Lal Khan: Emperyalistlere karşıymış gibi görünen İslami köktenciler aslında sürekli ilişki içindeler

Pakistan’ın önde gelen Marksist siyasetçilerinden Lal Kahn, ülkesinde yayımlanan Daily Times gazetesinde, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda radikal ve ılımlı İslam ile kurduğu bağlara işaret eden bir yazı kaleme aldı. Kahn, radikal İslam ile ılımlı İslam arasındaki çizginin çok ince olduğuna, hatta böyle bir çizgi olmadığına dikkat çekiyor. ABD emperyalizmi 1980’ler ve 90’larda Moskova ve Çin destekçisi solun çökmesiyle birlikte, yaratılan siyasi boşluğu İslami köktenciler ile doldurduğunu  belirten yazar, Emperyalistlerin sosyo-ekonomik konulara dair kitlesel isyanların sarsıntılarını göndermeye başlar başlamaz İslamcılarla  müzakereye oturduğunu ve yeri gelince bunları ” Özgürlük savaşçısı” ilan ettiğini belirtiyor. 

Lal Khan: Planlanmış kargaşa

Ünlü Keynesyen ekonomist ve ABD’nin eski Hindistan Büyükelçisi John Kenneth Galbraith, bir zamanlar Hindistan ekonomisini “dünyadaki en örgütlü kaos” şeklinde tanımlamıştı. Pakistan’da devletin ve toplumun hüküm süren halini kavramak isterseniz, daha çok planlanmış kargaşanın can çekişmesi şeklinde görünüyor. Otuz yıldan fazla zamandır, bu karmaşık savaşa, tamamen devlet tarafından desteklenen İslami köktenciler öncülük ediyor. Çelişkili biçimde, bu devlet politikası, devletin bağışçılarınca icat edilmiştir: ABD emperyalizmi. 1980’ler ve 90’larda Moskova ve Çin destekçisi solun çökmesiyle birlikte, yaratılan siyasi boşluk gericilik ile dolduruldu. Sezgisel olarak, zalimane iktidarını sürekli kılmak için İslam’ı kullanan Ziya ül Hak diktatörlüğüydü. ABD, onun acımasız diktatörlüğünü, özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılışını hiçbir şekilde öngörmezken Soğuk Savaş’ın son aşamasında bölgedeki stratejik çıkarlarını ileri taşımak amacıyla gerçekleştirdiği Afganistan’daki dolar savaşını yürütmek için kullandı.

Orta Doğu’da ve Müslüman dünyası denilen şeyde, bu İslami bağnazlığı başlıca dış siyaset mekanizması olarak kullandılar. En iğrenç soykırımlardan biri, CIA tarafından köktenciler aracılığıyla Endonezya’da yürütüldü. 30 Eylül 1965’te popülist milliyetçi lider Sukarno’yu iktidardan indiren askeri darbenin ardından, emperyalistler, askeri diktatör General Suharto’nun desteğiyle Endonezya solunu ortadan kaldırmak için İslami gericileri kullandılar. Endonezya Komünist Partisi (PKI), sosyalist blok dışındaki en büyük komünist partiydi. Partinin, 3 milyon üyesi ve sendikaların da olduğu çeşitli örgütlülüklerde örgütlenmiş 10 milyondan fazla sempatizanı vardı. Eylül 1965’ten Ocak 1966’nın sonuna dek, takımadaların her tarafında, başta ülkenin önde gelen İslamcı partisi Nahdlatul Ulama’nın yarı-özerk gençlik kanadı Ansor olmak üzere İslami paramiliter örgütlerin üyelerinin tasmaları, kâfirlerin “kızıl haşerat”ına karşı salındı. Bir milyondan fazla komünist ve aileleri katledildi. O yılın başında İngiliz büyükelçisi Sir Andrew Gilchrist, Londra’ya gönderdiği bir telgrafta “Endonezya’da küçük bir avın, etkin değişimin esas hazırlayıcısı olacağına dair inancımı, sizden hiçbir zaman gizlemedim” yazmıştı. Mark Curtis, The Ecologist dergisindeki “Demokratik Soykırım” başlıklı başyazısında şunu ortaya koymuştu: “1962 tarihli bir CIA andıçı, Başkan Kennedy’nin ve İngiliz Başbakanı Harold Macmillan’ın, Başkan Sukarno’nun duruma ve mevcut fırsatlara bağlı olarak tasfiye edilmesine dair anlaştıklarını belirtmişti.”

Emperyalistler ile İslami köktenciler arasındaki ilişkinin tarihi, diğer doğu ülkelerinde de çok farklı değildir. Tek çelişki, çıkarları salt rüşvetçi oportünizme dayanan bu güçlerin, müşterek yağma çıkarları uyuşmadığında, sıklıkla ihtilafa düşmeleridir. Bugün bile, emperyalizmle her zaman yakın bağları olan Taliban içerisinde, birden fazla grup var. Taliban, homojen bir bütün değil ve İslami partilerin emperyalizmle esaslı hiçbir ideolojik farklılıkları yok. Anlaşmazlık, bu bağnazların rakip grupları emperyalizm tarafından desteklendiğinde patlak verir. Bu sahte sofu savaşçıların bir grubu emperyalizmle anlaşmaya varırken, esasen dindarlık kılığındaki ganimetin paylaşımı konusunda bölünürler. Aynı esnada savaşıyorlar ve pazarlık ediyorlar. Bu ne biçim ideolojik çatışma? Geçmişten beri müttefiktirler ve icra ettikleri ortak kapitalist doktrine meydan okuyan her türlü büyük hareketi ezmek için güçlerini birleştireceklerdir. Orta Doğu’daki kitleler bir devrimde ortaya atılarak patladığında ve kapitalizmin çıkarlarını temelinden sarstığında, emperyalizmin yardımına koşan bir kez daha İslami partiler oldu. Emperyalistler, sosyo-ekonomik konulara dair kitlesel isyanın volkanik patlaması Orta Doğu’nun her yanına sarsıntılarını göndermeye başlar başlamaz İslamcılarla müzakereye başladılar. Mısır ve Tunus’ta, İslamcılarla uzlaşmaya vardılar, Libya’da, El Kaide üyelerini ve eski Guantanamo tutsaklarını bir gecede sözde “özgürlük savaşçıları”na dönüştürdüler. Suriye konusunda, Suudi Arabistan, Katar ve diğer Körfez ülkelerinin despot ve şiddetle zalim emperyalist uşağı yönetimlerinin şimdi yüzsüzce “Demokratik Suriye’nin dostları” çığırtkanlığı yapmaları ve “Özgür Suriye Ordusu” şeklinde açık biçimde desteklenen cehalet yanlısı gerici unsurlarla ittifaklar kurmak ile meşgul olmaları kesinlikle hicivli.

Pakistan’da terörizmin açık destekçileri, iğrenç düşüncelerini esef duymaksızın gözler önüne seriyorlar. Terörist cihadı ve ekonomik ve sosyal durumun acı veren koşullarını bir kenara bırakırsak, inanç adına yapılan bu boğazlama ve canavarlık cümbüşünün mağduru olan bu toplumun masumları üzerinde uygulanan barbarlıkları açıkça destekliyorlar. Emperyalistler, devam eden kapitalist boyun eğdirmeyi sağlama almak için alternatif politik güç olarak bir kez daha bu İslami partilerin ve sağcı popülistlerin bazılarının da içinde olduğu yeni bir sağcı ittifaka biçim vermeye çalışıyorlar. Devletin diğer organları ile birlikte kendi krizlerine ve çatışmalarına dalmış durumda olan ordu ve adalet kesimleri, devrimi saptırmak amacıyla kitle hareketlerini dizginlemek ve hatta kargaşa planlamak için bu köktenci araçların kullanımında daimi hale gelmiş durumda. Bu sözde hasımlar arasındaki bağların farkındayken, “demokrasi” ile gericilik arasında “çatışma”ya dair emperyalist propaganda şeklindeki maskeleyici görünüşü neden umursasınlar? Ne de olsa ISI (Pakistan’ın üç istihbarat servisinden en büyük olanı), 1978 yılında dinci paralı askerlerle başlatılan dolar cihadının planlanmasında CIA tarafından memnun edildi.

Din, o tarihten beri aynı kalmadı. Girişimci bir karakter kazandı ve muazzam ilkel sermaye birikiminin kaynağı durumunda. Amerikalılar onlara, devasa serveti nasıl biriktireceklerini ve cihadı uyuşturucu ticareti ve dünyanın çeşitli bölgelerinde emperyalizmce desteklenen ayaklanmaların tekniği olan başka suç faaliyetleriyle nasıl finanse edeceklerini öğrettiler. Bugün, molla aristokrasisi ve İslami partiler, dünyanın en zenginleri arasında. Bugün köydeki molla, cenazelerdeki ve dini törenlerdeki çok küçük miktardaki bağışlara bel bağlamıyor. Camiler mantar gibi çoğalıyor. Para kaynağı sağlamak amacıyla zehirli nefret kusan dini törenler düzenlemek için birbirleriyle rekabet ediyorlar. Bu yobazlık, sadece dinmek bilmeden sürmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumsal başkaldırıyı engellemek için her zamankinden daha fazla dini tarafgirliklerine dönen liberal, demokrat, seküler, lümpen egemenlerimizce de teşvik ediliyor. Ilımlı İslam dogmasından bahsetmek, en azından gülünç. Radikal İslam ile ılımlı İslam arasında, eğer varsa, çok ince bir çizgi var. Rawind’deki Tebliğ Toplantısı’na katılan (Tebliğ Cemaati: Hindistan, Pakistan, Bangladeş bölgesinde güçlü olan radikal İslamcı cemaat; ç.n.) kapitalistler, generaller, bürokratlar, siyasetçiler; seçkinlerin gerici zihniyetini gösterdiler. Tebliğ Cemaati ılımlı mı? Modern kapitalist devletin seküler olduğu zannedilirdi. Kapitalizmin yapısal krizi bunu besledi ve gericiliğe bel bağladı.

http://www.dailytimes.com.pk/default.asp?page=2012\02\12\story_12-2-2012_pg3_4 adresinde yayımlanan makale Gerçeğin Günlüğü’nden Erkan Çınar çevirmiştir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz