Erkeğin ve Kadının Kıskançlığı Arasındaki Farklar – Theodor Reik

Psikoloji ve psikiyatri literatüründe kıskançlıkla ilgili tanımlayıcı ve yorumlayıcı malzeme bolluğu vardır. Freud ve takipçileri patolojik kıskançlığın anlaşılmasına değerli katkılarda bulundular; patolojik kıskançlık normal kıskançlık deneyimlerinin büyütülmüş bir karikatüründen başka bir şey değildir.

Bilimsel malzemenin gözden geçirilmesi sorunun bazı yönlerinin neredeyse tümüyle ihmal edildiği şaşırtıcı izlenimi verir. Örneğin, kıskançlığın acı veren duygularının bir kadın ve erkek tarafından yaşandığı zaman başka bir niteliği ve içeriği olduğu gerçeği vardır. Anlaşılan psikiyatrlar ve psikologlar kıskançlık olgusunu iki cinste de tek yönlü düşünmekte, kadınlar ve erkekler tarafından nasıl hissedildiğiyle ilgili ince farklılıklarla ilgilenmemektedirler. Oysa, farklılık yalnızca görünürde değil aynı zamanda psikolojik olarak da oldukça ilgi çekicidir.

Kıskançlığın duygusal niteliği belki de en iyi şekilde bir depresyon, saldırganlık ve imrenme karışımı olarak tanımlanabilir. Bu karışımda kıskanç erkekte öfke yaygınken, kadın kıskançlığında baskın olan öğrenmedir. Yüzeysel gözlem, erkeğin rakip tarafından sahip olma duygusundan yoksun bırakıldığını ve öteki erkeğin onun ayrıcalığına tecavüz ettiğini hissetmesi izlenimine götürebilir. Aslında kadının kıskançlığında sahip çıkmanın rolü çok büyüktür. Çünkü erkek için kıskançlık bir hastalık gibidir, onun dünyadan kuşkulanmasına neden olan bir güçsüzlüktür. O, yok edici bakterilerin önünü alan bir organizma gibi davetsiz misafire karşı bütün gücüyle savaşır. Kadın için kıskançlık ona güç veren bir uyarıcıdır, elindeki her olanağı kullanarak rakiple savaşmak için bir dürtüdür; ve bu olanaklar çok çeşitli ve etkileyicidir; hedeflere erkeğin beceremeyeceği bir kararlılıkla yol alınır.
Ama kıskançlığın amacı nedir? Gözlemleyebildiğim kıskanç kadın vakalarının çoğunda, amaç rakibin planlarını bozmak ve sevilen adamı yeniden kazanmaktır. Bu savaşta her şey geçerlidir, hiçbir çareye aşağılayıcı gözle bakılmaz. Sadakatsiz kocaya ya da âşığa duyulan tüm öfkeye karşın, kıskanç kadın kendisini nadiren şiddete ya da suça kaptırır. Dişi bir Othello düşünülebilir mi? Kıskanç kadının hissettikleriyle duygularının kasırgası içindeki erkeğin yaşadıkları kıyaslanabilir mi? Kadının nefret dolu resimleri olan kaleydoskopu mu var? Acaba o sınırsız hayal gücünün işkence ettiği, içinden gelen durmak bilmez seslerle mahmuzlanmış, bağırsaklarına kadar işleyen bir acıyla paramparça olmuş, çılgınlığın çaresi olmayan bir kurbanı mıdır? Çok nadiren. Ancak çok erkeksi bir kadın kıskanç bir erkeğin duygularını uzaktan uzağa andıran bir şeyi yaşar. Öldürdüğü sadakatsiz âşığının cesedi önünde duran ve aynı durumdaki erkeklerin çoğunlukla şu haykırışını hisseden kadın nerededir?: “Böylesi daha iyi, sevdiğim artık kimsenin olmayacak.”
Hayır, dişi Othello olamaz çünkü kadının hayal gücü kıskançlıkta denetimi yitirmez. Onun fantezisi bu kadar ileri gitmez ve aynı yöne doğru yol almaz. Kadının hayal gücünün ön planında olan, erkeğinkinden farklı olarak, erkeğin öteki kadınlarla cinsel ilişkisinin görüntüsü değil onun rakip kadın uğruna boşa harcadığı sevgisinin, terk edilme önsezisinin, erkeğinin ona olan aşkını yitirmenin ve duygusal (çoğunlukla da parasal) güvenlik kaybının görüntüleridir. Kadın erkekten çok daha gerçekçidir ve patolojik tezahürlerde bile onun hayal gücünün sınırlamaları daha dardır. Dişi bir Don Kişot’u akılımızdan geçiremememizin nedenleri, dişi bir Othello’nun hayal edilememesi için de geçerlidir. Kadınlar yeterince çılgın olabilirler ama nadiren aptaldırlar.
Kadınların ve erkeklerin kıskançlığındaki öteki psikolojik farklılıklar onların duygusal yaşamında seksin değişik bir yeri olmasından kaynaklanır. Tanıdığım bir kadın eşiyle birlikte sinemaya gider. Adam Rita Hayworth’un hayranıdır ve eve gittiklerinde onun dişisel çekiciliğini beğendiğini dile getirecek kadar düşüncesizdir. Karısı onun bu bir anlık tutkunluğuna gücenir. Kadının öteki kadınlarla ilgili eleştirici yorumlarını kocasına karşı sert saldırılar izler; bu saldırılar yalnızca kocasının cinsel zevkine değil, kişiliğine, yaşamına, akrabalarına ve arkadaşlarına da yönlendirilmiştir. Tartışmanın sonunda kocası ona çok aşağılık bir adam olarak görünür. Evde, oturma odasındaki kanepenin üzerine kendisine bir yatak yapar. Ve bütün bunlar adamın tanımadığı ve yalnızca beyazperdede gördüğü bir kadına duyulan kıskançlıktan ötürüdür! Şimdi durumu tersine çevirelim ve kocasıyla birlikte sinemadan dönen kadının, erkekliğini ve kişilik gücünü övdüğü bir erkek sinema yıldızından hayranlık ve sevecenlikle söz ettiğini varsayalım. Koca, benzer biçimde davranır mıydı? Bu hiç de olası değildir. Belki de o, sinema yıldızı hakkında birkaç aşağılayıcı şey homurdanırdı ama kesinlikle kendisini karısı kadar gücenmiş hissetmezdi ya da her şeyden önce, karısıyla paylaştığı yatağı terk etmeyi düşünmezdi. O, karısına fiziki olarak yakın bir erkeği kıskanabilirdi, ama beyazperdedeki bir gölgeyi kıskanamazdı.
Ama bu tezat, kıskanç kadının kıskanç erkek kadar, hatta daha çok, kendisini hayale kaptırıcı olduğunu göstermez mi? Asla; bu yalnızca onun hayal gücünün başka bir yöne gittiğini ya da onun başka şeyleri kıskandığını gösterir. Bu vakada kadın erkeğin korktuğu tehlikelerden değil başka tehlikelerden korkmaktadır. Onun için kocanın duygusal yakınlığı, cinsel arzu ya da şehvet uyandıran yakınlaşmadan daha önemlidir. Uzaktan aşk erkeği nadiren kıskandırır. Örf ve âdetlerimize egemen olan çifte standart, erkek ve kadın kıskançlığının farklı niteliğinde de kendisini yansıtır. Örneğin, bir kadın kocasının ya da âşığının, diyelim bir işyolculuğu sırasında ona sadakatsizlik ettiğini öğrenir. Onun o anlık üzüntüsü ya da kıskançlığı yadsınamaz ama sanki bu deneyim fiziksel bir rahatlamaymışgibi, sıkıntısı yüzeysel ve kısa ömürlüdür; Napolyon’un bir keresinde söylediği gibi, “bir kanepe üstü işi”dir. Kadının korktuğu, bunun daha çoğunun da olabileceği ya da dallanıp budaklanacağı, kocasının ya da âşığının duygusal olarak kendisini kaptıracağı ya da cinsel bir serüvenin nesnesinin aynı zamanda onun aşkının da nesnesi olabileceğidir. Onun için, kocasının ya da âşığının kafasının cinsel nesneye takılı değil de seksle meşgul olması daha uygundur.
Öteki yönden erkek, karısının ya da sevgilisinin hiç görmediği başka bir adamla derin bir duygusal ilgisi olduğunu öğrendiği zaman öfkelenmez. Sevgilisinin geçici bir cinsel ilişki içine girmişolmasına aldırmayan bir erkeği duymuşolan var mıdır? Böyle bir erkek ya sapıktır ya da duygusal bir kaçıktır. Bir kadının kocası ve onun metresi hakkında konuştuğu gibi karısı ve onun sevgilisi hakkında konuşabilen erkek nerededir? Kadın, “o kadınla yatabilir ama ancak benimle konuşabilir,” dedi ve bu, kızgınlık ya da teslimiyetle değil zafer dolu üstünlük duyguları, neredeyse gururla söylendi.
Böyle olmakla birlikte, iki cinsin tutum farklılığını yalnızca kültürel faktörlere yüklemek ve her iki cins için cinselliğin farklı anlamının altını daha derinden araştırmamak ciddi bir hata olurdu. Bu farklılık sorunun köklerine ulaşır, bir kadının ve erkeğin neyi kıskandığını açıklar. Bir erkek, bir kadının başka bir erkekle cinsel ilişkiye girmesinin genel olarak onun için iki tenin teması anlamına geldiğini, bir kadının bir erkekle duygusal bir ilişkisi olmadan ancak nadiren yatacağını belli belirsiz ve çoğunlukla ancak bilinçdışı olarak anlar. Kadınsa, öteki yönden, cinsel ilişkinin erkeğe çok şey ifade etmediği gerçeğinin bilincindedir.
Kişi, psikiyatrik ve psikanalitik literatürde cinslerin kıskançlığındaki başka bir farklılıkla ilgili bir tartışmayla nadiren karşılaşır. Erkek ve kadın kıskançlığının niteliğindeki özsaygının ve narsistik gereksinimin farklı rolünü kastediyorum. Analistlerin klinik vakaların sunuluşunda çoğu zaman gösterdikleri gibi, normal ve paranoyak duygu şekillerinde sadakatsizliğe ve eşcinsel eğilimlere karşı olan dürtüler geçiştirilir. Bu, her iki durum için de geçerlidir, ama bir erkeğin bir rakibi onunla kişisel bir ilgisi olmadan şiddetle kıskanması çok karakteristiktir. Bu, doğal olarak öteki adamın kim olduğuna aldırışetmediği anlamına gelmez. Ama onun neye benzediğinin, evli mi yoksa bekâr mı olduğunun erkek için büyük bir önemi yoktur.
Eğer kıskanmışsa, öteki kadına karşı yoğun bir ilgi duymayacak herhangi bir kadın düşünemiyoruz; yani o kadının görünüşüne, yaşına, özel çekiciliklerine. Bunu şu eski nakaratla açıklamak oldukça kolaydır: “Onda, bende olmayan ne var?” Ama bu açıklama girişimi aşırı basitleştirilmiştir. Bu ilginin kesinlikle çok daha kişisel bir özelliği vardır. Rakibi hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyen bir kadını dinlediğiniz zaman, edinilen izlenim onun rakibiyle ilgili neredeyse her şeyi öğrenmek, onu görmek ve dinlemek, kendisini öteki kadınla kıyaslamak istediğidir. Hiçbir erkek, eğer bu adı hak ediyorsa, bu tür açık bir ilgi göstermez.
Bu farkın fenomenolojisinin bile tümüyle ihmal edildiğini savunuyorum. Şu anda bu konunun tam olarak tanımlandığı ya da psikolojik olarak açıklandığı tek bir analitik kitap adı veremem. Bu farkın önemi için psikolojik gözlemde önde gelen bir otorite ve meslek adamları çevresi dışında en büyük psikologlardan biri olan William Shakespeare’i tanık olarak davet ediyorum; Julia, Verona’nın İki Centilmeni’nde rakibinin resmine bakar:

… dur hele, bir düşüneyim,
Benim de öyle bir şapkam olsaydı, benim yüzüm de
Onunki kadar güzel olurdu.
Ressam onu biraz kayırmışgibi geliyor bana,
Eğer ben kendimi çokça kayırmıyorsam.
Onun saçı kestane, benimki sapsarı.
O ille de saç diye tutturduysa eğer,
Boyalı bir peruk alırım olur biter.
Gözleri cam gibi gri, benimkiler de öyle.
Ama onun alnı dar, benimki geniş.
Onda ne buluyor, anlamıyorum,
Onda bulduğunu bende bulabilir,
Bu budala aşk kör bir tanrı aşkı değilse eğer.
Gel gölge, gel, bu gölgeyi gölgele,
Ne de olsa o senin rakibin. Ey sen duygusuz biçim,
Tapılacaksın, öpüleceksin, okşanacaksın, sevileceksin!
Ona tapınmanın bir anlamı vardıysa eğer,
Benim bedenim onunkinin yanında heykel.
Sevgilinin hatırı için sana nazik davranacağım,
O da bana öyle davranmıştı.
Yoksa, Jüpiter’in üstüne yemin ederim ki
Kör gözlerini tırnaklarımla çıkarırım
Efendimin sana olan sevgisini yok etmek için!

Burada kadın düşünüşve hissediştarzının şaheser bir gözlemi vardır, özellikle kendisini öteki kadınla kıyaslamada. Belki de pek çok durumda ortaya çıkan tekil bir karakteristik özellik atlanmıştır. Başkalarını gözlemleyen ve onları kendileriyle kıyaslayan birçok kadın çoğu zaman dengelemeyi dikkate alır; örneğin: “Onun saçları güzel ama benim gözlerim daha güzel,”ya da “benim sohbetim daha iyidir,”gibi.
Anatole France’ın The Red Lily’de (Kızıl Zambak) dediği gibi, bir kadın için kıskançlık yalnızca “onun özsevgisinin incinmesidir” demek kesinlikle abartılmışbir söylemdir. Ama bu faktör erkeğin kıskançlığında olduğundan kesinlikle daha çok vurgulanmıştır; bu, gene Anatole France’ın sözcükleriyle, erkeğin kıskançlığı, “zihinsel acı çekmenin şiddeti ve bedensel acının kalıcılığıyla birlikte ıstıraptan kıvranmadır.” Duygunun tutkulu niteliği kuşkusuz kıskanç kadında da vardır ama bu değişik bir duygudur. Bir psikoloğun4 ifade ettiği gibi, eğer kıskançlık “tüm duyguların en az bilineni, insan tepkilerinin en az konuşulanı olan bir gizem”se, bu fark dikkate alınmalıdır. Burada Octavia’yı duymuşolan kıskanç Kleopatra’yı dinleyebiliriz:

Git ona, iyi Alexas,
Rica et, yaşını, Octavia’yı tarif etsin sana,
Nelerden hoşlanıyormuş,
Saçının rengini sormayı unutma
Çabuk haber getir bana.
… Ne olur Alexas
Boyunu da sor (II, v.)

Sonra, Kleopatra’nın sarayındaki sahne:

Octavia’ya iyice baktın mı?
Benim boyumda var mı?
Nasıl konuşuyor, duydun mu? Sesi tiz mi, pes mi?
Haberci Octavia’nın pes sesli olduğunu söylediği zaman Kleopatra düşünür:

Bunu beğenmedim: Nasıl olsa uzun süre sevemez o.

Yeniden sorular:

Görkemli mi yürüyüşü? Unutma,
Görkemli yürüyüşnedir biliyorsun.
Ne olur yaşını tahmin et.
Çehresini aklında tutabilir misin? İnce uzun mu, yuvarlak mı?

Şimdi, yuvarlak yüzlü Octavia’yı eleştiren bir düşünce:

Genelde bunlar aptal olur.
Saçı, saçı ne renkti?

Haberci gittikten sonra Kleopatra’nın ona soracağı bir şey daha vardır. Aslında onun merakı, öteki kadın hakkında her şeyi bilmek heyecanı doyumsuzdur. Onun ölmeye karar vermesinde bile muzaffer rakibi tarafından aşağılanma olasılığının rolü vardır:

… Bilin ki efendim, ben
Efendimizin sarayında dikilmişbekleyemem;
Tatsız Octavia’nın ciddi gözünün
Bir kerecik olsun beni hor görmesine dayanamam.
Bu yönde tüm kadınlar aynı şekilde hisseder. Bunu söyleyen Mısır’ın mağrur imparatoriçesi midir?

Bitti artık! Süt sağan, en aşağılık işleri yapan bir kızın
Zavallı tutkusunun tutsağı bir kadın gibi.

Theodor Reik
Aşk ve Şehvet Üzerine

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz