Kızı Elif Güney Pütün anlatıyor: Herkesin bir Yılmaz Güney’i vardır

Elif GüneyDonat Keusch YOL filminin İsviçreli yapımcılarından birisi. Kendisini tanırım. Hatta senelerdir bana “Yılmaz Güney”ini anlatır. Herkes gibi. Bilirsiniz, herkesin bir Yılmaz Güney’i vardır. Saygı ve sevgi’yle dinlerim, babam yaşamaya devam eder… Aslında Yılmaz Güney, özellikle ölümünden sonra çok Zübükçe bir tavırla, gerçek Yılmaz’ı ben bilirim, onunla şunu bunu yaşamıştık diye anlatılır oldu. En çok Güney-biliciler yarışı türedi…, nasıl sanat-seviciler varsa, bir de Güney-biliciler vardır, özellikleri kendilerini bilmemeleri, kendi varlıklarını tek başlarına duyumsayamadıkları için kendilerini Yılmaz Güney’e ekleyip bir yeni pseudo- kimlikle konuşmalarıdır.

“Yol” “Yol2” “Yol3”…

35 yıl sonra Yılmaz Güney’in kurgusuyla yeni “YOL” adlı makaleyi görünce bu yazıyı yazmak kaçınılmaz oldu.
Yol, Mayıs 1982’de Cannes Film Festivalinde Üç Ödül Aldı.
Altın Palmiye Ödülü
Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliğinin en iyi film ödülü (FIBRESCI)
Interfilm (OCIC)’in mansiyonu.
Ekim 1982’ de Yılmaz Güney Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
1993 yılında Yılmaz Güney’e vatandaşlığı iade edildi.
Uzun seneler dünyaca ünlü Yılmaz Güney Türkiye’de yasaklandı.
Yılmaz Güney Türkiye’de yasaklıyken, dünyanın değişik ve saygın üniversitelerinde Türkiye’den yalnızca tek bir film arşivlerinde vardı: Yol. Yılmaz Güney’in yasaklı olduğu yıllar, Türkiye’yi dünya genelinde temsil ettiği yıllardır.

YOL2: 1999 yılında Yılmaz Güney’in eşi tarafından post-prodüksiyon işlemleri ile İmaj’da yenilendi ve gösterime sokuldu: günümüz de DVD’leri satılan Yol bu versiyon. Bu Yımaz Güney’in CANNES FİLM FESTİVALİNE GİDEN YOL’u DEĞİLDİ.

YOL3: Yol da olan yol… İsviçreli yapımcı Donat Keutsch tarafından yeniden kurgulanan yol.

Şimdilik Yol2 ve YOL3’ den bahsedeceğim…

YOL2:
YOL2, YILMAZ GÜNEY’in CANNES’a GİDEN “YOL”undan çok farklıdır.
“YOL2” 1999 yılında vizyona girdi.
Farklı ruhlara sahip iki ayrı film ile karşı karşıya kalırız.
Yılmaz Güney Cannes Film festivalinde ödül aldığı YOL’a kendi sesini koymuştur. Bu olay Yılmaz Güney sinemasında tektir. Daha önceki başka hiç bir film de Yılmaz Güney’in sesine rastlayamazsınız. (Duvar filminde de türkü mırıldanır.) Filmin başında hoparlörle cezaevi kuralları duyurusu yapılmaktadır. O, Yılmaz Güney’in sesidir.
1999 YOL2 versiyon da bu ses yok edilmiştir. Yılmaz Güney’in eşi, Yılmaz Güney’in sesini YOL filminden silmiştir. 1999 versiyonunda filmin müziğine eklemeler çıkartmalar yapılmıştır.
Hâlbuki sahne geçişlerinde, çoğrafi değişiklerde, seçilen müzikler çok önemlidir. Düşünülerek, ince derin anlamlar verilerek seçilmişlerdir. Bu şekilde filmin ritmiyle, ruhuyla oynanmıştır. Bunların dışında modern araçlarla yapılmaya çalışılan çatışmaları sesler ile verme biçimi de başarısız olmuştur.
1982 yılında ödül alan ve Yılmaz Güney’in vatandaşlıktan çıkmasına neden olan YOL’da KÜRDİSTAN yazısı bir coğrafyayı temsil eder. Enteresandır, YOL2’nin Türkiye’de gösterime girmesi ile Kürt Siyasi hareketinin açık bir yenilgi alması arasında bir bağlantı olduğu düşünülebilir mi? Zaten perdede de bu yenilgi görüldü. 1999 yılında vizyona giren YOL2’de KÜRDİSTAN yazısı kaldırıldı.
Fırat’ın batısı ve doğusunu niteleyen kırmızı ve büyük harflerle özlem-hasret bildiren yazı kaldırılmıştı, oysa Türkiye’nin son kırk yılının trajik olaylarının düğüm noktalarının başında geliyordu.
Dialoglar da “faşist” gibi “rahatsız edici” kelimeler de kaldırılmıştır.
Bir tarih, bir arşiv yok edilmiştir. Sanata, tarihe, Türkiye halkına ve onun tarihine saygısızlıktır, veciz ifadesi budur, ne diyelim!
Uğruna hayatını feda ettiği değerler sansüre uğratılmıştır.
Yılmaz Güney hayatı boyunca inançlarından taviz vermemiş bir sanatçı, bir direniş örneğiydi.
YOL filminde yapılan değişiklikler Yılmaz Güney’e ve sanatına açıkça yapılan bir sabotajdır. Anlıyoruz ki yeni dönemin icazetli sanatçılarıyla arasında bir köprü kurulmaya Yol’un revizyonist versiyonu ile başlandı.

Yol3:

Donat Keusch YOL filminin İsviçreli yapımcılarından birisi. Kendisini tanırım. Hatta senelerdir bana “Yılmaz Güney”ini anlatır. Herkes gibi. Bilirsiniz, herkesin bir Yılmaz Güney’i vardır. Saygı ve sevgi’yle dinlerim, babam yaşamaya devam eder… Aslında Yılmaz Güney, özellikle ölümünden sonra çok Zübükçe bir tavırla, gerçek Yılmaz’ı ben bilirim, onunla şunu bunu yaşamıştık diye anlatılır oldu. En çok Güney-biliciler yarışı türedi…, nasıl sanat-seviciler varsa, bir de Güney-biliciler vardır, özellikleri kendilerini bilmemeleri, kendi varlıklarını tek başlarına duyumsayamadıkları için kendilerini Yılmaz Güney’e ekleyip bir yeni pseudo- kimlikle konuşmalarıdır.

Seneler önce Donat Keusch bana YOL filmini restore etme projesinden bahsetmişti. Yapılması gereken de buydu. Sonra filmin, Yılmaz Güney’in montajda kestiği bölümleri tekrar eklenerek yeniden kurgulanması söz konusu oldu. İlk taslağı gördüm ve tasvip etmediğimi açıkça belirttim. Çünkü o YOL, Yılmaz Güney’in YOL’U DEĞİL; Donat Keusch’ün yapmak istediği, doğal olarak bir sanatçı olmadığı için garip bir hale getirdiği “YOL3”versiyonu.
Hatta Yılmaz Güney’in Türkiye ve Dünya sinemasında ayırt edici karakteristiği olan görsel dilin netliği-saflığı ve diyalektik yapısı, bu versiyonda yıkıma uğratılıyor. Oysa eğer Yılmaz Güney’i okursanız, biçimsel uyumsuzluk ve ifadenin kötülüğünün kendisinde bedensel bir rahatsızlığa dahi yol açtığını anlatır.
Ayrıca buna “The Film-maker’s version”, YOL-Yönetmen kurgusu demek tam anlamıyla bir saçmalıktır, çünkü “YOL3”ü tekrar kurgulamak için Yılmaz Güney aramızda olmadığı gibi, Yapımcı Donat’ın Yılmaz Güney kurgusu yapabilmesi, görsel yoksulluğu düşünüldüğünde anlamsız bir iddiadan başka bir şey değildir. Zaten sonuç tam bir felaket oldu.
Bu arada YOL filminin yönetmeninin Şerif Gören olduğunu unutmamak gerek. Yılmaz Güney Jurgen Rothik ile 1983 yılında yapmış olduğu bir söyleşi de şöyle der: “Ben filmi cezaevinden yöneten bir yönetmen değil, cezaevinden bir filmin yaratılmasının koşullarını sağlayan bir insanım… örneğin son film “YOL” çekiminin arkasından bütün işlemleri benim tarafımdan yapıldığı için daha kolay oldu”.
Aynı söyleşide YOL filmiyle ilgili şunu belirtir: “Başlangıçta film on bir kişiyle başladı. Ancak on günlük çalışma sonrasında bana ulaşan neticeler beni tatmin etmedi. Bu nedenle çok zor bir kararla filmi durdurdum. Gerek zaman, gerek harcanan para, gerekse o an içinde bulunduğum durum, bu filmi on bir kişiyle yeniden yapmaya elverişli değildi. Çünkü çok zaman kaybedilmişti. Bu nedenle filmi altı kişiye indirdim. Daha sonra filmin montajını yaparken o altıncı kişinin karısıyla olan ilişkilerinde oyun, mizansen, inandırıcılık eksikliği vardı. Özellikle kadının, altıncı kişinin karısının oyunu iyi değildi. Onu olduğu gibi çıkartmak zorunda kaldım.”

Donat Keusch “yönetmen kurgusu” diye adlandırdığı YOL3’e Yılmaz Güney’in içine sinmediği için “olduğu gibi” çıkartmak zorunda olduğu Süleyman karakterini tekrar koyuyor; iş bununla kalmıyor, daha pek çok sahneye eklemeler yapılıyor, oysa eklenen bu planlar, zaten kötü çekildiği için çıkarılmışlardı.

Gerek eşi, gerekse Donat Keusch bir görevden bahsediyorlar. Yılmaz Güney’i yaşatma görevi. İş eserleriyle “oynamaya” gelirse, “ aslında O böyle istiyordu” olursa herşey değişir. Çünkü orada yapılan yaşatmak değil zarar vermek ve yok etmektir.
Bugün Yılmaz Güney’in eserlerini kendince kurgulamak kimsenin haddi değildir. Yılmaz Güney dışında var olmayı becerememiş kişiler, var olma hastalıklarıyla Yılmaz Güney’e ve eserlerine ciddi zarar veriyorlar.

Günümüzde Türkiye hâlâ Cannes film festivalinde Altın Palmiye alan YOL filmini tanımıyor.
Yılmaz Güney bir direniş örneğidir; sineması, edebiyatı, yaşamı direniştir. Bizlere de var olan değerlere sahip çıkmak düşer.
Var olan değerlere sahip çıkmak ve Yılmaz Güney duruşunu sergilemek için önce onu iyi tanımak, anlamak, analiz etmek gerek… Yılmaz Güney’in hiçbir eserinde tesadüfe yer yoktur. Hedefi, sanatında hayatın zıtlıklarıyla yola çıkarak, gerçeklere, belli başlı duygulara parmak basarak, insan içindeki çelişkileri bilince çıkartmak ve düşünmeye itmektir.

Yılmaz Güney’i yaşatmak istiyorsak, eserlerine sadık kalarak, korumalı ve savunmalıyız.
Bu korumayı ve savunmayı da büyük bir şeffaflıkla yapmalıyız.
Güney’in mirasının gerek siyasi ödünlerle (ikinci versiyon), gerek ticari kaygılarla (üçüncü versiyon), gerekse sanatsal yetersizliklerle (ikinci ve üçüncü versiyon) harab etmek tarihsel olarak affedilemez ve bu tip çabalara itibar etmemiz için hiçbir neden göremiyoruz.
Sanat tarihi boyunca Yılmaz Güney çok sayıda kişiyle birlikte çalıştı. Bu insanların tarihlerindeki emsali bir daha görülmeyen başarılar bu ortak çalışmalarla çıktı. Bu anlamda bu insanların gerçek Yılmaz Güney’i ben biliyorum, bunları ben yenileyebilirim anlayışı ya eziklik ya da ticari kaygılardır, o yeteneklerini ve bilgilerini kendi eserlerine saklamaları beklenir.
Tarihsel olarak, sanatçının direnişi olarak yaşamı ve halktan yana iktidara karşı tutumu Türkiye’de büyük yaralar aldı: bugün bu teslimiyetçi anlayışa göre Yılmaz Güney’in budanması ve reforma tabi tutulması, bir mirasa saldırıdan başka bir anlama gelmez.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz