Halil Cibran: “Evet, suç işleyen kimse çoğu kez yaraladığının kurbanıdır!”

Halil CibranRuhumu yedi kez aşağıladım

İlki, onu yükseklere ulaşmaktan kaçındığını gördüğüm zamandı. İkincisi onu topalın önünde topallarken gördüğüm zamandı.  Üçüncüsü kolayla zor arasında seçim yapması gerekip de, kolayı seçtiği zamandı. Dördüncüsü bir yanlış yaptığı ve kendini başkalarının yanlışlarıyla avuttuğu zamandı, Beşincisi güçsüzlüğe sabrettiği ve sabrını güce yorduğu zamandı. Altıncısı bir yüzün çirkinliğini hor gördüğü ve onun aslında kendi maskelerinden biri olduğunu anlamadığı zamandı ve yedincisi bir övgü şarkısı söyleyip de, bunun bir erdem olduğunu sandığı zamandı.*

Yanlışlarımızı doğrularımızdan daha büyük bir coşkuyla savunmamız ne garip! 

Suç ve Ceza
Nice kez, hata işleyen biri hakkında,sanki o sizden biri değilmiş de bir yabancı ve dünyanıza başka yerlerden gelme birisiymiş gibi konuştuğunuzu duymuşumdur.
Oysa ben diyorum ki: Nasıl en kutlu ve en doğru bile sizlerin her birisinin içindeki Yücelik’ten daha yüce değilse, En kötü ve en alçak de yine her birinizin içindeki o Alçaklık’tan daha alçağa erişemez.
Nasıl ki bir yaprak, tüm ağacın sessiz bilgisi olmadan sararamazsa,
Hata işleyen de sizlerin tümünün gizli isteği ve onayı olmadan hata işleyemez.
Tıpkı bir sürecin kendi başına ilerleyişi gibi, sizler de hep birlikte tanrısal benliğinize doğru ilerliyorsunuz.
Bu ilerleyişte yol da yolcu da sizlersiniz.
Aranızdan biri tökezler de düşerse,arkasından gelenler için düşmüş demektir; onun ayağına takılan taş arkasındakilere uyarı olmalıdır.
Aynı şekilde, düşen, önde sağlam ve hızlı adımlarla yürüyenler için de düşmüş demektir.;çünkü onlar geçip giderken taşı bir kenara itmemişlerdir.
Belki yüreklerinize ağırlık verecek ama, şunları da söyleyeceğim;
Öldürülen, kendi ölümünden dolayı sorumsuz değildir.
Ve soyulan, soyguna uğradığı için suçsuz değildir.
Doğru olan, kötünün yapıp ettiklerine bakılarak masum sayılamaz.
Zalim zulmünü işletirken, Ak-ellilerin elleri temiz olamaz.
Evet, suç işleyen kimse çoğu kez yaraladığının kurbanıdır!
Dahası; mahkum kılınmış olan, suçsuz ve günahsızların yük taşıyıcısıdır.
Haklıyı haksızdan, iyiyi kötüden ayırt edemezsiniz;

ve ey siz doğruluktan yana olması gereken yargıçlar,
dış görünüşüyle dürüst fakat ruhen hırsız biri için nasıl bir ceza düşünürsünüz?
Gövdesiyle katil, ruhuyla kurban olan birisi için hangi cezayı uygun görürsünüz?
Olay sırasında hain ve saldırgan davranmış olan, bir o kadar da incitilmiş ve öfkelendirilmiş olan birini nasıl sorguya çekersiniz?
Sonra,çektiği pişmanlık yaptığı hatalardan kat be kat yüksek olanları nasıl cezalandırırsınız?
Hem pişmanlığı tattırmak sizlerin hizmet edebilmeye uğraştığınız kanunun öngördüğü Adalet’in hedefi değil midir?
Buna rağmen sizler, ne masumların yüreklerine pişmanlık sokabilecek, ne de suçluların yüreğindeki pişmanlığı söküp atabilecek durumdasınız.
Gece oldu mu,pişmanlık çağırılmadan çıkagelir ve insanlar derin uykularından uyanıp kendilerine baksınlar ister.
Ve ey adaleti tanıması gereken sizler,yapılan işlere tüm aydınlık altında bakamadıkça, onları anlayabilir misiniz?

Ayakta dimdik duranla, yere düşmüş olanın, cüce-benliğinizin gecesiyle tanrısal-benliğinizin gündüzü arasındaki alacakaranlıkta bekleyen aynı adam olduğunu bilmenizden sonradır ki,
Tapınaktaki köşe-taşının, yapının temelindeki en alt taştan daha yüce olmadığını ancak anlayabilirsiniz.

[youtube]http://www.youtube.com/watch?v=7OS2c4lDZaw[/youtube]
Vedat Sakman – Evlilik (Şiir: Halil Cibran)

“Hayatın bütün esrarını çözdüğün vakit ölümü arzularsın. Çünkü o da hayatın sırlarından biridir.”

Ermiş, şiirsel düzyazı eşliğinde hayata dair metaforlarla içsel bir yürüyüş. Bir veda konuşması, bu yüzden mümkün olduğunca insana insan’ı anlatmaya çalışan ve neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini anlatan bir öğüt kitabı. Sanatlı bir üslubu var; özellikle kavramların açıklamasında, teşbihlerle, istiarelerle… bezeli devrik cümlelerle dolu. Coşkun bir lirizm tüm satırlara yayılmış durumda.

Tematik anlamda eserde dikkati çeken noktalar şunlardır:
Ermiş, Orfales halkına seslenirken kimseyi birbirinden ayırmaz ve kimse diğerinden üstün değildir. İnanç, sadece gizler ardında ve keşfedilmeyi bekleyen bir muamma değildir. Beden, ruh ve kalp, bir bütün olduğunda insana “engin insan” olma (meşe ağacı metaforuyla verilir) fırsatını verecektir. Sadece bireysel olarak değil, sosyal anlamda da kişi -hem kendi içinde hem de dahil olduğu çevrede-, kendini tanıyarak kendini bütünleyebilir. En zayıf halka kadar zayıf, en sağlam olduğu halka kadar sağlamdır insan. Tanrı her yerde ve her ândadır ve O’nu aramak için insanın kendi hayatına, çevresine bakması yeterlidir. Ermiş’in tüm anlattıkları, insanların düşünce hâlinde bildiklerine dair kelimeler hâlinde bir konuşmadır, oysa bilgi kelimesi, kelimesiz bilginin bir gölgesinden başka bir şey değildir, kısaca anlattıkları aslında anlatılamayan bilginin çok az bir kısmıdır.

Ermiş’in Fransızca çevirisine önsöz yazan Aamin Maalouf, bu önsözde, ‘Bir edebiyat sürgünü’ olarak bahsettiği Cibran’ın Ermiş adlı eserinin, Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü ve Andre Gide’in Dünya Nimetleri’nin etkisinde kalınarak yazılmış ucuz bir kopya olarak kabul edenlerden bahseder ve bunu abartı ve haksızlık olarak değerlendirir. Haklıdır. Farklı bir incelemenin konusu olduğu için, burada sadece temel birkaç tespit üzerinde durulacaktır: Ermiş, teknik ve üslup açısından coşkun ve lirik bir anlatımla, Böyle Buyurdu Zerdüşt ve Dünya Nimetleri ile benzerlikler taşısa da, metaforlara yüklenen anlam yönüyle bambaşka bir çizgi üzerinde yürümektedir. Nietzsche’nin, insanın düşüncesinde var ettiği doğan bir Tanrı yerine, burada gerçek anlamda Tanrı’ya inanış vardır ve Tanrı sadece mabedin ya da kutsal kitapların içinde değildir. Panenteist bir görüşe yaslanır Cibran. İster Müslüman olun, ister Hristiyan, ister de başka bir din, bu eser sizi öz’de birleştiriyor, aynı kaynakta; Tanrı’da. Gide’in inandığı ama biçimsel olarak karşı çıktığı kurumsallık(kilise) da yoktur burada. Böyle Buyurdu Zerdüşt’te, kahraman, bir dünya peygamberi olarak kavramlara yüklediği yeni anlamlarla karşımıza çıkar, Tanrı’yı öldürür, öğretilerini reddeder, cennetin yerine üstüninsan hedefini koyar. Gide’de Menalque ile Nathanael arasında bir nevi mürşidinden öğrendiklerini dervişine öğreten, hayatın her türlü zevkini yaşayarak Tanrı’ya ulaşılacağını savunan bir kahraman karşımıza çıkar. Ermiş’te ise, ruhuna sunulan kelimeleri -ki onları dahi sahiplenmeden- sevdiği insanlara aktaran bir kahraman vardır. Zerdüşt Pazar yerindeki insanları(halkı) uzak durulması gerekenler olarak kendisinden uzaklaştırıp sadece belli bir kesime hitap ederken, Ermiş halka seslenir ve kimseyi birbirinden ayrı tutmaz. Ermiş, dünya ve dünya zevklerinden çok Tanrı’ya yakın, verilenin(öğütlerin) algılanması insandan insana değişse de, ‘öz’ün aynılığının vurgulandığı bir eserdir. Ermiş’te dünya hayatın merkezi değildir, Böyle Buyurdu Zerdüşt’te olduğu gibi. Ruh, sonsuzluğa ancak ölümüyle kavuşacaktır onda. Oysa Nietzsche’de, ölüm ancak gelecekteki üstün insan’a kavuşma adına değerlidir ve ruhu sadece bu hayata mahkûm eder. Gide’de ise ölüm yaşamdan daha değersiz ve ancak bir şeylerin yenilenmesi anlamını taşır…

Üç eseri ortak noktaya getiren şiirsel coşkun bir lirizm olsa da, onları birbirinden ayıran temeller çok güçlüdür ve bu yüzden Ermiş’e Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün ya da Dünya Nimetleri’nin kopyası demek büyük bir haksızlıktır. Bu noktada okur olarak size tavsiyem bu üç eserin paralel okunarak aradaki benzerlik ya da farklılıkların tarafınızdan tespiti olacaktır.


* Kum ve Köpük
** Ermiş

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz