Hikaye: Sen İşine Bak, Her Şey Yolunda – Italo Calvino

Italo CalvinoKaraborsa işi yorucu ama iyi para getiren, özgür ve farklı bir iştir. Erkek kadın tıkış tıkış kamyonlarda ya da yük vagonlarında hayvanlarla birlikte yolculuk eder, polis kontrolü noktalarında ne çıkarsa bahtına diye önlerine gelen arabalara saldırır, nerede olursa olsun, beş kişi, altı kişi artık odaya kaç yatak sığarsa bazıları da yerde yatarak, hanlarda geceler.

Örgülü saçlı kız böyle az ve rahatsız uyumaya alışık değildi. Bu ilk yolculuğuydu, giderken yağ, dönüşte de un taşımışlardı.
Erkenden şafak söktü, pencereler aydınlanınca yataktaki kabarıklıkları gördü, solukları duydu. Costantina köydeki evinde hep erken kalkmaya alışıktı, artık uyuyamayacağını anladı. Yanındakileri dirsekleyerek yavaşça yataktan çıktı, yerde bir sürü ayakkabının arasında kendininkileri buldu, bumburuşuk olmuş kırmızı entarisine çekidüzen verdi, örgülerinin açılmış uçlarını yeniden ördü ve ses çıkarmadan yürümeye çalışırken yerde yatan bir zavallının üstüne bastı, adam inleyerek öbür yanına döndü.

Dışarıda sarı bir gökyüzü, boz renkli bir deniz, dallarından lifler sarkan kuru palmiyeler ve hala uykuda gibi duran küçücük evler vardı. Costantina, “Neredeyse sabah olacak,” diye düşündü. “Sabah olur akşam olur, ben karaborsacılık yaparım; sabah olur akşam olur, evcağızıma dönerim.” Uzaklarda belli belirsiz gökyüzüne yansıyan tepeler alacakaranlıkta gittikçe büyür gibiydiler. Bombardımanlar sırasında yıkılmış bir köprü ve alçak bir duvarın üstüne oturmuş ona bakan bir çocuk gördü.

“Hey çocuk!”

Bu, bombalanmış köylerde ve askeri lojmanlarda dolaşan, kafası sıfır numara tıraşlı, tıknaz, yaşlı bir adam gibi kurnaz suratlı’ Adelchi’ydi. Sırtındaki kocaman asker kaputunun altından görünen incecik, kirli bacaklarıyla tıpkı bir güvercini andırıyordu. Omuzunda boş bir teneke kutu, dolu bir torba ve içinde tahtadan yapılmış hissini veren bir ispinoz olan bir kafes asılıydı.

“Kız, nereye gidiyorsun?” dedi çocuk.

“Öbürlerinin uyanmasını beklerken azıcık dolaşayım dedim.”

Adelchi onaylar gibi başını salladı ve “Sen işine bak, her şey yolunda,” dedi.

Costantina, “Ne?” diye sordu.

Adelchi, “Ben ne dediğimi bilirim,” diye mırıldandı.

Costantina, “Ben karaborsacılık yapıyorum,” dedi.

Çocuk, “Ya ben ne yapıyorum sanıyorsun?” dedi. Sonra torbasını öne döndürerek, “Bak, hep Amerikan eşyası dolu, konserve kutuları,” diye ekledi.

Costantina, “Bu çocuk işini biliyor” diye düşündü, “Boyuna boşuna bakmadan konserve karaborsacılığı yapıyor; kim bilir anası babası ne mutludur.”

Sonra kendi kendine, “Şimdi ona, karaborsacıların hep birbirlerine sordukları şeyi soracağım, o zaman benim de gerçekten bu işi yaptığımı anlayacak,” dedi.

“Kaç para verdin?” .

Adelchi, “Hiç vermedim” dedi. “Füfüüyyyyt!”

Islık çalarak elini burnuna götürdü ve nanik yaptı. Derken kafesteki ispinoz da bir ıslık tutturdu ama Adelchi kuşu susturmak için kafese bir yumruk indirdi.

“Hepsini satıyor musun, yoksa birazını kendin yemek için saklıyor musun?”

Costantina karaborsacıların başka neler sorduklarını bilmiyordu.

“Yemek yok, yemek ayrı, beleşten.” Adelchi eliyle boş teneke kutuya vurdu. “Birazdan gidip ordu mutfağının önünde kuyruğa gireceğim.”

Costantina, “Şimdi ispinozu soracağım” diye içinden geçirdi. “Ya ispinoz?”

“Bunun adı Hoşgeldin, bak nasıl yardımı olur gezip dolaşırken.” Kafesi karnına doğru çekti ve cebinden küçük bir çanak çıkarıp ağlamaklı bir yüzle dilenir gibi uzattı.

Costantina, “İyi para kazanıyor olmalısın/’ dedi.

Çocuk kapütün cebinden, çevresine bir lastik bant geçirilmiş yağ içinde kocaman bir cüzdan çıkardı, bantı çekip kahverengi, pembe, yeşil kalın bir demet para gösterdi ve saymaya başladı.

Costantina, “Hepsi senin mi?” diye sordu.

“Tabii ya.”

Costantina, “Ne becerikli çocuk/’ diye düşündü. “Bak, ne kadar parası var… Keşke ben de öyle olabilsem.”

Adelchi ona dönüp, “Sana nasıl para kazanıldığını öğreteyim ister misin?” diye sordu.

“İstemez olur muyum!”

Adelchi yolun sonuna doğru baktı. İki kişi onlara doğru geliyordu.

“Bak şimdi, otur şu duvarın üstüne, bacağını şöyle uzat, aferin tamam, göğsünü şişir. Tamam oldu, dur öyle.”

Costantina kımıldamadan duvarın üstünde oturuyor, serin rüzgarın üstü açılmış bacaklarını ve örgülerinin arasından kulaklarını okşadığını duyuyor, başının üstündeki akasyanın dalları hafifçe sallanıyordu.

Gelenler, karanlık işler çevirmek için dolaşan Foffo ve Nasostorto’ydu.[1] Sabah karanlığının havasını solumaya ve renklerini görmeye alışık değildiler. Geniş kenarlı şapkalar giymiş, iki dirhem bir çekirdek iki delikanlı ıslık çala çala geliyorlardı. Güçlü kuvvetli bir genç olan Foffo kaslarını şişirerek yürüyor, bir deri bir kemik, cılız Nasostorto’ysa her adımda eğilip bükülüyordu.

Foffo, “Açık hava sağlığa iyiymiş derler, hiç duydun mu?” dedi. Hep gülüyordu, ağzının kenarları yukarı doğru kıvrıktı ve her şeye gülerdi: “Ha, ha, ha!”

Nasostorto coşkuyla, “Ah Foffo, tarlalardaki huzur!” diye söylendi. Tiz bir sesi vardı ve her cümleden sonra karmakarışık bir şarkı tutturuyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıyor, bütün dizeleri kendi devinimlerine uydurmaya çalışıyor ama direttikçe daha beter midesi bulanıyor, sonra da kendi kendisiyle alay edercesine çabasını artırıyordu. Foffo üstünkörü hamlelerle ona eşlik ediyor, bir yandan da dünyada o ezgiyi mırıldanmaktan başka şey olmadığına inanmış, boyuna gülüyordu.

Nasostorto tam orta yerde sağa kıvrılarak elmacık kemiğine doğru uzanan iri burnunun böldüğü sıska suratını buruşturarak, “Ah, tarlalardaki yorucu, güç işler! Hep sağlık, Foffo, hep sağlık!” diye bağırdı.

Nasostorto damardan yapılan sülfamit iğneleri ve haplarıyla yaşardı. Bütün organları, kemiklerine yapışmış sarkan derisi gibi yanmış ve kokuşmuştu. Ciğerleri, dükkanın arkasındaki küçük odada gece gündüz poker oynamaktan, yoğun sigara dumanından başka bir şeye alışık değildi; solunum borusu, balgam emmiş bir sünger olmuş, midesi ve bağırsakları uzun açlık dönemleri yüzünden eriyip bitmiş, sıvı dolu kaygan ve yapışkan yılanlara dönüşmüştü, cinsel organındaki salgı bezleri küflü, mikrop yuvalarıydı.

Foffo ise bambaşkaydı. Gücü yerinde ve kanı temizdi. Nasostorto’yu çürüten mikroplar ona dokunmuyorlardı bile. Litrelerce içki içer, başı bile dönmezdi. Yalnız bazen, geçici bir bulantı hisseder, ansızın kusuverirdi. Geçinmek için yapadurdukları karanlık işlerde arkadaşı kadar kurnaz olmayıp çoğu zaman başı belaya girse de, her şeye bir çözüm bulur, gülmeyi sürdürerek yumruklarını kullanır ve karşısındakileri yere sererdi.

“Ha, ha, ha! Foffo!”

“Ha! Nasostorto! Ha, ha, ha!”

“Hahha! Ne açıkgözsün be, Foffo! Senin gibisi yoktur!”

“Ha, ha, ha!”

Costantina yaklaşan gençlere bakıyordu. Bunlar, iyi giyimli iki delikanlıydı. Acaba şimdi ne olacaktı? Adelchi biraz uzaklaşmış, çevreyi kolaçan ettikten sonra geri gelmişti.

“Evet,” dedi, “az ötede bir çayır var.”

Çayır mı? Ne yapacaklardı çayırı? Çayırda ot toplanır, karaborsacılık yapılmazdı. Ama şu iki genç de garipti, birinin burnu eğri, ötekininki değildi. Burnu nasıl olursa olsun, ne önemi vardı. Önemli olan, Adelchi’nin ne yapacağıydı. Costantina’nın içinden gülmek geliyordu ama merak ediyordu, azıcık da huzuru kaçmıştı. ‘

İkisi uzaktan,:akasya ağacının altında oturan Costantina’yı gördüler. Önce Nasostorto parmağıyla işaret ederek arkadaşına gösterdi.

“Bak, sen küçük kızlardan hoşlanırsın, sabah sabah nasıl bu yaban çileği?”

Foffo’nun burun delikleri açılmıştı. “Nerede? Nerede?”

Costantina her şeyi anladı. Adelchi onu oraya, ikisini oyalamak için oturtmuştu, kim bilir o arada ne dolaplar çevirip neler satacaktı heriflere. Belki biraz şakalaşması gerekti bu iki gençle. “Birinin suratı asık, öteki gülüyor,” diye düşündü. “Birinin burnu çarpık, ötekininki düz. Burnu çarpık olan değil, gülen delikanlı daha yakışıklı.”

Adelchi sırtında torbasıyla yaklaşmış, içten pazarlıklı bir edayla adamlara doğru yürüyordu. Costantina hiç kımıldamıyordu. Adelchi, kımıldarsan vay haline, dememiş miydi?

“İştahını açmak için ne dersin şuna, Foffo, ha?”

“Ya sen, Nasostorto? İştah kabartıcı bir şey istemez misin?”

“Benim ne halde olduğumu biliyorsun, Foffo!”

Costantina, “Kim bilir neden gülüyorlar?” diye düşündü, “Sarkıntılığa başlarlarsa, korkarım Adelchi’ye kulak asmazlar.” Ama onun da gülmesi tutmuştu.

Adelchi ikisinin yolunu kesmişti. Yere bakarak, dişlerinin arasından “Sigara, Amerikan sigarası” diye fısıldıyordu. Tamam işte, istediği sigara satmaktı.

“Duydun mu, Foffo, bize Amerikan sigarası satmak istiyor, ha?”

Foffo gülüyordu, “Bize Amerikan kızları gerek be!”

“Kaça satıyorsun?”

Adelchi hep yere bakarak, neredeyse utanarak bir şey söyledi. Öbürleri alay edip güldüler ve bir araba laf ettiler. Adelchi birden tutumunu değiştirip gözlerini gençlere dikti, baş parmağıyla arkasını işaret etti ve Costantina’ya kaçamak bir bakış fırlatarak alçak sesle bir şey söyledi.

Costantina, “Belki de şimdi benden konuşuyorlar, ben de oyuna katılıyorum,” diye düşündü ve hiç aldırış etmez gibi yapıp başka yana bakmaya karar verdi. Aslında, bu oyun hoşuna gitmeye başlamıştı. Adelchi kim bilir şimdi onun için neler söylüyordu!

Adelchi, “E, ne dersiniz? Teyze kızımı beğendiniz mi?” dedi.

Gençler birden ciddileşip ilgilendiler ve sanki biraz kibarlaştılar.

“Peki kaç yaşında, ha?”

Adelchi tasalı bir sesle yanıtladı. Az önce Costantina’ya, “Bana bak, hep bakire olduğunu söyleyeceksin, e mi?” demişti.

Costantina, “Tabii ki bakireyim,” demişti. Acaba neden öyle demesini istiyordu? Ona kalsa, bunun hiç mi hiç önemi yoktu; söylenecek şey miydi bu?

Adelchi o sinir bozucu edasıyla, “Sen işine bak, her şey yolunda gider,” demişti. Bu çocuk yavaştan Costantina’nın tepesini attırmaya başlamıştı.

Şimdi Adelchi bu şeyleri o ikisine de söylemişti. Foffo inanmak istemiyordu, belki de kimseye güvenilmemesi gerektiğini biliyordu da ondandı.

“Daha neler! Sen inanıyor musun öyle olduğuna, Nasostorto?”

Arkadaşından daha bilgiç olan ‘ Nasostorto bıyık altından gülerek, “Neden olmasın?” dedi. “Günü saati gelinceye kadar hepsi öyledir.” Ama ciddi mi söylüyor yoksa alay mı ediyor, belli değildi.

Artık Costantina’nın yanına gelmişlerdi ve kız yüzlerine bakıyordu. Adelchi, ne yapması gerektiğini ona iyice anlatmış değildi.

“Pahalı be!” dedi neşeli olan, ”Yani çok pahalı, sen ne dersin, Nasostorto?”

“Pahalı.”

Ama Foffo her şeyi komik buluyordu: fiyatı, kızın yaşını, pazarlık etmeyi. Çok yakışıklıydı, neşeliydi, gergin, pembe yanakları, ağzının kenarlarında gülümseme çizgileri vardı ve boyuna tek gözünü kırpıp duruyordu.

“Haydi be, Nasostorto! Sabahın bu erken saatinde iştahını açacak bir çilek kız, tam sana göre bir iş bu. Nasostorto, hadi davran.”

Costantina hangisinden söz ettiklerini anlamamıştı: ne iştah açması, ne çileği! 5ıska herif uzun, kemikli ellerini uzattı.

“Doktor yasakladı,” dedi, “sigara içmek de yok, şey de…”

Costantina, “Hah, tamam,” diye düşündü, “hala sigara meselesini tartışıyorlar.”

Nasostorto çukura kaçmış, kırmızı gözlerini kırpıştırıyordu. İri burnu dümdüz uzadıktan sonra hem sağa çarpılıyor hem de çengel gibi aşağı iniyor, sesi genzinden gelir gibi boğuk çıkıyordu. Çökük yanakları sivilcelerle kaplıydı, hep aralık duran ağzından çarpık çurpuk çürük dişleri görünüyor, fırdolayı sardığı sarı atkıdan çıkan boğum boğum gırtlağı, hindi boynunu andırıyordu.

Neşeli genç biraz kaygılıydı ama hep gülüyordu. Kederli olansa, şiş gözkapaklarının arasından üzgün üzgün bakıyordu: gözleri koyu griydi.

Sonra neşeli genç atıldı ve Costantina’ya, “Gel güzelim” diyerek, dansa kaldırmak ister gibi elini uzattı. “Hop!” ve kız duvardan aşağı atladı.

Costantina, “Çocuk o üzgün herifle pazarlığa başladı, neşeli olan da, sıkıntıdan patlamamak için, azıcık benimle dolaşmak istiyor,” diye düşündü.

O sırada Adelchi elini uzatarak, “Önce pazarlıkta anlaşalım” dedi.

Foffo elini cüzdanına attı.

Costantina, “İşte, neşeli genç alışverişini bitirdi, artık gidiyor,” diye düşündü.

Kederli genç, çarpık burnunun birbirinden ayırdığı koyu gri, üzgün gözleriyle ona bakıyordu. Doğrusu ya, Costantina bu kederli gençle gitmeyi yeğlerdi. Ama neşeli olan, dirseğinden yakalamış, onu çalılıklara doğru çekiyordu.

Adelchi ve Nasostorto yol ortasında yalnız kaldılar.

Sonra Adelchi, “Sana nasıl baktığını gördün mü?” dedi, “Hadi, sen de bir gayrete gel. Bak o zaman nasıl her şey yoluna girer.”

Nasostorto bir sigara çıkarıp ikiye böldü, doktor, sigaranın hepsini birden içmemesini söylemişti; sonra çizgisi dümdüz pantolonunun paçalarını az yukarı çekerek duvarın üstüne oturunca, çöp gibi ince bacakları ve ayak bileklerine düşen çizgili, yırtık çorapları göründü. Bu ukala çocuk resmen sinirine dokunuyordu. “Bekle biraz.”

Gizemli ve kuşkulu bir bakışla, “Demek bana baktı, öyle mi?” dedi, “Demek o da!”

Sonra Adelchi’nin kulağına eğilerek fısıldadı, “…Herkes bilir!”

Adelchi tüccarca ve koruyucu bir tavırla, “Neymiş? Neymiş?” dedi.

“… ya bilirler ya da tahmin ederler. Nasıl yaptıklarını bilemiyorum ama kestirirler işte…” Nasostorto hala o gizemli havasıyla, içine çekmediği dumanları buram buram ağzından çıkararak sözlerini sürdürdü.

Çocuk hiç bozuntuya vermedi. “Öyle ya, öyle ya,” demekle yetindi ama bir yandan da dikkatle onu süzüyordu.

Nasostorto, “Dünyada benden daha çirkin biri olamaz, değil mi?” dedi. “Ama yine de bütün kadınlar, sanki alnımda yazılıymış gibi dönüp dönüp bana göz kırparlar.”

“Ne yaparsın, hayat böyle işte.” Namussuz Adelchi, zor durumda kalmamak için açık seçik olmayan, her yöne çekilebilecek yanıtlar veriyordu ama bir yandan da dikkat kesilmiş, işi anlamaya çalışıyordu.

“Beni hiç rahat bırakmazlar. Herkes bilir. Dedikodular kulaktan kulağa yayıldı. Sanki alnımda yazılıymış gibi. Ne olduğunu biliyor musuh?”

Adelchi meraktan çatlayacak hale geldiği halde soğukkanlılığı elden bırakmadan, “Ya! Ya!” dedi.

Nasostorto bir eliyle ağzını örterek çok hafif bir sesle, “Ben Nuh gibiyim…!” dedi.

Adelchi, “Ya!” dedi. ,

Nasostorto öfkeden kuduruyordu. Ne biçim çocuktu bu? Bir kez öksürdükten sonra sözlerini sürdürdü. “Çarpık burunlu, çirkin, gereksiz bir varlığım. Tepeden tırnağa çürüyen gereksiz bir bedenim var. Kadınlar beni sever: Nuh gibiyim!”

Bu bela çocuğa da ne dese yutmuyor, kılı bile kıpırdamıyordu. Nasostorto parmaklarını çıtlattı, akasya ağacının küçük yapraklarının arasından görünen gökyüzüne baktı, sonra yine Adelchi’ye dönerek birden, “”Nuh nasılmış, biliyor musun?” diye sordu. r

Adamın anlatmaktan vazgeçtiğini sanıp umudunu yitiren ve artık kendini beğenmişliği bırakarak meraktan çatladığını itiraf etmenin zamanı geldi diye düşünen çocuk, “Ben mi? Ha, şey,” dedi.

O sırada ispinoz tiz bir ıslık öttürdü. Adelchi de kafese bir yumruk indirdi.

Nasostorto, “Eh, madem ki biliyorsun, artık bu konuyu kapatalım,” dedi.

Adelchi dilini ısırıp kalakaldı.

Foffo ile Costantina denize inen dik ve otları yoluk bir çayıra gelmişlerdi. Savaş yeni bitmiş, trenler henüz işlemeye başlamamıştı. Daha ötede soluk renkli ve kirli bir deniz görünüyordu. Kız gözlerini kırpıştırdı, ayaklarının altında kırsal toprakları hissedince, parayı ve ticaretin şanssızlıklarını unutuverdi. Nişanlısıymış gibi sarıldığı genç adamın kolunda, denize doğru yürüdü.

Foffo ne yapmalıydı? Şarkı söyleyecekti. Ve hemen serseri argosuyla bir şarkı tutturdu: Se vedi una grima muy delissiosa, Le tiri l’acchito e la porti in ciambrosa. [2]

Otların üstüne oturdular; önlerinde deniz ve çakılların arasındaki tren yolu, arkalarında da yıkık duvarlar, teller ve hurda yığınlarından oluşan karmakarışık bir görünüm vardı. Foffo geniş kenarlı şapkasını çıkarıp parmağında döndürdükten sonra uzağa fırlattı. Şapka bembeyaz alnında ince, kırmızı bir iz bırakmıştı. Güzelce taranmış, parlak, dalgalı saçları, sinekkaydı tıraşlı, mutlu bir yüzü, dalgın bakışlı gözleri vardı. Yüzünün çizgileri bir gerilip bir gevşiyor, hiç bitmeyen gülümsemesiyle anlaşılmaz şarkısını sürdürüyordu: Banda, banda Manuelo Cucar le baie e no cucar lo squelo![3]

Bu çayır, deniz kıyısındaki tren yolu, ona para kazanmanın yolunu gösteren kurnaz çocuk, çimenlerin üstünde oturmaya götüren ve şarkı söyleyen bu yakışıklı genç, bütün bunlar Costantina için günün iyi geçeceğine birer işaretti.

Foffo birden şarkısını kesip Costantina’yı öptü. Dönüp bir elini kızın göğsüne, ötekini sırtına koydu ve sanki ısırmak ister gibi “ham!” diye ağzından öpüverdi. Bu iş Costantina’nın hiç hoşuna gitmemişti. İki eliyle adamın kafasını kavradı, alnıyla çenesinden iterek uzaklaştırdı.

“Hıh!” dedi, “Deli misin nesin?”

Foffo ifadesiz gözlerle kıza baktıktan sonra güldü, başını eğip bir saldırı daha yaptı ama Costantina kaçtı.

Çimenleri çiğneyerek dik bayırdan aşağı hoplaya zıplaya kaçıyor, arkasından kovalayan Foffo’nun o güne kadar hiç böylesine eğlenmemiş gibi güldüğünü duyuyordu. Her kahkahada biraz daha yakınlaşıyordu, işte yanı başındaydı, neredeyse yakalanacaktı ki Costantina tren yoluna atladı ve rayların arasından koşmaya başladı.

Foffo soluk soluğa “Ha! ha! ha!” dedi, “Ne yapacağız şimdi? Trencilik mi oynayacağız?”

Costantina, “Sayılmaz ama,” dedi, “şimdi beni yakalarsan sayılmaz: sadece, enine konmuş tahta kirişlere basacaksın, ortaya değil.”

Ama Foffo bir sıçrayışta iki kirişi birden atlarken, kız yalnızca bir tanesini geçebiliyordu.

Costantina yine, “Sayılmaz!” dedi. “Bir rayın üstünde dengeyi bulup yürümek gerek! Kim çakıllara basarsa, on adım geri gidecek!”

Birer rayın üstünde dengede kalarak koşma oyunu oynadılar ama Foffo hep daha becerikliydi; sonra karşı karşıya geçip kollarını açarak dengeyi bulma oynadılar. Costantina düşmemeye uğraşıyor, bir yandan da delikanlıyı iterek ayağını yere bastırmak istiyordu. “Taşlara! Değdin!” Foffo hep gülüyordu ama sonunda canı sıkıldı; kızı bileklerinden yakaladığı gibi kendine çekti, kucaklayıp havaya kaldırdı ve duvardan aşırıp çimenlerin üstüne attı.

Costantina, “Aayy!” diye bağırdı.

Nasostorto sigarasından kısa nefesler çekerken bir yandan da anlaşılmaz türküler mırıldanıyordu. Kızın çığlığını duyunca ağzından buram buram dumanlar püskürttükten sonra esnedi.

Kızarmış, morarmış gözlerine dünya, tan vakti ışığındaki biçimsiz görüntüler gibi görünüyordu. Taşların arasındaki yumuşak topraktan solucanlar çıkmıştı, yerlerde çizgili, beyaz karınlı ölü çekirgeler yatıyordu, her tarafta etli dudaklar gibi şişkin dişil organları sarkmış, soluk yapraklı, benekli yılanyastıkları vardı. Bütün dünya böyleydi ve ortasında da sülfamit hapları ve damardan iğneler sayesinde yaşamını sürdüren kendisi, hem zayıflığı yüzünden hem de vurulan iğneler kaba etlerini düğüm düğüm yaptığı için oturamıyordu bile.

Parmaklarını çıtlattı. Nasostorto’nun parmakları, bilekleri, dirseklerine kadar bütün eklemleri çatırdıyordu. Adelchi nazik ve ilgili bir otelci havasıyla çevresinde dönüp duruyordu.

Nasostorto, “Salak/’ diye düşündü, “ben senin yaşındayken, benim şimdiki halimde olan birine rastlasaydım, ona değil küçük kız pazarlamak, yüzüne tükürürdüm. Ey yarım akıllı çocuk, bu işleri becerdikten sonra, o paralarla ne alacaksın kendine, bilye mi?”

“Bilyelerin var mı senin?”

Dur hele, çocuk torbasını karıştırmaya başlamıştı, yığınla paçavra, lastik bant, çatal bıçaktan sonra kırmızı, mavi toprak bilyeler, bir tane de içinde yeşilli sarılı bir sarmal olan cam bilye çıkardı. Bereket bilyeleri vardı ama belki onları da satmak için almıştı.

“Oynamayı bilir misin?”

“Haydi, bilye oynayalım. O ikisi kim bilir ne zaman gelirler!”

O ikisi otların üstüne uzanmışlardı. Foffo bir kolunu Costantina’nın beline dolamıştı. Costantina başını eğmiş yere bakıyor, örgüleri yüzünün iki yanından aşağı sarkıyor, sanki birden irileşen göğsü sık soluklara inip kalkıyordu. Oğlan çocuklarla kavgaya tutuşmak her zaman hoşuna giderdi; dövüşüp yerlerde ya da samanların arasında yuvarlanırken kanının damarlarında daha hızlı dolaştığını hisseder, memeleri sertleşip dikilirdi. Ama bu boyuna gülen delikanlıyla durum başkaydı; iyi tanıdığı duygulara bir de hiç bilmediği, gözdağı veren bir şey karışmış gibiydi. Belki onu iten, kuşkulandırıp çekindiren genç adamın kendisiydi ya da belki bu duygu demiryolunun kenarındaki kasvetli çayırdan kaynaklanıyordu. Otların arasına kırık yumurta kabukları, yağlı kağıt parçaları, eğri büğrü boş konserve kutuları, çivileri dökülmüş ayakkabı pençeleri dağılmıştı. ,

O sırada Adelchi ile Nasostorto bilye oynuyorlardı. Duvarın kenarında yere küçük bir yuvarlak çizmişler, bilyelerine fiske vurup duruyorlardı.

Adelchi kulak kabarttı. “Gülüyor,” dedi.

Sigarasının dumanı şiş gözlerine doğru yükselen Nasostorto, “O hep güler,” dedi.

Adelchi ciddi ciddi, “Neden?” diye sordu.

Nasostorto üzgün, “Bilmem,” dedi, “her şeyi komik bulur.”

Kemikli ve eklemleri boğumlu parmaklarıyla bilyeleri fırlatan Nasostorto kesin daha ustaydı ama Adelchi öyle çok hile biliyordu ki, onu yenmek pek kolay değildi. Üstelik, Nasostorto’nun sık sık gözleri dalıyor, Adelchi de fırsatı kaçırmayıp hemen bilyelerine kaçamak bir fiske daha vuruyordu.

Nasostorto başını kaldırıp, “Bağırıyor mu?” dedi. “O kız değil miydi bağıran?”

Adelchi bütün dikkatiyle yerdeki yuvarlağa bakarak, “Oyna,” dedi. “Sıra sende.”

Nasostorto gözlerini faltaşı gibi açıp eğilip bükülerek esnek gövdesini geometrik biçimlere sokmaya ve kukla taklidi yapmaya başladı. “Ah, güvercin! Sevgili, yumuşacık güvercin ve obur atmaca!”

Adelchi gözleri yarı kapalı, başını eğmiş, karşısındaki eski bir dostu, sırdaşıymış gibi gülümseyerek, “Şey… tarifeyi biliyorsun, eğer sonra sen de istersen… ben Söyleyeyim de…” dedi.

Nasostorto öyle bir vuruş vurdu ki, bilye dairenin yarım metre ötesine yuvarlandı.

Adelchi, “Delirdin mi be?” dedi.

Nasostorto öfkelenmişti; üstelik, çocuklar gibi oynamak istiyordu: yani kim kazanırsa, ötekinin bilyelerini alacaktı. Ama

Adelchi, öyle oyunun zevki olmadığını söylemiş, bin liretine oynamalarını önermişti. Sonra, okul defteri gibi kalın cüzdanını göstermişti. Böylec:Nasostorto’nun zaten az olan bin liretleri teker teker Adelchi’nin cebine inmişti. Foffo’nun dönmesini dört gözle bekliyordu. Artık kahkahaları da duyulmaz olmuştu.

Foffo gerçekten artık gülmüyordu.

Gözleri faltaşı gibi açılmış, ağzının kenarlarındaki çizgiler titreyerek, “Dur be!” diyordu. “Dur, atma! Deli misin nesin? Kafama ne diye taş atıyorsun, az daha…”

Costantina yine demiryolunun ortasındaydı. Attığı taşlardan biri az kalsın Foffo’nun kafasını yarıyordu. Şimdi elindeki taşı da sallıyor ve fırlatmaya hazırlanıyordu. Foffo başını korumak için kollarını kaldırmış, ilerlesin mi yoksa kaçsın mı karar veremeden, dik bayırın kenarında duruyordu.

Costantina, “Bir adım atarsan taşı fırlatıyorum,” dedi.

“Deli misin sen? Söyle, aklını mı kaçırdın? Anlaşmamış mıydık? Kuzenine hesabı ödemedim mi be? Ay, ay, ay!” Hızla atılan taş koluna gelmişti. Kız hep kafasına nişan alıyordu. Foffo dirseğini tutarak öne eğildi.

Nasostorto başını kaldırdı. “Ama bağıran kız değil…” dedi. “Galiba Foffo …”

Adelchi de irkilmişti. Sonra kendini topladı ve bilyesine bir fiske vurdu. “Haydi, sıra sende,” dedi. “Sen daha ilerdesin. İşine bak, her şey yolunda.”

Foffo, köylü kızın rayların arasından nişan alıp bütün gücüyle fırlattığı, bacaklarına, midesine, göğsüne inen sivri taşların altında “Ay aman! İmdat!” diye bağırıyordu. Derken, taşlardan biri alnını sıyırdı. Elini sürüp baktı, kanıyordu. “İmdat! Yeter! Bir şey yapmayacağım! Taş atma artık! Dokunmayacağım sana! Yanına bile yaklaşmayacağım! Bırak, kıyıya gidip mendilimi ıslatayım.”

Costantina taş yağmurunu kesti. Foffo iki büklüm, başını kaldırmaya cesaret edemeden, hala taş atıyor mu diye yan gözle bakarak, kızdan çok uzak bir yerden demiryolunu geçti ve deniz kıyısına indi, diz çöktü, yaklaşan bir dalgaya mendilini sokup ıslattı ve yarasını sildi. Örgülü saçlı kız elinde sıkı sıkı tuttuğu taşla ilerde durmuş, bakıyordu.

Foffo eliyle kolunu, bacağını yokluyor, mendilini alnına bastırıyordu. Korkmuştu ama artık korkusu geçmişti. Orasının burasının çürümesine karşın önemli bir yarası yoktu. Kız da ne kızdı! “Baksana! Sen de alemsin yani! Ne oldun birdenbire? Beni gebertmek miydi niyetin? Önceden söyleyemez miydin? Söyleyemez miydin istemediğini? Alem bir kızsın be!” Önce yavaştan, gittikçe yükselen kahkahalar atarak yine gülmeye başladı. “.Ha, ha, ha!” Gülerek ama Costantina’nın atış alanının dışında kalmaya dikkat ederek yola doğru tırmanıyordu.

Nasostorto, “Yine gülmeye başladı,” dedi. Bilye oyunu bitmiş ve Adelchi kazanmıştı.

Nasostorto açık avucunu çocuğa uzattı. “Haydi, ver bakalım.”

Adelchi anlamazlıktan geldi.

“Ne istiyorsun?”

Yanıt hazırdı.

“Ver bakalım bin liretleri. Şaka yapıyorduk. Ne sandın?”

“Çıldırdın mı sen? Oyunda şaka olmaz. İstersen sana bütün bilyeleri vereyim. Al.”

Toprak bilyelerle birlikte, içinde sarılı yeşilli sarmal olan cam bilyeyi de adamın avucuna koydu. Nasostorto koca burnuyla derin bir soluk aldı, gri gözlerini açarak parmaklarının arasında yuvarladığı bilyeleri kalın ceketinin cebine attı.

Foffo yolun başında görünmüştü. Biraz düşünceli gibiydi. Şapkasını gözlerinin üstüne yıkmış, elleri cebinde yürüyordu. Adelchi’yle Nasostorto dönüp ona baktılar. Ağzının kenarları yavaş yavaş yukarı doğru kıvrılmaya başlamıştı. Birden, bastıramadığı bir kahkaha patlattı.

Nasostorto, “Ne oldu?” dedi. “Nasıl gitti?”

“Ha? Bir de soruyor musun? Nasıl gitti diye de soruyorsun, Nasostorto? Nasıl gidecek! Görkemli bir zafer! Görkemli bir zafer oğlum, görkemli! Ha, ha, ha!”

Bir an bocaladıktan sonra kendini toparlayan ve eski önemli kişi edasını takınan Adelchi, ”Ben demiştim, hoşnut kalacaksın diye,” dedi.

Derken Costantina da göründü. Sıktığı yumruklarını arkasına saklamış, örgülerini savura savura geliyordu. Foffo ona bakmadı. Nasostorto şapkasını çıkarıp yerlere kadar eğilerek kıza gösterişli bir selam verdi. Kız bir an duraladı, sonra dönüp yoldan aşağı bir koşu tutturdu, tavşan gibi sekerek az sonra gözden kayboldu;

Adelchi, “Hey! Kız! Dur!” diye bağırmaya başladı. “Nereye gidiyorsun, kız? Dur, kaçma!” Ve arkasından kovalamaya davrandı.

Nasostorto onu durdurdu. “Bırak gitsin, patron. Korkmuş olacak. Bizim Foffo, canavar herif, kızı korkuttu herhalde. Orman çileği gibi yavrucak .. Kim bilir ne yaptı zavallıya.”

Foffo güldü. “Gerçekten orman çileğiymiş,” dedi. “Bilirsin ya, nasıl olurlar.”

Adelchi, kız kaçsa bile, bütün para kendisine kalacağı için boş verebileceğini düşündü. Gençlere dönüp veda eder gibi, “Caballeros,”[4] dedi, “siz işinize bakın, her şey yolunda.”

Nasostorto bir şey sormak istercesine Foffo’ya döndü. Sonra çenesiyle çocuğu işaret etti. Adelchi bir şeyler döndüğünü sezip bir adım geriledi ama Foffo’nun kocaman elleri onu kıskıvrak yakalamıştı. “İmdat! Alçaklar! Hainler!”

Ceplerinde ve torbasında ne varsa boşalttılar, binlik destesini de buldular ve iskambilleri keser gibi ikiye bölüp paylaştılar. Kafesi kırdılar, ispinoz uçup gitti. Sonra kıçına bir tekme indirdikleri Adelchi de üç metre öteye yuvarlandı.

Biri bacaklarındaki yara bereler yüzünden topallayan, öteki her zamanki onulmaz acıları içinde sakıngan adımlarla yürüyen gençler yavaş yavaş uzaklaştılar.

“Vay be, Foffo!”

“Vay be, Nasostorto! Ha, ha, ha!”

“Ne açıkgöz herifsin be, Foffo! Eşin bulunmaz!”


[1] Nasostorto, eğri burun anlamına gelir. (Çev. N.)
[2] Tadına doyıilmaz bir yosma bulursan, hiç durma, çek odana götür. (Çev. N.)
[3] Haydi, haydi Manuelo, kızlarla yatmak iyi ama frengiye tutulma. (Çev. N.)
[4] İspanyolca, “Şövalyeler”. (Çev. N.)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz