“İnsanal bazı işlevleri olan bir hayvan” Günümüz toplumunda yabancılaşma sorunu – Erol Anar

Erol AnarYabancılaşma terimini ilk kez felsefi anlamda Hegel kullanmıştır. Hegel, bu terimi Rousseau’dan esinlenerek kullanırken, Feuerbach, yabancılaşmanın kökenini insana dayandırmıştır. Yabancılaşma kavramını, bir olgu olarak ise ayakları üzerine Marks oturtmuştur.
(…) Marks, “Nationalökonomie und Philosophie” adlı yapıtında, insanın evrenle ilişkileri insanca olduğunda; sevgiye karşılık sevgi, güvene karşılık güven bulacağını belirterek, “Sevgi uyandırmadan seviyorsanız, başka deyişle, sevginiz o durumuyla sevgi yaratmıyorsa, yaşamınızı seven bir kişi olarak ortaya koyup da sevilen bir kişi olamıyorsanız, sevginiz bir güçlüktür, bir talihsizliktir.” diyor.”

Yabancılaşma bir kavram olarak toplum ve bireyin hayatında çok önemli bir kavramdır. Bu nedenle şimdiye dek birçok düşünür, filozof bu sorun ile ilgili düşünmüş ve yazmışlardır. Yabancılaşan insan, artık neredeyse kendi varlığını bile hissetmeyecek bir hale dőnüşür. O artık kendisine, topluma, emeğine ve doğaya yabancılaşmıştır. Bu durum, insanın bireysel ve toplumsal ilişkilerini de doğrudan etkiler. Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, çeşitli hastalıklar, sürekli bir başarısızlık duygusu, kendine güven duymamak ve kendini güçsüz hissetmek, ev içi şiddet ve stres, depresyon gibi durumlar halinde kendisini gősterebilir. Yabancılaşmış birey yaşadığının bile neredeyse farkında değildir ve günlük eylemlerini bir robot gibi yapar. Kapitalizmin sahte vaatlerine ve “Amerikan rüyası” gibi hayallere rağmen, yabancılaşma bireyde gerçek bir yıkıma yol açabilir.

Sosyolog Juliet Schor, “The Overworked American” adlı kitabında Amerikalıların yüzde otuzunun her gün stres yaşadıklarını, haftada birkaç kez ise yüksek oranda strese maruz kaldıklarını belirtiyor. Schor, Amerikalıların genelde őlene kadar çalıştıklarını bu durumun da kalp hastalığı, gastrit, depresyon, yorgunluk, hipertansiyon ve başka hastalıklara neden olduğunun altını da çiziyor.

Bütün bu durumlara neden olan, bireyin kendisine yabancılaşmasıdır. Fazla çalışan birey, bir o kadar yabancılaşmaya uğrar. Bu durum, aslında onun daha az ve sağlıksız bir hayata sahip olmasına da neden olur.

İşte bu nedenle, “Amerikan Rüyası” bir sahteliktir ve kapitalizmin vahşiliğini gizlemek, onu allayıp pullamak ve farklı gőstermek amacıyla oluşturulmuş; yabancılaşmaya neden olan bir kavramdır. Gerçekte Amerikan rüyası, hastalıklarla, yoksullukla boğuşmakla geçmektedir. Bu rüyadan, ancak vaktinden őnce őlerek uyanılmaktadır.

Kavramsal olarak yabancılaşma

Yabancılaşma terimini ilk kez felsefi anlamda Hegel kullanmıştır. Hegel, bu terimi Rousseau’dan esinlenerek kullanırken, Feuerbach, yabancılaşmanın kökenini insana dayandırmıştır. Yabancılaşma kavramını, bir olgu olarak ise ayakları üzerine Marks oturtmuştur.

Ȍzel mülkiyet, emeğin yabancılaşmasından doğmuştu. Marks, Hegel’den alarak somut plana uyguladığı bakış açısıyla, insanın kendi kendisini ürettiğini ve bunun sonucunda da kendi öz dogruluğunu ürettiğini ortaya koymuştur. Yabancılaşma, zorunlu bir aşamadır ve insanın kendi kendisinden ayrılmasıdır.

Marks’a göre, (1844 El Yazmaları) yabancılaşmış emek, 1. Doğayı, 2. Kendi kendini, yaşamsal etkinliğini insana yabancılaştırır, 3. Kendi öz bedenini de insana yabancılaştırır, 4. Ve bunların sonucu olarak insan insana yabancılaşır. İnsan, artık aşk ve sevgiyi de daha az hisseder. Bu kavramlara da yabancılaşmıştır.

“Ve ensonu, işbölümünün bize derhal ilk örneğini sunduğu şey şudur: insanlar doğal toplum içinde bulundukları sürece, şu halde, özel çıkar ile ortak çıkar arasında bölünme olduğu sürece, demek ki, faaliyet gönüllü olarak değil de doğanın gereği olarak bölündüğü sürece, insan kendi işine hükmedeceğine, insanın bu kendi eylemi, insan için kendisine karşı duran ve kendisini köleleştiren yabancı bir güç haline dönüşür. Gerçekten de, iş paylaştırılmaya başlar başlamaz herkesin kendisine dayatılan onun dışına çıkamadığı, yalnızca kendine ait belirli bir faaliyet alanı olur; o kişi avcıdır, balıkçıdır ya da çobandır ya da eleştirici eleş- tirmendir…” (Marks-Engels: Alman Ideolojisi, s.36-37.)

Marks, “Nationalökonomie und Philosophie” adlı yapıtında, insanın evrenle ilişkileri insanca olduğunda; sevgiye karşılık sevgi, güvene karşılık güven bulacağını belirterek, “Sevgi uyandırmadan seviyorsanız, başka deyişle, sevginiz o durumuyla sevgi yaratmıyorsa, yaşamınızı seven bir kişi olarak ortaya koyup da sevilen bir kişi olamıyorsanız, sevginiz bir güçlüktür, bir talihsizliktir.” diyor.” (Anar: 2000,  s.29-30)

1844 Elyazmaları, yabancılaşma kavramı üzerinde odaklaşan Marks’ın sisteminin temellerini sergiler.

“İnsan, Tanrıya ne kadar çok şey verirse kendinde o kadar az şey kalır. İşçi, yaşamını nesneye koyar. Ama o zaman yaşamı kendisinin değil, nesnenindir. Demek ki bu etkinlik ne kadar büyükse işçi o kadar nesnesizdir. (Marks: 2005, s: 60)

Marks’ın ortaya koyduğu gibi, bu durum bir yabancılaşmaya yol açar, işçi ne kadar çok üretirse o kadar az tüketecek nesnesi vardır.

“Bundan şu sonuca varılır ki, insan (işçi) artık kendini ancak yemek, içmek ve çoğalmak gibi hayvanal işlevlerinde, bir de olsa olsa konutta, süste vb. özgürce etkin duyabilir. İnsan işlevlerinde ise ancak hayvanlığını duyar. (Marks: age, s.66)

Marks’a göre hayvan sadece kendi kendisini üretir, oysa insan tüm doğayı yeniden üretir.

“Yabancılaşma Marks’ın felsefesinin temel kavramlarındandır. İnsanın doğada kendini gerçekleştirmesine ilişkin pozitif ve negatif yönler içerir. Aynı zamanda insanın çalışma ontolojisine ilişkin tartışmalar da içerir. Yabancılaşma teorisinin analizi aynı zamanda Marks’ı yeni toplum modelleri aramaya yöneltmiştir. Marks yabancılaşmayı politik ekonomi kavramlarıyla birlikte incelemiştir. Diğer yanda Baudrilliard’ın yabancılaşma söylemleri çağdaş dünyanın tüketim ve teknoloji ağırlıklı yapısına göre şekil almıştır. Marks‟ın teorisi özne ve obje ilişkisini politik ekonomiye göre açıklarken, Baudrilliard daha çok sosyal ve kültürel olgulara göre açıklamaktadır. Baudrilliard çağdaş dünyanın realite ve anlamdan uzaklaştığını, hipergerçekliğin egemen olduğu simulacrum dünyası olduğunu savunmuştur.”
(Yelman: 2012, s.V)

Max Weber ise, dünya mallarının “insanın her zaman üzerinden atabileceği ince bir palto”olması arzulanırken bu paltonun zaman içinde “demir bir kafese”e dőnüşebileceğini belirtir. (Weber: 1990)

Günümüzde ise teknolojik üretim ve modern kapitalizmin gelişimi sonucu, sistem insanlar için bir demir kafese dönüşmüş ve birey kendisine alabildiğine yabancılaşmaktadır.

Bunun sonucu ise derin bir yabancılaşmadır. İşte bu noktada Marks’in sözünü ettiği “meta fetişizmi” kavramı devreye girer. Birey, Weber’in saptadığı gibi dünya mallarının ya da daha geniş anlamıyla nesnelerin tutsağı olmuş ve kendisine yabancılaşırken, aynı zamanda Marks’ın dediği gibi meta fetişizmine bağlıdır.

Marks’a göre metaların kullanmışlık özelliği onların kullanım-değerinden doğmuyor.Tıpkı, değerin belirleyici etkenlerinin niteliğinden de gelmediği gibi. Marks, bu konuda, çünkü diyor, herşeyden őnce, emeğin yararlı türleri ya da üretken faaliyetler ne kadar çeşitli olursa olsun bunların insan organizmasının işlevleri olduğu fizyolojik bir gerçektir ve bu gibi işlevlerin herbiri niteliği ve biçimi ne olursa olsun aslında insan beyninin, kaslarının vb. harcanmasıdır. (Marks: 1975, s.76)

Günümüz tüketim toplumunda ise insanın yabancılaşması artık uç boyutlara ulaşmıştır ve Marks’ın yaşadığı dönemden çok daha ileri boyutlardadır. Günümüz insanı kendi özüne yabancılaşmış, adeta bir makineye dönüşmüştür. Tükettikçe çoğalmaz yabancılaşır, yabancılaştıkça da azalır. Marks’ın sözünü ettiği hayvanal işlemlerden yola çıkarsak, bence bu durum, günümüzde insanı “hayvanal işlevleri olan bir insan” değil, “insanal bazı işlevleri olan bir hayvan” kategorisine indirir.

Eduardo Galeano,  Meksikalı baskı ustası Jose Guadalupe Posada’nın çizimlerini yaptığı “Patas Arriba (La Escuela del Mundo Al Revés” adlı kitabında bu durumu şöyle ifade ediyor: 

“Eşyaların giderek daha çok, insanların ise giderek daha az önemli olduğu bu uygarlıkta amaçlar, araçlar tarafından ele geçirilmiş: eşyalar seni satın alıyor, otomobiller seni kullanıyor, bilgisayarlar seni programlıyor, televizyon seni seyrediyor. İnsanlara gerçek varoluşu bahşeden fetişlere sahip olmak için, her saldırgan kurbanının sahip olduklarına sahip olmak istiyor; kurbanının kurban olmadan önce olduğu kişi olmak için.” (Akt: Anar: 2014)

Marks, yabancılaşma kavramını emek ağırlıklı olarak irdelerken, günümüzde yabancılaşmanın boyutları, derinliği artmış ve çeşitlenmiştir.

Hegel ise yabancılaşmanın idealist felsefesini popülerleştirmiştir. Ona göre yabancılaşma, insanın fiziki ve ruhi varlığı arasındaki ayrım sonucu ortaya çıkmaktadır.

Feuerbach’ın, özellikle Marks ve Engels’i çok etkileyen “The Essence of Christianity (Hıristiyanlığın Ȍzü)” adlı yapıtındaki en önemli düşüncelerinden birisi yabancılaşma kavramına yaklaşımı olmuştur. Onunki bir dinsel yabancılaşma eleştirisidir.

“Feuerbach, dinsel kendine-yabancılaşma olgusundan, dünyanın biri dinsel, biri yersel dünya olarak ikileşmesi olgusundan hareket ediyor. Yaptığı iş, dinsel dünyayı layik temeline oturtmaktan ibarettir. Oysa bu layik temelin kendi kendisinden kopması ve kendisini bağımsız bir diyar olarak hayal alemine yerleştirmesi olgusu, ancak bu layik temelin kendi kendisini bölmesi ve kendi kendisiyle çelişmesi ile açıklanabilir.” (Marks-Engels: 1992, s.10)

Anarşizm ise bütün yabancılaşma biçimlerine karşı çıkar.

Yabancılaşmanın motivasyonları

Yabancılaşmayı motive eden çeşitli unsurlardan bazıları şunlardır: ideolojiler, dinler, kitle iletişim araçları, tüketicilik, yabancılaştıran emek vb… Ȍrneğin neden din yabancılaşmaya yol açar? Çünkü “dinin gerçekleri” sorgulanamazdır ve her zaman “Tanrı böyle buyurdu.” ya da  “kutsal kitapta öyle yazıyor.” denilir.

Psikanalist ve sosyolog Eric Fromm da bu kavranla ilgilenmiştir. Fromm, kapitalizmin yabancılaşma üzerindeki etkisinden söz eder; iş kişinin dışına çıkarak onu belirler.

Postmodern bir yanılsama içinde bulunan insan, düşünceyi de tüketmekte, ona da yabancılaşmaktadır. Sonuçta kendisini değersiz ve güçsüz hisseden kişi, yaşamı da anlamsız bularak hem kendisine hem de topluma da ileri boyutlarda yabancılaşır. Bu, kişinin kendinden ve herşeyden uzaklaşmasıdır.

Medya ve reklamlar da kişiyi kendisine ve topluma yabancılaştırır. Televizyon, medya, filmler, reklamlar ve medya da bu yabancılaşmanın dozunu arttıran etkenlerdendir. Gerçeği manipüle eden bu araçlar, kişiyi gerçek olmayan sanal bir yanılsama dünyasına iter. Sanatta da yabancılasmanin izlerine rastlanır. Sanat da yabancılaşmanın bir aracı durumuna gelebilir.

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, 1 milyondan fazla insan izole bir sekilde yaşamakta ve evlerinde kendilerini hapisteymiş gibi hissetmektedirler. İzolasyon; depresyon, anksiyete, ve düşük özgüven gibi ağır sağlık sorunlarına neden olabilir. İzolasyonun etkileri yalnızlık içerir ve bunun sonucu kişinin dayanma kapasitesi düşer. İzolasyonun birçok biçimleri vardır yalnız yaşamak gibi, duygusal izolasyon sonucu birey toplumla etkileşime girmez, güveneceği birisi de yoktur.

Sosyal izolasyon ve onun sonucunda da yabancılaşma ortaya çıkıyor.

  1. yüzyılın ikinci yarısının en önemli düşünürlerinden brisi olarak nitelenen Debord’a göre, toplumdaki gösteri, somut bir yabancılaşma  imalatına tekabül eder. Böylece birey, yaşamı kendi ürünü olduğu ölçüde yaşamından ayrı düşer. (Debord: 1996, s. 23)

Benjamin’e göre metaların kitlesel üretimi ve insan ilişkilerinin şeyleşmesi modern dönemin özelliklerindendir; buna teknolojik değişim neden olmaktadır; sonuçta geleneğe dayanan yaşam tarzı yok olur; imgeler metalaşırlar. (Walter: 1990, s.50-52.)

Marksizme eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşan Jean Baudrillard’in yabancılaşma  tezine göre,  postmodern bir dünyada yaşıyoruz ve gerçeklik yerine boşluk ve hiçlik var.

Küreselleşme boyutunda yabancılaşma

Küreselleşme de yabancılaşmanın boyut ve hızını arttıran etkenlerdendir.

Tüketim kapitalizmi bireyin sürekli tüketmesi üzerine kuruludur. Tüketim kapitalizminin çıkarları doğrultusunda durmadan geliştirilen ve Marks’ın “Kapital’de saptadığı gibi, meta fetişizmine yol açan teknolojik araçlar da günümüzde yabancılaşmayı arttırmaktadır. Ȍrneğin aynı evde kadın cep telefonundan Facebook’a girmekte, erkek dizüstü bilgisayarından internette sőrf yapmakta, çocuk ise tablet bilgisayarında oyun oynamaktadır. Ve bu aile üyeleri bőylece fiziksel olarak yanyana olmalarına karşın, birbirlerine gitgide yabancılaşmaktadır. Yine aynı masa etrafında oturup da, sohbet etmek yerine cep telefonları ile meşgul olan insanlar da aynı şekilde fiziksel olarak yanyana, ancak mental olarak birbirlerinden çok uzaktadırlar.

Tek merkezden yapılan manipülasyon ile televizyon, medya, internet … aracılığıyla da tek tip haber ve yorumlarla insanlar manipüle edilir ve yabancılaştırılır.

“Tüketici etiket ve marka satın alır.  “Ferahlatıcı tadı ‘ olan diş macunu  ile dişlerini fırçalar. Reklamlarda önerilen sigaraları içer. “Sinema yıldızları’nın kullandığı sabunla banyo yapar. “Rüyalar yatağı”nda uyur. Reklamlar tarafından uyarılan, yabancılaşmış tüketici kişisel zevk için bir araç olmaktan çıkar ve başlı başına bir amaç haline gelir. Horkheimer’in dedigi gibi, kişinin nesneler üzerindeki güç endişesi ne kadar yoğunsa, o kadar nesneler tarafından kontrol ediliyor demektir.” (Alienação de Consumo)

Horkheimer ile birlikte “Kültür endüstrisi” kavramını ortaya atan Adorno da yabancılaşma üzerine őnemli gőrüşler ileri sürmüş filozoflardandır.

Horkheimer gibi kendisi de Frankfurt okulu üyesi olan Adorno, Horkheimer ile birlikte kaleme aldıkları “Aydınlamanın Diyalektiği” adli kitapta, insanların otoritelerindeki artışın bedelini egemenlikleri altına aldıkları şeylerden yabancılaşmakla ödediklerini dile getirirler.(Adorno-Horkheimer: 1995, s.25)

Adorno ve Horkheimer, aynı kitapta radikal sosyalizasyonun radikal yabancılaşma demek olduğunu da ileri sürerler. (s.80)

Bütün bunlar sonunda “gösterişçi” bir yaşam biçimini benimseyen tüketici, “markalara” sahip olmak ister. Markalar, onun yanılsamaya dayalı dünyasında prestij metaları olmuştur. Artık o markaya sahip bir insandan çok, markalar, fetişler tarafından yabancılaştırılmış, kendi gerçek hayatını değil, onu sunulan yanılsamalar üzerine kurulu hayatı yaşayan bir insandır.

İnternetin  yabancılaşmaya etkileri

Günümüz toplumunda ise yabancılaşmanın boyutları genişlemiş ve araçları da çoğalmıştr. İnternet ve teknolojideki gelişmeler yabancılaşmayı boyutlandırmıştır.

İnternet, sosyal izolasyona o da yabancılaşmaya neden olabilmektedir. Sosyal izolasyon psikolojik ve duygusal olarak semptomlara neden olabilmektedir.

Fransız filozof Michel Foucault, iktidarın görünmeyen bir şekilde bireyin hayatının tüm kesitlerine yerleştiğini ifade eder ve bunun toplum  içerisinde var olan çeşitli kurumlar sayesinde yapıldığını savunur. Foucault, özellikle bilgisayarların denetleme süreci içerisinde eski gözetim kulelerinin yerini alacağını belirterek, bilgisayarın iş dünyasındaki işlevleri üzerinde yeni bir tartışmayı başlatır. Bilgisayarlar gerçekten iktidarın gücünü sürdürmesine olanak veren bir araç olarak mı ortaya çıkmıştır, sorusunu ortaya atar. Bu George Orwell’ın “1984” adlı romanındaki bireyin özel hayatını gözetleyen tele ekranlara benziyor.

Aslında bugün için sadece bilgisayarlar değil, video ve fotoğraf çekebilen, İnternet’e bağlanabilen cep telefonları da sistemin birer gözetleme kulesidir. Sistem açısından durum bőyleyken, sürekli denetlenen ve davranışları kontrol altında tutulan birey ise, “őzgür” olduğu yanılsamasıyla kendisine ve çevresine, ürettiklerine, doğaya tamamen yabancılaşmıştır. Bu durum aynı zamanda daha őnce de belirttiğim gibi bir meta fetişizmine neden olur.

Günümüzde sosyal izolasyona yol açan ve yabancılaşmayı hızlandıran teknoloji araçları ve diğer etkenlerin sayısı fazladır. IPOD’lar, cep telefonları, internet (chat, oyun…) Ȍrneğin aynı masada oturup da birbirinden sosyal olarak izole olmuş insanlar görebiliriz. Bunlardan birisi IPOD ile uğraşmakta, digeri cep telefonundan chat yapmakta, diğeri cep telefonu ile konuşmakta ve bir diğeri ise Facebook’ta en son gönderdiği mesajın kaç beğeni aldığına bakmaktadır. Aynı masayı paylaşan bu insanlar aslında diyalog yapmamakta, monolog yapmaktadırlar. Kalabalık yalnızlıklardır bunlar.

İnternetkafe sahibi bir kişiyi uzaktan tanıyordum. Yakın bir arkadaşım tanıyordu gerçekte kendisini.  Bu kişi evliydi. Bir bilgisayar oyunu bağımlısı olmuştu. Rüyalarında bile oyun gördüğü söylenirdi. Onu mutlu eden tek şey, oyunda atladığı basamaktı. Psikoloğa da tedaviye gidiyordu o sıralar. Eşiyle ilişkisi oldukça kötüleşmiş ve hem kendisine, hem de eşine yabancılaşmıştı. Sonraları adamın internetkafeyi satarak, eşiyle birlikte başka bir kente göç ettiğini duydum. Bu onun sorununu çözmüş müydü? Bilmiyorum. Oyun bağımlığı, bugün bu konuda uzman özel psikologlar tarafından tedavi ediliyor.

BU durum, sosyal izolasyona ve onun sonucunda da yabancılaşmaya neden oluyor. Ȍyle bir hale geldi ki, örneğin Smart televizyonlardan, bir evin izlenebileceği ortaya çıktı, ayrıca bu tip televizyonların kişinin neler izlediği ile ilgili olarak merkeze bilgi gönderdiği de açığa çıktı. Yani kişi evindeki odasında, bilgisayar ya da smart tv kamerası izlenebiliyor, hangi internet sitelerinde gezindigi ve neler yaptığı kayda alınabiliyor; “Büyük birader bizi gözetliyor” olgusu gerçeğe dönüşüyor. Teknoloji geliştikçe, buna paralel olarak insanın kendine yabancılaşması da artıyor.

İnsanlar özellikle Facebook’ta yedikleri yemekleri, gezdikleri yerleri, hatta hemen herşeyi paylaşıyorlar ve ne kadar güzel bir hayat yaşadıklarını diğerlerine göstermek istiyorlar. Bu yabancılaşmanın bir sonucu olan “gősterişçi yaşam biçimi”nin bir yansımasıdır őzünde. Birey, aslında yaptıklarından tatminsizdir.

Ama aslında bu insanların birçoğunun gerçek hayatları, mutsuzluk ve trajediden ibarettir. Tüketim toplumunun “gösterişçi yaşam biçimi”nden başka birşey değil bu özünde. Ancak internette, kendi gerçekliklerini farklı gösteriyorlar ve böylece kendi gerçeklerine de daha hızlı yabancılaşıyorlar.

İnternette chat (özellikle son zamanlarda Facebook) ortamında kurulan virtual ilişkiler, bilgisyar oyunları da, kişinin kendi gerçek ilişkilerine yabancılaşmasına yol açabilir. Kişi bir yanılsama dünyası içerisine girer ve gerçek ilişkilerinden kopmaya başlar. Böylece gerçeklik ile sanal gerçeklik birbiriyle yer değiştirir. Etrafında gerçekte sohbet edebileceği, kendisini anlatabileceği insanlar varken, kişi çeşitli nedenlerle chat ortamında hiç tanımadığı kişilerle sürekli sohbet etmeyi tercih ediyorsa, o zaman kişi “gerçek ilişkilerine” de yabancılaşmaya başlayacaktır. Çevresindeki insanlar, doğa ve kendisine yabancılaşan kişi, artık neredeyse yaşama amacını da bilmeyecektir.

Yabancılaşma, kendine ait olmamak, sisteme ait olmaktır.

Erol Anar


Referanslar

Horkheimer, Max-W.Adorno, Theodor: “Aydınlanmanın Diyalektiği Felsefi Fragmanlar I”, Kabalcı Yayinevi, Çev: Oğuz Ȍzügül, 1995, İstanbul.

Marks Karl: “1844 Elyazmaları Ekonomi Politik ve Felsefe”, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı: Ekim 2005, Ankara.

Marks Karl- Engels Friedrich: “Alman İdeolojisi”, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı: Temmuz 1992 Ankara.

Marks Karl: “Kapital 1. Cilt”, Eriş Yayınları, Ankara, 3. Basım, 2003.

“Social Isolation”, http://www.hamptontrust.org.uk/

“Trabalho de Alienação Social”, http://www.ebah.com.br/

Debord, Guy: “Gösteri Toplumu ve Yorumlar”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1996.

Benjamin, Walter (1990), “Benjamin, Baudelaire ve Pasajlar”, İstanbul; Argos Yayınları.

“Alienação de Consumo”, Ensaios Libertários, http://ensaiolibertario.blogspot.com

Yelman, Sirel: “Alienation in Marks and Baudrillard”, February 2012, Middle East Technical University, Ankara.

Anar, Erol: “Tüketim toplumunun kutsal mekânları AVM’ler ve Brezilya’daki AVM işgalleri üzerine”, 2014, http://t24.com.tr/yazarlar/erol-anar/tuketim-toplumunun-kutsal-mekanlari-avmler-ve-brezilyadaki-avm-isgalleri-uzerine,8417

Anar, Erol: “Yaralı Bir Yüreğin Güncesi”, Hera Yayıncılık, 2. Basım, 2000.

Weber: 1990, Akt: Derya Güler Aydın: “Kapitalizmde Bireyin Sorgulanması: Yabancılaşma ve Demir Kafes”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 43, Sayı: 2, Haziran 2010, s.17-32.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz