Kitle iletişim araçlarının siyasal iktisadi üzerine Edward S. Herman’la yapılmış bir görüşme

ABD toplumunda özerk ve muhalif bir rol oynamaktan uzak olan ABD kitle iletişim araçlarının, konuların çerçevesini belirleyerek elit kesimin gereksinim ve ilgilerine hizmet eden haber öykülerinin öne çıkartılmasını sağlamaya çalıştığı, sol’daki insanların gözünde kuşaklar geçtikçe giderek netleşmiştir. Dahası, önde gelen şirketleşmiş kitle iletişim araçlarının günümüz politikasındaki önemi, eski zamanlardaki rolünü fersah fersah geride bırakır. Bundan dolayıdır ki Sol, iletişim araçlarının (medya) nasıl yapılanıp denetlendiğine, nasıl işlediklerine büyük dikkat ayırmaya başlamıştır. Bununla birlikte, ”özgür basın” ideolojisinin sol eleştirmenler açısından zor bir düşman olduğu da görülmüştür. Faaliyeti modern devlet yapısının merkezinde yer aldığından, medyanın meşruluğu kat kat ideolojik şaşırtmaca kalkanıyla korunur.

Yakın zamanda Edward S.Herman ve Noam Chomsky’ nin Manifacturing Consent: the Political Economy of the Mass Media (Rızanın Yaratılması: Kitle İletişim Araçlarının Siyasal İktisadı), Pantehon 1988, adlı çalışmalarının yayımlanışı, sol’un medya çözümlemesini zenginleştirmiştir. Bu kitap, eleştirel medya çözümlemesinde yeni ufuklar açan bir çalışma olma, onu izleyecek geleceğin medya çözümlemelerine kapı açma iddiasındadır. Herman ve Chomsky Rızanın yaratılması’nda, ABD’deki şirketleşmiş haber medyasının davranış nedenlerini açıklayacak sistemli bir ”propaganda modeli” sağlarlar. Propaganda modeli tartışmalarına bir önsözle başlarken, temel inançlarını şöyle belirtirler: kitlesel medya ”devlete egemen olan özel çıkarlara destek, devletin ve özel faaliyetlere egemen olan özel çıkarlara ise özel destek seferber etmek üzere hizmet verirler”. Propaganda medyanın biricik işlevi olmamasına karşın, ”toplam hizmetleri içinde çok önemli bir yere sahiptir.”(s.xi), özellikle ” yoğunlaşmış servet ve sınıf çıkarlarına dayalı büyük çatışmalar dünyasında” (s.1).

Edward Herman ve Noam Chomsky’nin, medyanın işlevinin elit kesimin geniş propaganda gereksinimlerine nasıl hizmet edeceğini açıklayan, basit ama yine de güçlü bir model ortaya koyacak kadar iyi niteliklere sahip oldukları kesindir. Ortaklaşa ve ayrı ayrı kaleme aldıkları çeşitli makale ve kitaplarda, ABD medyasının, elit kesimin -özelikle Üçüncü Dünya’daki ABD faliyetlerine ilişkin -gündemin geçerliliğini hangi yolarla sürdürmeye çalıştıklarının tarihini yazmışlardır. Rızanın Yaratılması, araştırmacı ve aktivisitler için aynı ölçüde müthiş öneme sahip bir yapıttır.

Herman ve Chomsky, radikial medya çözümlemesini medya davranışları adına bir tür “komplo” teorisi sunmakla suçlayan genelgeçer eleştiriyi çabucak safdışı eder; onun yerine, medyanın yanlılığının, “doğru düşünen insanların önseçiminden, içselleşmiş önyargılardan ve personelin” kendi propaganda modelleri içinde sundukları bir dizi nesnel süzgeç “kısıtlamasına uyum sağlaması” ndan doğduğunu ileri sürerler. Bundan ötürü yanlılık büyük oranda otosansür arcılığıyla oluşur, bu da ABD kitlesel medyasının bir propaganda sistemi olarak üstünlüğünü açıklar: resmi devlet sansürüne dayanan bir sistemden çok daha güvenilirdir. Hem de, pratiğe dökülürken, egemen medya her birimiyle, devlet organlarının Doğu Avrupa’da yönetici bürokrasiler adına yaptığı kadar çok, elit kesimin gündemine hizmet etmesine karşın.

Medya sisteminin güvenilirlik ve meşruluğu, medyanın her sorunda tam bir uzlaşmasının olmayışıyla da korunmuştur. Gerçekten de Herman ve Chomsky’nin kabul etmeye hazır oldukları gibi, bir sürü sorun üzerinde canlı tartışma ve çekişme vardır. Yazarlar bunun yanısıra, egemen medya içindeki tartışmaların, elit kesimin bir diliminin kabul edebileceği “sorumlu” kanılarla sınırlı kaldığını iddia ederler. Elit kesimin genel görüş birliğinin olduğu konularda, medya görevini yapmaya her zaman hazır olcaktır. O durumda, tanınmak şöyle dursun, alay etme ya da aşağılama uğruna gereken zamanlar dışında hiçbir muhalif görüşe yüz verilmez.

Herman ve Chomsky propaganda modellerinde, egemen ABD medyasının niçin değişmez biçimde elit kesimin çıkarlarının propagandistleri işlevi gördüğünü açıklamak üzere, beş “süzgeç”ten oluşan bir düzenek getirirler. Yalnızca elit kesimin çıkarları doğrultusunda güçlü bir yönelişe sahip hikayeler bu beş süzgece takılmadan geçebilir ve medyada bol dikkat toplarlar. Eldeki kanıtlar, yüzeysel bir çözümlenişi durumunda bile, basında ve haber yayınları ağında genişçe tanıtılan hikayelerin bir sürüsünün akla mantığa sığmaz yapısını göstereceği zaman, medyanın ince bir işlev gösterebileceğini de açıklar bu model.

Medyanın içeriğini etkileyen ilk süzgeç, medya sahipliğinin dünyadaki en büyük bir kaç düzine kâr amaçlı şirket arasında yüksek derecede yoğunlaşmış olmasıdır. Bu şirketlerin pek çoğunun öteki sanayi dallarında ve ülkelerde geniş mal varlıkları bulunur. Nesnel olarak, kâra duydukları gereksinim haber işleyişini ve medyanın genel içeriğini ciddi boyutlarda etkiler.Öznel olara da, özyönetimin dayandığı medya sistemi bir avuç şirketle denetlendiği ve onların çıkarına işlendiği zaman, açık bir çıkar çatışması görülür. İkinci süzgeç, ABD medyasını kolonileştirmiş reklam vermedir. Medya gelirlerinin çoğu buradan gelir. Herman ve Chomsky, ticari tutumun medyanın içeriğine yaptığı uyuştucu etkisiyle ilgili kanıtların çoğunu gözden geçirirler.

Üçüncü süzgeç, kaynak bulmadır. “Kitlesel medya, ekonomik zorunluluk ve karşılıklı çıkarlar nedeniyle, güçlü bilgi kaynaklarıyla çıkar ilişkisine sokulurlar” (s.14). Medya, ağırlıkla, ona bu malzemeyi sağlamak için kocaman bürokrasiler yaratan hükümet ve şirket kaynaklarınca elde edilen haberlere güvenir. Medyayı “yönetme”de büyük ustalık kazanmış bu bürokrasiler, aslında medyayı parasal açıdan desteklerler ve medya, böylesi bir para kaynağıyla anlaşmazlığa düşmek için dikkatli olmalıdır. budan başka, bu şirket ve hükümet kaynakları, kabul edilen gazetecilik uygulamalarına göre anında güvenilir haberler geçerler.Öte yandan, elit kesime karşı olan kaynaklara ise azami kuşkuyla bakılır ve onlar bu süzgece takılmadan geçmekte korkunç zorluk çekerler.

Herman ve Chomsky’nin dördüncü süzgeci, kitlesel medyayı rahat bırakmamak ve şirketlerin gündemini izlesinler diye onlara baskı yapmak üzere, Accuracy in Media gibi sağ eğilimli şirketleşmiş “husumet” üreticilerinin gelişmesidir. Bu süzgeç 1970’de, belli başlı şirketlerle valıklı sağcılar Batı’daki politik gelişmelerden ve medyada çıkanlardan giderek daha çok hoşnutsuzluğa kapıldıklarında yaygınlaşmıştı. Bu gerginlik üreticileri, medyanın liberalizmin kaleleri olduğu, kapitalizme ve “özgürlük”ün dünyanın dört bir yanında “savunusu”na temelden düşmanlık beslediği şeklindeki saçma kanının hayli tutunmasını sağlamışlardır. Bu husumet makinalari, görünüşte zıtlık içindeyse de aslında medyaya meşruluk sağlayıp, medya tarafından iyi davranış görürler.

Son süzgeç, anti komünizm ideolojisidir. Bu ideoloji, Batı politik kütüründen ayrılmaz ve propaganda modelinin işlemesini enerjik kılan ideolojik oksijeni sağlar. Anti -komünizm, ABD’de kabul edilebilir gazetecilik uygulamalarında kök salmıştır, öyle kökleşmiştir ki, “detant” dönemlerinde bile gazetecilerin konuların çatısını, komünist “kötü adamlar”a karşı ” bizim taraf” temelinde kurmaları tamamen yerindedir ve bu beklenir.

Ayrıca, anti-komünist ideoloji propaganda modelinin çifte standardının etkili biçimde işlenmesinde temel önemdedir. Yazarların not düştüğü gibi, “anti-komünist duygular kabardığı zaman, ‘komünist’ istismarları iddialarını destekleyen ciddi kanıtlar talep edilmesi askıya alınır (medya tarafından) ve şarlatanlar kanıt kaynakları olarak iyi iş görebilirler” ( s.25). Buna karşılık, gazeteci ya da editörler, öteki dört süzgeçten geçmek kadar anti komünist öğretiye meydan okumak için de “çok daha yüksek düzeylere çıkmalıdırlar; aslında o düzeylerin, genelde, neredeyse ancak doğa bilimlerinde tutturulabileceği empoze edilir” (s.29).

Rızanın Yaratılması’nın büyük kısmı örnekolay incelemelerinden oluşur. Herman ve Chomsky o bölümlerde, medyanın son haber öykülerine belli başlı beş düzenleme halinde yer verişini açıklamak için propaganda modelinin geçerliliğini çözümlerler. Her ayrı örnekte önce olguları sunup, sonra da elit medyasının (The New York Times, Time, Newsweek ve özellikle CBS Haberler) öyküye yaklaşımlarını adamakıllı gözden geçirirler. Her bölüm kılı kırk yararcasına araştırılır ve en çok dikkat, yazarların o alanlardaki daha eski çalışmalarına ayrılır.

İkinci bölüm, medyanın Polonyalı papaz Jerzy-Popieluszko’nun 1984’te öldürülmesini işleyişle, Orta Amerika’da 1980’lerde ölüm mangalarının yüzlerce seçkin kurbanına yaklaşımını kıyaslar. Herman ve Chomsky’nin güçlü biçimde kurdukları gibi, propaganda modeli, elit kesimin çıkarlarıyla ilişkisine bağlı olarak “değerli kurbanlar” ve “değersiz olanlar” ayrımını doğurur. Medya “değerli kurbanlar”a geniş yer ayırır ve sövüp sayarken, öbürleri için genellikle sempatik olmaktan, o da varsa, uzaktır. Üçüncü bölümde benzer biçimde, bu onyılda daha önce yapılan Guatemela, El Salvador ve Nikaragua’daki seçimleri medyada nasıl yer kapladığını, tam propaganda modelinden bekleneceği gibi göz önüne serer. Dördüncü bölüm, medyanın, 1980’lerin başında Papa’yı öldürmeyi amaçlayan Bulgar-KGB “komplo” sunu ele alışını takip eder. Bir sağcı tertip olan bu gülünç öyküye propaganda modelinin süzgeçlerinden üstün başarılarla geçtikçe geniş olarak ve cömert yer verildi.

Rızanın Yaratılması’nın neredeyse yarısını oluşturan beş ve altıncı bölümler, propaganda modelini, Vietnam savaşı ile 1960’ların sonundan itibaren Laos ve Kamboçya’daki gelişmelerle ilgili haber yazılarına uyarlamaya ayrılmıştır. Bu bölümler özellikle önemlidir, çünkü akıntıdaki ölü bir hedefe, “medya savaşa karşıydı ve kamuoyunu savaşın aleyhine o çevirmişti” yolundaki hemen hemen evrensel kabul gören teze nişan alırlar. Oysa tam tersine, propaganda modelinin kestireceği gibi, bitene kadar savaşı elit kesimin çıkarlarıyla uyumlu bir tarzda göstermeyi sürdürdü medya. Kamboçya’ya gelince, Kamboçya propaganda modelinin nasıl işlediğinin çarpıcı bir örneğini verir. Kızıl Kemerler dönemindeki gaddarlıklar küçücük bir doğruluk payı gözetmeden olağanüstü öfkenin temeli olurken, ABD’nin 1975 öncesi kırlık bölgeleri ve sivil toplumu mahvetmesi medya tarafından zorlukla kabulleniliyordu.

Sonuç bölümündeyse, Watergate olayının (anayasayı savunan ve kokuşmuş bir rejimi deviren güçlü ve alıngan özgür basının sık sık değinilen en parlak başarısı), elit kesim arasındaki bir krize tepki gösteren medya örneği olarak, gerçekte propaganda modeline uyduğunu gösterirler Herman ve Chomsky. Bu bölümde, şirketleşmiş medya sisteminin açık sınırlamalarından bir kısmı, gerçekten demokratik bir toplumun medya gereksinimleri açısından tartışılır ve ilericilerin medyanın yeniden yapılanmasını politik gündemlerine almak zorunda kalacakları belirtilir.

Aşağıdaki görüşmede Edward Herman, Rızanın Yaratılması’ndan çıkan sonuç ve sorunların bir kısmıyla ilgili bir dizi soruyu yanıtladı.Görüşme Edward Herman’la yapıldığı için, Noam Chomsky her noktada ve her nüansta aynı görüşleri paylaşmayabilir, bu olanaklıdır.

ROBERT McCHESNEY: Yönetici sınıf yerine”elt kesim” terimini kullanmayı neden seçtiniz?

EDWARD S. HERMAN : “Yönetici sınıf”, bir yazarı belkide haksız yere ideolojik yelpazeye mıhlayan bir klişe olmuştur. Biz, yararlı bir politik amaca hizmet etmeden insanın tepesini attıran dilden kaçınmaya çalıştık. Kitabımızda elit kesim, yönetici sınıf işlevini görür.

RM : Bu elit kesimin özünde sınıfsal temelde mi algılıyıorsunuz, yani en iyi, kapitalistlerin ve gelişmiş kapitalizmin en üst düzeyi yöneticilerinin bileşkesi gibi birşey mi anlaşılır?

ESH : Evet.

RM : İdeolojik süzgece “anti-komünist” adını vermeyi seçiyorsunuz. Onu daha genel biçimde, süzgecin anti-komünist yoruma uygun düşmeyen ama, buna karşın, elit kesimin çıkarları açısından kritik olan alanlara kadar uzanmasına fırsat verebilecek “egemen ideoloji” demekten neden daha uygun bu?

ESH : Söylediğiniz akla uygun bir varsayım, belkide bunu yapmalıyız. Kendi hükümetinin iyiliği ve özel girişimin faziletleri gibi egemen ideolojinin öteki unsurlarına kitabın çeşitli noktalarında değinilir. ama süzgeçleri tartışırken, ABD siyasal iktisadında bir kontrol ve disiplin mekanizması olarak en önemli şey olmuş ideolojik unsur üstünde odaklanmak istedik.

RM : Medyanın, elit kesimin içinde temsil edilmeyen fikir yada konumları asla meşrulaştırmayacağı hipotezi, sanki demirden bir zırhla kaplıdır. Geleneksel araştırmacılar ve egemen medya, bu noktaya nasıl bir yanıt verirler? sizin modelinize ve genelde medya üzerine önceki çalışmalarınıza nasıl tepki gösterdiler?

ESH : Geleneksel eğilim bizim modelimizi henüz fark etmemiştir. Bu kitap, bizim bir modelle ilgili ilk geniş açıklamamızı sunar. Nasıl karşıladığını, özellikle de önsözde modelimizin “serbest piyasa” çözümlemesine yakın olduğunu ve komploya hiç bel bağlamadığını çok dikkatli biçimde belirtmemize karşın “komplo teorisi” olarak bir kenara bırakılıp bırakılmayacağını görmek çok ilginç olacak.

RM : Bu hipotezin de, politik gündemleri elit kesimin çıkarlarına ve ABD toplumunu elit kesimin denetlemesine karşı çıkma noktasında merkezlenen ABD’deki aktivistler açısından çok ciddi sonuçları vardır. Elit kesime karşı olan ilerici politik hareketlerin medyada nasıl tanımlanacağı konusunda ne söyler propaganda modeli?

ESH : Sistemli olarak karalanacakları ve akla uygun biçimde yer almalarının kabul edilmeyeceği düşünülür. Bu seçimde Jesse Jackson ve Gökkuşağı Koalisyonu’na yaklaşım bunu güzel biçimde gösterdi.

RM : Medyanın Jackson’un adaylığına yaklaşımını nasıl tanımlarsınız?

ESH : Jackson elit kesimin kimi önemli önceliklerine meydan okumakta olduğundan, kitlesel medyanın ona kötü davranması beklenirdi. Onun da pek çok yolu vardı: Küçük kusurlar arama, seçilme yeteneğinde olmadığının vurgulanması, ABD politik ortamında zarar verici bir etken olarak görülecek yakınlıkları (Castro, FKÖ, Hymie vb) ve hataları üzerinde aşırı ölçüde durulması ve, elbette, programını sunup tartışmayı reddetme.

RM : Örnekolay incelemelerin hepsi, ABD dış politikasıyla ilgili yada uluslararası konuları ele alır. Propaganda modeli iç politikaya da aynı ölçüde uygulanabilir mi? Medyanın iç sorunlara yer verişine uygulamandan önce, modele katacağınız nitelikler var mı?

ESH : İç sorunlara da fazlasıyla uygulanabileceğini sanıyoruz, yanlız iki şey var bunu bir parça sınırlayan: Büyük bir elit kesim çatışması olasılığı ile, görece zayıf kalmakta birlikte katledilen Vietnamlı ya da Guetamalı köylülerden daha çok söz hakkına sahip, elit kesim dışında kalan iç çıkar grupları bulunması -yoksullar, sosyal görevliler, Love Canals kurbanları vb. biz Reagan’ın EPA’ya saldırısı, evsizlik, gelirin yeniden bölüştirilmesi ve kitlesel medyanın bu konuları haber olarak geçmesi gibi iç sorunlara bir bölüm ayırmaya niyetlendiysek de, yer ve zaman yokluğu buna elvermedi. İç sorunlarla ilgili ve başka atlanmış örnekolay inelemelerine ayrı makalelerde ya da ek bir ciltte eğilebiliriz. Yeri gelmişken, benim gözde kitaplarımdan birisi (Peter Golding ve Sue Middleton’un İmages of Welfare’i), bir propaganda modelinin, medyanın İngiltere’deki “refah”a başarıyla el atışına bakerken iyi işlediğini gösterir.

RM : Chomsky’nin ve sizin Orta Doğu’da yaptığınız kapsamlı çalışmayı gözden geçirdikten sonra, buna bir örnek olay incelemesi olarak yer verilmemesi şaşırtıcı geldi. Nedendi bu?

ESH : Yine, zaman ve kitabın hacmindeki sınırlamalar bir etmendi, ek olarak, Chomsky’nin Fateful Triangle adlı yapıtında Orta Doğu üstünde ABD basınını çözümlemekle güzel bir iş yapması vardı.

RM : Medyanın Filistin ayaklanmasına yer verişini nasıl değerlendirirsiniz?

ESH : Yayın ve radyo medyasındaki dikkate değer istisnalarla, hepsi de çok kötü. Silahsız kadın ve çocuklara yapılan saldırıların vahşeti ve kapsamı, büyük çaplı mahkûmiyetler ve mahkûmlara dayatılan korkunç koşullar gözönüne alındığında, medyada çıkanlar fiili bir gizleme durumudur. Polonya’da işçilere, Sovyetler Birliği’nde her hangi bir azınlık grubuna (özellikle Yahudilere) yapılan bu gibi saldırılar, çok büyük yer kaplar ve öfkeden kudurturdu. Koppel’in Filstinlilerin kendi başlarına gelenleri betimlemelerine izin verdiği Nightline programı, neredeyse eşsizdi, burada Filistinli kurbanlar genellikle sessizdi ve ender olarak insanileştirilmekteydi. Onların kurban edilmeleri haberi, İsrail ve resmî ABD (ve atanmış “uzman” ) kaynakları süzgecinden geçirilir.

RM : Barış anlaşması ışığında, medyanın Nikaragua ve El Salvador’a yer verişinde kayda değer gelişmeler oldu mu?

ESH : Guatemala barış antlaşmaları imzalanalı beri, ABD kitlesel medyası şaşırtmacalara girişmiştir. Birincisi, belgede belirtilen, barışın en önemli koşulunun yabancı tarafların asilere her türlü yardıma son vermeleri olduğunu kabul etmeyi düzenli biçimde yadsımışlardır. Bu, ABD müdahalesi tehtidini getirdiği için, sadık ABD medyası dilsizliğe soyunmuş ve Demokratların Kontralara “insani” yardım lehinde oy verirken anlaşmaların sınırları içinde hareket ettiklerini taslamalarına katkıda bulunmuştur. İkincisi, gereksinimlerini karşılamakta en kapsamlı cabaları yerine getirmesine karşın, ara vermeksizin Nikaragua’nın anlaşmalarına ilişkin eylemlerinde odaklanmışlardır. Üçüncüsü, ağırlıkla Nikagua’daki CIA destekli “huzursuzluğa” önem vererek, kendi himayesindeki devlette emeğe yönelen ciddi şiddeti görmezlikten gelerek, El Salvador’da artan terör konusundaki bilgileri büyük oranda hasıraltı etmişlerdir. Jim Wright çekinmeden konuşana değin, çok açık ve bilinçli CIA -destekli istikrarsızlaştırma (“Şilileştirme”) siyaseti basının gündemi dışındaydı. Orta Amerika’da basında çıkanların ana dürtüsünü anlamada, bir propaganda modeli güzel işler.

RM : Propaganda modeli bağlamında, medyanın, ABD’nin 1988’de İran Jet uçağını düşürmesini ele alışı ile Sovyetlerin 1983’de KAL 007’yi düşürüşüne yaklaşımını nasıl karşılaştırırsınız?

ESH : Propaganda modeli buna kusursuzca uyar. KAL 007’ye ateş edilmesi tartışmasında az dikkat çekilen bir olgu vardır: Yönetim, Sovyetlerin uçağın sivil uçak olduğunu bildiği şekilinde asılsız iddialarda bulunabildi ve çok uzun süre bu bilinçli yalan haberle idare edebildi. Basının bir yalanın kurumsallaşmasına izin vermede ve önünde sonunda açığa çıkmasının yönetime hiç bir maliyet getirmeyeceğine güvence vermede işbirliği yapması, yüksek düzeyde bir propaganda hizmetidir.

RM : En son araştırmanız, medyanın ABD’nin UNESCO’dan ayrılışına yer vermesine eğiliyor. Medyanın bu konuya yer vermesi propaganda modelinin beklentilerine uyuyor muydu?

ESH : O beklentileri aştı bile. Açıkça hükümete ait bir propaganda ajansı bile daha iyisini yapamazdı. Ben, Herbert Schiller ve William Preston, Jr. birlikte yazdığımız, Medya Analizi Enstitüsü ile Minnesota Basın Üniversitesi’nin bastığı, yakında çıkacak bir kitapta ayrıltılı olarak çözümlenir bu.

RM : Propaganda modelini PBS’nin işleyişlerine nasıl uygularsanız?

ESH : Onu bir dipnotta kısaca tartışıyoruz. PBS, örgütlenmiş ve finansmanında hükümetin sahip olduğu role karşın, muhalif görüşleri sunmakta ticari medyadan yıllardır daha iyisini yapmıştır. Bu, ticari medyanın ne denli ürkütücü olduğunu gösterir. Ticâri ve kâr çıkarlarından kaynaklanan kısıtlamalar, hükümetin sözde -denetimden ileri gelen sınırlamalara ağır basar. Bunun içindir ki sağ kanat PBS’den nefret eder v ısrarla tavsiye edilmesini, ya da en azından yıl yıl bütçe tutulmasını, reklam alma bağımlılığının artmasını isterler. PBS’nin sistemli bir ciddi muhalefet sözcülüğü yapabileceğini sanmıyorum, ama yayın şebekesinden daha çoğunu sağlayabilir ve daha dürüst bir reformizm sergileyebilir.

RM : Varolan medya sistemi içindeki düzelmenin boyutu nedir?

ESH : Kısa dönemde çok az. Ticari denetimi daraltıp zayıflatmak, radyo ve televizyona ulaşmayı çoğaltmak, kamu, eğitim ve topluluk radyo ve televizyonlarını kuvvetlendirmek için politik bir yön değişikliği gereklidir. Yeniden kuvvet kazanmış bir işçi hareketi ve taban örgütlenmesi ile medyanın öneminin tanınması, statükoda en ılımlı bir değişikliğin bile önkoşullarındandır herhalde.

RM : Bir gazeteci, süzgeçleri içselleştirmeksizin egemen medya içinde yaşayabilir mi?

ESH : Teorik olarak, evet. Ama çoğu yaşamıyor. Örgütlenmede fazla ilerleme kaydetmeden, ilkelerinizi sürekli tehlikeye atmaya katlanarak çifte yaşam gibi bir şey sürmek istiyorsanız, belki. Sıkıntı büyük olabilir.

RM : Sonuç olarak medya aktivistlerinin çabalarını radyo kanalları elde etmeye yoğunlaştırmaları gerektiğini gösterir gibiydiniz. Radyo medyasına yapılan bu vurgu neden?

ESH : Sınıfsal çıkarları nedeniyle eleştiriel mesajlar almaya daha istekli olması gereken geniş sayıda insana ulaşma yeteneklerinden dolayı.

RM : Rızanın Yaratılması’nı bitirirken, ilericilerin uzun dönemde medya sorunlarını politik gündemlerine alma gereği duydukları sonucuna varıyorsunuz. Genel bir ilerici gündem açısından medyanın yeniden yapılanması ne kadar önemlidir?

ESH : Çok. Gerçeklik tanımları üzerinde denetim kurulması, insanların ne hakkında düşüneceğini belirleyen gündemler, mesajları tekrarlama ve simgeleri manipüle etme yeteneği, iktidarın temel bileşenleridir. Kurumlaşmış haliyle medya Jesse Jackson’un gündeminin görüşülüp tartışılmasına izin veremeyeceği, ama refahın külfetini Sovyet tehtidini ve benzeri ideolojik mesajları “ense kökümüzdeki hükümet”e yükleyeceği için, Sol, fikirler ve simgelerin savaş alanında son derece dezavantajlı durumdadır. Hep savunmada kalır. Bu durum, onun temelde yatan kuramsal zayıflık konumunun yansımasıdır, ama ikisi birbirini etkiler. Medya denetimi kurumsal denetimi kuvvetlendirir, ve tersi. İktidar iki cephede kazanılmak zorundadır.

RM : Radyo kanallarına daha fazla ulaşmaya çalışma düşüncenizden ayrı olarak, kendi kendini yöneten bir toplumun gereksinimlerine daha iyi uyan bir medya sistemi kurmaya yardım edecek başka elle tutulur öneriler düşünebilir misiniz?

ESH : Radyoya ulaşma, mülkiyeti kapsamalıdır, sadece arada sırada bir program yapma ya da görünme değil. Sıfırdan başlamak zorundayız. Taban örgütlenmeleri daha medya yönelimli, benzer gruplara ve başkalarına uzanmakla daha ilgili olmalıdırlar. İlerici yayın medyasını da görmezlikten gelemeyiz.

Edward S. Herman’la Bir Görüşme
Robert W. McChesney – Monthly Review, No: 41/3, January1989
Çeviri: Osman Akınhay – “Dünya Solu” adlı derginin 1989 tarihli 3. sayısında yayınlanmıştır.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz