Franz Kafka’yı anlamak | Kafka, Yaşadığı Dünya ve Çatışmaları – Roger Garaudy

Yaşamın anlamını ararken Kafka’nın temel yaşantısı, yabancı olmak ve varlığın içinde kendine bir yer bulabilme gereksinimini duymaktır. Günce’sinde şöyle yazıyor: «Bir yabancıdan daha yabancı yaşıyorum.»
Yahudi olması, Almanca konuşması ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu boyunduruğundaki Çekoslovakya’da yaşaması, ondaki yalnızlık ve köksüzlük duygusunu artırmıştır. Viyana egemenliğine karşı protestoların, Yahudi düşmanı kıyamı daha da artırdığı 1897 ayaklanmaları sırasında Kafka ondört yaşındaydı; gençliği boyunca da, Milena’ya Mektuplar’da anımsadığı gibi, okul çocukları arasında ve Yahudi azınlığına «uyuz ırk» gözüyle bakılan çevrelerde bütün şiddetiyle süregelen milliyetçilerin küçük çapta ırk savaşlarını gördü. Konuştuğu -Almanca ile Çek nüfusundan aynlıyordu. Öte yandan, kendisini Alman dilinin bir konuğu sayıyordu. Prag’da, doğduğu kentteyse kendini yabancı buluyordu. Yahudi olarak, Almanca konuşan nüfustan ayrılmıştı.
Büyük bir tüccarın oğlu olarak da halkın dışındaydı. Prag’ın Yahudi gettosu yerle bir edilmişti, ama bu töre devam ediyordu. «Eski pis Yahudi kenti bizler için, çevremizi saran yeni, temiz kentten çok daha gerçektir. Bir düşte, uyanık yürüyoruz; bizler, geçmiş zamanların hayaletlerinden başka bir şey değiliz.»1 Toplumla kaynaşamamıştır, yalnızdır, kendini bütün tarihsel topluluğun dışında hissetmektedir.
Aynı zamanda ruhani topluluğun da dışındadır, ona yabancıdır. Anlayabildiği tek Tanrı, Yahudi geleneğinin korkunç tanrısı, yasası amansız Yehova’dır. Yokluğun sınırlarında, uzak bir tanrıdır bu. Çin İmparatorunu, Baş Yargıcı, Şatonun Senyörünü hiç kimse, hiçbir zaman göremeyecektir. Ona göre İsrail tarihi, insanın Tanrı ile ilişkilerinin imgesidir: halkı, seçkin bir halktır, ama aynı zamanda üzerine Tanrı’nın ilenci yağan dik başlı bir halk. «itiraf ettiğim bütün benzersizliklere karşın ırkıma hiç ihanet etmedim, bu yeter… Yalnız, garip bir karakterim var benim; ve hiç unutmayalım ki bu, ırkımın farklı çizgileriyle kendini ortaya koymaktadır»2 diyor.
Kalka, tam bir Yahudidir, ama aynı zamanda Yahudi topluluğundan kopmuş bir Yahudidir. Kıyasıya eleştirir Yahudi dinini. Sinagogumuzda adlı öyküsünde Yahudi topluluğunu, anlamım bir türlü anlamadığı dinsel inançları ve inanları körü körüne yerine getiren bir topluluk olarak çizmektedir. Traumühl Sinagogu’nun üstünden ayrılmayan gizemli ve korkunç hayvan, inananların dualarının körü körüne yükselip durduğu anlaşılmaz ve açıklanmaz hedefi simgelemektedir.
Kafka’nın tutumu burada belirsizliğin işaretini taşımaktadır. Musevilik, bir yandan toplumsal, diğer yandan dinsel bir topluluk olduğu için bu belirsizlik bir kat daha korkunçtur. Musevilik, yalnızca bir inanç sorunu değil, fakat her şeyden önce, inancın koşullandırdığı bir topluluğun canlı yaşantısıdır.3 Kafka kendisini bu dinden ayırırken hem gökyüzünü hem yeryüzünü, yani hem Tanrıyla hem de insanlarla olan ilişkilerini yitirmiştir. Yahudidir, topluluktan kopmuş, bu topluluğun özlemini çeken bir Yahudidir; hep inanç ve onun olumsuzluğu arasında parça parça olmuş, uzlaşmaz tekliği ile en acılı yalnızlığı duymaktadır. Köklerinden kopmuştun «toprağım, havanın, yasanın yokluğundan» acı çekmektedir. «Bunları kendim için yaratmalıyım, işte benim işim bu. İlk görevim bu.»4 «insan bilinçle yaşayınca, başkaları ile olan bağlarının ve başkalarına karşı olan görevlerinin bilincine açıkça erişince, eski yurt hiç yeniliğini yitirmiyor. insan, gerçekte, ancak bu bağlan ile özgürlüğe kavuşabilir. Ve bu da, bu yaşamda bulunan en yüce şeydir.»5
Kafka, soyut bir yazar değildir: hiçbir yerden gelmiyorsa, hiçbir yere bağlanmıyor, hatta belki hiçbir yere götürmüyora benzeyen bu insan, delicesine, insanların dünyasına kök salmak istemektedir. Bu büyük istekle ilgili olmayan her şey önemsizdir onun gözünde.
Kafka, «kara» bir yazar değildir. Çoğu kez umutsuz ve yalnız bir kişi olarak anlatılmış olan bu insan, normal olanı, sağlıklı olanı ve insanlar arasında mutlu bir kaynaşmayı bütün gücüyle dilemektedir. «Bütün yasalarımızın ve bütün siyasal kuruluşlarımızın… çıkış noktası, tasarlayabildiğimiz en büyük mutluluğa: birbirimize candan sarılmaya duyulan özlemdir…»6 Değişmez bir özlemdir bu: «Ben, kendi vicdanında kendini hep bir yasadışı, kentin duvarlanna saldıran bir yabani gibi hissetmiş olan ben, onurla karşılanacağım. Çevremde toplanmış bütün köpeklerin o kadar özlediğim sıcaklıklarında uzanacağım…»7
işte gökyüzünde olduğu gibi yeryüzünde de bir yabancı olma duygusunun ve bir beden, bir yurt, bir kesinlik ve birtakım kökler edinme gereksiniminin aslı budur işte:
Y- Beni, tanıdığım bütün insanlardan kuvvetle ayıran bir özellik var bende. İkimiz de batılı Yahudilerden çeşitli tipik örnekler tanıdık; ama bildiğim kadarıyla, hepsinden başkayım ben; biraz büyüterek söylersem,
bir dakika rahat verilmemiş bana, hiçbir şey verilmemiş bana, her şeyi kendim elde etmek zorunda kalmışım; hem yalnız bugünü ve geleceği değil, geçmişi de; her insanın doğal olarak ortak bir geçmişi var, ben bunu bile kendim elde etmek zorundayım; en zorlu iş de bu belki..}
Kalka toplumsal ilişkilerini ve Yahudiliğini, ailesi içinde özel bir yeğinlikle yaşamıştır. Babasıyla arasındaki ne patolojik, ne de anormal olan ilişkiler kendisiyle Yahudi topluluğu arasındaki gerginliği hem dinsel, hem de toplumsal bakımdan arttırmıştır.
Babasıyla, olan anlaşmazlığı, rulıçözümcülerin ileri sürdükleri tezlerin tam karşıtıdır: Ruhçözümcülere göre, babasıyla olan ilk çatışması, daha sonraki çatışmaların tohumudur; oysa babası ile olan anlaşmazlığı, toplumsal gerilimleri özetler ve şiddetlendirir.
Geleneksel Yahudi ailesinde babanın bir kutsallığı vardır. O halde, Kafka’daki tanrı tasarımının kendi istenci dışında babasıyla olan ilişkilerinin sonucu olması şöyle dursun, kutsal kitabın korkunç tanrısı ile ilişkilerinin geleneksel imgesi altında görmüştür babasını. Kafka’nın babasının, dini bütün bir Yahudi oluşu ve birtakım dinsel görevleri —bütün bunların anlamını ve içselliğini yitirmiş— oğlundan beklemesi bu inancı daha da sertleştirmiştir. Kalka ruhçözümlemede «umutsuz bir hata»dan başka hiçbir şey görmüyordu. «Bütün bu sözde hastalıklar… inancın gerçeklikleridir, tehlike içindeki insanın bir ana toprağına demir atma çabalarıdır; ruhçözümlemenin kendisi bile dinlerin temelini aramaya kalkınca, bireylerin hastalıklarını yapan şeyden başka bir şey bulamıyor.»9
Toplumsal düzeyde Kafka’nın babasıyla anlaşmazlığı, kendi kendine zengin olmuş bir iş adamının, şair oğlu ile olan geçimsizliğidir. Kafka, babasını üstün bir insan olarak düşünür, fakat onun gibi olmak istemez, istese de olamaz zaten. Babasının işyerinde toplumsal sömürü ve baskı ilişkilerinin ilk deneyimlerini geçirir: «Mağaza, beni ruh hastası etti… özellikle mağazada çalışanlara karşı tutumun demek istiyorum… Sen, memurlarına ‘ödenmiş düşman’ derdin, öyleydiler de zaten, fakat bana öyle gelirdi ki, onlar senin düşmanın olmadan önce sen onların ‘ödeyen düşmanı’ idin… işte bu, mağazayı dayanılmaz yaptı benim gözümde; bana senin karşında kendi durumumu anımsatıyordu… Bunun içindir ki, ben de mutlaka mağazada çalışanlardan yana oluyordum.»10
Babası onun gözünde, zorba, yabancılaşmış ve bireyin benliğini boğan bir toplumun büyütülmüş bir imgesi idi. Toplumsal ilişkilerin tümünün sonucu olan yabancılaşmayı o, önce babasıyla olan ilişkileri şeklinde yaşadı: «Anımsarım: evde olduğu kadar okulda da, benliği gittikçe daha çok silmeye çalışırlardı… Benim benliğim kabul edilmiyordu. Benlikle ilgili bir durum ortaya çıktı mı bu, ya zorbalıktan tiksinmemle ya da benliği yok saymamla sonuçlanıyordu. Öte yandan, benliğimin bir yanını bastırmaya kalkınca da bu, kendimden ve alınyazımdan tiksinmem, kendimi kötü ve lânetli bulmam sonucunu veriyordu!»11 Babası hakkında konuşurken ve onun kendisini «korkunç bir ikili yaşama» itişinin nedenlerini açıklarken şöyle diyor: «Dünyadan niçin kaçmak istiyordum? Çünkü babam, bırakmıyordu beni bu dünyada, kendi dünyasında yaşayayım… İşte o günden sonra ben de bu başka dünyanın yurttaşı oldum… İnsanoğlu için bir üçüncü toprak olmadığından, Kenan eli mutlaka umut bağlanan biricik toprak diye belirmiş olmalı gözümde…»12
Kafka, Brod’a, bütün yapıtlarına «Babanın Dünyasından Kaçış» adını vermek istediğini söylemişti bir keresinde. Fakat buna bakarak, Kafka’nın yapıtını bir ruhçözümleme belgesi sanmak yanlış olurdu: çünkü bir kere bu yapıtta her şey, Oidipus kompleksinde olanın tam tersine, apaçık bir bilinç içinde geçer; sonra «Babanın dünyası» Kafka’nın, yabancılaşmanın toplumsal ilişkilerini ve dini ilişkileri uzun süre nasıl yaşadığını açıklamaktadır.
Babası ile olan bağlantıları, toplumla ve dinle olan bağıntıları gibi aydınlıktan uzaktır onlarda hem sevgi hem korku, hem başkaldırma, hem özlem vardır.

Roger Garaudy
Çeviren: Mehmet H. Doğan



1 Janouch, Kafka tle Konuşmalar, s. 58.
2 Çin Şeddi, «Bir Köpeğin Araştırmaları», Gallimard, s. 232.
3 Janouch, Kafka tle Konuşmalar, s. 163: «Kutsal Kitap’taki halk, bir yasa etrafında toplanmış bir bireyler topluluğudur. Ama bugün kitleler bu toplanmaya karşı duruyorlar, yüzlerini ayrılığa dönüyorlar. Çünkü bir iç bağlılıkları yok.»
4 Milena’ya Mektuplar, s. 221.
5 Janouch, Kafka ile Konuşmalar, s. 91.
6 Çin Şeddi, Gallimard, s. 270.
7 Aynı yerde.
8 Milena’ya Mektuplar, s. 248.
9 A.g.y., s. 247.
10 Taşrada Düğün Hazırlıkları, «Babama Mektup», s. 178-9.
11 Günce, s. 237-41.
nA.g.y., s. 541.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz