Georg Lukacs ve İnsanın Şeyleşmesi: “Tarih ve Sınıf Bilinci” Üzerine – Ufuk Akkuş

LukacsLukács, “Tarih ve Sınıf Bilinci” kitabındaki “Nedir Ortodoks Marksizm ?” adlı makalesinde Marksist yönteme ilişkin önemli bir saptama yapar:
“Diyelim ki Marx’ın tüm söylemlerinin nesnel yanlışlığı araştırmalarla tek tek ve kusursuzca kanıtlanmış olsun, o zaman her ciddi Ortodoks Marksist bu yeni sonuçları kayıtsız şartsız kabullenecek, Marx’ın temel tezlerini – Ortodoksluğundan vazgeçmeye bir an bile zorlanmaksızın – tek tek reddedecektir. O nedenle Ortodoks Marksizm, Marx’ın kendi araştırmalarının sonuçlarını hiç eleştirmeden kabullenmek demek sayılmaz ki, şu veya bu teze inanmak kutsal bir kitabı yorumlamak demek değildir ki… Tam tersine Ortodoksluk yalnız ve yalnız yöntem konusundadır; doğru araştırma veya sorgulama yönteminin diyalektik Marksizm’de bulunabileceği, bu yöntemin sadece onun kurucusunun anlayışı veya çizgisinde geliştirilebileceği, genişletilip derinleştirilebileceği şeklinde varılan bilimsel bir kanaattir.”[1]
Lukács’ın, Marksizm dönemindeki çıraklık yılları olarak belirttiği kesitte kaleme aldığı ve Hegelci anlayışın belirgin etkilerinin görüldüğü “Tarih ve Sınıf Bilinci” yapıtı için de aynı vurgulamayı yapabiliriz. Bu yapıttaki bütün argümanlar yanlışlansa bile, bu durum yöntemin sağlamlığına ve tutarlılığına ilişkin olumsuz tutuma neden olmamalıdır. Ateş Uslu’nun belirlemesiyle “Tarih ve Sınıf Bilinci”ndeki yöntem; tekil olguların toplumsal tarihsel bütünlük içindeki yerleriyle, bu bütünlükle ve birbirleriyle olan bağlantılarıyla açıklanması olarak ortaya konmaktadır.[2] Bu yapıt hakkında 1967 yılında kaleme aldığı önsözde sıkı bir özeleştiri geliştiren Lukács, temelde yapıtın idealist ve romantik yönlerini eleştirerek içinde bulunduğu durumu Marks’a giden yolda bir uğrak olarak nitelendirmiştir. O yıllarda Antonio Gramsci’nin “Hapishane Defterleri” ve Karl Korsch’un “Marksizm ve Felsefe” çalışmaları ile birlikte temel ve tartışma yaratan yapıt olarak görülen kitabın önemli hizmetini, Marks’ın yapıtlarında işlediği bütünlük kategorisine merkezi rolü yeniden kazandırmak ve Marks’tan bu yana kapitalizmin devrimci eleştirisinde yabancılaşma kavramına yapılan vurgu oluşturmaktadır. Üstelik bu vurgu, Marks’ın yabancılaşma konusundaki metinleri okunmaksızın ve şeyleşme kavramı çerçevesinde yapılmıştır.
1919-1922 yılları arasında sekiz denemenin birleşmesinden oluşan “Tarih ve Sınıf Bilinci”, Marks’ın devrimci yanını Hegel diyalektiği ve yönteminin ışığında bir kez daha güncelleştirmek amacıyla o zamanlar yapılan belki de en radikal girişim rolünü oynamıştır. Denemelerin kaleme alındığı yıllar için Lukács, düşünce dünyasının iki paralel eğilimde yol aldığını söyler. Bir yanda Marksizm’i benimsemek ve siyasal etkinlik, öte yandan salt idealist düzeydeki ahlak sorunlarını giderek yoğunlaştırmak.[3] Lukács, gençlik yıllarında Karl Marks, Georg Wilhelm Hegel, Wilhelm Dilthey, Soren Kierkegaard, Georg Simmel, Max Weber, Georges Sorel, Rosa Luxemburg, Heinrich Rickert, Winhelm Wendelband, Ervin Szabo gibi düşünürlerden etkilenmiştir.
Lukács, “Tarih ve Sınıf Bilinci”ndeki makalelerin Marks ile yoğun bir şekilde uğraşmasının ikinci döneminde (birinci dönemde Windelband, Rickert, Dilthey ve Simmel etkilidir) yazıldığını belirtir. Geçiş dönemi yapıtı olan bu kitapta Hegel’i Marks ile aşmak için girişilen bilinçli denemeye karşın diyalektiğin belirgin sorunları halâ idealistçe çözülür. Ancak, devrimci işçi hareketi ile uzun yılların pratiğinden gelen kaynaşması ve Lenin’in yapıtlarını incelemesi ile Marks ile uğraşmasının üçüncü dönemi başlar. On yıl süren pratik çalışmadan ve Marks ile en az on yılı aşan kuramsal boğuşmadan sonra diyalektik materyalizmin kapsayıcı karakterinin gözünün önünde somut olarak netleştiğini söyler. Lukács’a göre; bu netleşme Marks’ı hakiki anlamıyla öğrenmenin asıl şimdi başladığını ve bundan böyle de durmak bilmeyeceğini gösterir.[4]
Marks’ın gençlik yapıtlarını onun dünya görüşünü kapsayan toplu tasarıma dahil ettiğini belirten Lukács, 1930’da Moskova Marx Engels Enstitüsü’ne bilimsel araştırmacı olarak çağrıldığında Marks’ın gençlik yapıtlarından “Ekonomi ve Felsefe El Yazmaları”nı okuma fırsatı bulduktan sonra “Tarih ve Sınıf Bilinci”nde saplandığı bütün idealist yargıların yok olduğunu söyler. Lukács, kendisini kuramsal düzeyde böylesine sarsan fikirleri Marks’ın daha önce okuduğu yapıtlarında da bulabileceğini, ama bu konudaki eksikliğinin o metinleri kendi Hegelci yorumlarının ışığında okumasından kaynaklandığını vurgular.[5] “Tarih ve Sınıf Bilinci’nin” olumsuz yönlerine ilişkin öznel tutumdan kaynaklanan bu durumun yanı sıra dönemin egemen eğilimlerine de dikkat çekilir. Dünya tarihi açısından dev boyutlu bir dönüşüm, kendi kuramsal çabasını bulma çabasındaydı. Bir kuram, büyük bunalımın nesnel özünü değil de bu bunalımın sadece temel sorunları karşısında tipik bir tutumu dile getirebilmiş ise tarih açısından belli bir yere ulaşabilmiş sayılır.[6] Bu kuramda Lukács, kendi tutumunu mehdivari bir ütopyacılık şeklinde nitelendirir. Bu ütopyacılıkta proletarya tarihsel özne konumuna getirilir ve ona kendini ve dünyayı değiştirme misyonu verilir.
Lukács’a göre işçinin durumunun gücü, kesinlikle yabancılaşmasında yatmaktadır: onun ilk hareketi çalışmanın bilgisine doğru değil, bir nesne olarak kendisinin bilgisine, öz bilince doğrudur. Fakat bu öz bilinç, aslında bir nesnenin (kendinin, bir meta olarak kendi emeğinin, satmak zorunda olduğu yaşam gücünün) bilgisi olduğundan dış dünyanın meta niteliği hakkında orta sınıf nesnelliğine bağışlanmış olandan daha gerçek bilgi edinmesine izin verir. Burjuva için bir meta nispeten önemsiz bir katı maddedir ve onun meta ile ilişkisi bir tüketim ilişkisidir, işçi ise yapılmış ürünü üretim sürecindeki bir andan biraz daha fazla bir şey olarak tanır, çünkü çevresindeki nesneleri orta sınıf evreninin sonsuz doğal şimdisinden çok değişme halinde görecektir. Ayrıca aletlerin ve donanımın birbiriyle ilişkisini bildiği için dış dünyayı birbiriyle ilişkisiz şeylerin toplamı olarak değil, her şeyin başka şeye bağımlı olduğu bütünsellik olarak görür hale gelecektir. Böylece gerçekliği süreç olarak kavrayacak ve şeyleşmeyi çözecektir.[7] Lukács ön plana çıkarmasa da, bu kavrayış gücünü proletarya, üretim araçları karşısındaki konumundan ve artı değer sömürüsüne maruz kalmasından alır. Diğer bir deyimle bu konumlanma sınıf bilincinin oluşumunu ve toplumu dönüştürmenin altyapısını hazırlar.
En yüksek siyasi gelişim içinde proleter bilince özgü olan onun toplumsal düzeni bütünleştirme kapasitesi olmaksızın işçi sınıfı hiçbir zaman kendi koşullarının bilincine varamaz ve bu koşulları dönüştüremez. Onun durumunun doğru tespit edilmesi, zorla içine yerleştirildiği toplumsal bütünün içyüzünün anlaşılması olacaktır; öyle ki proleterin kendi bilincine varma anı ile kapitalist sistemin aslında ne olduğunu fark etme anı aslında özdeştir. Proletarya, hayatta kalabilmek için emek gücünü satmak zorunda bırakıldığından, meta fetişizmi üzerine kurulu bir toplumsal düzenin özü olarak görülebilir. Bu nedenle proletaryanın öz bilinci, meta biçiminin farkına varması ve bu edimiyle kendini aşmasıdır.[8] Bu tarz bir soyutlama proletaryanın kültürel ve örgütsel durumunun yanı sıra burjuvazi ve devlet ile ilişkileri düzeyinde ele alınmadığı zaman eksik ve romantik bir kavrayış olarak gözükmektedir.
Lukács’ın doğru sınıf bilinci görüşünde mantıksal bir sorun vardır. Çünkü eğer işçi sınıfı bu bilincin taşıyıcısı ise bu yargı hangi bakış açısına dayanmaktadır? Yalnızca proleter perspektifin bir bütün olarak toplumun hakikatini kavramaya olanak tanıyacağı iddiası hali hazırda söz konusu hakikatin ne olduğunun bilindiğini varsayar.[9] Her kapitalist bireyin kendi kişisel çıkarının peşinden koşması ve bu birbirinden kopuk çıkarların bütüncül sistem içinde nasıl birleştiği ile ilgilenmemesi burjuvayı, toplumsal bütüne ilişkin bilginin taşıyıcısı konumundaki işçi sınıfının antitezi durumuna getirir. Marks’ın iktisadi analizlerini Max Weber’in rasyonalizasyon kuramı ile birleştiren Lukács, meta biçiminin kapitalist toplumlarda toplumsal yaşamın her alanına nüfus ettiğini ve insan yaşamının insanlıktan uzaklaştırılması ve kapsamlı makineleştirilmesi şekline büründüğünü öne sürer. Toplumun bütünlüğü insan varoluşu üzerinde sanki doğal bir güçmüş gibi tahakküm kuracak olan bir yığın birbirinden kopuk, uzmanlık isteyen, teknik işler şeklinde parçalanır. İnsani özne bu şeyleşmiş ürünlerde kendi yaratıcı pratiğini tanıma gücünden yoksun, atıl, seyre dalmış bir varlığa indirgenir. İşçi sınıfı bu yabancılaştırılmış dünyayı kendisinin gasp edilmiş yaratımı olarak kabul etmeye ve onu siyasal praksis aracılığı ile geri istemeye başladığında devrimci tanıma anı gelmiş demektir. Proletarya kendisini olduğu gibi tanıdığı anda tarihin hem öznesi hem de nesnesi olur. Lukács’ın burada yaptığı şey Hegel’in tarihin özdeş özne-nesnesi olan mutlak tinin yerine proletaryayı yerleştirmektir.[10]
Hegel’deki özne-nesne özdeşliği süreci, “Tarih ve Sınıf Bilinci”nde toplumsal-tarihsel olarak kendini gösterir ve doruğuna, proletaryanın kendi bilincinde bu aşamaya ulaştığı zaman varır. Ancak, bu özdeşlik Hegel’de feragat edileni geri aldıktan, yabancılaşmayı içerip aştıktan sonra mutlak tinin en üst aşamasına ulaşması ve öz bilinçliliğin kendine dönüş şeklinde düpedüz mantıksal biçimde meydana gelmiştir.[11] Özne-nesne özdeşliği aynı zamanda teori-pratik özdeşliği anlamına gelir ve tarihsel öznenin iradi eylemini başat kılar. Bu özdeşlikten doğan proletaryanın praksis eylemi Spinozacı anlamda beden-fikir birliği ve aktif duygular ile benzerlik taşımaktadır. Lukács’ın, içinde bulunduğu koşulların ayrımına vararak kendini ve koşulları dönüştürme potansiyeli taşıyan tarihsel öznesi, Spinoza’nın neşeli ve coşkulu bakışını akla getirir. Negri’nin yerinde saptamasıyla; Spinoza düşüncesi politik bir düşüncedir. Her türlü yabancılaşmaya karşı kolektif özgürlüğün talep edilmesidir, toplumsal üretimin örgütlenmesi üzerinde dışsal bir komuta ve meşrulaştırma kurma yönündeki çabaların karşısındaki keskin bir zekâdır.[12]
Marks’ın Kapital’de işlediği meta fetişizmi kavramı, Lukács tarafından şeyleşme kavramı çerçevesinde ele alınır ve geliştirilir. İlk kez “Tarih ve Sınıf Bilinci”nde parçalanmışlık, ruhun bütünlük ihtiyacıyla değil üretim sürecinin ortaya çıkardığı maddi bir kayıp olarak değerlendirilir. İnsanın yabancılaşması, emeğin üreticiden bağımsız, nesnel bir karakter kazanmasıyla ve insanlar arasındaki ilişkilerin şeyler arasındaki ilişkilere dönüşmesiyle açıklanır. Bu ilişkilerin hayali bir nesnellik kazanmasıyla insan yabancı bir sisteme eklenmiş soyut bir parçaya dönüşmüştür. Bütünlük, proletaryanın tarihin ve bilginin hem öznesi hem de nesnesi olma ihtimaliyle birlikte geleceğe yönelik bir anlam kazanmıştır. Lukács’ın özne ile nesnenin ayrılığı düşüncesinden özne-nesne birliğine olan yolculuğu, düşünce tarihi içinde Kant’tan Hegel’e ve Marks’a uzanan bir yolculuktur. Ama aynı zamanda bu değişim Lukács’ın kendi ülkesi Macaristan dahil Avrupa’da birkaç ülkede birden devrimin maddi bir ihtimal olarak belirmesinin, dünyanın öznenin ruh halleri doğrultusunda değil, kolektif bir öznenin eylemiyle değişme ihtimalinin ortaya çıktığı bir dönemin ürünüdür.[13]
Proletarya, kültürüyle tamamıyla gelişip insanlığından soyutlanmayı pratikte tamamladığı zaman kendini kurtarabilir ve kurtarmak zorundadır. Çünkü insan, proleter sınıf içinde kalmakla kendini yitirmekte ve bu yıkımın teorik bilincine ulaşmakla kalmayıp bu insanlık dışı durumuna isyan etmeye itilmektedir. Proletarya kendi yaşam koşullarını, kendi durumunda yoğunlaşmış olan insanlık dışı tüm yaşam koşullarını ortadan kaldırmadan kendini kurtaramaz.[14] Proletarya kendi sınıfsal durumunun bilincine ancak toplumu bütünüyle kavradığında varabilir. Kendine yönelik bilgisi ile bütüne yönelik bilgisi çakıştığı için de proletarya kendi bilgisinin hem öznesi hem de nesnesi haline gelir.[15] Lukács, proletaryanın bu aşamaya nasıl geleceği konusunda net bir yorum geliştirmez, ayrıca ekonomik sömürü, üretim ilişkileri, üretici güçler ve ekonominin belirleyiciliği gibi olgulara pek değinmez. Burada işçi sınıfı bilincine, ideolojinin olumlu yönü atfedilerek tarihsel dönüştürücü misyon yüklenir. Böylece Marksist literatürde yaygın bir şekilde yanlış bilinç olarak tanımlanan ideoloji kavramının farklı yönü gündeme getirilir.
Lukács, “Marksist olarak Rosa Luxemburg” adlı denemesinde proletaryanın sınıf bilincinin aldığı şeklin parti olduğunu söylerken de devrimci kitle eylemlerini ekonomik süreçlerdeki yasaların zorunlu sonucu olarak tanımlayarak determinist bir tutum geliştirir. Lukács, “Tarih ve Sınıf Bilinci”nin Türkçe çevirisinde yer almayan önemli makalesinde; tarihin hareketinin kapitalizmin ekonomik sürecinin, bir dizi kriz yoluyla otomatik ve kaçınılmaz biçimde sosyalizme varacağını gösterir biçimde yorumlanmasının yanlışlığına ve benzer ekonomik konumda olan işçilerin sınıf bilinçlerinin olgunluğundaki büyük farklılıklara değinerek, yapıtın geneline hakim olan öznelci bakışının tam tersi yönünde teorik bir tutum almıştır.[16]
Lukács’ın “Tarih ve Sınıf Bilinci”nde analiz ettiği; dolayım, özne nesne özdeşliği, bütün ve bütünlük kavramları Marks’ta meta fetişizmi ve yabancılaşma kavramından türetilen ve geliştirilen şeyleşme kavramı ile bağlantılıdır.
Lukács, Marks’ın Kapital’e meta analizi ile başlamasının rastlantı olmadığını, insanlığın gelişme veya evrim aşamasında her sorunun gelip dayandığı yerin metanın yapısını çözmek ile ilintili olduğunu öne sürer. Burjuva toplumundaki tüm nesnelleşme biçimleri ve bu biçimlere denk düşen öznellik biçimlerinin kökünü meta ilişkisinin yapısında bulmak mümkündür.[17] Önceden toplum; insanlar arası ya da doğa ile ilişkiler üzerinden tayin edilirken bu ilişkiler şimdi metaya dönüşmüştür, artık her şeyin bir fiyatı vardır. Hatta emek gücü de diğer metalar gibi piyasada alınıp satıldığından metalaşmıştır. Lukács, bu sürece genel anlamıyla bir şeye dönüşme demek olan toplumsal süreçlerin parçalanması ve gerçek olmayan suni şeyler yığınına dönüşmesi anlamına gelen “şeyleşme” adını verir. İşçi, sermaye ve ücret sisteminin kölesi olur. Aynı zamanda işçi, sermayedar ile görünüşte özgür ve eşit bir anlaşmaya vardığından bu şeyleşme sömürünün doğasını anlaşılmaz kılar.[18]
“Şeyleşme” olgusu, insanın kendi faaliyetini, kendi emeğini insanın karşısına nesnel bir şeymiş, insandan bağımsız bir şey olarak, insana yabancı olan yasalar çerçevesinde şekillenir. Ve bu karakteristik durum hem nesnel hem de öznel düzlemde ortaya çıkar. Nesnel olarak ortaya çıkmasının nedeni, olmuş-bitmiş şeylerden ve şeyler arası ilişkilerden ortaya çıkan (metalar ve metaların hareketinden meydana gelen bir dünya) bir dünya yaratmasından kaynaklanır. Bu dünyanın yasaları insanlar tarafından yavaş yavaş öğrenilip kabul edilmiş, ama bu yasalar insanların karşısında artık kendi kendine çalışan, yani insanların başa çıkamayacakları kuvvetler şeklinde yer alır. Aynı karakteristik, öznel düzlemde de ortaya çıkar, çünkü meta ekonomisinde insanın faaliyeti insanın kendisine karşı da nesnelleşir ve meta haline gelir. Yani toplumdaki doğa yasalarının insana yabancı olan nesnelliğine boyun eğer ve bu faaliyet bu meta şekliyle kendi hareketlerini insandan bağımsız olarak yürütmek zorunda kalır.[19] Kapitalist toplumun insanı, kendisinin yarattığı ve kendisine bile yabancı doğal fenomen gibi gözüken bir gerçeklikle yüz yüzedir: o tamamiyle bu gerçekliğe özgü yasaların insafına kalmıştır. Onun faaliyeti tek tek birtakım yasaların kaçınılmaz olan gerçekleşmesini kendi çıkarı için kullanmaktan öteye geçemez. Üstelik bu faaliyetinde bile olayların öznesi değil nesnesidir. Onun faaliyet alanı bu yüzden tamamiyle içine yöneliktir. Bu alan, bir yandan onun yararlandığı yasalara ilişkin bilinçliliğidir, öte yandan olayların gidişi karşısında içinden duyduğu reaksiyonlara ilişkin bilinçliliği.[20]
Piyasada hüküm süren yasalar şeyleşmenin nesnel yönünü oluşturur. Soyut emekler arasındaki biçimsel eşitlik, insan emeğinin ussallaşması ve giderek nitelik açısından bir özellik taşımaması ile el ele gider. Emek, bu süreçte ölçülebilirlik ilkesine tabi olarak salt nicelik haline gelir. Ürünün nitel özelliklerinin oluşturduğu organik birliği, onun meta olarak sahip olduğu birlik ile bağlantısını yitirir. Bu nesnel sürece şeyleşmenin öznel boyutu tam olarak tekabül etmektedir.[21]
Lukács, fetişizmde bilincin, siyasetin ve tarihin bir kavramsallaştırılmasını içeren bütünsel bir felsefe geliştirir. Bütünlük kategorisi soyut aklın analitik düşüncesine karşıdır. Ve doğuşu şeyleşme teorisi tarafından mümkün kılınan diyalektik düşünce tarzının tipik kategorisidir. Lukács’ın şeyleşme teorisi; Horkheimer, Adorno ve Habermas’a kadar bütün Frankfurt Okulu’nun en gözde temalarından biri olacaktır. Öte yandan Heidegger’in “Varlık ve Oluş” kitabında, “Tarih ve Sınıf Bilinci”ne tamamen sadık kalınarak yapılan göndermeler bulunur. Lukács’ın teorisi, ticari değerler dünyasında öznelerin bizzat kendilerinin evrimleştiği ve şeyler haline dönüştüğü şeyleşme, nesneleşme deyiminin bunu ifade ettiği fikrine dayanır. Marks, metalar arasındaki (denklik, fiyat, mübadele) ilişkilerin özerklikle donanmış olduklarını, onların yalnızca kişisel ilişkilerin yerine ikame edilmelerinin değil, aynı zamanda kişileri de temsil etmelerinin bundan dolayı olduğunu söylemişti. Lukács ise iki farklı düşünceyi bir araya getirir. Ekonomik kategorilerin ticari nesnelliğinin özellikle de burjuva dünyasında bilimsel nesnelliğin modeli olduğu, bunun da niçin doğa bilimlerinin modern çağda meta ilişkilerinin genelleşmesiyle aynı zamanda gelişmiş olduklarını anlamayı mümkün kıldığı fikridir. İkincisi, hesaplama ve değer ölçümü olarak nesnelleştirme ya da aklileştirmenin tüm insani faaliyetlere yayıldığı, yani metanın tüm toplumsal konu, nesne ve amacın biçimi ve modeli haline geldiği fikridir.[22]
Lukács’ın, soyut ve somut, teori ve pratik, nihai hareket ile güncel hareket gibi Marksizm’in temel ikiliklerini kuramsal bir çerçeveye yerleştirme çabasında başvurduğu en önemli kavram dolayımdır. Lukács’ta ikiliği oluşturan öğelerden hiçbiri diğerini mutlak olarak dışlamaz. İkiliğin her öğesi diğerine doğru bir dolayıma sahiptir. Her diyalektik ilişkide olduğu gibi ilişkinin kuralları ancak bu dolayım sayesinde somutluk ve gerçeklik kazanır.[23] Dolayım, belli bir ara terim yoluyla bağlantılar kurmak demektir. Marksizm, bütün felsefe dallarının özerkliğini reddeder ve bu dalların uğraştığı sorunları nesnel belirlenimleri, iç bağlantıları ve karmaşık dolayımlarının bütünü içinde toplumsal varlığın yetkin bir incelemesinin parçaları olarak görür. Dolayım kavramı tarihsel ve toplumsal belirlenimlere tabi somut bağlantıları ifade eder. Bu çerçevede, örneğin para, mübadele ve özel mülkiyet, insanın doğa ile ilişkisini (emeğini) dolayımlayan ikinci dereceden dolayımlardır. İnsanın doğa ile kurduğu ilişkinin tarihsel özgüllüğünü taşıyan toplumsal ilişki biçimleridir. Kapitalizmin bütün içindeki yerlerini kavramak, ona özgü dolayımları düşüncede yeniden üretmektir.[24] Özne-nesne ikilemi değil doğa-tarih ikilemini çıkış noktası olarak kabul eden Lukács, tarihi doğal belirlenimlerinden ayırmayı temel alarak tarihselci bir bakış açısı geliştirir. Bu noktada birbirine bağlı iki tür tarihselcilikten söz edilebilir. Birinci anlamıyla tarihselcilik, toplumsal olayların nedenlerinin doğal kanunlar olmadığını vurgulayan, tarihsel koşullar ve süreç içinde oluşan ve dolayısıyla eleştirilmeye, dönüştürülmeye açık olgular olduğunu öne süren yöntemsel tavırdır. İkinci anlamıyla ise, doğanın tarih karşısında özerkliği olmadığını savunan ve doğayı tarihin bir kategorisi olarak gören bir ontolojik konumlanıştır. “Tarih ve Sınıf Bilinci”nde her iki anlamıyla da tarihselciliğin savunulduğu söylenebilir. Lukács, hayatının son yıllarında ise, doğayı dışlamadan toplumsal varlığı eleştirel olarak ele alan bir sistem geliştirme çabası içine girmiştir.[25]
Tarihsel özneye önemli vurgu yapan, şeyleşmeyi aşmak için özne-nesne ve teori-pratik özdeşliğine dayanan bütün anlayışı ve sınıf bilinicinde sıçramalı bir görüş geliştiren Lukács, 1925 yılından sonra ekonomi politiğe yönelir ve Marks’ın ekonomi politik ile diyalektik arasındaki bağlantıları daha açık olarak kavramaya başlar. Eski öznelci yaklaşımın yerini üretici güçler/üretim ilişkileri diyalektiği almış ve doğanın ve üretimin belirlediği bütün anlayışı ile nesnel dünyanın devinim yasaları ön plana çıkmıştır.
Yaşamının son yıllarında kaleme aldığı ve tamamlayamadığı “Toplumsal Varlığın Ontolojisi” kitabında, günlük hayatın somut varoluş biçimlerinden hareket ederek belli soyutlamalar yapmak suretiyle bazı temel kategorilere varmak ve sonra bu kategoriler aracılığı ile somutu düşüncede yeniden kurmak şeklinde özetlenebilecek Marksist yöntem anlayışını geliştirir. Bu soyutlamaların özelliği ekonomik olanın sınırlarının ötesinde tarihsel-toplumsal bütünden hareketle yapılmış ontolojik olarak belirlenmiş soyutlamalardır.[26]
Lukács’ın “Tarih ve Sınıf Bilinci” yapıtı; kapitalist sistemde ortaya çıkan muazzam metalar yığınının yabancılaştırıcı etkisini şeyleşme kavramı çerçevesinde açıklamak, proleteryanın nesnel konumundan ötürü özne-nesne özdeşliğine dayanarak tarihsel özne rolünü ön plana çıkarmak ve toplumu bütünsellik kavramı dolayımında diyalektik yöntem ile analiz etmenin yanı sıra, onun kişisel kuramsal düşünce dünyasının gelişim uğraklarını da estetik biçimde ortaya sermiştir. Hegelci anlayıştan uzaklaşarak nesnelliğe ve toplumsal varlığa öncelik veren daha sonraki yapıtlarının da romantik altyapısını oluşturmuştur.

Ufuk Akkuş
Kasım-Aralık 2011, Koridor Dergisi

Kaynaklar
Balibar, Etienne. Marx’ın Felsefesi, çev: Ömer Laçiner, İstanbul: Birikim Yayınları, 1996.
Çulhaoğlu, Metin. Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1997.
Eagleton, Terry. İdeoloji, çev: Muttalip Özcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996.
Gürbilek, Nurdan. “Parçalanmış Zamanın Akışında”, Defter, Sayı.1, Ekim-Kasım 1987.
Jameson, Fredric. Marksizm ve Biçim, çev: Mehmet H. Doğan, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2006.
Lukács, György. Tarih ve Sınıf Bilinci, çev: Yılmaz Öner, İstanbul: Belge Yayıncılık, 1998.
Lukács, Georg. Marksist İmgelem, haz: Ali Şimşek, Mediha Göbenli, Veysel Atayman, İstanbul: Yeni Hayat Kütüphanesi, 2004.
Lukács, Georg. “Örgüt Sorunu Metodolojisine Doğru”, Sosyalist Politika, Sayı.1, Mayıs 1994.
Negri, Antonio. Aykırı Spinoza, çev: Nurfer Çelebioğlu ve Eylem Canaslan, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2011.
Perry, Matt. Marksizm ve Tarih, çev: Gül Tunçer, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010.
Savran, Gülnur Acar. Özne-Yapı Gerilimi Maddeci Bir Bakış, “Lukács’ın Felsefi Mirası”, İstanbul: Kanat Yayınları, 1996.
Uslu, Ateş. Lukács Marx’a Giden Yol, İstanbul: Çivi Yazıları Yayınları, 1996.
Uslu, Ateş. “Lukács’ın Ontoloji’sinde Emek ve Gündelik Yaşam”, Praksis, Sayı.16, Güz 2006.


[1] György Lukács, Tarih ve Sınıf Bilinci, çev: Yılmaz Öner, İstanbul: Belge Yayıncılık, 1998, s.53-54.
[2] Ateş Uslu, “Lukács’ın Ontolojisinde Emek ve Gündelik Yaşam”, Praksis, Sayı.16, Güz 2006, s.51.
[3] Lukács, Age, s.9.
[4] Georg Lukács, Marksist İmgelem, haz: Ali Şimşek, Mediha Göbenli, Veysel Atayman, İstanbul: Yeni Hayat Kütüphanesi, 2004, s.28-31.
[5] Lukács, Age, s.38-39.
[6] Lukács, Age, s.26.
[7] Fredric Jameson, Marksizm ve Biçim, çev: Mehmet H. Doğan, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2006, s.165-166.
[8] Terry Eagleton, İdeoloji, çev: Muttalip Özcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996, s. 140.
[9] Eagleton, Age, s.142-143.
[10] Eagleton, Age, s.143-144.
[11] Lukács, Age, s.23.
[12] Antonio Negri, Aykırı Spinoza, çev: Nurfer Çelebioğlu ve Eylem Canaslan, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2011, s.133-134.
[13] Nurdan Gürbilek, “Parçalanmış Zamanın Akışında”, Defter, Ekim-Kasım 1987, Sayı.1, s.96-97.
[14] Lukács, Age, s.80.
[15] Lukács, Age, s.79.
[16] Georg Lukács, “Örgüt Sorunu Metodolojisine Doğru”, Sosyalist Politika, Mayıs 1994, Sayı.1, s.110.
[17] Lukács, Age, s.157.
[18] Matt Perry, Marksizm ve Tarih, çev: Gül Tunçer, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, s. 145.
[19] Lukács, Age, s.161-162.
[20] Lukács, Age, s.227.
[21] Gülnur Acar Savran, Özne-Yapı Gerilimi Maddeci Bir Bakış, “Lukács’ın Felsefi Mirası”, İstanbul: Kanat Yayınları, 1996, s.201.
[22] Etienne Balibar, Marx’ın Felsefesi, çev: Ömer Laçiner, İstanbul: Birikim Yayınları, 1996, s.93-94.
[23] Metin Çulhaoğlu, Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1997, s.223.
[24] Savran, Age, s.197.
[25] Ateş Uslu, Lukács Marx’a Giden Yol, İstanbul: Çivi Yazıları Yayınları, 1996, s.133.
[26] Savran, Age, s.226.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz