Genco Erkal’le Belgesel Tiyatro Üzerine Dostça Bir Söyleşi…

Belgesel tiyatro 1835’te Büchner’in Danton’un Ölümü oyunuyla ilk örneği verilmesine, hatta Shakespeare’in birçok oyununu monografilere dayandırmasına rağmen, asıl çıkışını I. Dünya Savaşı sonrasının siyasallaşan Avrupa’sında Almanya ve Sovyetler Birliği’nde yaptı. Özellikle Politik Tiyatro kitabıyla bilinen Piscator’un bu türde dönemi için etkin oyunu vardır. Bu eğilim II. Dünya Savaşı sonrasında da pek çok önemli yazar tarafından sürdürüldü. Siyasal mücadelenin yoğunlaştığı ve ideolojik ayrışmaların olduğu dönemde yükseliş yaşadı ve aynı zamanda siyasal tartışmalara neden oldu. İzleyicilerinde yoğun ilgi gösterdiği belgesel tiyatro etkili olması nedeniyle siyasi iktidarlarında baskılarına maruz kalmıştır.
Genellikle önemli siyasal olaylara ve insanları şaşkına uğratan katliamlara, iktidarın baskıcı yüzünü gösteren görevlilere, dünya-tarihsel olaylara yüzünü dönmüş ve resmi tarihi karşısına alarak gayrı resmi tarihin bir parçası olmuştur.
Aynı zamanda belgesel tiyatro halkın yoğun ilgisinin yanı sıra, pek çok sivil toplum örgütünün desteğini almış ve bu insanların dayanışmasıyla giderek iktidara hakikati söyleyen alternatif bir kürsüye dönüşmüştür. Bu eğilim yalnızca Avrupa’da değil, Üçüncü Dünya ülkelerinde ve Amerika’da da yansımalarını buldu. Amerika’da özellikle gazete tiyatrosu adıyla, basında yer alan yazılardan sıcağı sıcağına yazılan oyunlarla sesini duyurmuştu. Belgesel tiyatro özellikle Soğuk Savaş döneminde McCarthy döneminde susturulmuş ve pek çok yazarı sorgulanmıştı. Aslında siyasal mücadelenin yükselmesiyle tiyatro burjuva dramı niteliğinden sıyrılıp bizzat yüzünü sokağa dönmüş, tiyatro yapan insanlar bizzat emekçi insanlar üzerinde yoğunlaşmış ve işçi tiyatrolarının ağırlığı büyük oranda artmıştı, 1920-40 ve 1950-1970 arasında yaygın ve güçlü bir eğilim olarak ortaya çıkmıştı. Bizde ise belgesel tiyatronun ortaya çıkması için 1960 sonrasını beklememiz gerekmişti; Erkal’e göre bunun iki nedeni vardı. i) 1960 sonrasında anayasanın değişmesi, ii) ülkemizin özellikle Avrupa tiyatrosunu 10’ar yıl aralıklarla takip etmesi. Aynı şekilde siyasi yükselişinde özellikle 1960’larda yaşanmasıyla 1950’lili yılların baskıcı ve sansürcü yapısına meydan okuyacak toplumsal gelişmeler gelişimin önünü açıyordu. Bu tiyatroda dramatik yapı değişmiş, çatışma ekseni burjuva dramından uzaklaşıp yaşamsal ve yaşamın somut olaylarına doğrudan yüzünü dönmeye başlamıştı. Ülkemizde Ankara Sanat Tiyatrosuyla birlikte bu türün en önemli sahne uyarlamalarını yapan Dostlar Tiyatrosunun kurucu-oyuncu-yönetmenlerinden Genco Erkal’le Sivas 93’ü, Afife Jale ödülünü reddetmelerini, Festivali ve belgesel tiyatronun tarihini konuştuk.
Genco Erkal: Konumuz belgesel tiyatro olduğuna göre ben konuya giriş olarak Türkiye’de bu önemli akımın durumunu açıklığa kavuşturacak bir olayla, Afife Jale tiyatro ödülleriyle başlamak istiyorum. Orada bu ödül Dostlar tiyatrosuna verilir mi verilmez mi tartışması yaşandı. Biz 40 yıllık bir tiyatroyuz, bu tipte sayısız oyun yapmıştık geçmişte. Artık o ödül komitesinin başındaki Haldun Dormen bile, haksızlık yapıldığını kabul etti. Eksik olmasınlar tiyatro üzerine yazan ve çizen insanlarda bizden yana çıktılar. Bence daha önemli bir sorun çıktı ortaya, söyleşimizin konusuyla ilgili başka türde bir tartışma açmak gerektiğini düşünüyorum. Yani belgesel tiyatro “tiyatro” mudur değil midir? Afife Jale ödülleri seçici kurulu yaptıkları açıklamalarda, bizim oyunu hiçbir ölçüye, hiçbir tiyatro türüne sığdıramadıklarını söylediler. Böylesi bir sorunun insana şüpheli gözlerle bakan bir edayla sorulması karşısında insanın gerçekten dili tutuluyor. Yani Afife ödülü gibi ülkemizin en saygın, en prestijli, en ciddi ödülü olduğu iddiasında bulunan bir seçici kurulun bu denli bilgisizliği, -seçiciler kurulunun yarısını tanımıyorum, tanımadığım çok da insan var- [ZA: Amil Kunt (Yüksek Mühendis)-Beki Haleva (Mütercim tercüman), Cem Duygulu (Konservatuar eski öğretim görevlisi), Demet Taner, Dilek Yeşil (Endüstri mühendisi) –Güneri Artunkal (Yüksek İnşaat Mühendisi)…].

GE: Bu kadar bilgisizlik karşısında insanın dili tutuluyor gerçekten, sanki Piscator hiç yaşamamış… Peter Weis, Enzensberger gibi bir yazarlar hiç olmamış, Sivas 93 oyunu türünün ilk ve tek örneği gibi oluyormuş. Bu kadar bilgisizlik ve ilgisizlik durumu var ortada, bu durumu vahim buluyorum. Üstelik bu oyunların bazıları Türkçeye hiç çevrilmemiş olsa da, büyük kısmı çevrilmiş ve oynanmış durumda.
Zahit Atam: 1960’lardan bugüne büyük bölümü Türkçeye çevrildi ve oynandı, üstelik oynadıkları dönemde tartışmaların merkezinde oldular ve izleyiciden de büyük ilgi gördüler.
GE: Örneğin, Bir Peter Weis’ın Saloz’un Mavalı oyununu Can Yücel’in ölümsüz Türkçesiyle yahut Ülkü Tamer’in çevirisiyle bizim oynadığımız Soruşturma… bu insanlar bunları hiç görmediler mi, hiç duymadılar mı? Bilmiyorlar mı ki, bu tiyatronun ölçüsüne, kuralına sığmıyor diyebiliyorlar. Yani demek ki, bu insanların kafasındaki tiyatro bir Broadway tiyatrosu, bir Fransız bulvar tiyatrosu,
ZA:
Ya da yanılsamacı tiyatronun tipik ürünleriyle sınırlı bir anlayış ve sınıflandırma çabası da diyebiliriz.
GE: İşte bildiğimiz klasik tiyatro diyelim. Ama tiyatronun tarihine bakıldığında 20. yüzyılı geçtik, 21.’ye girdik, tiyatroda neler yapılıyor, yeni örnekleri geçiyorum ama bu söylediğim örnekler yarım yüzyıl öncesinin örnekleri. Örneğin ülkemizde Oppenheimer Olayı oynandı mesela, biliniyor, Rosenbergler oynandı, bir Havana Duruşması oynandı, üstelik bunların büyük bölümünü biz tiyatro sahnelerine taşıdık. Sanki bunlar hiç yokmuş gibi, böyle bir tiyatroyu tiyatrodan saymama durumunu ben anlayamıyorum.
ZA: İlkel bir anlayışla oluşturulmuş teatral gösteri anlayışlarına sığdıramamış olabilirler.
GE: Yani bilmiyorum; teatral bulmama durumu, tiyatro kategorilerine uymuyormuş gibi bir gerekçeyle, ne demekse, ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Aslında Sivas 93 Oyunu üzerinden “bu bir tiyatro mudur, değil midir?” diye bir tartışma başlasa, keşke insanlar bu konuda fikirlerini bildirseler. Bu Afife Jale seçici kurulu da işlerini yapamıyorsa, toptan istifa etseler, daha yetkili-bilgili insanlara bıraksalar mevkilerini. Siz de Danton örneğini verdiniz, tabi belgesel tiyatronun da kendi içinde türleri var. Mesela Dramatik belgesel diye bir türü var, bizim oynadığımız Rosenbergler Ölmemeli, Şili’de Av gibi. Yahut Dimitrof üzerine Yavuzer Çetinkaya’nın yazdığı Gün Dönerken adlı oyun gibi. Belli tarihsel olaylar üzerine, yazılmış dramatik yapılı, belgesel ağırlıklı, ancak dramatize edilmiş oyunlar. Bir de bütünüyle belgelere dayanan, Havana Duruşması gibi Domuzlar Körfezi çıkarmasından sonra yargılanan insanların tutanaklarından türetilmiş oyunlar var. Yahut Peter Weis’in Soruşturma oyunu, Auschwitz kampındaki görevlilerin yargılanmasında tutanaklara dayanan oyunlar gibi, tümüyle belgesel tiyatrosu. Bizim tiyatromuzdan örnek verirsek, Ergin Orbey’in Kurtuluş Savaşı üzerine yazdığı tiyatro böylesi bir türe örnektir. Bu tür tiyatroda oyun sahnelenirken büyük oranda olay hakkındaki görsel yazılı belgelerden yola çıkılarak metin oluşturulur ve sahnelenir. Bizim oyunumuz gibi.
1969–80 arasında belgesel tiyatro ülkemizde doruk noktasını yaşamıştır. Bir anlamda Şehir Tiyatroları da ilk kez Muhsin Ertuğrul döneminde 1963 yılında Oppenheimer Olayı’nı oynayarak belgesel tiyatro dalında oyun sahneledi. Ayrıca Hollywood Dosyası 90’lı yıllarda oynandı.
ZA: Bu oyun özellikle Hollywood Onları üzerine yapılan soruşturmaları ele alıyordu değil mi?
GE: Evet, orada Brecht’te sorgulanmıştı. Steinbeck, Elia Kazan gibi sanatçıların- oyuncuların sorguları üzerinde duruyordu.
ZA: Hatta 1990’lı yılların sonlarında Arthur Miller’ın Cadı Kazanına dayanan bir filmde ABD yapımı olarak ülkemizde gösterildi. Miller tiyatro oyunu olarak yazmıştı, film senaryosuna dönüştürülüp çekilmişti.
GE: Daha evvel bir Fransız versiyonu olarak da filme çekilmişti. Bu oyun bizde de tiyatro oyunu olarak çok oynandı. Devlet tiyatrosu oynadı, ama tabi onlar metnin altındaki siyasi göndermeleri kazıyıp oynadılar. Hangi olayı anlatmak istediğini ortadan kaldırarak oynadılar ne yazık ki. Onlar yaptıkları oyunlarda hep siyasal içeriğinden soyutlayarak, içini boşaltarak oynuyorlar. Sanki Salem’de bir Cadı Avı varmış gibi
ZA: Evet, zaten onlar dramatize ederek, tarihsel özelliğini seyreltip, bağlamı belirsizleştirip, hatta belirli oranlarda melodramatize ederek, duygunun öne çıktığı tarihsel olayın “oyunlaştırıldığı” bir sahnelemeyi gerçekleştiriyorlar. Eleştirellik ne yazık ki bu yorumlarda büyük oranda kayboluyor.
GE: 60 sonrasına dönersek, yeni Anayasayla birlikte gelen özgürlük ortamı, Marx’ın, Nazım Hikmet’in eserlerinin Türkçeye çevrilmesi ve ülkemizde solun ciddi yükselişi kendi kültürüyle birlikte oldu. Bu kültür içinde belgesel tiyatro filizlendi ülkemizde.
ZA: Ülkemizde oynanan oyunlar ve tiyatro literatürü çok hızlı bir değişime ve gelişime uğruyor. Özel tiyatroların sayısı hızla artıyor ve toplam tiyatro izleyici sayısında da devasa bir artış yaşanıyor. O yıllarda bin kişi başına tiyatro sayısı Paris’ten bile daha çok olduğu görülüyor (sırasıyla İ: binde 7, P. binde 9).
GE: Birdenbire özel tiyatroların sayısı artıyor ve ödenekli tiyatrolar gittikçe arka planda kalmaya başlıyor. Dönemin ruhunu yakalayamaz hale geliyor, gelişimin gerisinde kalıyorlar. O dönemde başta Robert Kolej, Galatasaray gibi tarihi liseler ve üniversitelerde tiyatro kulüpleri kuruluyor, buralarda tiyatroya başlayan insanlar daha sonraları kendi tiyatrolarını kuruyorlar ve tiyatro literatürünü ve sahnelemesini değiştiriyorlar.
ZA: Sanıyorum 1960’a kadar Türkiye’de tiyatroda metin belirleyici bir sahneleme var. 1960 sonrasında metne müdahale ediliyor ve sahne üzerindeki performans ağırlık kazanmaya başlıyor, tiyatro bir tür özgürleşiyor, yorum ağırlık kazanıyor ve sahne bir yaratım merkezi haline geliyor.
GE: Doğru. Bu özel tiyatrolardaki insanların büyük çoğunluğu alaylı, yani mektepli, konservatuarlı değiller. Zaten oyun oynayış biçimleri de değişik, yani o akademik havadan kurtulup, birazcık da yapay bir atmosfer yaratma çabasından çıkıyor hayatın içine nüfuz eden ve doğallaşan bir performans ortaya çıkıyor.
70’li yıllarda televizyonun gelişi, iktisadi kriz ve giderek okumuş eğitimli kesimin maddi yaşam koşullarının gerilemesi ülkemizde tiyatronun etkisini azaltıyor, 60’larda tiyatronun etkisi artıp, izleyiciden aldığı tepkiler de önemli oranda yükselirken, 70’lerde her şey giderek daha zorlaştı. 80’li yıllarda Paşanın “huzur ve güven ortamında” insanlar sokağa çıkamaz oldu ve tiyatro da dibe vurdu.
Bizim oyunumuzda tamamıyla belgelere dayanan türe girer, saydığımız oyunların dışında birde Alpagut Olayı vardır, Karadeniz Bölgesinde kömür madenlerindeki işçi işgali-direnişini anlatan bir oyundur. Yine bizim tiyatromuzun mutfağında yazılmış bir oyunu daha var. Çünkü 12 Mart ertesinde Atatürk Kültür Merkezi yandı, ondan sonra Haliç’te de bir araba vapuru yandı.
ZA: Derin devletin yaktığı ve solcuların üzerine yıkmaya çalıştığı ve dahası tutukladığı insanlara işkence yaptıkları bir dizi Provokatif eylemlerden birisiydi bunlar. Dahası anti-komünist propaganda kitapları çıkarıp bunları solcuların üzerine yıkmaya çalıştılar, ama hiç kimseye dair bir kanıt bulamadılar.
GE: Bizim tiyatromuzda Levent Yılmaz adlı bir arkadaşımızda bu davanın sanıklarındandı. Uzun süre işkence gördü, hapis yattı, sonradan da delil yetersizliğinden beraat etti. Çünkü tamamen gerçeği olmayan hayali bir senaryoya dayanıyordu suçlamalar. Levent bize durumu anlattı, davanın tutanaklarını getirdi ve Macit Koper arkadaşımızda Sabotaj adlı oyunu yazdı: yani biz Dostlar Tiyatrosu olarak kuruluşumuzdan bu yana belgesel tiyatroyla iç içeydik. Son durak olarak da Sivas 93 olayına gelmiş bulunuyoruz. Bütün seanslarımızı kapalı oynadık, Anadolu dâhil.
ZA: 1993’te bu katliam yaşandığı zaman, Türkiye’de 80 darbesinden sonra o güne dek yapılan en kitlesel eylemler yapıldı, büyük oranda kendiliğinden gelişti, onlarca kilometrelik yürüyüş korteji oluştu ve gösteriye “Kahrolsun Şeriat” sloganı damgasını vurdu. Sivas siyasi iktidarında katıldığı kolektif bir kıyım eylemi olarak algılanabilir. Ancak “post-modernist” darbeden sonra mahkeme sonuçlandı. Bu olay insanları nasıl etkiliyor? Bizim konuştuğumuz herkes acıyla, gözyaşı içinde ve birikmiş öfkeyle oyundan çıkıyorlardı.
GE: Aslında hiç ummadığımız kadar büyük bir ilgi gördü. Koca salonlarda rekor ODTÜ’de kırıldı, üç gece 950 kişilik salon doldu. Dediğiniz gibi ağlama var, isyan var, birikmiş öfke var. Bir sürü arkadaş izledikten sonra gelip boynumuza sarılıp duygularını belirtiyor, ya maille dile getiriyor… Genel olarak bir çaresizlik var. Bu oyun gözümüzü açtınız, bize güç verdi, bir şeyler yapacağız diyorlar. Ama ne yapacaklarını da tam olarak bilmiyorlar. Maalesef bütün bu tepkiyi yönlendirecek bir siyasi önderlik yok, seçimlerden önceki devasa mitingleri düşünürseniz, siyasi iktidara karşıt aydınlık kesimden büyük bir potansiyel var. Bir türlü bir siyasi harekete dönüşüp parlamentoda ağırlığını ortaya koyamıyor. Bunun dışında orada yakınlarını kaybedenler, “yaramız hiçbir zaman kapanmadı, bu toplum bizi görmezden geliyor, sizler iyi ki varsınız. Bunu hatırlattınız, hatta bu olaydan sonra ilk defa kendimizi iyi hissettik, yalnız olmadığımızı anladık” diyorlar. Giden insanların boşa gitmediğini, toplumsal bellekte izlerinin kaldığını anlıyorlar. Bunu hiç duymayanlardan, o zaman ilkokulda olanlar, hatta koca koca insanlar olayın bu boyutunun farkında değiller. Olayların böylesine belgelerle sergilenmesi sonucunda insanlar ancak o zaman olayın boyutlarını anlayabiliyorlar. Metin için üç ay boyunca eve kapandık. Zeynep Altıok babasıyla ilgili bütün materyalleri toplamış, mağdur grubunda olan avukatların başında olan Sarıhan –benim eski tiyatro öğrencimdi, sonraları ünlü bir avukat oldu- bütün mahkeme tutanaklarını verdi. İHA’nın çektiği bütün filmler, fotoğraflar, emniyet kameralarının görüntüleri birleştirildi. Bir yandan metin oluşturuluyordu, onlara uygun görüntüler seçiliyordu. Sanıyorum bu ilk defa yapılıyordu, oyunun başından sonuna metne bağlı belgesel görüntüler var, her şeyin tam olarak senkronize olması gerekiyor. Kelimesi kelimesine üst üste oturması gerekiyor, çok uğraştık kurgu için. Üç ay yazımı sürdü üç ay sahnelenmesi sürdü.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz