Kazım Koyuncu ile 2005 yılında Yapılmış Bir Röportaj: “Kenarda kalanların sesiyim!.. NEDEN?”

Kazım Koyuncuİki şey vardı. Birincisi bizler çok genç çocuklardık. Rockçıydık. Aslında dışarıdan bakıldığında büyük sorumluluklar taşımayacak, oldukça bireysel durumlarına, kendi hallerine düşkün gençlerdik. Bu da doğaldı. Ama çok da öyle değildi (gülüyor) Korkunç sorumlulukları da içinde barındıran tuhaf gençlerdik. Türkiye’de 89 döneminde böyle gençler vardı. Ben öyle bir çocuktum mesela, serseri, uzun saçlı, küpeli memleketten gelmiş öyle bir çocuktum ama bir taraftan halkımın sorunları, siyaset vs…biz tam o dönemde böyle bir müziğe başladık. Hem Rockçıydık hem de halkın sorunlarına duyarlı gençlerdik..

Müziğiyle, duruşuyla Karadeniz’in hırçın ve duygusal çocuğu Kazım Koyuncu ile söyleşi yapmadan önce heyecanlıydım. O, bizim sesimiz, isyanımız, ruhumuzdu adeta. Memleketimin sorunlarını, kimselere yaranmadan yüreklice dile getiriyordu. En son Çernobil olayının etkilerini anlatmak için ortalıktaydı. Nereden bilecekti Çernobil’in bir kurbanının da kendisi olduğunu? Kansere yakalanmıştı. Hastalığını anlatırken gülümsüyordu. Şaşkınlıkla, kabullenmişlik aynı anda yüzüne yansıyordu. Ve belliydi bu hastalığı yeneceği. O hırçın Karedeniz, evlatlarına direnme gücünü de vermişti çünkü. Ve haylaranları; milyonlar ona sevgisini veriyordu. En son KTÜ’de verdiği konser o büyük sevginin ispatıydı. Salonu dolduran yürekli canlar, hüzünle harmanladıkları coşkularıyla Kazım’a güç verdiler. O başaracak; daha çok horon tepeceğiz, daha çok ağlayacağız sevdalarımız için…Kazım sahneden inmeyecek….

Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nin bu süreçte size ödül vermesini nasıl karşıladınız? Trabzon sizin memleketiniz sayılır neler hissettiniz?

Kazım KOYUNCU : Bir kere buradan, Karadeniz’den ödüllendirilmek çok güzel bir şeydir. Karadenizliler pek kolay kimseyi ödüllendirmezler. İkincisi gazetecilerin böyle bir şeyi yapıyor olması beni daha da fazla mutlu eden bir durum oldu. Açıkçası çok mutlu oldum. Çokta böyle seyahat yapma zamanları değildi bu zamanlar. Memlekete gelmek iyi olacaktı ama böyle bir şey olmasaydı gelemeyecektim. Biraz gücümü toparlayıp geldim. Benim için çok önemli bir ödül…

Tüm Karadeniz, hatta tüm Türkiye, bu hastalığınızı öğrendiğinde çok üzüldü. Siz neler hissettiniz?

Kazım KOYUNCU : Hala tam olarak bir şeyler hissedilmiş değilim (gülüşmeler) hastalık ilginç bir şey…çokta bir şey hissetmiyorum. Sadece son bir yıldır kanserle ilgili bir takım etkinliklere katıldım. Yaklaşık bir yıl sonra da kendim kanser oldum. Tuhaf bir tesadüf bu…

İstanbul’da Trabzon derneklerinin başlattığı etkinliklerden söz ediyorsunuz değil mi?

Kazım KOYUNCU : Trabzon derneklerinin Çernobil’le ilgili kampanyası geçen yıl başladığında basın açıklamasında ben de vardım. Ondan sonra başka bir iki etkinlik vs derken başımıza böyle bir şey geldi…bilmiyorum…çok yadırganacak bir şey de değil herkesin başına gelebilecek bir şey. Mücadele etmek lazım…

Kaş yaşındasınız?

Kazım KOYUNCU : 33


Bizim yaş gurubumuz bundan daha fazla etkileniyor diyorlar. Çernobil olayı olduğunda burada mıydınız?

Kazım KOYUNCU : Çernobil olayında buradaydım ben. Memleketten 1989’da ayrıldım….

Mücadeleniz sürecek mi? Bu konunun sürekli gündemde tutulması lazım. Bu bölgede kanser vakalarındaki artışı görüyoruz ama insanlar pek de üzerine gitmiyor gibi…

Kazım KOYUNCU : Şimdi şimdi bir şeyler yapılıyor. Özellikle Trabzon derneklerinin yaptığı faaliyetler, sonuçları ne olursa olsun; bir çok şeyi başarabilirler, başaramayabilirler de ama böyle bir toplumsal meselenin üstüne gidilebilmesi noktasında çok ciddi çalışmalar diye düşünüyorum. Şimdi öfke çok doğal bir durum. Ben de bazen öfkeleniyorum. Yalnızca kendi üzerimden değil genel olarak; Çernobil, sahil yolu katliamları vs…ama öfkeden başka şeylere ihtiyacımız var. Birilerini organize etmek, bir şeyleri harekete geçirmek lazım. Bu anlamda sivil toplum örgütlerine çok önemli görevler düşüyor. Özellikle Karadeniz’de…her ne kadar bilim çevreleri Karadeniz’de çok ciddi bir kanser artışının istatistikti olarak olmadığını söylese de..

Moraliniz nasıl? Bu hastalıkta moral çok önemli diyorlar…

Kazım KOYUNCU : Ben o morali çok anlayabilmiş değilim. Moral nedir? Yani…genelde iyi oluyor. Bazen işler iyi gitmiyor. Çok fazla bir yerlerinize ağrı geldiği zaman moraliniz bozuluyor vs… ama genel olarak moralim iyi…iyiyim yani…

Bu arada ailenin durumu da önemli. Bir röportajınızı okudum. Babanız Cumhuriyet Gazetesi okuyormuş…hastalığınızı oradan öğrensin istemişsiniz. Sahiden böyle mi oldu?

Kazım KOYUNCU : Çok yumuşak hatları ile biliyordu. Ancak gazeteden daha net öğrendi.

Tepkisi nasıl oldu?

Kazım KOYUNCU : Onun tepkisi beni korumaya, benim üzülmememe yönelik, soğuk kanlı bir hali vardı.

Güç verdi…

Kazım KOYUNCU : O da küçük bir kanser süreci yaşadı. Mesane kanseri yaşadı. Onu atlattık. Yılda bir kontrollere gidiyor. Aslında kanserin büyük bir korku olduğunu biliyor ama bu kadar da korkmamak gerektiğini o da biliyor. Ben de aynı şeyleri düşünürdüm. Çok korkardım ben kanserden ama sonuçta işin içine girince, başına gelince insanın korkudan başka şeylere ihtiyacın oluyor. Daha çok cesarete, daha çok bilgiye ve güce ihtiyacı oluyor. Böyle olunca korku ya da ölüm korkusu gelmiyor insanın aklına…bazen düşünüyorsun da ölümü her zaman düşünmek lazım…

Bu durum müziğinize yansıdı mı?

Kazım KOYUNCU : Müzik devam ediyor. Müzik olmasa olmazdı…mesela şimdi beni buraya getiren şey bu ödül ve yarın vereceğim konser. Beni çok heyecanlandıran şeyler. Aldığım iki kemoterapiden çok daha etkili…

Ve size büyük bir ilgi var…ben radyoda program yapıyorum oradan gözleme imkanım oluyor. Şarkılarınız sürekli isteniyor. Sizi soruyorlar, bilgi aktarmamızı istiyorlar. Bu da son iki üç yıldır arttı sanırım…sizi Zuğaşi Berepe’den bu yana takip ediyorum ama Gülbayaz dizisinin etkisi mi oldu? Ne dersiniz?

Kazım KOYUNCU : Gülbeyaz’ın çok büyük etkisi oldu. Gülbeyaz’dan sonra zaten popüler bir halk sanatçısı olma yolunda ilerledim… (gülüşmeler)

Ama çizginiz popülerleşmedi…

Kazım KOYUNCU : Elbette, Gülbeyaz bir şeylere sebep oldu ama burada hiç mütevazı davranmayacağım. Kimsenin de -ki burada yalnızca sanatçılardan söz etmiyorum- yaratamayacağı bir sevgi süreci yarattığımızı düşünüyorum son bir iki yıldır…bu, yalnızca Gülbeyaz’la falan açıklanacak şeyler değil…yaptığımız konserler, kurduğumuzu ilişkiler, hayatta genel olarak yaptığımız işler, bizi seyirciyle, dinleyenle yan yana getirdi ve şimdi korkunç bir bağ var aramızda. Çok farklı kesimden, çok farklı düşünceden insanlarla çok enteresan, ortak bir çok noktada buluşabiliyor bizi sevenler. Bu anlamda kendimi çok şanslı ve şansız hissediyorum. Bu kadar büyük bir güzelliğin içerisinde tam böyle bir yoğunluğun içerisinde o kadar insanı üzüyor olmakta bir taraftan beni ekstradan üzen bir durum…ama bu kadar popüler kültürden uzak durup bu kadar da seviliyor olmakta başka bir güç veriyor açıkçası… Ben gerçek hayatın içerisinde o sevgi ilişkisini yakalayabilmiş az sayıdaki sanatçıdan biriyim. Keşke daha fazla olsa..


Umarım çıkacak. Bu toprak verimli bir toprak. Onu iyi işlemek önemli…bu arada benim dikkatimi çeken bir isim var Umay Umay. Birgün Gazetesi’nde sizinle ilgili bir çok yazı yazdı. O da Trabzonlu…

Kazım KOYUNCU : Burada şimdi…


Öyle mi…sizi yalnız bırakmıyor, destekliyor anlaşılan…

Kazım KOYUNCU : Umay, bir gün benim ilk albüm çıktığı zaman yolda yürüyor bir şarkı duyuyor. Kalbi acıyor. Güliç gibi isimli şarkı. Şarkıyı zaten onun albümünde de birlikte söylüyoruz. Şarkının sonunda da söylüyor zaten; ‘Bir gün yolda yürüyordum. Bir şarkı duydum kalbim acıdı.’ Ondan sonra Umay’la müzik üzerine kurduğumuz ama bütün hayatı da bir şekilde ilgilendiren çok enteresan bir dostluğumuz başladı. Hele özellikle hasta olduktan sonra anladım ki illa yanımda olması gereken biriymiş çünkü o gerçek bir sanatçı… belki albüm yapabilir, yapmayabilir, adı duyulabilir duyulmayabilir ama… O gerçek bir sanatçı.

Zuğaşi Berepe’den söz edelim biraz. Sanırım 96’lı yıllardı. Üniversite camiasında tanınmaya başlamıştınız. Rock tınıları o albümlerde ön plandaydı. O süreçte neler yaşadınız? Çünkü Lazca söylediniz. İnsanlar, Laz kültüründen habersizdi. Sizin çıkışınızla ilgi çekmeye başladı…

Kazım KOYUNCU : İki şey vardı. Birincisi bizler çok genç çocuklardık. Rockçıydık. Aslında dışarıdan bakıldığında büyük sorumluluklar taşımayacak, oldukça bireysel durumlarına, kendi hallerine düşkün gençlerdik. Bu da doğaldı. Ama çok da öyle değildi (gülüyor) Korkunç sorumlulukları da içinde barındıran tuhaf gençlerdik. Türkiye’de 89 döneminde böyle gençler vardı. Ben öyle bir çocuktum mesela, serseri, uzun saçlı, küpeli memleketten gelmiş öyle bir çocuktum ama bir taraftan halkımın sorunları, siyaset vs…biz tam o dönemde böyle bir müziğe başladık. Hem Rockçıydık hem de halkın sorunlarına duyarlı gençlerdik..

Rock müziğinin özünde de o var değil mi?

Kazım KOYUNCU : Artık yok öyle şeyler…eskiden öyle şeyler söylüyorlardı. Şimdi hikaye oldu. Bizde o vardı. Kendi bireysel özgürlüklerine çok düşkün gençler hem de mesela Lazca’nın yok olmasından çok büyük rahatsızlık duyan, o kültürün yok olmasını istemeyen insanlardık… Kenarda kalanların sesi olduk. Hala da öyleyim.

Sonra solo albümler çıkmaya başladı. Rock’tan otantik bir yapıya kaydınız….

Kazım KOYUNCU : Aslında Zuğaşi Berepe’nin son dönemlerinde tartıştığımız, konuştuğumuz bir şey vardı. Daha otantik bir çalışmaya yönelmek istemiştik… Ama bunu yapamadan gurup dağıldı. Ben çok da içime sinmeyen bir birinci albüm yaptım. Askere gidiyordum. Bedelli hikayeleri filan…bir an önce o işi halletmem lazımdı. Yarım yamalak bir albüm çıktı. Tam da istediğim gibi olmadı. Fakat içimdeki zaten o eski rock ateşi biraz müzikal olarak sönmüştü. Sonra işte öyle çalışmalar geldi. İkinci albüm yine elektrik gitarın, akustik gitarın ağırlık kazandığı bir çalışma oldu. Çok otantik değil çok da modern değil. Arada bir yerde. Ama ikinci albüm daha beni anlatan bir şey…

Sizin albümlerinizde şöyle bir şey var ki beni çok etkiliyor. Hüzünlü şarkılarda yüreğimiz acırken hareketli parçalarda coşkuya kapılıyoruz. Bu herkesin yapabileceği bir şey değil…her iki türü de muhteşem yorumluyorsunuz

Kazım KOYUNCU : Teşekkür ederim. Burada, Karadeniz’de olan bir şey bu aslında. Bizde, duygular radikal..

Uçlarda yaşıyoruz…

Kazım KOYUNCU : Bu o kadar güzel bir şey ki. Bence Karadeniz ,Türkiye’nin en talihsiz bölgesi. İçine en fazla edilen bölgesi…doğasına bir sürü şeyine…kültürel yapısı itibariyle, kültürel agresifliği itibariyle, çok enteresan kişilikleri itibariyle çok özel bir yer. Buradan çok acayip hayatlar, buradan çok ilginç hikayeler…her şey çıkabiliyor…fakat işte bu benim müziğime de böyle yansıyor. Aşk varsa Karadeniz’de sonuna kadar vardır. Cinayet sebebi bile olabilir. Bunu olumlamak için söylemiyorum asla. Ama horon varsa ölene kadar da horon olabilir. Heyelan gibi bir yerdir burası. O yüzden Karadeniz, masalsı acayip tuhaf bir yer. Ve müziği yaparken çok şanslısınız. Sadece bazı şeylerden arınarak müzik yapmak gerekiyor. Ben bunu tam yapabildiğimi düşünmüyorum ama bunun için hazır olduğumu düşündüğüm bir süreçtir bu süreç…


Nereye doğru evrilecek?

Kazım KOYUNCU : Kendim biraz yorum yapmayı düşünüyorum artık. Karadeniz’e kendimi biraz daha katıp, kendi rüyalarımla burayı biraz daha birleştirmeyi düşünüyorum. Çokta kopamıyorum. Fakat teknik olarak kendimi kısıtlamıyorum. Enstrümanlar bağlamında, tulum kemençe benim için çok önemli ama trompette olabilir. Klarneti de çok severim. Şunu anladım ki önemli olan ses. O sesi çıkarmak için de çok temiz düşünmek, güzel rüyalar görmek lazım…

Çok temiz düşünüyorsunuz belli halinizden. Dediniz ya bir sevgi seli oluştu. Bunu herkes söyler, sıradan bir söz gibidir. Ama burada yaşıyoruz bunu…

Kazım KOYUNCU : Teşekkür ederim… Bir şarkının gerçekten güzel olması lazım. Onun ‘olması’ lazım. Kimseye göre değil ama. Aklında, hayalinde bir şeyi hakketmesi lazım. Ortaya bir şarkı çıkıyorsa onun hayatta bir şeyi karşılaması gerekiyor. Buna inandığın zaman bunu yaptığın zaman da insanlarda karşılık buluyor…

Radyoda Düşler Ülkesi diye bir program yapıyorum. Düşler Ülkesi’ni dinleyenler Trabzon’un yaramaz çocukları. O yaramaz çocuklara ne dersiniz…?

Kazım KOYUNCU : Oh… o kadar güzel dedin ki ‘yaramaz çocuklar’ deyince…benim kardeşlerim yani…yaramazlıklara devam etmek lazım. Hayat başka güzel olmuyor. Hayatta yerinde durmamak, muhalif olmak, hep karşı çıkmak gerekiyor. Genellikle güzellikleri oradan buluyoruz. Ve genellikle o güzellikleri karşı çıkanlar değil, karşı çıkmayanlar yaşıyor sonra…(gülüşmeler) fakat eninde sonunda anlıyorlar. Bundan beş sene önce Viya albümüm yayınlandı. Sanki gazete çıkarıyormuşum gibi sahil yolu projesinden söz ettim orada. İnsan albümünde sahil yolunu yazar mı? Ama yazmak zorundaydım. Çok gücüme gidiyordu. Kimse bir şey söylemiyordu. Ben de memlekete geldiğim zaman çok sinirlerim geriliyordu. Onu yazdım. 5 sene sonra sahil yolu bitti. İnsanlar sahilimiz yok oldu diyorlar. O dönemde çok kızıyordu insanlar. Akrabalarımız bile kızıyordu. Ama o yaramazlığımdan gurur duyuyorum. Ya da başka bir şey…Fırtına Deresi için de öyle. Bunlar olmasa bu hayat çekilmezmiş. Bu yüzden yaramazlığa devam edeceğiz. Merak etmesinler yanlarındayım…

04. Mayıs 2005
KaradenizHaber

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz