Günübirlik’ler: Anadilini Bilmeyen Yazar – Cemal Süreya

Bir yazarın anadilini bilmediği düşünülebilir mi? Soruyu ters çevirelim: anadilini bilmeyen bir kimse yazar olabilir mi? Hatta başka bir şey olabilir mi? Ülkemizde olabiliyor. Sözgelimi resim eleştirmeni olabiliyor. Üstelik belli ölçüde ad da yapabiliyor.

Böyle bir resim eleştirmeninin Ankara Sanat dergisinin 119. sayısında üç yazısı yayımlanmış. Üçünden de birer cümle alıyorum.

“Resim alıcıları, sevdiklerinizi, sevecenliğinizi tarihlemeyin, tarihsiz kalacağınıza, tarihinizi düşün, tarihselliğinde yenilenme yolundaki karma sergiyi unutmayın, diğer karma sergileri de bu açıdan gezin ki, giderek o denli değerlendirme olanağını yakında bulabilirsiniz, umalım.”

İkinci yazıda yakınlarda ölen İlhami Demirci’den söz ediliyor: “Çabalarını, tüm çaba ya da yaşantısının, ortadakiler, kalanlardan ya da yaşanılanlardan öte olmadığını, güleç, duygulu, giderek alçakgönüllü, üçüncü kişiden söz edercesine hep öne getirmiştir.”

Üçüncü yazı “Kentler/Resimler/Yontular” başlığını taşımakta. Bir yazı dizisinin XI. bölümü bu. Bir müze için şöyle diyor eleştirmenimiz: “Bir müze-galeri ağının kurulmuş ve şaşmaz nitelik-niceliğinde yürütülmekte bulunduğu izlenimi, bir gözlemci için imrenilecek saygınlığı elle tutulurluğuna içtenlikle götürmüştür.”

Eskiden Osmanlıcayı yanlış kullananlara sık sık rastlanırdı. Bugün Öz Türkçe yazan çoğu kişi için aynı şeyi söyleyebiliriz. Ama yukardaki örneklerde apayrı bir özellik var: Yazar, anadilini bilmiyor. Cümlelerin düzeni baştan başa bozuk olduğu gibi, sözcüklerin, sözcük topluluklarının işlevi de yerinde değil, daha önemlisi, okuduğunuz zaman hiçbir anlam çıkaramıyorsunuz. Üstelik yalnız yukarı aldığım örnekler değil, yazıların bütünü böyle. Şimdi düşünüyorum, bu arkadaş yıllardır resim eleştirisi yapıyor. Bir ara bir günlük gazetede de yaptı. Ressamları değerlendirdi. Düşünüyorum, ressamlar nasıl dayanmış buna? Böyle bir yazarın (yazar denebilirse) bir bildirisi, bir değerlendirme gücü olabilir mi?

Guillaume Apollinaire uzun süre resim eleştirisi yapmış, Kübizmin kuruluşunda büyük emeği geçmiş bir yazar olmuştur. Sonraları bu yazılar bir kitapta toplanmış. O kitabı birkaç kez okudum. Önsözünde bazı sanatçıların Apollinaire’in Rubens’i Delacroix’dan ayırabilecek kadar bile bir resim görgüsü olmadığını ileri sürdükleri belirtiliyordu. Kimilerine göre de büyük katkıları olmuş izlenimci eleştirmenlerden biridir o. Önsöz yazarı zamanla ikinci kanının doğrulandığını demeye getiriyordu. Benim yukarda sözünü ettiğim resim eleştirmeninde böyle tartışılır bir yan da olamaz diyorum. Çünkü o daha en yalın bir şeyi anlatmasını bilmiyor; “altı yıl kadar önce” diyemiyor da, “altı yıla yaklaşan bir süre önce” diyor. Çok şey gördüm, ama bu denli çarpıtılmış, dil bilincinden bu denli yoksun bir anlatımla ilk kez karşılaşıyorum. Böyle bir eleştirmen Rubens’i Delacroix’dan ayırsa ne olur, ayırmasa ne olur! Çünkü burda Öz Türkçeyi kıvıramamanın da ötesinde bir gerçek söz konusu. Yazı, biz nasıl düşünüyorsak öyledir. Bu yargı doğruysa, sözünü ettiğim eleştirmen düşünmeyi de bilmiyor. Osmanlıca da, Hintçe de yazsa, yazdıklarının aynı sakatlıklar içinde olacağı gün gibi açık. Bu yüzden onu değil, dergi yöneticisini suçlamak daha akla yakın geliyor bana. Ankara Sanat’ın yöneticisi bastığı yazıları önceden okumuyor mu yoksa? Sonradan da mı okumuyor?

Türkçesi bozuk aydınlar son yıllarda oldukça çoğaldı. Elbet yazarların içinde de bundan pay alanlar var. Bunun nedenini dilin yenilenmiş olmasına, kitlede daha oturmamış bulunmasına bağlayabiliriz bir yerde. Bağlayabiliriz ya, eline kalemi alıp ben yazarım diyen bir kimsenin kendi dilini bilmiyor olması hiçbir zaman bağışlanamaz.

Ankara Sanat’ın aynı sayısında Mehmet Salihoğlu’nun söyleşisi ve “Bahar Vurgunu” adlı bir şiiri var. Bir aşk şiiri. Severek okudum.

Cemal Süreya
Toplu Yazılar 2 – ‘Günübirlik’ler

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz