Friedrich Nietzsche: Tüm uzun süren şeyleri görmek, kavramak zordur

Ama siz anlamıyor musunuz bunu? Zafere ulaşması için iki bin yıl gerekmiş bir şeyi görmüyor mu gözleriniz?.. Şaşılacak bir şey yok bunda: tüm uzun süren şeyleri görmek, kavramak zordur.

Olay şudur: o öç ve kinin, Yahudi kininin – yeryüzünde bir benzeri daha görülmemiş olan, idealler yaratan, değerleri evirip yeni değerler yaratan, en derin ve en yüce kinin – ağacının gövdesinden, aynı benzersizlikte başka bir şey, yeni bir sevgi, sevgilerin en derini ve en yücesi boy verdi – başka hangi gövdeden doğabilirdi ki zaten?.. Ama sanılmasın ki bu sevgi, öce susamışlığın gerçek bir reddi olarak, Yahudi kininin karşıtlığı olarak boy verdi! Hayır, hakikat bunun tam tersidir! O kinden doğdu bu sevgi; onun, en berrak aydınlıkta ve güneşte daha da serpilip açılan, utkulu tacı olarak; ve nasıl ki o kin köklerini, derinlikli ve kötü olan her şeyin içine giderek daha esaslıca ve ihtirasla saldı, bu sevgi de aynı şevkle, ışık ve yükseklik diyarında, o kinin hedeflerinin, zaferin, avın, ayartmanın peşine düştü. Şu ete kemiğe bürünmüş sevgi müjdesi Nasıralı İsa; yoksullara, hastalara, günahkârlara selameti ve zaferi getiren şu “kurtarıcı” – ayartının tam da en ürpertici ve en karşı konulamaz biçimi, Yahudi değerlerine ve Yahudilerin yenilediği ideallere götüren dolambaçlı bir yol ve ayartı değil miydi? İsrail tam da bu “kurtarıcı” üzerinden, İsrail’in bu sözde muhalifi ve yıkıcısı üzerinden erişmemiş midir yüce öç düşkünlüğünün son hedefine? İsrail’in kendisinin, elindeki asıl öç alma aracını, “tüm dünya”nın, yani İsrail’in tüm muhaliflerinin duraksamadan, tam da bu yemi dişlemelerini sağlamak için amansız bir düşmanmış gibi tüm dünya önünde yadsıyıp çarmıha germesi, gerçekten büyük bir öç politikasının, ileriyi gören, yeraltından soluklanan, usul usul ve alttan alta yayılan, hesabını bilen bir öcün gizli büyüsünün bir parçası değil midir? Aklın tüm incelikleri seferber edilse, bundan daha tehlikeli bir yem düşünülebilir mi ki? O “kutsal haç” simgesi kadar, o tüyler ürpertici “çarmıhtaki Tanrı” paradoksu kadar, o akıl almaz, son kerte zalimliğin ve Tanrı’nın, insanın selameti için kendini çarmıha germesinin gizemi kadar cezbedici, mest edici, uyuşturucu, yoldan çıkarıcı başka bir şey olabilir mi?.. Kesin olan şu ki, İsrail şimdiye dek sub hoc signo (bu simge altında), öcün ve tüm değerlerin yeniden değerlendirimi yoluyla bütün diğer idealleri, bütün daha asil idealleri her defasında yeniden alt etmiştir.

***

– “Ama ne diye daha asil ideallerden bahsediyorsunuz ki hâlâ? Gelin gerçeklere bakalım: halk galip geldi – ya da “köleler” ya da “ayak-takımı” ya da “sürü”, nasıl adlandırmak isterseniz öyle adlandırın – eğer bu, Yahudiler yoluyla gerçekleşmişse ne ala! başka hiçbir halk, dünya tarihini bu denli etkilemiş bir görev üstlenmedi. “Efendiler”in işi bitirildi; bayağı adamın ahlakı galip geldi. Bu zafer aynı zamanda bir kan zehirlenmesi olarak da düşünülebilir (ırkları birbirine karıştırmıştır) – karşı çıkmıyorum buna; ama hiç kuşkusuz amacına ulaşmıştır bu zehirlenme. İnsan soyunun “kurtuluş”u (“efendiler”den kurtuluşu yani) yolunda gidiyor; her şey, neredeyse gözle görülür bir hızla (söze ne gerek!) Yahudileşiyor veya Hıristiyanlaşıyor veya bayağılaşıyor. Bu zehirlenmenin, insanlığın tüm bedenini sarmasının önüne geçilemez gibi görünüyor; kaldı ki, temposunun ve adımlarının bundan böyle giderek daha ağır, daha yumuşak, daha işitilmez, daha ölçülü olmasında bile sakınca yok artık – zaman var nasıl olsa… Bu bağlamda, kiliseye zorunlu bir görev düşüyor mu bugün hala, var olmaya dahi hakkı var mı? Onsuz da yapılabilir mi yoksa? Quaeritur (sorulur). Kilise, zehrin yayılmasını hızlandırmak yerine engelliyor ve dizginliyor gibi mi görünüyor? Belki yararı, tam da bunu yapmasındadır… Daha duyarlı bir zihne ve modern bir beğeniye ters düşen, düpedüz kaba saba ve köylüce bir şey kilise kuşkusuz. Hiç değilse, biraz incelik kazanmamalı mı?.. Ayartmaktan çok yabancılaştırıyor bugün… Kilise olmasaydı, hangimiz özgür tinli olurduk ki? Bizi tiksindiren kilise, onun zehri değil… Kiliseyi bir yana bırakırsak, biz de seviyoruz zehri…” – Bir “özgür tinli“nin, besbelli dürüst bir hayvanın, üstüne üstlük bir demokratın benim söylevime sonsözü bu; beni buraya kadar dinlemiş ve sustuğumu duymaya dayanamamıştı. Zira bu konuya ilişkin olarak susacak çok şeyim var benim.

Friedrich Nietzsche
Ahlakın Soykütüğü

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz