Kutsiye Bozoklar ve yalanlar gerçekler – Sami Özbil

“Bozoklar, kendimizi kapitalistlerin tuttuğu boy aynasında izlemeye itiraz ediyor. Bütün bilimlerin anası olan tarih belki de hepsinden daha nankördür çünkü “onu ayakta kalanlar yazıyor.” Bu yüzden ezilenler, kendi tarihlerini yapma, yazma ve yayma görevi ile de yüz yüzedirler. Bozoklar da sözü buraya getiriyor, “onların aklını (ve tarihini) reddediyor.” Bu güne kadar Türk aydını, esas olarak, kendisini Batı’nın ve varsılların gözünden tanıdığı için, güvensizleşti kendine, çabuk kırıldı ve döndü. Bu yanıyla Bozoklar, ortalama aydın bakışım da reddediyor.”

Bazı hayatlar, vakti gelince sorulacak hesapların tutanakçısıdırlar. Durmadan “sesler alıp sesler veren” birer sis çanı vakurluğunda yaşanırlar. Göz önündeki olaylan farklı duyumsayıp farklı anlamlandırdıkları için başka hayatlardan ayrılırlar. Akıllarıyla yürekleri arasında sismografik sinir telleri vardır. Yüzyıllar önce Kepler’in uzaya giden insanları düşleyip yazması gibi düş kurup herkese anlatırlar. Onlara düşen, meczup sayılma pahasına, bir sahnenin bazı yerlerini karartıp bazı yerlerini aydınlatarak oyuna katmaktır izleyiciyi. Seyrettiği oyunu kendi zihinsel performansıyla yemden okuyamayan izleyici ise, yalnızca bir ölüdür.

Kapitalist tekeller düzeni, karşı ideolojik şiddet gösterilmezse, sıradan insanı köleleştirmeye, aydım ise basit bir kaydediciye dönüştürmeye programlıdır. Kutsiye Bozoklar, şaşılacak denli yaşam sevgisiyle yazdığı yazılarda, okuyucusunu bir uçan halı üzerinde tarih içinde dolaştırıyor, egemen zulmün mirasçılarını ve o kanlı mirasa direnenleri gösteriyor. Dünyanın Hades’in ölüler ülkesine çevrilmesini önlemek için hepimizi hayata müdahaleye/mücadeleye çağırıyor.

Cemal Süreya’nın bir dizesinden hareketle, Tolstoy’un ‘Savaş ve Banş’ını özetlemesi istenen yazan söylediklerine olumlu içerik yükleyerek belirtmek gerekirse, Kutsiye Bozoklar’ın denemelerindeki olaylar, dünyanın bütün kıtalarında geçiyor; “Afrika dâhil!”
Belki de apayrı lezzete sahip ebedi bir tür olarak denemenin yurdu, teorik metnin şiir ile sırtının kesiştiği yerdir. O yurtta tutunmak kolay olmasa gerek. Sürekli biriktirmek gerektiğini Bozoklar’ın yazılarının içeriğinden anlayabiliyoruz. Didaktik olmaktan uzak, akışkan üslubuyla kaleme aldığı yazılarında, zengin çağrışımlarla yüklü çok sayıda örnekle, şiirlere ve teorik metinlere yaptığı göndermelerle insanları düşünmeye, yaşadıklarını sorgulamaya, tüm hayata soru sormaya ve eylemeye yöneltiyor. Her yazısına bu bilinç içerilmiştir.
Bozoklar, verimli/üretken bir devrimci aydın. Türk aydın geleneğinde tembelliğin ne denli yaygın olduğu düşünülürse, bu vasfın önemi, iyiden iyiye belirginleşecektir. Zihin açan umutlu üslubuyla, bağırmayan ama şiddetli eleştiri içeren sevgisiyle, soruyor, buluyor ve bundan duyduğu hazzı ortakça paylaşıyor. Emperyalist kapitalist düzeneğin zihin siliciliğine karşı “inat da bir murattır” diyerek yürüyor. Ucu yanık birer mektuptur her denemesi.

O’nun yazılarını sabit bir noktada durarak anlamlandırmak olası değildir. Bu nedenle, okuyucu, O’nun zihinsel evreniyle etkileşim ilişkisine girmek zorundadır. Şiirle yıkanmış üslubundaki sadelik bunu kolaylaştırıyor.

“Emperyalizm, Küreselleşme ve Yalanlar” adlı son kitabında otuz üç deneme yer alıyor. “Emperyalizm ve Sanat” bunlardan biri. Konuyu incelerken, bir yandan da, devrimcilerin yıllar boyu bu alanda bıraktıklan boşluğa dikkat çekiyor eleştirel bir akılla. Kendimizi kapitalistlerin tuttuğu boy aynasında izlemeye itiraz ediyor. Bütün bilimlerin anası olan tarih belki de hepsinden daha nankördür çünkü “onu ayakta kalanlar yazıyor.” Bu yüzden ezilenler, kendi tarihlerini yapma, yazma ve yayma görevi ile de yüz yüzedirler. Bozoklar da sözü buraya getiriyor, “onların aklını (ve tarihini) reddediyor.” Bu güne kadar Türk aydını, esas olarak, kendisini Batı’nın ve varsılların gözünden tanıdığı için, güvensizleşti kendine, çabuk kırıldı ve döndü. Bu yanıyla Bozoklar, ortalama aydın bakışım da reddediyor. Denemelerinde CIA’nın sosyalizme karşı kültürel cephede hangi “operasyonlar”ı tezgâhladığını; örgütsüzlüğü, amaçsızlığı propaganda eden entelektüelleri hangi maddi-teknik olanaklarla desteklediğini, bunun hangi temel amaca bağlı olarak gerçekleştiğini okuyor ve onunla birlikte izini sürüyoruz.

Zamana dayanıklı yazılar yazıyor Kutsiye Bozoklar. “Che’nin Türküsü” de böyle bir yazı. içinde gerçekleştiği dönemin zorunluluklarıyla çevrili olsa da, tarihin bugüne kadar kaydettiği en yetkin, paylaşımcı, adil paradigma sosyalizmle çıktı ortaya. Geçen yüzyılın sonuysa sosyalizm uygulamalarının, kuruluş felsefelerinden saparak kapitalizme dönüşlerine tanıklık etti. Fakat emperyalizmle hesaplaşma yüzyılındayız ve umut kuşu Anka, yine o deneyimlerin eleştirel devrimci analiziyle yaratacaktır kendisini. “Che’nin Türküsü”nde bu uygulamalardaki esaslı sorunlardan biri olan “insan-yeni insan” konusuna değiniliyor, hayata Che’nin gözleriyle bakarak. Maddi özendiriciliğin her şey olmadığını, esas yakıcı olanın insanı entelektüel-moral açıdan dönüştürmek olduğunu vurguluyor Bozoklar. Kitap dışındaki çok sayıda denemesinde de temas ettiği bu konu, Marksizm’in devrimci yeniden üretiminin zorunlu olduğu bu koşullarda apayrı bir önemi hak ediyor.

Kapitalizmin şu ya da bu varyantında konumlandırılarak birer düzen bekçisi haline gelen ve artık aydınlanma yükselişinin ürünü olan aydın tipolojisiyle hiçbir ortaklığı bulunmayan aydınların aksine, O, mevcut toplumsal ilişkiler bütününe hücum eden, kolektif sevinçler duyan, bütün devrimcilere yoldaş bir sosyalist aydın. Tekel sisteminin, insanı Gregor Samsa’ya dönüştürmesine itiraz ediyor ve onu reddediyor. Reddi tanıması bakımından da, O, Türk aydın geleneğinden ayrılır. Çünkü İsmail Beşikçi ve Haluk Gerger gibi az sayıdaki kişiliği ayrı tutarak belirlemeliyiz ki, Türkiye aydını hep ortalamayı esas aldı; bu, bedel ödemeye yanaşmayan bir vasatlığı egemenleştirdi. Oysa esas iş, bugün tekil olsa da, yarın tipik olacak olanı yazabilmek, aydın kimliğinin gerektirdiği işleri yapabilmekti. Ya Tanzimat bürokratizmine dayadı sırtını Türk aydını ya da klikler arası kapışmada “iyi paşa-kötü paşa” aldatıcılığında yitip gitti. Bozoklar, örgütlü sosyalizm mücadelesini tereddütsüz savunduğu ve yaşadığı için de bambaşka bir düzlemde bulunanlar arasındadır.

Elbette dönen insanın ahlakı yoktur. Bu türden kapitalizme iltihak etmiş solcu eskilerinin çok bilinen bir iddiası, Marksist aydınların indirgemeci ve kaba propagandacılar olduğudur. Onların kapitalizmin maaşlı reklamcıları olmaları bir yana, çok çürük bir temel üzerine inşa ettikleri bu kirli duvar, Bozoklar’ın estetik, edebiyat, tarih, felsefe gibi alanlarda yetkince açımladığı ve her eleştiride edebiyatın sınırlan içinde kalabildiği denemelerle yıkılıp gider. “Kirli bombalar” türünden üzerimize atmaya heveslendikleri bu soğuk savaş argümanı, kendi ellerinde patlar böylece. Bozoklar’ın çoğu denemesi, bütün kıvrımları belirgin olan ama bir kıvrımdan diğerine geçerken, bu geçiş anını hissettirmeyen usta işi birer heykel gibidir.

Kuşatmalardan, hapislerden geçerek damıttığı deneyimlerle teorik bakışını birleştirerek yazdığı denemeleri, yoldaş devrimcilerin sadece aklını değil, yüreğini de dönüştüren birer simya taşıdır. Hangi denemesini okursak okuyalım, bitirdiğimizde kanımızın tazelendiğini, ılık bir bahar sabahının benliğimizi sardığını duyumsarız. Sokakta, zindanda, adressiz evlerde, kampüste yahut mahallede O’nun aydınlık bakışıyla içini ısıtmayan var mıdır?

Yazılarıyla egemen düşünsel zincire karşı ısrarlı bir entelektüel şiddet uygulayan Bozoklar, sosyalizmin savunma değil saldın ideolojisi olduğunun bilinciyle, “gelecek bizimdir” der ve her yoldaş devrimciye seslenir: “Kapitalizmin her görünümüne karşı savaşa, devrimi gündeme sokmaya ve de mutluluğu fethe çağırıyorum. Unutmayalım, umutlu ve sevdalı yaşamak, devrimci yaşamaktır.” Onda umut ve “yarını bugünden kurma” bilinci, hiç tükenmeyen bir güç kaynağıdır.

Emperyalizmin “insan haklan” ve “terörizm” demagojileriyle Vietnam’dan Kamboçya’ya, Yugoslavya’dan Somali’ye, Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya tüm saldırganlığının bumerang gibi ona döneceğine emindir. Bunun rahatlığını duyumsar, çünkü “bütün yollar İntifada’ya çıkar.” insanlığın “ya barbarlık ya sosyalizm” seçeneğinde olduğunu söylerken, yeni bir insan temelli düzen yaratmaya çalışanlara da yaşam biçimlerini militanlaştırmayı ve profesyonelliğin önemini hatırlatır. Zira uyur gibi sessizce ölen çocukların donmuş bakışları üzerimizdedir!
Kutsiye Bozoklar, kavramlar söz konusu olduğunda, oldukça hassastır. Bir direniş odağı olarak dil bilinçtir, yepyeni olanaklar sunar. Ve entelektüel savaş, kavramlar üzerinden yürür. “Kavramların değişik sınıflar için aynı anlamlan içermediğinin bilinciyle gerçekleri” serimler. Kavramlar, ideoloji taşıyıcısıdır; oradaki bozulma, düşünsel silahsızlanmanın kapısını aralar. Siyasal ve kültürel dilde ifade edilen zihinsel üretim, belirli bir sınıfsal bakışın ürünüdür. “Maddi üretim araçlannı elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretim araçlarını da emrinde bulundurur”; bu nedenle de O, ezilenlerin öncülerine düşen görevin, bu cephede de ideolojik hegemonyayı parçalamak olduğuna ısrarla vurgu yapar. O’nun tüm verimi, bunu amaç edinmiştir. Emperyalizmin, devrimci literatüre ait belirlemeleri/tanımlan, kavramsal asimilasyona uğratarak kendine katmaya çalıştığı, muhalif dili bozduğu bu konjonktürde, dikkat çekilen konu, başlı başına önemlidir.

Emperyalizmin, bütün ölçülerini dağıtmak için ilerici insanlığa karşı soğuk savaşı hala ve hep sürüyor. Özellikle 91’den bu yana saldırganlığı alabildiğine boyudandı, hayatın her alanına sızdı. Bu sızma, emperyalizmin ideolojik ileticisi medya ve periferik aydınlar eliyle şimdiki zamanın mutlaklığı, arîm her şey olduğu üzerine bina edildi. Bozoklar’ın denemelerindeki mücadele konularından biri de budur. Sosyalizmin aslında kapitalizmin bir mezhebi olduğu, ‘tarihin sonunun geldiği’, ‘bilgi ve enformasyon çağında olunduğu’, ‘büyük anlatıların sona erdiği’ yollu tüm hurafelerle alabildiğine sade bir üslupla hesaplaşılıyor; “globalleşme”, “terör” gibi kavramlar irdeleniyor ve insan aklını hedef alan bu tip uydurma tezlerin/kavramların tekeller düzeninde hangi ihtiyaçların sonucu olarak dolaşıma sokulduğu gösteriliyor.

Post modern hurafeleri kastederek şöyle yazıyor Kutsiye Bozoklar: “Aslında ortaya sürülen bu düşünceler, bir uluslararası hegemonya mücadelesinin, yalnızca bir avuç tekelin ekonomik siyasal gereksinmelerine uygun değişimlerin küresel ve yeni bir dünya isteme iradesinin anlamsızlaştığını yığınlara kabul ettirmek” tir. Bu saçmalıkların ilk alıcıları her zaman “yenik solcular, umudunu yitirmiş entelektüeller’dir. Hurafelerin tarihsel planda tek yeniliği, onlara ‘yeni’ deniliyor olmasıdır; hepsi budur.

Emperyalistlerin isyan korkusu arttıkça, korku bir ideolojik argüman olarak kullanılıyor. Deprem korkusu, biyolojik silah korkusu, ‘terör’ korkusu, ‘kıyamet’ korkusu… Bu yolla insanların sağlıklı düşünmesi engellenir, mistisizmin çürütücülüğüne sığınmaları amaçlanır. ‘Korku’ sözcüğü ideoloji yüklüdür.

İnsanların davranışlarının şekillendirmeye, ‘nza etmeye’ yarar egemenler bakımından. Rasyonalizmin reddi olan, güvensizliği körükleyen bu korkular, kitap içi ve dışı kimi denemelerde ele alınan konular arasındadır.

Lenin’in emperyalizm teorisine katkısı, emperyalizmin salt ekonomik bir süreç olmadığı, siyasal-askeri yayılmacılığı kapsadığı, savaşları tetiklediğiydi. Hobson, Kautsky ve Bakunin’e eleştirileri bu temeldeydi. Bugün çok daha fazla öyledir. Bozoklar’ın sık sık dikkat çektiği konulardan biri de budur: “Sermayenin genişletilmiş yeniden üretimini sağlamak için burjuvazi, kültürünü ve yaşam tarzını evrenselleştirmek zorundadır. Emperyalist hegemonya, yalnız ekonomik olarak kurulamaz. Kültürel ve zihinsel etkinlik de gereklidir. Ve ideolojik tahakküm, sermayenin varlık alanını genişletme eyleminin bir parçasıdır. Günümüzde bu etkinlik neredeyse çıplak zora dönüşmüş durumdadır.”
McDonalds’tan Coca Cola’ya ‘globalleştirilen’ Amerikan yaşam kültürünün kozmopolit etkisi de bu amaca hizmet ediyor. Dahası kitleler her türlü bayağılığın, kirin potansiyel alıcısı haline getirilirler bu yolla. “Eğer bugün dünya çapında ABD egemenliğinden söz ediyorsak bunun nedeni ekonomik olduğu kadar Amerikan kültürel hegemonyasıdır.” “Reddedin bu yaşamı” çağnsı yapar Bozoklar. Çünkü tekel düzeni insanın bütün direnç noktalarını yok etmeye programlıdır ve buna ilk teslim olanlar da retsiz insanlardır.

Kutsiye Bozoklar, tüm akçalı ilişkilerin dışında ve üstünde olduğu için, mevcut aydın gerçekliğini analiz etmekte de, onlardan apayrı bir yerde konumlanmakta da tamamen özgürdür. Elini, başkalarının kılıcını sallayarak, kirletmemiştir. Bu nedenle, edebiyat oligarşilerinin birikmiş, tavırsız aydın putları yıkılırken, O, sosyalizm mücadelesinin bayrağını hep yüksekte tutmaya devam eder.

Başka bir ayrıma daha dikkat çekmek gerekir. İkircimlilik ya da çift karakterlilik, devlet ideolojisinden kopamayan, çoğu kez dönüp dolaşıp yine devlete bağlanan, Kürtler ve komünistler söz konusu olduğunda gaddarlaşan Türk aydınında yaygın bir davranış olageldi. Çift karakterlilik en çok da toplumsal meselelere karşı kayıtsızlıklarında belirdi. Sizinle en radikal denklemleri kuran ama ilk zorlukta resmi emirnamelere boyun eğen egemen aydın tavrı, başta kendisinden olmak üzere, her şeyden kaçmaya çalıştı; üstelik bunu yüceltti. Ütopyası buydu. Tevfik Fikret’ten Sait Faik’e çoklan bir adaya sığınmayı düşledi. Cevat Şakir gibi bazıları da yarımadalara sığındı. Kaçmak tutarsızların kaderiydi. Bozoklar, bu bakımdan da, yüz akı bir aydın damarına dâhildir.

Bozoklar’ın entelektüel yaklaşımı, değiştiremeyeceklerini düşündükleri düzeni küçük darbelerle kemirmeyi iş edinen Avrupa yapısalcılarından da farklıdır sözgelimi. O ideolojik şiddeti pedagojik bir kısırlığa hapsetmez, insanlığın özgür gelişiminin önünde tarihsel engele dönüşen kapitalizmin bütününe yöneltir. Sokağın, eylemin, devrimci Marksistlerin nabzını tutar; zihinsel penceresini sonuna dek ezilenlerin pratik dövüşkenliğine açmıştır. Çünkü “bir insanı büyüyle öldürebilirsiniz, ancak bunun için kahvesine bir miktar arsenik katmanız gerekir”. Büyü ideolojiyse, arsenik sokağın eylem gücüdür!

İbn-i Haldun’un “asabiye teorisi” ekseninde olmasa da, her sınıflı toplumun bir sonunun olduğu kesindir. ABD emperyalizmi ideologlarının çok özendikleri Roma İmparatorluğunu barbar akınları yıkmıştı. 11 Eylül eylemleri de modem Roma’ya Moğol saldırıları türünden bir etki yarattı. İdeolojik planda arkaik ilişki düzeneği esas olan ve bu yüzden yeni bir kurucu ideoloji olma olanağından yoksun bulunan İslam/ din referanslı hareketlerin siyaseten oldukça sarsıcı/yıkıcı olabileceklerini, emperyalizmin yanılsamalı ideolojik-moral tahakkümünü zayıflatabileceklerini görüyorduk böylece. Bozoklar, yıkılan ikiz kulelerin tozu dumanı dağılmadan yazdığı ve kitaba alınan yazılarında çok net bir bakış açısına sahiptir. Kimi entelektüel zevatın bu bahaneyle ABD saldırganlığını meşrulaştırmaya çalıştığı, birçok düşünürün zihinsel sendeleme yaşayarak “acaba kim yaptı” sorusu üzerinden dedektiflik yapmaya kalkıştığı, provakasyon teorilerinin ortalığı kapladığı bir zamanda, O, “görüntü ile gerçek bir olsaydı bilime gerek kalmazdı” diyen Marks’a uyarak oluşan yeni durumu anlamaya, buradan devrimci sonuçlar çıkarmaya girişerek şöyle yazar: “Amerika’nın, yani kapitalizmin kalbine yapılan bu saldın, nereden gelirse gelsin, tarihin bitmediğini, ezilenlerin bu oyundaki rolünün sona ermediğini gösteriyor. Tarih devam ediyor.” Perspektifi nettir. Medya tekellerinin katarakt ekranlarından izlemez dünyayı. Teorik bakar ve an’ın basıncını hissetmeden, büyük bir moralle yazar hiç durmadan. Bu yüzden de emperyalizme karşı moral-ateş üstünlüğü ondadır.
11 Eylül sonrasında ırkçı-faşist ABD emperyalizmi eliyle girişilen saldırganlığa karşı cepheden bir tutum alan Bozoklar, emperyalizmin her renkten muhalifle kanlı bıçaklı olduğu bu tarihsel dönemeçte antiemperyalizm paydası ile geniş politik ittifaklar gerçekleştirilirken, devrimci Marksistlerin anti-kapitalizme, sosyalizme ısrarla vurgu yapmalarının önemini anlatır.

O, bir olgu toplayıcısı değil. İstatistiklerin titreşimsiz, kupkuru kısırlığına hapsolmaz. Çok sayıda olgu arasına basit pansuman dikişleri atmakla yetinmez, olguların ‘içine girip’ soyutlar onları. Denemelerinin yıllar sonra bile keyifle okunacak kadar zamanın kemirgenliğine direnmesi ve reel-politiğin anaforunda kaybolmaması, bundandır. Dil sevgisi ile düş bilgisini birleştirir yazılarında. O’nun gerçeğe çevrilebilir düşü sosyalizmdir elbette.

Söz dönüp dolaşıp kendisine geldiğinde alabildiğine mütevazıdır. Sıradan değil, ama ‘sıradaki’ bir devrimci olduğunu yayar ısrarla. Evet, o sıradaki bir devrimci, fakat sıradakilerin en güzeli! Kalbimizin tüm çiçekleri onadır! İyi ki var.

SAMİ ÖZBİL
Sanat ve Hayat Dergisi, Sayı: 14

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz