Hayvanların duygusuz olduğu Homo sapiens’in bir yalanı mı? – Yuval Noah Harari

Sadece Homo sapiens’in bir bilince sahip olduğu iddiası, dünyadaki tüm hayvanlar karşısında insanın üstünlüğünü kanıtlamak için benimsenen bir -diğer- hikayedir. Ruhtan farklı olarak mistik ve sonsuz bir varlık olmadığı gibi göz ya da beyin gibi bir organ da değildir bilinç; aksine acı, keyif, öfke ve sevgi gibi öznel deneyimlerin akışıdır.

Bu zihinsel deneyimler bir an parlayıp hemen kaybolan, birbirine bağlı duyu, duygu ve düşüncelerden meydana gelir ve böyle sürer gider. (Tekrar üzerine düşündüğümüzde hissettiklerimizi duyu, duygu ve düşünce olarak belirgin gruplara ayırmaya çalışsak da aslında hepsi iç içedir.) Bu coşkulu deneyimler bütünü, bilinç akışını oluşturur. Sonsuz ruhun aksine, zihnin birçok parçası vardır, daima değişir ve sonsuz olduğunu düşünmemiz için hiçbir neden yoktur.

Ruhun varlığı konusunda farklı görüşler olsa da bilinç akışı her an şahit olduğumuz somut bir gerçekliktir. Dünyada en çok emin olduğumuz şeydir; onun varlığından şüphe duyamazsınız. Şüpheyle kendimizi tükettiğimiz anlarda, “öznel deneyimler gerçekte var mıdır?” sorusunda kay bolsak da şüphe duyduğumuzdan eminizdir.

Zihin akışını oluşturan bilinçli deneyimler tam olarak nelerdir? Her öznel deneyimin iki temel özelliği vardır: Duyu ve arzu. Sayısız yeteneklerine rağmen robot ve bilgisayarlar hiçbir şey hissetmez ve istemezler. Bir robot ana işlemcisine pilinin bittiği sinyalini gönderebilen enerji sensörlerine sahip olabilir. Bir elektrik prizine ilerleyip fişini takarak kendini tekrar şarj da edebilir. Ne var ki bu süreç boyunca hiçbir şey hissetmez. Oysa bir insan, enerjisi tükendiğinde acıkır ve bu rahatsız edici histen kurtulmak ister. İşte bu nedenle robotların aksine insanların bilinci olduğunu düşünürüz. İnsanları açlık ve yorgunluktan bitip tükenene kadar çalıştırmak suçken, robotları pilleri bitene kadar çalıştırmak hiçbir ahlaki sorun teşkil etmez.
Peki ya hayvanlar? Onların bilinci var mıdır? öznel deneyimler yaşarlar mı? Bir atı yorgunluktan bayılana kadar çalıştırmak kabul edilebilir mi? önceki sayfalarda değinildiği gibi yaşambilimleri artık tüm memelilerin, kuşların ve bazı sürüngenlerle balıkların duyu ve duyguları olduğunu iddia ediyor. İlaveten duyu ve duyguların biyokimyasal bilgi işleme algoritmaları olduğunu ortaya koyan güncel bilimsel çalışmalar da mevcut. Robotlar ve bilgisayarların hiçbir öznel deneyim yaşamadan bilgi işleyebildiğini biliyoruz; belki de aynı durum hayvanlar için de geçerlidir. örneğin insanlarda beyindeki duyu ve algıları kontrol eden birçok devrenin bilgi işleyebildiğini ve tamamen bilinçsiz olarak belirli hareketleri tetikleyebildiğini biliyoruz. Peki açlık, korku, sevgi ve sadakat gibi hayvanlara da atfettiğimiz birçok duyu ve duygunun arkasında öznel deneyimlerden ziyade gizlenmiş algoritmalar olabilir mi?

Bu yaklaşımı modern felsefenin kurucusu kabul edilen Rene Descartes da benimsemişti. 17. yüzyılda Descartes tüm hayvanların bir robot ya da otomat misali kendi kendine işleyen akılsız varlıklar olduğunu ileri sürerken, sadece insanların hissedebileceği ve arzulayabileceği inancını koruyordu. Adamın biri köpeğe tekme attığında hayvan hiçbir şey deneyimlemiyor, bir otomatın tek bir his ya da istek duymadan kahve yapması gibi otomatik olarak havlayıp kaçıyordu.
Bu yaklaşım o dönem geniş çevrelerce kabul gördü. 17. yüzyılda doktorlar içorganların nasıl çalıştığını gözlemlemek amacıyla hiçbir anestezi uygulamadan köpekleri canlı canlı kestiler üstelik vicdanları bile sızlamadan. Onlara göre ortada yanlış bir şey yoktu, tıpkı bir otomatın kapağını açıp dişlilerin dönmesini izlemekte bir sorun olmadığı gibi. 21. yüzyılın başında bile pek çok insan hayvanların bilinci olmadığını, en iyi ihtimalle farklı bir tür içsel bilince sahip olduklarını iddia etmeye devam ediyor
Hayvanların bizimkine benzer bir bilince sahip olup olmadığını anlamak için öncelikle kendi zihinlerimizin nasıl işlediğini ve ne gibi görevler üstlendiğini daha iyi anlamamız gerekir. Bunlar hayli zor sorular olsa da takip eden bölümlerin odak noktasında zihin olunca bu konu üzerinde durmakta fayda var. Zihnin ne olduğunu anlamadan yapay zeka gibi yepyeni teknolojilerin ne anlama geldiğini tam olarak kavrayamayız. Bu nedenle hayvan zihnine odaklanan soruları bir süreliğine kenara bırakıp kabaca bilimin zihin ve bilinç hakkında neler öne sürdüğüne bir bakalım. Daha yakın ve anlaşılabilir olduğundan, önce insan bilinci üzerine yapılmış çalışmaları ele alacağız ve sonrasında hayvanlara bakarak, insanlar için geçerli olan gerçeklerin tüylü ve kürklü akrabalarımız için ne anlama geldiklerini sorgulayacağız.

Dürüst olmak gerekirse bilim, zihin ve bilinç hakkında şaşırtıcı derecede az bilgiye sahiptir. Genel kanı, bilincin beyindeki elektrokimyasal tepkimeler sonucu ortaya çıktığı ve zihinsel deneyimlerin temel bir veri işleme görevini yerine getirdiği yönündedir.3 Ne var ki beyindeki biyokimyasal tepkimeler ve elektrik akımlarından oluşan yığının nasıl olup da acı, öfke ya da sevgi gibi öznel deneyimleri ortaya çıkardığını kimse bilmiyor. Belki on, belki de elli yıl içinde net bir açıklamaya sahip olabiliriz. Elbette 2016 yılında sahip olduğumuz bilgiler üzerinden yapabileceğimiz çıkarımlar son derece sınırlı kalacaktır
Biliminsanları fMRI taramaları yaparak ve elektrotlar yardımıyla beyindeki elektrik akımlarıyla öznel deneyimler arasında bağlantılar, hatta nedensel ilişkiler kurmayı başardı. Sadece beyin aktivitelerinize bakarak uyanık mı, rüyada mı, yoksa derin uyku da mı olduğunuzu söyleyebiliyorlar. Algı eşiğinin sınırında bir sürede size bir resim gösterip o resmin farkında olup olmadığınızı anlayabiliyorlar hem de size sormadan. Hatta ve hatta beyindeki ayrı nöronları belirli bir zihinsel içerikle bağdaştırmayı bile başardılar “Bili Clinton” ya da “Homer Simpson” nöronlarını buldular. Kişiye ABD’nin 42. başkanı denildiğinde “Bili Clinton” nöronu yanıyor ya da “Homer Simpson” resmi gösterdiğinizde, adım veren nöron ateşleniyor.
Daha genel olarak baktığımızda, biliminsanları beyindeki belirli bir bölgede bir elektrik fırtınası koptuğunda öfkelendiğinizi, bu fırtına dinip başka bir alan aydınlandığında âşık olduğunuzu biliyor artık, hatta doğru nöronları uyardıklarında aşk ya da öfke hissetmenizi bile sağlayabiliyorlar. Peki ama nasıl oluyor da bir elektronun bir yerden başka bir yere hareketiyle öznel bir Bili Clinton imgesi ya da aşk ve öfke gibi hisler oluşabiliyor?

Beyin dallanıp budaklanmış ağlarla birbirine bağlı 80 milyar nörondan oluşan oldukça karmaşık bir sistemdir; en sık karşımıza çıkan açıklama budur. Milyarlarca nöron, ileri geri milyarlarca elektrik sinyali yolladığında öznel deneyimler oluşur. Elektrik sinyalleri basit biyokimyasal tepkimeler olsa da sinyallerin kendi aralarındaki etkileşimleri çok daha karmaşık bir olguyu, bilinç akışını ortaya çıkarır. Aynı döngüyü başka alanlarda da gözlemleyebiliriz. Bir aracın hareketi basittir, ancak milyonlarca araç aynı anda hareket ederek etkileşime geçtiğinde trafik sıkışabilir. Tek bir hisseyi alıp satmak kolaydır ancak milyonlarca borsacı milyonlarca hisseyi alıp satmaya kalktığında, değme uzmanları bile afallatacak ekonomik krizler çıkabilir.

Maalesef bu açıklama sorunun karmaşıklığını ortaya koymaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Milyarlarca elektrik sinyalinin oradan oraya hareket etmesi gibi tek tip bir olgudan, aşk ya da öfke gibi öznel deneyimleri yaratan bambaşka bir olgunun nasıl ortaya çıktığına dair hiçbir açıklama sunamıyor. Trafik sıkışıklıkları ve ekonomik krizler gibi karmaşık süreçlere yapılan benzetmeler de aslında yanıltıcı olabilir. Trafik neden sıkışır? Tek bir aracı takip ederek bu sorunun cevabına ulaşamayız, trafik sıkışıklığı birçok aracın etkileşimi sonucu oluşur. A aracı B aracının hareketini etkileyerek C aracının yolunu kesmesine neden olur ve bu böyle devam eder. Eğer tüm ilgili araçların hareketlerini ve birbirlerini nasıl etkilediklerini haritalandırabilirseniz, trafik sıkışıklığının tüm hikayesini takip edebilirsiniz. Bu durumda tüm bu hareketliliğin trafiğin sıkışmasına nasıl sebep olduğu sorusu anlamsız olacaktır. “Trafik sıkışıklığı” insanların belirli bir olaylar zincirini adlandırdığı soyut bir terimden ibaret kalacaktır.

Öte yandan “öfke” beyindeki milyarlarca elektrik sinyali için kullandığımız soyut bir tanım değildir yalnızca. Elektriğin henüz ne olduğu bilinmezken bile insanların aşina olduğu ve somut olarak hissettikleri bir deneyimdir öfke, “öfkelendim!” dediğimde elle tutulup tanıdık bir histen bahsederim. Eğer nöronlardaki kimyasal tepkimenin nasıl elektrik sinyaline dönüştüğünü ve milyarlarca benzer tepkimenin, nasıl milyarlarca başka sinyale sebep olduğunu açıklayabilirseniz, “Milyarlarca olay nasıl olur da bir araya gelip benim somut öfkemi yaratır?” diye sorarsınız.

Binlerce aracın İstanbul sokaklarında yavaşça birikerek ilerlemesine trafik sıkışıklığı diyoruz ama buradan bir İstanbullu bilinci ortaya çıkıp köprüden süzülerek “Ah be, sıkışmış hissediyorum!” demiyor. Milyonlarca insan milyonlarca hisse sattığında ekonomik kriz çıktı diyebiliriz ama yüce bir Wall Street ruhu gelip, “Lanet olsun, krizde hissediyorum,” diye söylenmiyor. Trilyonlarca su molekülü gökte bir araya gelerek sıkıştığında bulut diyoruz ama bir bulut bilinci belirip, “Yağmurlu hissediyorum,” diye ilan etmiyor. Peki beynimde milyarlarca elektrik sinyali oradan oraya hareket edince nasıl bir zihin belirip, “Çok sinirliyim!” diyebiliyor? 2016 itibarıyla bu konuda kesinlikle herhangi bir fikrimiz yok.

Sonuç olarak bu tartışma sizin de kafanızı karıştırdıysa, merak etmeyin, yalnız değilsiniz. En iyi biliminsanlarının bile zihnin ve bilincin şifrelerini çözmenin peşinde yürüyecek hâlâ çok yolu var. Bilimin en güzel yanı, bir konu hakkında yeterli fikir sahibi olmadıklarında, her türlü teoriyi ve durumu deneyip sonunda biliminsanlarını bilgi eksiklerini itiraf etmek zorunda bırakmasıdır.

Yuval Noah Harari
Homo Deus – Yarının Kısa Bir Tarihi
(Borsanın Neden Bilinci Yoktur?)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz