Küçük yaşta muhteşem bir gelişme gösteren Mozart, hayatın diğer tarafları için hep çocuk kaldı

Mozart’ın romanı
Babası yedi yaşındaki kız kardeşine klavsen dersi vermeye başladığında genç Mozart aşağı yukarı üç yaşındaydı. Mozart müziğe ilişkin şaşırtıcı yeteneklerini hemen gösterdi. Mutluluğu, piyano üzerinde üç perde aralığı aramaktı ve hiçbir şey uyumlu akoru bulduğunda yaşadığı mutluluğun yerini tutmuyordu.
Dört yaşına geldiğinde babası ona üç zamanlı Fransız saray dans müziği ve başka müzik parçalarını öğretmeye başladı; bu uğraş öğrenci olduğu kadar usta için de çok hoştu. Bir seneden az bir zaman içinde öyle bir ilerleme kaydetti ki beş yaşına geldiğinde babasına ufak müzik parçaları çalıyordu ve babası oğlunun ortaya çıkan yeteneğini cesaretlendirmek için ona besteler yapıyordu. Bütün durumlarda duyarlı bir kalbi ve sevgi dolu bir ruhu olduğunu gösteriyordu. Onunla ilgilenen insanlara günde bazen neredeyse on kere soruyordu: “Beni seviyor musunuz?” ve kadınlar şaka yollu “Hayır” dediklerinde hemencecik gözlerinden yaşlar aktığı görülüyordu.
Genç Mozart’tan çok etkilenen babası oğlu için duyduğu hayranlığı başkalarıyla paylaşmayı tasarlıyordu. Wolfgang altıncı yaşına vardığında baba, anne, kızları ve Wolfgang’dan oluşan Mozart ailesi Münih’e bir ziyaret gerçekleştirdi. Kentin yöneticisi olan prens iki çocuğu dinledi ve bitmeyen övgüler düzdü. 1762 yılının Sonbaharında, bütün aile Viyana’ya geldi ve çocuklar sarayda müzik yaptı. İmparator François o sırada küçük Wolfgang’a şakayla şöyle dedi: “Bütün parmaklarla çalmak çok zor değil sadece tek bir parmakla ve saklanmış bir klavsen üzerinde çalmak, işte hayranlığı hak eden budur”. Bu tuhaf öneriye en ufak bir şaşırma belirtisi göstermeyen çocuk bütün açıklığı ve kesinliğiyle tek parmakla çalmaya koyuldu. Klavsenin tuşları üzerine bir örtü konmasını talep etti ve sanki uzun zamandır alıştırma yapıyormuş gibi çalışmaya devam etti. Her geçen gün, Mozart’ın müziğinin mükemmel gelişimine yeni kanıtlar getiriyordu. Sesler arasındaki en hafif farklılıkları fark etmeyi ve saptamayı biliyordu.

İlk iki eser Paris’te
1763’ün Temmuz ayında, yedi yaşındayken, ailesi Almanya dışına ilk seyahatine çıktı ve Avrupa’da Mozart isminin ünü duyulmaya başladı. İki kardeş prenslerin önünde ve her yerde büyük övgüler alarak topluluklara konserler verdiler. Kasım ayında beş ay kalacakları Paris’e geldiler. Paris’te seçkin konuklar karşısında iki büyük konser verdiler. Genç Mozart ilk iki eserini Paris’te besteledi ve yayımladı.
Nisan 1764’te Mozartlar bir sonraki yılın ortasına kadar kalacakları İngiltere’ye geçti. Londra’da klavsene nazaran daha fazla org çaldılar. Burada, kız kardeşiyle bestelerinin tümü kendisine ait olan büyük bir konser verdi. Bir gün, İngiltere Kralı’nın huzurunda melodilerle dolu bir parça çaldı. Bir başka sefer, kraliçenin müzik ustası Christian Bach, küçük Mozart’ı dizlerine oturtup oynadı. Wolfgang, daha sekiz yaşındayken Londra’da sekiz sonat besteledi ve kraliçeye ithaf etti. 1765’in Temmuz ayında Lyon ve İsviçre üzerinden Almanya’ya geldiler.
Mozart on dokuz yaşındayken Londra’dan Napoli’ye herkes onun adını andığı için sanatının en üst derecesine vardığı düşünülebilirdi. Babası, ona en uygun kentin Paris olduğunu düşündü ve 1777’nin Eylül ayında sadece annesinin eşliğiyle bu başkente gitti. Kuşkusuz onun için yoğunlaşmak çok zor olmuştu; öncelikle Fransız müziği onun hoşuna gitmiyordu; vokal müzik ülkesi onun hiç de enstrümantal türde çalışmasına izin vermiyordu ve bir sonraki yıl, annesini kaybetmenin üzüntüsünü yaşadı. Bundan itibaren Paris ikametgâhı onun için çekilmez bir hâle dönüştü. Ruhani konser için bir senfoni ve bazı başka parçalar besteledikten sonra 1779 başında babasının yanına dönmek için sabırsızlanmaya başlamıştı. Bir sonraki yılın kasım ayında Sazbourg başpiskoposunun daveti üzerine Viyana’ya gitti. O zaman artık yirmi dört yaşındaydı. Tutkular sanatının döngüsü içinde sahip olduğu bu çok duyarlı ruhun içine girmişti ve bir süre sonra yüzyılının en gözde bestecisine dönüştü; ve ünlü bir çocuğun büyük bir adam olmasının ilk örneğini verdi.
Mozart’tan İtalyanca sözler için yazılmış dokuz opera kaldı: ‘La Finta Sempice’, ‘Mitridate’, ‘Lucio Silla’, ‘La Finta Giardiniera’, ‘Idomeneo’, ‘Figaro’nun Düğünü’, 1787’de bestelediği ‘Don Giovanni’, ‘Bütün Kadınlar Böyle Yapar’ ve 1791 tarihli ‘La Clemenza di Tito’. ‘Saraydan Kız Kaçırma’, ‘Le Directeur de Theatre’ ve ‘Sihirli Flüt’ adlarında üç de Almanca opera bırakan Mozart on yedi senfoni ve tüm türlerde müzik parçalarına imza attı.
İcracı olarak Mozart, Avrupa’nın en iyi piyanistlerinden biriydi. Olağanüstü bir hızla çalardı: Özellikle de sol eline tapılırdı. 1785’te ünlü Joseph Haydn, Viyana’da bulundukları dönemde Mozart’ın babasına “Onurlu bir adam olarak Tanrı’nın önünde size oğlunuzun bugüne kadar hiç duymadığım kadar büyük bir besteci olacağını ilan ederim” demişti.
Mozart asla yaşının gerektirdiği gibi bir gelişim göstermedi: Hayatı boyunca zayıf bir bünyesi vardı, sağlıksızdı; zayıf ve solgundu; ama tüm bunlara rağmen olağanüstü bir yüzü vardı, sınırsız değişkenliği içinde yüz ifadesinde hep çarpıcı bir yan bulmak mümkündü. Yüz ifadesi sürekli değişirdi ama acıdan ya da o anda duyumsadığı keyiften başka bir şey yansıtmazdı. Onda aptallığın işareti olabilecek bir mani fark edilirdi; vücudu sürekli hareket hâlindeydi; aralıksız elleriyle oynardı ya da ayaklarıyla yere vururdu. Alışkanlıklarında bilardo oynamaya duyduğu tutkulu aşkın dışında gereğinden çok bir gariplik yoktu. Evinde bir bilardo masası vardı, neredeyse tüm gün -partner bulamadığı zaman da yalnız- bilardo oynardı. Mozart’ın klavsen için yaratılmış elleri başka her şey için de yetenekliydi. Ama masada yemeklerini asla kendi kesmezdi, kendi kesmek zorunda kaldığında ise sakarlığıyla kolayca bu işten kurtulurdu. Genelde karısının kendisine servis yapmasını rica ederdi.

Hep çocuk kalan bir adam
Bu aynı adam, bir sanatçı olarak küçük yaşlarda muhteşem bir gelişme gösteren adam hayatın diğer tüm tarafları için hep çocuk kaldı. Asla kendi kendini koruyamadı. Evle ilgili işlerde, parasının doğru dürüst kullanımında, kanaatkârlık ve tasarruflarında doğru seçimler yapmakta asla etkin olamadı. Anın keyfini yaşamak onu her zaman zaptetti. Aklı insanların yararlı olarak kabul ettikleri tüm düşünceleri taşımaktan uzak birçok fikirle doluydu, bu yüzden de hayatı boyunca onun maddi işlerini takip edecek bir vasisi oldu. Babası onun bu zayıflığını çok iyi biliyordu: Hayatı boyunca babasının kontrolü altındaydı, 1777’de Paris’te onu karısı aracılığıyla izledi, Salzbourg’daki işte de kendinden uzaklaşmasına izin vermedi.
Müzik, hayatının işgal gücüydü, aynı zamanda da hayattan aldığı yumuşak ve keyifli bir mola. Asla, küçük bir çocukken bile, piyano çalması için onu zorlamaya gerek olmadı. Tersine, sağlığına zarar vermemesi için ona göz kulak olmak gerekti. Çünkü gençliğinden beri müzik yapmak için geceleri tercih etti. Akşam saat dokuz olduğunda klavsenin başına oturur geceyarısından önce de kalkmazdı, kendini zorlardı, gece boyunca kendini denerdi ve fantezilerle oynaşırdı. Günlük hayatında yumuşak bir adamdı ama müzikte yumuşaklık onun kızmasına, yaptığından hoşnutsuz olmasına yol açardı.
Sabah olduğunda memnuniyetle vaktini çalışmaya ayırır, sabahın altı ya da yedisinden ona kadar çalışırdı. Günün geri kalanında beste yapmaz daha önce hazırladığı beste parçacıklarını bitirmeye zaman harcardı. Çalışma biçimi kesinlikle düzenli değildi. Bir fikir hissettiği anda hiçbir şey onu işine odaklanmaktan alıkoyamazdı. İlham geldiğinde bestesini piyanonun başına oturup arkadaşlarının arasında yapar akşam olunca da eliyle kâğıda geçirirdi. Diğer zamanlarda ruhu yaratım açısında öylesine asiydi ki hiçbir müzik bestesini gerektiği zamanda tamamlamazdı. Hatta bir gün ona bir saray konseri için müzik parçası bestelemesi sipariş edilmişti. Ancak o, zamanında tamamlamamıştı. İmparator Joseph tesadüf eseri Mozart’ın meraklı gözleri önünde hazırlamak zorunda olduğu ancak boş kalan kâğıda bakıp ona “Yazdığınız beste nerede?” diye sorduğunda Mozart, elini başına götürerek “Burada” cevabını vermişti.
Öte yandan Mozart yeni alışkanlıklar kazanma konusunda çok hızlıydı. Her zaman tutkuyla sevdiği karısının sağlığı iyi değildi: Uzun süre hasta yattı. Mozart onu görmeye gelenlerin önünde dikilir parmağını dudağına götürüp insanları gürültü yapmamaları konusunda uyarırdı. Karısı iyileşti ama uzun süre evine gelen insanlara dudağının önündeki parmağını göstererek kısık sesle konuşmalarını sağladı. Bu hastalık süresince birçok kez sabah tek başına atla dolaşmaya çıkardı. Ama karısına karşı her zaman özenliydi, dışarı çıkmadan önce yanına doktor reçetesi gibi bir mektup bırakırdı. İşte o reçetelerden biri: “Günaydın, benim en iyi arkadaşım, dilerim güzel uyumuşsundur, hiçbir şey seni rahatsız etmemiştir; üşütmemek için dikkat et, ve yorgun düşmemeye; hizmetçilerine kızarak kendini yorma, ben gelene kadar tüm üzüntülerden uzak tut kendini; iyileşmeye gayret et; saat dokuzda dönerim.”
Constanze Weber, Mozart için iyi bir yol arkadaşı oldu, birçok kez ona yararlı öğütler verdi. Ondan şefkatle sevdiği iki çocuğu oldu. Mozart onunla yaşadığı kazanımların tadını çıkardı; fakat zevk için duyduğu dizginsiz aşkı ve düzensiz yaşamı yüzünden ailesine soyadının şöhretinden ve Viyana halkının ilgisinden başka bir şey bırakmadı.
Yaşamının son günlerinde Mozart’ın sağlığı gittikçe bozuldu, hassaslaştı ve hızla zayıflamaya başladı. Geleceğin getireceği kötü sürprizlere karşı tüm yaratıcı insanlar gibi ürkekleşti, düşünceleri kendine ızdırap vermeye başladı. Bu yüzden de kendini çalışmaya adadı, hızla ve dikkatle çalıştı hatta bazen yaptığının sanat olduğunu unuturcasına çalıştı. Bazen bu kendinden geçme, coşma hâli içinde gücünü kaybetti, zayıf düştü, onu yatağına taşımak zorunda kaldı etrafındakiler. Herkes bu kudurgan çalışmanın onun sağlığını bitirdiğini görüyordu. Karısı ve arkadaşları onu eğlendirmeyi denediler; sevenlerini üzmemek için onlarla yürüyüşlere çıktı Mozart, davetlere katıldı ancak ruhu asla yanında olmadı. Zaman zaman ona sonunun geldiğini önceden haber veren bu alışılageldik melankolik ruh hâlinden ve sessizlikten çıktı fakat bu fikir tekrar belirdiğinde yepyeni bir dehşete soktu ustayı. Belki de deliliğe kadar giden, bu övgüden yoksun nevrotik duygusallık bir dâhinin sanattan şefkat beklemesiydi.
Bu ruh hâlindeyken ‘Sihirli Flüt’, ‘La Clemence de Titus’, ‘Requiem’ ve daha az ünlü parçalarını besteledi Mozart. ‘Sihirli Flüt’ü çok sevdi, halk bazı bölümleri çok beğenip, alkışlamayı kesmediğinde çok mutlu oldu. Bu operanın birçok gösterimi yapıldı ancak sağlığının zayıflığı orkestrayı yönetmesine izin vermedi. Tiyatroya gidemeyecek kadar kötü olduğu zamanlarda saatini yanına koydu ve düşüncesinde orkestrayı takip etmeye çalıştı. “İşte ilk sahne bitti” dedi, “Şimdi şu bölüm, bu bölüm söyleniyor”… Sonra yeni bir düşünce kapladı Mozart’ı her şeyi bırakıp gitmek zorunda olduğu düşüncesi.

Bir Requiem besteler misiniz?
Bir gün derin bir uykuya dalmışken gösterişli bir arabanın kapısının önünde durduğunu duydu. Bir yabancının kendisiyle konuşmak istediğini söylediler. Mozart’ın yanına getirdiler yabancıyı. Belirsiz yaşta, güçlü, asil olduğu belli bu yabancı “Sizi gelip görmek isteyen saygın bir adam adına görevliyim Beyefendi” diye takdim etti kendini. “Kim bu adam” diye kesti onun sözünü Mozart. “Tanınmak istemiyor” dedi adam. “Ne istiyor” diye sordu Mozart. “Kendi için çok değerli olan birini kaybetti, ve onun bıraktığı anılar sonsuza kadar değerli kalacak. Her ölüm yıldönümünde onu yüceltmek, törenlerle anmak istiyor. Ve sizden onun için bir Requiem bestelemenizi rica ediyor.” Mozart bu konuşma sonrasında kendini derinden etkilenmiş hissetti. Söz konusu macera kaygılı ses tonuna, gizemli havasına karışmıştı yabancının. Requiem’i besteleceğine söz verdi. Yabancı devam etti: “Bu iş için bütün dehanızı kullanın, bir müzik erbabı için çalışacaksınız”. “Bu benim için daha iyi” dedi Mozart. Yabancı “Ne kadar zamana ihtiyacınız var?” diye sordu. “Dört hafta” diye cevap verdi Mozart. Yabancı: “Tamam, dört hafta sonra gelirim. Yapacağınız iş için ne kadar istiyorsuz”. “Yüz düka” cevabını verdi Mozart. Yabancı parayı masaya saydı ve ortadan kayboldu.
Mozart bir süre derin düşüncelere daldı; sonra hemen mürekkep kalem ucu, mürekkep hokkası ile kâğıt istedi ve ailesinin tüm uyarılarına rağmen yazmaya koyuldu. Söz verdiği dört hafta geçip gitti, bir gün aynı yabancı evinden içeri girdi. “Benim için sözümü tutmak imkânsız” dedi Mozart. “Kendinizi zorlamayın” diye karşılık verdi yabancı: “Daha ne kadar zamana ihtiyacınız var?” Mozart düşündü “Dört hafta. Bu iş sandığımdan daha çok ilgi istedi benden ve tasarladığımdan daha çok duyumsadım müziği”. Yabancı bu kez “Bu şartlar altında ücreti yükseltmek gerekiyor; işte elli düka daha sizin için” diye devam etti sözüne. “Beyefendi” dedi Mozart “Gerçekten çok merak içindeyim. Kimsiniz siz?”. Yabancı mağrurca konuştu “Bu önemli değil. Dört hafta sonra geri geleceğim”.
Mozart çiftliğindeki hizmetçilerinden bazılarını bu tuhaf adamı takip etmeleri ve kim olduğunu öğrenmeleri için yanına çağırdı. Ancak beceriksiz hizmetçisi onun izini bulamayacaklarını söyledi. Zavallı Mozart kafasının içinde bu yabancının sıradan biri olmadığını, kesinlikle öteki dünyayla bağlantısı olduğunu ve kendisine sonunun yakında geleceğini açıklamak için gönderildiğini düşünmeye başladı. Büyük bir istekle dehasının anıtı gibi gördüğü Requiem’ini bestelemeye başladı. Bu süre zarfında çevresindekileri telaşa düşürecek kadar ciddi birçok bayılma krizi geçirdi. Sonunda bestesini dört haftadan önce tamamladı. Yabancı, kararlaştırdıkları tarihte oradaydı ama artık Mozart yoktu. Kariyeri kısa olduğu kadar parlak oldu Mozart’ın. Henüz otuz altı yaşındayken öldü: fakat bu yıllar içinde duyarlı ruhlarda yerini her zaman bulacak ve asla sönüp gitmeyecek bir isim yarattı: Wolfgang Amadeus Mozart.

Le Nouvel Observateur’den Efnan Atmaca ve Mahmut Hamsici tarafından kısaltılarak çevrildi.

Neşeli ve heyecanlı bir anlatı
İlknur Özdemir çevirisiyle daha önce 1992 yılında yayımlanan kitap, önceki sene Can Yayınları’ndan tekrar basıldı. Publig, rivayetler üzerine kurulu bir yaşamöyküsü fikrine karşı çıkıyor ve kitabını yazarken gerçekliği kanıtlanmış kaynaklara yöneliyor. Leopold Mozart’ın bir despot, Constanze’nin sadakatsiz olduğu görüşlerine karşı çıkıyor yazar. Kitap Mozart’ın ve tüm diğer karakterlerin içlerinden geçenlere de eğiliyorsa da ana ekseni, Mozart’ın iş yapamaması ve Avrupa’da değişen sınıfsal yapı oluşturuyor. Tabii bunlar da sık sık tekrar edilen tespitler. Zaten Mozart hakkında söylenmedik ne kaldı ki. Ama Publig, aktardığı olayları biraz daha seksileştirip, ilginç bir anlatım tutturmayı başarıyor…

# MOZART
Dehanın GölgesindeMaria Publig, Çeviren: İlknur Özdemir, Can Yayınları, 2004, 342 sayfa, 23YTL.

Mozart’ın sevilme saplantısı
1990’da ölen Norbert Elias, Avrupalı bir sosyolog ve entelektüel. Mozart üzerine yazdığı bu kitabı da bir entelektüelin yaşamöyküsü üzerine notları gibi. Mozart’ın yaşamını sosyolojinin ölçütlerine vuruyor ve gerçekten son derece ilgi çekici sonuçlara varıyor. Elias’nın kitabı biçim olarak da felsefe metinlerini çağrıştırıyor. Aslında deneme tadında, yalın bir kitap. Sanki yazarın sıkıldığı yerde bitiyormuş gibi, yaşamöyküsü tamamlanmadan kitap sona eriyor. Elias, büyük bestecinin karakterinde sevilme ve onaylanma arzusuna özellikle vurgu yapıyor. Mozart’ı kökenleri itibariyle aristokrasiye yaranmak zorunda kalan burjuvazinin tipik bir örneği olarak tanımlayan yazar, baba Mozart’ın oğlunu bu sürece göre yetiştirdiği ama, yaltaklanmayı beceremeyen Mozart’ın aslında bir hayal kırıklığına neden olduğu aktarılıyor. Kendi özgüveni de kendi hayal kırıklığını yaratıyor bu da zamanla bir öfkeye dönüşüyor: “Dışlanmış konumundaki birçok insan gibi Mozart da saraylı soyluların küçümseyici tavırlarından acı duyuyor ve onlara öfkeleniyordu.”

# MOZART
Bir Dâhinin Sosyolojisi Üzerine
Norbert Elias, Çeviren: Yeşim Tükel, Kabalcı, 192 sayfa, Radikal Kitap – 27/01/2006

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz