İnsanın ilk ayrılığı doğumdur, doğumuyla barışmalı insan… – Gülderen Kılıç

İnsanoğlu ayrılık, acı, üzüntü gibi kötü duygulardan kaçmak için her yolu denese de bundan kaçamayacağı doğumuyla kendini hatırlatır. Çünkü insan gelişmek büyümek için rahat ve güvenli olanı bırakmak zorundadır, bu sancılı süreç insanın yakasını ölünceye kadar bırakmaz.

İnsan, hiçbir şey yapmadan, insan ilişkiler kurmadan, kendi çevresi ya da toplum içinde bir rol, görev edinmeden, fiziksel ve ruhsal olarak yaşaması oldukça zordur; yaşasa da ya ruhsal olarak hasta olması gerekir ya da ağır fiziksel rahatsızlığı. Bu yüzden de insan kendini yenilemek, üretmek ve bir şey yapmak zorundadır, kısacası deneyim; insan için şarttır.

Evrimsel olarak kişi doğumla birlikte dünyaya gelip yaşamak, ilerlemek zorundadır, daha güvenli olanda kalmaya insanın gelişim şekli izin vermemektedir. Doğmadan yaşayamaz, büyümeden yaşayamaz, etkin olmadan yaşayamaz, üretmeden yaşayamaz, toplum içinde yer edinmeden yaşayamaz gibi. Bunların hepsi yeniden doğum gibidir.

İnsan doğduğu anne karnından vazgeçmek, sonra da çocukluğun güvenli  alanından çıkmak yetişkinliğin gerektirdiklerini yapmak zorundadır. Güvenli bulduğu alanda kalmakta ısrar etmek oranın güvensiz olmasına neden olmaktadır, gelişimini tamamlayan bebek doğmazsa ölür, yaşayamaz.

Birey için kendi gelişimsel zamanı içinde bulunduğu yer güvenlidir, sonrasında değil, her yaşam döneminde de bu böyledir. Bazen kişi hayatını sınırlı tutarak kendini güvenli alan yaratır, böyle olunca  ruhsal ve fiziksel hastalıklar başlar ve buna ek olarak da birlikte olduğu kişilerle ilişkileri bozulur; genişleme, gelişim olmadığı için fiziksel, ruhsal alan daralır çünkü. Gelişim dönemini tamamlayıp bir sonraki evreye geçemeyince güvenli denilen yer  güvenliğini kaybetmeye başlar.

İnsanoğlunun ilk yaşadığı travma, ilk ayrılığı doğumdur. Bebeğin doğumuyla ilk ayrılık ve ilk yas süreci başlamaktadır. Anne karnında bebek tam pasif konumdadır. İhtiyaçlarının karşılanması için hazırlanmış koşullarda gelişmekte, beslenmekte, korunmaktadır ve bunlar için hiç bir şey yapması gerekmemektedir. Dış uyaranlar bir miktar etkilese de onu koruyan bir duvar vardır.

Doğumla birlikte  ilk ayrılık; anneden, anne bedeninden, anne karnından ayrılmak, ayrılmak zorunda kalmakla olur. Bebek yaşamak için bilmediği bir yere, dışarıya, dünyaya çıkar, çocukların büyük kısmı hayatı deneyimlemeyi seçer, anne bebeğiyle birlikte geçecek hayatın hayalini kurar ve çocuğunu dünyaya davet eder. Anne karnında duyusal olarak dünyayla ilgili izlenimleri olan çocuk doğumla birlikte dünyanın kendisiyle tanışır.

Yine de dünya, dışarısı, tekinsiz, kestirilemez ve kontrol edilemez bir yerdir bebek için. Anne karnında bu dünyadan bir haberken  bebek kendi çaresizliğine doğar, ilk yas süreci başlar, pasiflikten aktifliğe, bir olmaktan tekliğe, çaresizlikten yetkinliğe giden yolda ilk vazgeçilen anne karnının o güvenli sularıdır ve o sulardan karaya çıkılır.

Çocuk ilk deneyimlerini yaşar, üşür, ağlar, acıkır, ani bir ses duyar, bir an da sessizlik olur, sevilir, bazen sevilmez, altı ıslanır, banyo yaptırılır rahatlar bir sürü deneyimi hızla yaşar ve bu deneyimler onun dünyaya bağlanmasını, tutunmasını sağlar ve bu da ayrılık sürecini kolaylaştırır. Tartının ağır bastığı taraf çocuğun ihtiyaçlarının karşılandığı taraf (sevgi, beslenme, korunma) olduğunda diğer tarafta bulunan acı, engellenme, yoksunluk gibi duygular baş edilir olur. O zaman yas için kendisi zor, süreci güçlendirici, sonucu tatmin edicidir diyebiliriz.

Bebeklik döneminde doğum sonrası yaşadığımız ilk yas sürecini nasıl tamamladığımız ileride yaşayacağımız kayıplar, yoksunluk, ayrılık karşısındaki tepkilerimizin nasıl olacağının da ilk tohumunu atar. Sonraki deneyimlerimiz çok önemlidir özellikle çocukluk çağı deneyimlerimiz; çocukluk çağı bakıcıları; anne-baba yada onların yerini tutan kişilerin çocukla kurduğu ilişkinin kalitesi. Anne-babanın geçmiş kayıpları nasıl yaşadığı, yas sürecini yaşayıp yaşayamadığı çocuğun bu tarz duygularla ne yapacağının, nasıl baş edeceğinin de habercisi olur. Anne-babalar bu süreçleri sağlıklı yaşamış ve tamamlamışsa  temel güven duygusunu çocuklarına da aktaracaklardır, fakat kaotikse anne babanın ruhsallığı çocuk da dünyayı onların gördüğü gibi içselleştirecektir.

Yetişkin olmak yas yaşayabilmektir, vazgeçmeyi bilmektir büyümek için. Beynimiz haz ilkesiyle çalışırken bunu nasıl başaracağız ya da başarabiliyor muyuz? Yetişkini çocuktan ayıran en önemli şey; çocuk hazzı hemen tatmin etmek ister (ne istiyorsa hemen olmalıdır), yetişkin kişi ise bireysel ve sosyal  gerçekliği  gözetir, o an ki hazzı erteleyebilir, ondan vazgeçebilir. Sadece biyolojik büyüme bu çocuksu hazlardan vazgeçmek için yeterli değildir. Kişinin çocuksu ihtiyaçları; sevgi, şefkat, sınır ve engellenme gibi büyümek ve olgunlaşmak için karşılanmadığında kişi engellenme ve kayıp gibi büyük-küçük  travmalar, ayrılıklar karşısında kırılmalar yaşayabilir, yoğun tepkiler verebilir. Gerçekliği kabul etme, yaşanan duyguları sindirme, süreci tamamlama, süreç içinde dersler çıkarma, kendini dönüştürme, değiştirme ve dünyaya, çevreye, kendine başka gözle bakma fırsatı yaratan yas sürecini kişi ya inkar eder veya bilinçli ya da bilinçdışı olarak bastırır.

İnsanlar terapide de kayıp duygusunu yaşamak da zorlanır, sendeler, çocuksu hazlarından (onu hemen mutlu eden kötü duygularından koruyan şeylerden; alışveriş, seks, alkol gibi) olumsuz sonuçları da olsa hayatını zorlaştırsa da vazgeçmek istemez, onları korumak ister. İyi şeylerin kaybında olduğu gibi, bizi mutsuz eden alışkanlıklardan, kişilerden ayrılırken de kayıp duygusu yaşarız.

Kişiler, kayıp duygusunun vereceği üzüntü, acı, boşluk, yalnızlık gibi, duyguları yaşamak istemez fakat iyileşmek ister. Olumsuz duygulara, kayıpların ve ayrılıkların yarattığı duygulara bakmadan, bu duyguları yaşamadan ve kabul etmeden iyileşme ister. Fakat bu mümkün değildir, bu çözüm sadece geçici bir süre iyilik hali yaratır ve kişi sürekli kendini iyi hissettirecek kişi ve durumların arayışında olur, bu hem çok yorucudur hem de etkisi geçicidir, kişinin zamanın oradan oraya savrularak geçmesine, hayat kalitesinin düşmesine neden olur, yakın ilişkileri bozulur, üretkenliği düşer, aşrı para harcayabilir, zararlı alışkanlıklara yönelebilir.

Kaybettiklerinin ya da ayrıldıklarının yasını tutmak ( bu duygular yoğunsa ve kişi bunlarla tek başına baş edemiyorsa bu süreci bir uzmanla geçirmesi ve tamamlaması uygundur), kişiyi olgunlaştıracak, iyileştirecektir.

Yas sürecini sağlıklı tamamlamak; olumlu-olumsuz duygularımızın ruhsal bütünlüğümüze katılmasını sağlar, yetişkin bir insan olarak kendimizi var etmeye başlarız ve iç sesimiz rehberimiz olur.

Modern çağ hızlı bir çağ olduğundan durmak, beklemek, dinlemek, yaşanan belli bir şeyin -iyi ya da kötü olabilir- sürecinin tamamlanmasını beklemek, sabretmek kişileri zorlar. Yine de yas sürecini tamamlayıp olgunlaştırıcı sevgiyi dönüştürecek yollar, yönler bulmak mümkün. Yaşadığınız deneyimleri olumlu ya da olumsuz da olsa değerli ve anlamlı bulmak, ilişkilerinizi derinleştirmek, kendinizi dinleyebileceğiniz yerler zamanlar, yaratmak, kendinizi keşfedeceğiniz ilişkiler deneyimlemek…

Kişiler kendi travmalarının yasını yaşayabildiklerinde gelecek kuşaklara da katkıda bulunmuş olurlar. Çünkü, yaşanmamış travma yeni kuşağa aktarılır, bazen kişi bunun bilincindedir, bazen farkında bile değildir. Kendi travmalarının duygularını yaşayabildiklerinde duygular boşalır ve yas tamamlanır, yeni kuşaklara (çoğunlukla çocuklarına) aktarılmasına da ihtiyaç kalmaz ve böylece bir sonraki kuşak önceki kuşağın acılarını, travmalarını değil kendi hayatının travmalarını taşır, onların sorumluluğunu alır.

Herkes kendi acısını, kendi kaderini sahiplendiğinde ayrı bireyler olduğumuzu ruhsal olarak da kabul etmiş oluruz, gerçek, eşit, farklılıkları kabul eden ilişkiler kurarız.

Doğumla başlayıp büyüme, yetişkin olma ve toplumsal olmayla devam eden ve tekrar doğumla (çocuk yaparak) ve büyümeyle yetişkin olma ve toplumda yer edinmeyle  kendini tekrar eden süreç ve bitmeyen arayış…

İnsanlığın bunca sancısı anne karnını arayışı belki, anne karnının kendini biricik, özel hissettirdiği, yaşamak için nefes almasının bile gerekmediği yer, masalların vaat ettiği huzur, mutluluk. İnsanoğlu belki de önce doğumuyla barışmalı…

Uzm.Psk. Gülderen Kılıç

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz