiş bir sistem olarak genel bir yapı halinde yükseltebilmek için Aristoteles, bazı temel ve değişmez gerçeklikler, herkes tarafından apaçıklığı kabul edilebilecek kurallar bulmak istemiştir.

Bunları, yasalar, öğeler ve işleyişin biçimi olarak özetleyeceğiz.

1. MANTIĞIN ÜÇ YASASI

Bir tümelin gerçekliğinin tartışılması ve bir tümel gerçeklikten, başka gerçekliklerin bilgisinin türetilmesi için, akıl yürütme sürecinde, bir bağıntıdan diğerine geçerken bağıntıyı koparmamak, tutarlılığı ve düzenliliği elden kaçırmamak gerekir. Biçimsel mantığın başlıca üç yasasının amacı bu düzenin sağlanmasıdır.

i. Özdeşlik Yasası

Kısaca, “bir şey ne ise odur” biçiminde ifade edilen ve A=A formülüyle gösterilen özdeşlik yasasını Aristoteles şöyle açıklıyor: “Aynı şey, aynı olguda, aynı zamanda ve aynı bakımdan hem var hem de yok olamaz; bu durumda ya olumlayan, ya da olumsuzlayan doğruyu söyler.”
Her şeyin kendisiyle özdeş olduğunun ve var olduğu sürece kendisiyle özdeş kalacağının, neredeyse tartışılamayacak kadar açık ve kesin kabul edileceği bir çağda, bunun bir mantık yasası olarak öne sürülmüş olması, bugün anlamsız gibi görülebilir. Ne var ki, burada elde edilmek istenen sonuç, bir A=A tekrarlanmasını kabul ettirmek değildir. Bir tartışma, bir tanıtlama ya da akıl yürütme sürecinde, bir kez ileri sürülmüş bulunan bir önermenin, bütün süreç boyunca aynı değerde tutulması gerektiği anlatılmaktadır, bu yasayla. Bu bakımdan özdeşlik yasası, şu biçimde de tanımlanır: Bir önermenin doğruluk değeri, uslamlama süreci boyunca aynı kalır.
Öyleyse özdeşlik yasası, bir tutarlılık ilkesidir. Uslamlamanın başlangıcında doğruluk değeri belirlenen bir önermenin, uslamlama sürecinin gelişen aşamalarında da aynı değeri taşıması zorunludur.
Yalnız önermelerin değil, kavram içeriklerinin de uslamlama süreci boyunca değişikliğe uğramaması gereği, gene özdeşlik yasasının koyduğu bir kuraldır. Sofistik tarzda, bilerek düzenlenmiş mantık hataları, bilerek kaydırılan kavram içerikleri ve değiştirilen önerme değerleri üzerine kurulu tartışmaların içinden çıkılmaz sonuçlar doğurduğunu gören Aristoteles, bu engeli aşmak, tutarlı bilgiyi yakalamak istiyor. Bu, her şeyden önce, kendisinden yola çıkılan tümelin doğruluğunun saptanmasına bağlı olarak çözülecek bir sorundur. Fakat bir kez bu sağlandıktan sonra, uslamlamanın bir yerinde doğruluk değerinin değiştiğini öne sürmek, ya da isteyerek bir kavrama karşıt bir anlam yüklemek, uslamlamanın bütün eski aşamalarını geçersiz hale getirecektir. Öyleyse özdeşlik yasası, düşüncenin kendi içinde tutarlı ve çelişkisiz gelişebilmesi için bir kural olma amacındadır. Ne var ki, Aristoteles’in teorik bütünlüğü içinde özdeşlik, yalnızca düşüncenin değil, varlığın da bir kategorisi olarak anlam kazanır. Varlığın hakikatinin değişmez ve sürekli olarak kendisiyle aynı kalan bir nesnelliği bulunduğu düşüncesine yol açar ve burada klasik metafizik tez kesinleşir: Şeyler değişmezler ve sabittirler.
Özdeşliğin bir soyutlama olarak, koşullara bağlı olmayan genel ve durgun bir özellik olduğu düşüncesi diyalektikte, hareketin ve değişmenin yasalarıyla aşılacaktır. Orada artık, özdeşlik somut bir içerik kazanacak, belli koşullar altında gerçekleşen değişme süreçlerinin, doğan ya da çözülen çelişkilerini içeren bir canlılığın momenti olarak kabul edilecektir. Özdeşlik, göreli ve geçici, hareket ve değişme mutlak olacaktır.

ii. Çelişmezlik Yasası

Özdeşlik yasasının mantıksal devamı ya da özdeşlik yasasının bir başka biçimde dile getirilişi olarak çelişmezlik yasası, “bir şey kendisinden başka bir şey olamaz; bir şey aynı zamanda hem kendisi, hem de başka bir şey olamaz; bir nitelik bir belli şeyde aynı zamanda hem var, hem de yok olamaz” gibi çeşitli biçimlerde ifade ediliyor. Özdeşlik yasası, A’nın A olduğunu söylerken, çelişmezlik yasası, aynı durumu, A’nın “A olmayan” olamayacağı olarak anlatıyor.
Antik felsefenin değişik evrelerinde, evreni düşünebilmenin koşulunun, onu bire, tek madde gerçekliğine indirgeme, hareketsizleştirme, ayırma ve katı sınıflar içinde ifade edebilme olarak görüldüğünü saptayabiliriz. Çelişmezlik yasası, bu yöntemsel çabanın netleştirilmesidir. Çelişme hareket demektir ve hareket, kalıcı bilginin –ki çağın felsefesinin başlıca ereği idi– olamazlığı anlamına geliyordu. Düşüncede bir düzenlilik, her noktasında tutarlılık ve değişmezlik arayan Aristoteles mantığı, çelişmezliği bu yüzden ilke edinmek zorundaydı.

iii. Üçüncü Halin Olanaksızlığı Yasası

Özdeşlik ve çelişmezlik yasaları, mantıksal sonuç olarak, “ara bir durumun olamayacağı” ilkesini doğurur. Hareket ve değişme içindeki düşünce ve fenomen, bir durumdan diğerine geçerken, evrilir ya da dönüşürken, ilk durumundan farklı, fakat henüz kesinleşmiş bir yeni durumda da olmayan bir evreden, ara bir aşamadan geçecektir, zorunlu olarak. Oysa, hareketsiz kılınmış, kendisiyle özdeşliğinin hiçbir biçimde bozulmayacağı kabul edilmiş varlıklar evreninde, bir şey, ya vardır ya da yok, ya doğrudur ya da yanlış, ya A’dır ya da A olmayan… Arada bir hal, bir üçüncü durum olanaksızdır. Varlık varlıkla, yokluk yoklukla, doğruluk doğrulukla, yanlışlık yanlışlıkla özdeştir. Karşıtların arasında, birinden diğerine geçiş, biri ile diğerinin aynı zamanda bir arada bulunuşu demek olan üçüncü bir yer, durum, zaman olamaz.

2. ÖNERMELER

Düşüncenin işleyiş kurallarının araştırıldığı ve sonuçlandırıldığı alan olarak önermeler ve önermeler arası bağıntılar, Aristoteles mantığının temel öğelerindendir.
Bir konu ve o konu hakkında bir yargı bildiren yüklemin birliği, bir önerme oluşturur. Her önerme, doğru ya da yanlış bir iddia ileri sürer ve bir bilgi verir: “At bir hayvandır”, “hayat boştur” gibi. Emir, dilek, soru bildiren cümleler önerme değildir: “At hayvan mıdır?”, “hayat boş olmasaydı!” gibi.
Önermelerde, konu ile yüklemi arasındaki ilişki, Aristoteles tarafından on temel kategori altında sınıflandırılabilir olarak görülüyordu.
1) Töz: Aristoteles’e göre, TÖZ’ün iki anlamı vardır. En son dayanak, başka bir şeyin yüklemi haline getirilemeyen olarak töz ve özü bakımından ele alınan birey olarak, maddeden ayrılabilen şey olarak töz; her şeyin temel yapısı ve formu.
Böylece, bir önermede, yüklem, eğer varlığın ne olduğu hakkında bir bilgi ya da bir iddia ortaya koyuyorsa, yüklemle konu arasındaki ilişki tözsel bir bağıntıdır. Öyle ki, yüklemin bildirdiği ne’lik ortadan kalktığında, söz konusu özne de ortadan kalkar.
Örneğin, “çizgi, sonsuz sayıda noktadır” önermesinde, nokta, çizginin tözü, en son dayanağıdır ve nokta ortadan kalktığında çizgi tanımsız kalacaktır.
2) Nicelik: Aristoteles, niceliği, sayıldığında çokluğu, ölçüldüğünde büyüklüğü veren özellik olarak tanımlıyor. Böylece, konu ile onun ne kadar ya da ne büyüklükte olduğunu bildiren yüklemi arasındaki ilişki, nicelik kategorisine girer. Bu, aynı zamanda, “o ne kadardır?” sorusunun da cevabıdır.
3) Nitelik: Özün diğer özlerden farkı, Aristoteles’e göre, nitelik’tir. “O nasıldır?” sorusuna, konunun niteliği belirtilerek cevap verilmelidir.
4) Bağıntı: Önermede, konuyu bir başka şeyle bağıntısı içinde tanımlayan yüklem, bağıntı kategorisi içine giren bir ilişkiyi ortaya koyar. “Neyin nesidir?” sorusunun cevabıdır. “Bu kitap, Sokrates’e aittir”, önermesinde olduğu gibi.
5) Yer: Konunun uzayda tuttuğu yeri bildiren yüklemlerin konuyla ilişkisi, Yer kategorisine girer. “O nerededir?” sorusuna verilen cevaptır.
6) Zaman: Önermenin konusunun zaman içindeki yerini bildiren yüklemle olan ilişkisi “zaman” kategorisindedir. “O hangi, zamandadır” sorusuna verilen cevapta görünür.
7) Durum: “O hangi durumdadır?” sorusuna verilen cevapta, yüklemle konunun ilişkisi, durum kategorisine girer. Dik mi, yatay mı, oturuyor mu? vs.
8) İyelik: Söz konusu varlığın nelere sahip olduğunu bildiren yüklemle ilişkisi, iyelik kategorisi içindedir.
9) Etki: “O ne yapar”, “konu hangi etkilerde bulunur?” Bu sorulara cevap veren yüklemlerle konunun ilişkisi etki kategorisi içindedir.
10) Edilgi: Ona ne yapılır? Edilgi bildiren yüklemlerin konuyla ilişkisi, bu kategoriye girer.
Aristoteles, kategorileri yalnızca konu ile yüklem arasındaki ilişkilerin bir sınıflandırılması olarak değil, aynı zamanda, bir belli nesnenin, olayın, varlığın tanımlanabilmesinin de kalıpları olarak değerlendirir. Çünkü kategoriler, “varlığın en genel görünüşleridir” Aristoteles’e göre. Varlıklar, bu on kategorinin gösterdiği ilişkiler içinde eksiksiz olarak gösterilebilirse, onun hakkında tam bilgi elde edilebilecektir. Dolayısıyla kategoriler, bir konunun gerek tanımlanabilmesi ve belirlenmesi, gerekse onun hakkındaki bir iddianın tanıtlanabilmesi için başvurulacak “form”lardır. Ona göre, bu amaçla kurulmuş önermeler ve bu önermeler arasında kurulacak düzenli bir ilişki, konu hakkındaki bilgiyi verecektir.

3. ARİSTOTELES’İN TASIM ÖĞRETİSİ

Tümdengelim mantığında, verilmiş bir ya da daha fazla önermeden yola çıkarak, daha özel sonuçlara doğru inmek, tasım adı verilen dolaylı çıkarım işlemi ile gerçekleşir. Böylece “tasım”, önermeler arasında araçlı ilişkiler kurma işlemidir.
Tasımın temel biçimi üç önermelidir. Bu durumda tasım, verilmiş iki önermeden, bu önermelerin içeriğinde bulunan bir üçüncü önermenin nasıl çıkarılacağının kurallarını verir.
Tümdengelimde, genelden özele, tümelden tikele inen düşünce, ilerlemesinin her adımında bir tasımı tamamlar, yeni bir tasım kurar ve daima, bir tümel önermenin özelliklerine bağlı kalarak daha tikel-özel önermelere ulaşır. Böylece öncüllerden vargıya, tümelden tikele doğru sıralanmış önermeler, genelden özele doğru giderek daralan bir biçimde birbirlerini kapsarlar.
Önermelerin sıralanışı, tasımın terimlerinin sıralanışıdır. Büyük önerme, kapsamı en geniş olan terimi —Büyük Terim’i— taşımasıdan dolayı ilk öncüldür. Küçük önerme, kapsamı daha dar olan terimi içerir ve ikinci öncüldür. Vargı önermesi, büyük terimin yüklem, küçük terimin ise özne (konu) olarak yer aldığı sonuç önermesidir.
Tasımın en önemli öğesi, Orta Terim’dir. Orta terim, her iki öncülde de bulunur, büyük terimle küçük terimi birbirine bağlayarak aradan çekilir; büyük ve küçük terimler vargı önermesinde yer aldıkları halde, orta terim vargıda bulunmaz. Bu özellikler üç önermeli bir tasım üzerinde şöylece görülebilir:
Bu tasımda, “Sokrates”e göre daha geniş kapsamlı olan, Sokrates de dahil bütün insanları kapsayan terim “Ölümlülük”tür ve bu, büyük terimdir. Sokrates, küçük terimdir. Her iki önermede de bulunan “insan” ise orta terimdir. Çıkarsama sürecinde “Ölümlülük” ile “Sokrates”i birbirine bağlamış, vargı da birinin özne (Sokrates), diğerinin yüklem (ölümlülük) olmasını sağlayarak aradan çekilmiştir. Böylece “insan” orta terimi, hem ölümlülüğün, hem de Sokrates olmanın üzerinde gerçeklik bulduğu temeldir. Her iki terimin ilişkisinin sağlandığı bir bağıntıdır.
Aristoteles’e göre, orta terimin değişen yerlerine göre üç temel tasım biçimi meydana gelir.
Ayrıca her tasım biçimi, önermelerinin niceliği ve niteliğine göre belirlenen özel bir yapı gösterir. Bu yapıya “Kip” denir. Kipler, büyük ve küçük önermelerin niceliklerinin ve niteliklerinin ilişkisiyle, vargının kazanacağı nicelik ve nitelik arasındaki ilişkiyi, her tasım biçimi için kazanacakları ayrı ayrı özellikleri tanımlarlar.
Kipler, tasımın çıkarım kuralları ilgili oldukları için büyük öneme sahip görülürler. Mantıklı düşünmek ve doğru sonuçlara varabilmek için, tasımın biçimi ile kipi arasındaki ilişki kuralına uyulmalıdır denilir.

4. BİÇİMSELLEŞTİRME VE GİZLİ TASIM

Biçimselleştirme işlemi, hareketli ve çok öğeli yapı ya da süreçlerin, sistemli bir soyutlama ve yalınlaştırmaya uğratılmasıdır. Böylece incelenen yapı ya da süreç, zihinsel olarak yeniden üretilmiş, bu kez düzenli ve kararlı bir işleyişe sahip olacak tarzda, yalnızca temel ve sürekli yanlarıyla yeniden inşa edilmiştir. Örneğin, aslında son derece karmaşık süreçleri ve düzensiz ilişkileri de içerebilen “düşünme”yi, tasıma eşlemek, tasımla karşılaştırmak, böyle bir biçimselleştirme işlemidir. Böylece düşünmenin kendi hareketi, yalınlaştırılmış bir biçime indirgenerek, kavranabilir ve üzerinde soyut işlemler yapılabilir bir hale getirilmiştir.
Biçimselleştirme, asıl yapının bağıntılı bir sistem olarak düşünülmesine ve öğeler arasındaki ilişkilerin, yapının her noktasında aynı temel ve sürekli özellikleri taşıyacağı varsayımına dayanır. Böylece biçim üzerinde yapılan analiz, yapının hareketinin görülmeyen yanlarının teorik olarak açığa çıkarılmasını olanaklı kılar.
Kavramlar ve önermeler arasındaki ilişkilerin bir biçimselleştirilmesi olan tasım, tasımın biçimleri ve kipleri, düşüncenin hareketinin değişik aşamalarının birbirine bağlanışını, bir düşünceden diğerine geçişi yasalı ve kurallı kılarken, aynı zamanda, düşüncenin önceki ve sonraki niteliklerinin, doğruluk değerlerinin sürekli ve tutarlı kılınmasını da sağlamak ister. Bu yüzden, sürecin başından sonuna kadar belirlenmiş bir yol boyunca, her öğe ve hareket birbiriyle bağlanarak, ilişkilere ve oluş’a zorunluluk kazandırılır. Artık bu süreçte, beklenmedik, aykırı, bozuk herhangi bir kavram ya da önerme ile karşılaşılamayacağı umulur. Çünkü verilmiş iki önerme, bu sistem içinde bir üçüncüyü, vargıyı, zorunlulukla doğuracaktır. O iki önermeden, biçim ve kiplerde, terimlerin saptanmasında hata yapılmadıkça, bir başka vargının çıkması olanaksızdır. Diğer yandan bu zorunluluk, sistem içinde yer alan öğe ve hareketlerin herhangi birisinin bilinmeyen özelliklerinin, diğer bilinenlere bağlı olarak açığa çıkarılmasına da yol açar.
Böylece, tasım kuralları, biçimler ve kipler, özel bir alanda, düşüncenin hareketi alanında, bilinmeyeni bilmek, kaybolmuşu bulmak, geleceği görmek için birer araç haline gelirler. Biçimselleştirmenin sağladığı olanaklarla, düşünce süreci boyunca, bilinenlerden bilinmeyenlere, bir kez bilinmiş olandan onun yitik köklerine gidiş için yol bulunur; bir aşamada düşünülmüş olanın (harekete geçmiş bir kavramın ya da kurulmuş bir önermenin) ileriki aşamada hangi sonuca ulaşacağı önceden görülür. Tasımın pek çok türü vardır ve bunların her biri, uslamlamanın değişik yollarının biçimselleştirilmesi çabasına karşılık düşerler. Ancak bunlardan biri, diğer türlerin kendini olanaklı kılmak için keşfedildikleri izlenimini verecek özelliklerle durur karşımızda.
Tasım türlerinin pek çoğu, günlük yaşamda karşılaşılması hayli güç bir katılık ve biçimsellik üzerine kurulmuşken, şimdi ele alacağımız “Gizli Tasım”, olağan düşünce ifade yolu olarak her an karşımızdadır; her an bir gizli tasım kurar, ya da çözeriz. Bu bakımdan şunu söylemek fazla abartı sayılmamalıdır: Tasımın diğer türleri, gizli tasımların nasıl anlaşılacağını, nasıl çözümleneceğini açığa çıkarmak için temel hazırlamaktan öte pek az önem taşırlar.
Gizli tasım, genellikle iki önermeli bir tasımdır. Ya öncüllerinden biri, ya da vargısı söylenmemiştir. Bu yüzden “eksik tasım”, ya da “saklı tasım” olarak da adlandırılır.
Örneğin: Bütün insanlar ölümlüdür
Sokrates de ölümlüdür.
biçimindeki bir önermeler dizisinin, aslında üç önermeli bir tasımın, küçük önermesi “gizli” kalmış hali olduğu görülüyor. Gizli kalan önermede, Sokrates’in insan olduğunun söylenmiş olduğunu, bu iki önerme arasındaki ilişkiye bakarak çıkarsayabiliriz. Fakat bunun “mantıksal” olarak anlaşılabilmesi için, her şeyden önce, bu önermeler dizisinde bir orta terimin (insan), Sokrates ve ölümlülük arasındaki ilişkiyi sağladığını, dolayısıyla, “kayıp” önermede de onun yüklem olarak bulunması gerektiğini bildiren kuraldan haberli olmamız gerekir.
Gizli tasımda, büyük önerme veya vargı önermesi de “saklı” kalmış olabilir.
Örneğin: Sokrates bir insandır,
Öyleyse Sokrates ölümlüdür
denildiğinde, “bütün insanların ölümlü” olduğunu bildiren bir tümel olumlu öncülün söylenmemiş olduğunu anlarız. Bize, bu kayıp ya da söylenmemiş öğenin özellikleri hakkındaki bilgiyi veren şey, doğrudan doğruya, verilmiş iki önerme arasındaki bağıntının özellikleridir. Bir sistemin parçaları olarak birbirine bağlanmış olan önermeler arasında birisinin kimliğini, diğerlerinin sistem içi ilişkilerine ve kendi niteliklerine bakarak bulabilmeyi mümkün kılan ise, sistem hakkındaki biçim bilgisidir. İyi kurulmuş bir biçim, verilerin ne tarzda birbirine bağlandıklarını bildirmekle kalmaz, onların temel yapılarının nasıl kurulmuş olduğuna da ışık tutar: Konu ve yüklemin birbirine göre olan durumu nedir, hangi araç (orta terim) ile birbirlerine bağlanmışlardır ve bu hangi sonucu doğuracaktır? Bütün soruların cevabı sistemin biçimi içindedir.
Şimdi, “gizli tasım” kavramından yola çıkarak ulaştığımız sonuçları, daha genel bir çerçeve içinde düşünelim.
Yalnızca önerme ve kavram hareketlerinin değil, olayların ve nesnelerin hareketinin de bir “mantığa” dayandığı kabul edilir. Bununla, olayların, nesnelerin hareketlerinin düzenli bir sıra içinde ve anlamlı bir bütün oluşturacak tarzda birbirine bağlanmış oldukları söylenmek istenir. Bir başka deyişle, olayı, nesneyi ve hareketi meydana getiren öğeler, baştan sona tutarlı bir düzen içinde birleştikleri ve birbirlerine zorunlu ve sürekli bağlarla bağlandıkları için, önce ve sonra arasında, olmuş ile olacak arasında, değiştirilemez bir bütünlük bulunduğu anlatılır. Aristoteles sistemi içinde düşündüğümüzde, olayın kurucu öğelerinin birbirlerine belirli bir biçime uygun olarak bağlandığını ve öngörülmüş biçim değişmedikçe, bu bağlantıların sonuçlarının değişmeyeceğini kabul etmişiz demektir.
Ve sıradan düşünce, çoğu zaman farkında olmaksızın, daima biçimin egemen olduğu böyle bir çözümleme süreci içinde yargı oluşturur. Bir futbol seyircisi, geri pas yapan oyuncuyu yuhalar. Çünkü onun “futbolun mantığı”olarak bildiği sistemde, temel öncül, her oyuncunun topu rakip kaleye göndermesini önermektedir. Bu temel önermenin belirlediği bağıntılar içinde bir parça olan futbolcu, öyleyse, geriye doğru oynamamalıdır. Tepkisel olarak yuhalanan şeyin, işte bu “tasım bozukluğu” olduğunu düşünebiliriz.
Bu örnek bize, bir bütünlüğün “mantık sistemi” olarak kavranması olayının en sıradan ilişkiler içinde de bulunabileceğini gösteriyor.
Daha karmaşık, çok öğeli ve amaçlı ilişkilerde ise, harekete öncel bir mantık sisteminin bulunması zorunludur. Askerlik, politika, iktisadi hayat gibi, kuralların ve önceden kurulmuş tasarımsal yapıların büyük önem taşıdığı alanlarda, eylemin baştan sona tutarlılığı, parçaların birbirlerine düzenli bağıntılılığı, bir “mantık olayı” gibi görünür.
Şimdi böyle bir yapıyı, tasım kurallarının geçerli olduğu bir alan olarak düşünelim. Örneğin askerlikte, karşılıklı taraflar bakımından, birbirlerinin mantık sistemlerini bilmenin önemini böylesine yalınlaştırılmış bir model üzerinda kolayca görebiliriz.
Problem şudur: Elde edilmek istenen vargı, nasıl bir büyük önermenin hangi küçük önermeyle, ne türden bir tasım altında ve hangi biçimde ilişkiye sokulmasıyla elde edilir? Ve bu “tayin ve tespit ettiğimiz” öğelerin bağıntısından, beklenen sonuç “mantıksal bir zorunluluk” olarak elde edilebilir mi?
Aristoteles mantığının kurallara bağlı biçimsel yapısı ve yasalara dayanılarak düzenlenmiş süreçleri, onun içinde hareket eden öğelerin geçmiş ve gelecek durumlarını, belli bir andaki ilişkilere bakarak çıkarsama imkânı verir. Eğer evren gerçekten “üç terimli” olsaydı, ve her şey tasım kuralları gibi belirli bir biçimin gereklerine göre oluşuyor olsaydı, her şeyin bilinebilmesi kolay olacaktı.
Gizli tasım kavramı, her şeyden önce, bize belli bir sistem içinde bilinen verilerden, bilinmeyene doğru ilerlemek istediğimizde, BİÇİM’in ne kadar önemli bir rol oynadığını anlatıyor. Biçim, yapıyı meydana getiren öğelerin düzenli örgütlülüğü ve bağlantılarının zorunluluğunun sonucu olmak anlamında, diyalektik içinde de ağırlıklı bir önemle karşımıza çıkacak.

Aydın Çubukçu
Mantık ve Diyalektik

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz