Halil Cibran: “Bülbül, yavruları köle olmasın diye / yuvasını altın kafes içine kurmaz”

Ve Sevincim Doğduğu Zaman
Ve Sevincim doğduğu zaman onu kollanma aldım ve çatıya çıkıp bağırdım, “Gelin, komşular, gelin de görün, çünkü bugün içime Sevinç doğdu. Gelin de güneşin altında gülen bu mutluluk dolu şeyi görün.”
Fakat komşularımdan hiçbiri Sevincimi görmeye gelmedi, şaşkınlığım büyüktü.
Ve yedi ay boyunca her gün çatıdan Sevincimi ilan ettim ve bana dikkat eden hiç kimse olmadı. Ve Sevincim ve ben yalnız, terk edilmiş ve ziyaretçisiz kaldık.
Bunun için Sevincim solgun ve güçsüz büyüdü, çünkü benimki dışında hiçbir yürek onu sevgiyle tutmadı ve hiçbir dudak onu öpmedi.
Sonra Sevincim yalnızlıktan öldü.
Ve şimdi ölü Sevincimi sadece ölü Kederimin anısında anıyorum. Anı rüzgarda bir an mırıldanan ve sesi bir daha duyulmayan bir güz yaprağıdır ancak.

“Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir. Arkasındaki gerçeği görürsün, ama cam seni gerçekten ayırır”

Kederim Doğduğu Zaman

Kederim doğduğu zaman ona ihtimamla baktım ve sevgi dolu bir duyarlılıkla onu izledim.
Ve Kederim yaşayan her şey gibi büyüdü, güçlü, güzel oldu ve harikulade keyiflerle doldu.
Ve Kederim ve ben birbirimizi sevdik ve dünyada bizimle ilgili olan her şeyi sevdik; çünkü Keder’in sevecen bir yüreği vardı ve ben de Keder’le sevecen oldum.
Ve Kederim ve ben konuştuğumuz zaman günlerimiz hızla geçerdi ve gecelerimiz düşlerle sarılırdı; çünkü Keder’in dili seçkindi ve benim de dilim Keder’le seçkin oldu.
Ve Kederim ve ben birlikte şarkı söylediğimizde komşularımız pencerelerine oturup dinlerdi; çünkü şarkılarımız deniz kadar derindi ve ezgilerimiz yabancı anılarla doluydu.
Ve Kederim ve ben birlikte yürüdüğümüz zaman insanlar bize nazik gözlerle bakardı ve tatlılığın sözcüklerini fısıldaşırdı. Ve bize düşmanlıkla bakanlar da vardı; çünkü Keder soyluydu ve ben Keder’le gururluydum.
Fakat Kederim yaşayan her şey gibi öldü ve beni düşünüp taşınmak için yalnız bıraktı.
Ve şimdi konuştuğum zaman sözlerim kulaklarıma ağır geliyor.
Ve şarkı söylediğim zaman komşularım dinlemeye gelmiyor.
Ve yürüdüğüm zaman bana bakan kimse olmuyor.
Sadece uykumda merhametlerini dile getiren sesler işitiyorum, “Kederi ölen adam uyuyor.”

“Eğer kış, Baharı yüreğimde saklıyorum deseydi, ona kim inanırdı?”

Acı

Ve bir kadın, ‘Bize acıdan bahset’ dedi.
Ve o cevap verdi:
‘Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.

Nasil bir meyvenin çekirdeği, kalbi Güneş’i görebilsin diye
kabuğunu kirmak zorundaysa, siz de aciyi bilmelisiniz.

Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini
hayranlıkla izlemek üzere açarsanız, acınızın, nesenizden
hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;

Ve kırlarınızın  üstünden mevsimlerin geçisini kabul ettiğiniz gibi,
aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylıyacakssınız.

Ve kederinizin kışını  da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.

Acılarınızın çoğu sizin tarafindan seçilmistir.

Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı
iyileştirmek için sundugu ‘acı’ ilaçtir.

Doktorunuza güvenin ve verdigi ilacı sessizce ve sakince için;

Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri
‘Görülmeyen’in sefkatli elleri tarafindan yönlendirilir.

Ve size ilaci sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da,
O’nun kutsal gözyaslarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır.’

“Yalnızca sevgi ve ölüm her şeyi değiştirebilir”

Haz ve Izdirap

Sonra bir kadin konustu:
‘Bize haz ve istiraptan bahset.’

Ve o cevap verdi:

‘Hazziniz, istirabinizin maskesiz halidir.
Ve kahkahanizin yükseldigi aynı kuyu,
sık sık gözyaşlarınızla dolar.

Baska türlü olabilmesi mümkün müdür?
Istırabın içinize kazıdığı alan ne kadar
derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir.

Ve sarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında
yanan aynı kadeh degil midir?

Ve sesi ruhunuzu oksayan lavta, daha önce
bıçaklarla oyulan tahtayla bir degil midir?

Kendinizi neseli hissettiginizde
kalbinizin derinliklerine inin.

Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren,
daha önce üzülmenize neden olmuştu.

Üzgün olduğunuzda, tekrar kalbinize dönün.
Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan
bir şey için ağlıyorsunuz.

Bazılarınız, ‘Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır’ der;
diğerleri ise, ‘Hayır, istirap daha anlamlıdır’.

Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum.

Onlar beraber gelirler.
Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken,
unutmayin ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.

Gerçekte siz, hazzınızla istirabiniz
arasında bir terazi konumundasınız.
Sadece boş oldugunuzda, hareketsiz
ve dengede kalabilirsiniz.

Bir hazine avcısı, altın ve gümüsünü tartmak için
sizi kullandığında, haz ve istirap kefeleriniz,
ister istemez, yükselip alçalacaktir.’

“Ancak büyük bir acı veya büyük bir sevinç senin gerçeğini açığa çıkarabilir”

Kırık Kanatlar

Yirmi yaşımdayken annem bana şöyle demişti:

– Manastıra girseydim, hem kendim, hem başkaları için en iyisini yapmış olacaktım.
– Eğer manastıra girmiş olsaydın ben dünyaya gelmezdim, dedim.
– Dünyaya gelmen daha önce kararlaştırılmıştı oğlum, dedi.
– Evet ama, dünyaya gelmeden çok önce seni annem olarak seçmiştim ben, diye karşılık verdim.
– Dünyaya gelmeseydin cenette bir melek olarak kalacaktın, dedi.
– Ama ben hâlâ bir meleğim, diye cevaplardım.

Gülümsedi ve dediki ‘ Kanatların nerede peki? ‘
Elini tutup omzuma koydum ve ‘ Burada ‘, dedim.
‘ Kırılmışlar ‘, dedi.

Bu konuşmadan dokuz ay sonra, annem dönülmez ufukta yitip gitti. Ama ‘kırılmışlar’ sözü içimde yankılanmaya devam etti…

* * *

Bana mutluluktan söz etme; anısı beni mutsuz ediyor. Bana huzurdan söz etme; gölgesi beni korkutuyor; ama bana, sana, Cennet’in kalbimin külleri içinde yaktığı mübarek feneri göstereceğim; seni bir annenin yegane bir çocuğunu sevdiği gibi sevdiğimi biliyorsun. Aşk seni kendimden dahi korumayı öğretti bana. Beni, seninle birlikte uzak diyarlara gitmekten alıkoyan şey, ateşle temizlenmiş o aşktır. Aşk, senin özgürce ve erdemli bir şekilde yaşamana imkan vermek için içimdeki arzuyu öldürüyor. Sınırlı aşk, sevdiğini sahiplenmek, sınırsız aşk ise sadece kendini ister. Gençliğin saflığı ve uyanışı arasına düşen aşk kendini sahiplenme ile tatmin eder ve sarılmalarla büyür. Ama gökkubbenin kucağında doğan ve gecenin sırlarıyla inen aşk, edebiyat ve ölümsüzlükten başka hiçbir şeyle huzurlu olamaz; İlahi varlık dışında hiçbir şeyin önünde hürmetle eğilemez.

“Bir şeyi elde etmek istiyorsan onu kendin için isteme!”

Şiir

şiir
kelimelerin ifade ettiği bir düşünce değildir.
kanayan bir yaradan
ya da mütebessim bir dudaktan
yükselen ilahidir
şiir.

kelimeler
zamanın zincirleriyle bağlanamazlar.
konuşacağın
ya da yazacağın vakit
sana yaraşan,
bu hakikati
gözünün önünde bulundurmandır.

“Kaplumbağalar yollar hakkında tavşanlardan daha bilgilidirler”

Daha Büyük Deniz

Ruhumla birlikte büyük denize yüzmeye gittik. Ve kıyıya vardığımızda gözden uzak ve sakin bir plaj aradık.
Fakat yürürken gri bir kayanın üstünde oturmuş ve bir torbadan fiske fiske tuz alıp denize atan bir adam gördük.
“Bu kötümser bir insan.” Dedi ruhum, “Bu plajdan gidelim. Buradan denize giremeyiz.”
Bir koya varana kadar yürüdük. Orada beyaz bir kayanın üstünde dikilmiş, elindeki süslü bir kutudan şeker alıp denize fırlatan bir adam gördük.
“Bu da iyimser bir insan.” dedi ruhum, “Bu da çıplak bedenlerimizi görmemeli.”
Daha ileriye yürüdük. Ve bir plajda ölü balıkları toplayıp duyarlılıkla denize geri atan bir adam gördük.
“Ve bunun önünde de denize giremeyiz.” Dedi ruhum. “Bu iyiliksever bir insan.”
Ve onu da geçtik.
Sonra kuma kendi gölgesini çizen bir adamın olduğu bir plaja geldik. Büyük dalgalar gelip izi sildi. Fakat adam tekrar ve tekrar çizdi.
“Bu gizemli bir adam.” dedi ruhum, “yanından uzaklaşalım.”
Ve köpükleri kürekle alıp mermer bir kaseye koyan bir adamı gördüğümüz sakin bir koya gelene kadar yürüdük.
“Bu bir idealist.” dedi ruhum, “Kuşkusuz bu da çıplaklığımızı görmemeli.”
Ve yürüdük. Birden, “Bu deniz. Bu derin deniz. Bu engin ve güçlü deniz.” Diye haykıran bir ses işittik. Ve sesin kaynağına vardığımızda bunun sırtını denize dönmüş ve kulağına bir deniz kabuğunu dayayıp onun mırıltısını dinleyen bir adam olduğunu gördük.
Ve ruhum dedi ki “Buradan gidelim. Bu gerçekçi birisi, anlayamadığı bütüne sırtını çevirir ve onun bir parçasıyla uğraşır.”
Böylece oradan da uzaklaştık. Ve kayalar arasında kötü otların bittiği bir yerde başını kuma gömmüş bir adam gördük. Ve ruhuma, “Burada denize girebiliriz, nasıl olsa bizi göremez.” Dedim.
“Yo” dedi ruhum, “Çünkü hepsinin içinde en ölümcül olanı bu. Bu adam bağnaz.”
Sonra ruhumun yüzünde ve sesinde büyük bir hüzün belirdi.
“Buradan gidelim” dedi. “Çünkü denize girebileceğimiz ıssız ve gözlerden uzak bir plaj yok. Altın saçlarımı bu rüzgara açmak, beyaz göğsümü bu havaya sunmak ve kutsal çıplaklılığımı bu ışığa çıkarmak istemiyorum.”
O zaman Daha Büyük Denizi aramak için o denizden uzaklaştık.

“Kök,şöhreti küçümseyen çiçektir”

Halil Cibran (Khalil Gibran)

Lübnanlı felsefe yazarı,romancı,şair ve ressam.
(Doğum 6 Ocak 1883 Osmanlı Devleti Günümüzde Lübnan, Ölüm 10 Nisan 1931 New York, ABD)

Cibran, 1883 yılında Lübnan’da doğdu. Eserleri ve düşünceleri dünya üzerinde geniş yankı uyandırdı. Şiirleri yirmiden fazla dile çevrilmiş olan Cibran aynı zamanda başarılı bir ressam idi. Resimlerinin bazıları günümüzde dünyanın birçok şehrinde sergilenmektedir.

Yaşamının yaklaşık son yirmi yılını ABD’de geçiren yazar, ölümüne kadar kaldığı bu ülkede eserlerini İngilizce yazmıştır.

Bazı kitapları

* Kırık Kanatlar
* Haberci
* Gezgin
* Deli
* Ermiş
* Ermişin Bahçesi
* İnsanoğlu İsa
* Sözler
* Dünya Tanrıları
* Asi Ruhlar
* Kum ve köpük avare
* Kalbin sırları (derleme)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz