Liberalizmin Felsefi Temelleri, Liberalizm ve Etik*

Liberalizm günümüzde belki en çok tartışılan düşünce akımlarından biridir. Liberalizmin günümüzde geldiği noktanın daha iyi anlaşılabilmesi için bu düşünce akımının tarih boyunca geçirdiği evrelerin ele alınması yararlı olacaktır ve böylece günümüzde bu düşüncenin ulaştığı yer daha iyi ortaya çıkar. Francsco Vergara’nın Liberalizmin Felsefi Temelleri çalışması bu bağlamda bir boşluğu giderecek gibi görünmektedir.
İlgili çalışma liberalizmin çeşitli evrelerini okuyucuya verirken, ayrıştırmalı yöntem kullanmıştır. Çalışmanın sıkıntılı yanı da bu noktadadır. Böylece çeşitli liberal düşünceler arasındaki tarihsel bağlar çok fazla dikkate alınmamış, değişik liberal bakış açıları büyük ölçüde birbirinden kopuk biçimde ortaya konmuş, böylece birbirinden ayrı liberal düşüncelerin birbirlerini etkileme derecesi alt düzeyde görülmüştür. Ancak yine de okuyucu temel liberal düşünceleri, dayandıkları ilkeleriyle beraber bu çalışmada topluca bulabilecektir.

Yazar kitabın amacını dile getirirken başlıca iki soru sorar ve kitabın amacının liberallerin bu soruları ele alış tarzını vermek olduğunu belirtir. Bu sorular şunlardır: “Bireye ve girişimlere tanınan özgürlüğün genişliği ne kadar olmalıdır? Devlete hangi rol uygun düşer?” (s. 10). İlk soruyla bağlantılı olarak Vergara özellikle Locke, Pufendorf gibi düşünürlerin köleliği yasallaştırıcı görüşleri nedeniyle bu düşünürleri özgürlüğün karşısında gösterir. Oysa 17. yüzyıl henüz köle gücüne dayalı üretim kalıplarının tam olarak kalkmadığı ve egemen uyruk ilişkisinin olduğu bir yüzyıldır. Oysa ücretli emeğe dayalı iktisadi yapı ve yurttaşlık fikri sonraki yüzyılda gelişecektir. Bu nedenle 17. yüzyıl düşünürlerinin kendi dönemlerinin koşullarının getirdiği bakış açılarının dışına çıkmaları zordur. Yazar böylece pre-liberal olarak adlandırdığı 17. yüzyıl düşünürlerini 18. yüzyılın düşünürlerinden ayrı bir yere koyar ve sonraki dönemlere etkilerinden sınırlı biçimde söz eder.

Yazar 18. yüzyıl sonrası liberal düşünceyi üç ayrı akım altında verir. Kitapta ele alınan ilk akım yararcılıktır. Bu bağlamda bu akımla ilgili olarak Hume ve Bentham’ın ilkesi toplumun ulaşabileceği en büyük mutluluktur. Yani genelde halkın mutluluğu bu yazarlar tarafından temel ilke olarak alınır. Mill içinse bu öğreti “eylemlerin mutluluğu artırma amacı gütmeleri ölçüsünde iyi olduklarını, tersini hedef almaları ölçüsünde ise kötü olduklarını savunur” (s. 69). Sözünü ettiğimiz gibi bu düşüncenin kökeninde de 17. yüzyıl düşüncesi vardı. Locke benzer biçimde toplam insanlığın mutluluğunu arttıracak biçimde eylemde bulunulmasına izin verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu anlamda mülkiyetin güvenli kullanımı ve edinimi, sağlıklı bir ticaret ortamı yaratılması için gerekli koşulların desteklenmesini ister. Yine bir başka örneği alırsak, Locke’la aynı tarihte doğan bir başka sermaye kesimi düşünürü Richard Cumberland ahlak anlayışını oluştururken temel ilkesinin insanlığın mutluluğu ve genel iyinin korunması olduğunu belirtmiştir. Temelde onun Locke gibi doğa yasasına dayandırdığı ahlak anlayışı sağlıklı bir ticaret ortamı ve mülkiyet düzeni yaratma amacı taşır. Çalışmada yararcı düşünürler üzerindeki dile getirdiğimiz benzer etkiler dikkate alınmamıştır. Yine de yazarın belirttiği gibi yararcı düşünürler liberalizmin öncü düşünürlerinden daha geniş bir özgürlük alanı düşünmüşlerdir. Ama bu durum yine dönemin kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gereken bir durumdur.

Ayrıca yazar Hume’un görüşlerine dayanarak yararcılıkta olağanüstü durumlarda özel yararın kamu yararına feda edilebileceğini belirtir. Kıtlık durumunda birtakım ambarlardaki malların kullanılması buna örnek olarak gösterilebilir. Benzer bir görüşü Locke da Yönetim Üzerine İki İnceleme’de söyler. Locke kentte çıkan bir yangının önlenmesi için birilerinin evlerinin yıkılması gerektiği örneğini verir. Çalışmada bu bağların görülmemesi tarihsel bağları izleyen bir yöntem kullanılmamasıyla ilgilidir. İkinci olarak ele alınan, doğal hukuku yani insanın eylemlerinin siyasi kararları da içerecek biçimde doğaya uygunluğunu esas alan liberal düşünce biçimidir. Yazar doğal hukuk bağlamında özellikle Condorcet ve Turgot’nun görüşlerine yer verir. Yapıtta doğal hukuk şöyle tanımlanır: “Doğal hukuk, toplumun düzenli ve huzurlu bir halde varolabilmesi için insanların saygı göstermeleri gereken haklar ve görevler bütünüdür” (s. 129). Yine çalışmada bu konu üzerinde yalnızca Pufendorf’un etkisine kısmen değinilmiştir. Ancak bu düşüncenin kökleri liberal düşünce açısından Pufendorf ve Locke’dan önceye, Grotius’a kadar gitmektedir.

Vergara, doğal hakları insan hakları öğretisiyle birlikte inceler. Bu bağlamda 1789 İnsan Hakları Bildirgesi temel hakları şöyle belirler: “Bu haklar, özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnme haklarıdır” (s. 130). 1793’de Condorcet ve Paine azıcık ayrı bir liste verirler. Condorcet der ki: “İnsanın doğal hakları […] özgürlük, eşitlik, güvenlik, mülkiyet, toplumsal korunma ve baskıya karşı direnme haklarıdır” (s. 132). Saydığımız 17. yüzyıl düşünürleri benzer hakları doğal hukuk çerçevesinde dile getirmişlerdir. Bunun dışında Locke, açıkça zorba yöneticiye karşı zor kullanarak direnme hakkını savunmuştur. Çalışmada bu bilgilerin dikkate alınmadığı görülmektedir. Bununla birlikte yazarın yararcılık ve insan hakları öğretisi arasında yaptığı şu ayrım önemlidir: “İnsan hakları öğretisinde ‘başkalarına zarar veren’ eylemler kısaca yasaktırlar; yararcı öğretide ise ‘başkaları üzerinde sonuçlar doğuran ve onların sıkıntı çekmelerine yol açabilecek’ eylemler sistemli biçimde yasak değildirler; toplumun yetki alanına girerler; sınırlanmaksızın serbest bırakılmalarına, bir düzenlemeye bağlanmalarına ya da yasaklanmalarına (yararlılıklarını göz önüne alarak) toplum karar vermelidir” (s. 139). Yine de doğal hukukçular olsun yararcılar olsun devletin müdahalesine tümüyle karşı çıkmazlar. Vergara bu konuda Condorcet’den şu alıntıyı yapar: “Devletin toplumun genel yararı için düzenlemesi, yönetmesi ya da denetlemesi gereken çalışmalar, kurum ve kuruluşlar vardır. Bunlar, gerek tarımın, sanayinin ve ticaretin gelişmesi için; gerekse de doğanın kaçınılmaz zararlarını ya da beklenmedik kazaların buna eklediği zararları önlemek, hafifletmek için gerekli olan ama kişisel iradelerin ve bireysel çıkarların yarışmasının hemen yerine getiremeyeceği işlerin eksiklerini giderirler” (s. 143-144). Ancak adil olanı öncelikle dikkate alan doğal hukukçuların, yalnızca rekabetin sağlanamadığı durumlarda değil, hayırseverlikle ilgili konularda da devletin eğitimde hak eşitliğini sağlaması gerektiğini dile getirişi çalışmada verilir. Ayrıca yararcılık açısından da devletin müdahalesi hoş görülebilir. Yazar yanlış bilinenin aksine bu bağlamda örneğin adaleti değil, yararı temel ilke olarak alan A. Smith’in de kimi durumlarda devlet müdahalesinden yana olduğunu belirtir.

Vergara’nın üçüncü olarak utra-liberaller adıyla ele aldığı düşünürler, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl düşüncesinde yer alan kişilerdir (Frédéric Bastiat, Herbert Spencer, Feiedrich Hayek, Milton Friedman vb.). Ultra liberallere göre bireyin ve toplumun çıkarı uyuştuğundan ve toplum devletin müdahalesi olmadığı zaman doğal uyumunu bulacağından devlet adalet düzeneğini işletmek dışında karışmamalıdır. Yazar haklı olarak ultra-liberallerin klasik liberallerden ayrı olarak temel ölçütü özgürlük olarak ortaya koyduğunu söylüyor. Ancak yazarın anlatımından bu liberallerin daha çok duruma ve koşullara göre karar alınmasını istedikleri ortaya çıkıyor. Bu bağlamda yazar ultra-liberalleri öbür liberallerden şöyle ayırır: “Ultra-liberalleri klasik liberallerden ayıran ilk özellik, onların aynı anda birçok üstün etik ölçütle hareket etmeleri, bir sorundan diğerine geçtiklerinde ölçütler arasında açık bir hiyerarşi kurmaksızın ölçüt değiştirmeleridir. Onlarda her şey, her durumda, retorik açıdan en ikna edici görünen gerekçeyi seçiyorlarmış gibi gelişir; ultra-liberaller söz konusu gerekçenin yararla mı yoksa doğal hukukla mı ilgili olduğunu bilme kaygısı taşımazlar” (s. 175). Örneğin Hayek herkesten aynı vergi mi alınmalı yoksa zenginden yüksek oranda mı vergi alınmalı konusunda ilkinden yana seçimini kullanır. Burada yarar değil eşitlik ilkesine bağlanır. Ama ultra-liberallerin paralı eğitimi savunurken eşitlik ilkesini temel almayacağı ortadadır. Yazar belirtmese de ulta-liberallerin klasik liberallerden ayrı olarak retoriği kullanan eski çağın sofistlerine benzedikleri açıktır.

Vergara’nın Liberalizmin Felsefi Temelleri adlı çalışması adından anlaşılacağı üzere, daha çok liberalizmdeki çeşitli düşünce biçimlerinin felsefi temellerini daha çok özgürlük ve devlet müdahalesi üzerinden inceliyor. Bu anlamda yazar liberalizmin iktisadi yönünü yoğun olarak ortaya koymasa da, ele aldığı örnekleri iktisat alanından seçerek çalışmasına bu anlamda da belli bir zenginlik katıyor. Ayrıca Vergara, yöntemi gereği liberalizmin tarihsel bağlarını yeterince ortaya koymamakla birlikte olabildiğince yansız tutumuyla okuyucuya liberalizmle ilgili bir genel fikir veriyor.

Ali TİMUÇİN
(mavidefter)

*Francisco Vergara, Liberalizmin Felsefi Temelleri -Liberalizm ve Etik- , Çev: Bülent Arıbaş, İletişim Yayınları, Ekim 2006, İstanbul.

 

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz