Fatih ve Fetih Mitler ve Gerçekler | Fetih’te gemiler nereden geldi – Erdoğan Aydın

Her İstanbul’un fethi yıldönümünde, tekerlek monte edilmiş bir “kadırga” karikatürünün asfalt yolda Belediye işçilerine çektirilmesi mizanseni yaşarız. Genellikle aksiliklerle ve komik görüntülerle gölgelenen, ama yine de ıslarla yinelenen bu gösteriden amaç, Fatih’in 72 gemiyi bir gecede karadan geçirdiği efsanesini kamuoyuna maletmektir. Ne ki tarihsel gerçeklikte yeri olmayan bir gösteriydi yinelenen.
Hikayeyi anlatan kaynaklar, II. Mehmet’in, 20 Nisan’daki deniz yenilgisinin öfkesiyle karadan gemi geçirmeye karar verdiğini ve bu çerçevede 2 gecede 72 kadırgayı Tophane (veya Beşiktaş, veya Dolmabahçe)’den, Kasımpaşa’ya indirdiğini iddia edecektir. Ne ki söz konusu gemilerin karadan geçirildiğini kanıtlayan somut bilgiler yoktur.

Gemilerin 22 Nisan sabahı Kasımpaşa’da göründüğü konusunda kuşku yok; ancak nereden ve nasıl geldikleri sorunu, Fetih sürecinin en büyük bilmecesi, daha doğrusu miti olarak karşımızdadır.
Kimi Osmanlı kaynakları yanında kimi Bizans kaynaklarında da yinelenen söz konusu iddia, tüm Osmanlıcı tarihçilerin en temel övünç vesilesi olarak fetih anlatımlarının temel malzemesi yapılır. Ancak söz konusu iddia, örneğin Rumeli Hisarı’nın yapılması veya döktürülen büyük toplara ilişkin olduğu gibi bilgi ve belgeyle desteklenmekten yoksundur.

HAVADA YÜRÜTTÜLER BELKİ UÇURDULAR

Kimsenin sorgulamaya cesaret edemediği bir fetih efsanesi ile karşı karşıyayız. Örneğin Şehabettin Tekindağ; “Mamafih bu mevzuda Aşık Paşazade, Tursun Bey, İdris-i Bitlisi gibi en eski kaynakların, Dukas gibi mühim bir Bizans menbaının tafsilat vermemeleri bu hususta kat’i bir hükme varmayı güçleştirmektedir.” Demekte, ama yine de karadan geçirilmeyi bir veri olarak işlemektedir. İşaret ettiği Tursun Bey’in anlatışı aynen şöyledir:
“İslam gemileri bayraklarla bezenip yelkenleri açtılar. Galata kalesi ensesinde havada yürüttüler. Belki uçurdular. Bu heybetle götürülüp mükemmel silahla liman liman denizine saldılar.”
Buna göre, İslam gemileri yelkenleri açıp Galata kalesi ensesinde havada yürüyor, bekli de uçuyor ve bu heybetle liman denizine konuveriyorlar!… Aşıkpaşazade’nin anlatışı da farklı değil:
“Yetmiş parça gemi dahi Galata’nın üst yanından karadan yelken açtılar. Savaşçılar ayak üzeri durdular ve sancaklarını çözdüler. Geldiler Hisar dibinde denize girdiler”!…
Görüldüğü gibi Aşıkpaşazade daha da ileri gitmiş, en kısa mesafede üç kilometre olan bu yol boyunca yelken açarak kaydırdığı yüzlerce ton ağırlığındaki gemilerin içine savaşçıları da yerleştirip, onları ayakta dikeltmekten de imtina etmemiş!…
Tabii asıl üzerinde durulması gereken nokta, Osmanlı vakanüvislerinin bu gerçeküstü söylemi değil; bu masalın, günümüz resmi tarihçilerince de sorgusuz  yinelenebilmesidir.
Bu noktada ciddi verilerle desteklemediği halde, söz konusu efsaneyi yineleyen tarihçilerimizin, Voltair’in ifadesiyle;  “…keşişlerin o zaman uydurdukları masalları tekrarlayıp durma” konumuna düştükleri açık. Voltair’in; “Tarihsel yanlışlıklardan hoşlanan uluslar çoktur. (…) Çoğu birer alfabetik yalan dergisi olan sözlüklerimizde böyle gülünç masallara sık sık rastlanır” sözleri bizim için de geçerli ne yazık ki.

OLGUSAL DEĞERİ OLMAYAN AYRINTILAR

Bu durumda, gemileri dağdan aşırmaya varacak denli büyük bir zahmet ve zekaya kadar, alt tarafı bir zinciri kesecek testereleri de mi yoktu atalarımızın diye sorası geliyor insanın? Zinciri kesmek veya Osmanlı vesayetindeki Galata yanından kırmak varken, Osmanlı dedelerimizin böyle olağanüstü bir organizasyon için kafa patlatmasını, birlerce insan ve hayvanın onca yük altında eziyet çekmesini, onca ormanın telef edilmesini anlamak mümkün değil doğrusu.
Gerçekten de ayrıntıları üzerinde kafa yormaya başladığımızda, tam da Voltair’in işaret ettiği bir masal örneği ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
İddianın belki de ilk kaynağı olup o sırada içeride olan Bizanslı danışman Francis’in anlatımı ise daha da ilginç: 20 Nisan yenilgisi sonrasını kastederek; “Padişah kızgınlığı içinde hıncından ellerini ısırıyor ve topuğu ile toprağı dövüyordu.(…) Donanmasının bir bölümünü limana sokabilmesini sağlayacak bir çare bulmaya çalışıyordu. Bu düşüncesini de hemen gerçekleştirdi. Galata’nın arkasındaki tepeden limana kadar bir yol yaptırarak, onu öküz ve koyunlardan elde ettiği yağlarla kayganlaştırdığı kalasa ve odunlarla döşedi.Gene değişik bazı makineler yaptırarak bunlarla iki ve üç sıralı gemilerini kolaylıkla tepeden geçirerek limana indirtti.”
Görüldüğü gibi Francis’te, vakanüvislerde olmayan ayrıntılar mevcut. Ancak bu özgülde olgusal değeri olmayan ayrıntılar bunlar. Esasen onun yaptığı, Sezar’ın Antonyus’a karşı savaşta uyguladığı, düz yolda gemi yürütme bilgisini, Haliç’te görüp bilgisine sahip olmadığı gemilere uygulamaktır. Onun bu geniş hayal gücünü, Fatih’e ilişkin tiyatral anlatımdan, ‘Ulubatlı Hasan’ efsanesini üretmesinden, Galata sırtlarından sorumlu olan Zağanos Paşa’yı saldırının yöneticisi ilan etmesinden ve Fatih’in topunun ağız genişliğini 12 karış göstermesinden biliyoruz.Tabii dağdan gemi aşırmayı mantıki kılmak için, “değişik bazı makinelerin” varlığından söz eder ki; eğer bu iddia gerçek olsaydı, o dönem koşullarında, Osmanlıyı Yeniçağ’ın öncüsü yapacak teknolojik bir devrimden söz ediyor olacaktık.

HESABA GELMEZ İDDİA
Özetle farklı kaynaklarca yinelenmiş olmasına rağmen, dağdan gemi aşırma efsanesine itibar etmek olanaksız. Her şeyden önce teknik ve zamansal olarak olanaksız. En uygun güzergahın saptanması ve işin yapılabilirliği için keşif gerekiyor öncelikle; ki birkaç ekibin çalışması halinde bile iki günden fazla sürer. İkincisi, o dönemde orman olan o arazide –ki en kısa mesafe bile 3 kilometre- gemilerin geçebilmesi için binlerce ağaç kesmek ve güzergahı temizlemek gerekiyor. Bir ayda yapılabilirse mucize olur.
Üçüncüsü, Galata veya Taksim sırtını geçmek, oldukça büyük bir çıkış ve iniş yanında bir dizi irili ufaklı iniş, çıkış ve kavisleri geçmek demek. Geçirilecek olanın koca koca gemiler olduğu düşünülecek olursa ciddi bir stabilizasyon çalışmasının önceden yapılması, bir dizi çukurun doldurulması, tepenin kazılması, kavislerin düzeltilmesi zorunlu.
Dördüncüsü, gemiler kaydırılmışsa gemi başına bir kızak ve üzerinde kayması için yol boyunca, yağlı ve birbirleriyle simetrik binlerce(en kısa mesafede en az 6 bin) kereste hazırlanıp yerleştirilmesi gerek. Tekerlekler üzerinde götürülmüşse, 72 tane, yüzlerce ton taşıyabilecek büyüklükte ve yeterli sayıda tekerleği olan araba üzerinde gidebileceği sağlamlıkta yok gerek. Ne kadar mükemmel bir organizasyon olursa olsun bu da aylar alacak bir iş.
Bir geminin sadece kızağa alınıp karaya çıkarılması bile, neresinden bakılırsa bakılsın, her gemi için tekrarlanmak üzere saatler alacak bir iş. Oldukça dik olan o yokuştan gemilerin çıkarılması ve o kadar ağır ve hassas bir yükün, çıkarmaktan da zor bir iş olan, elden kaçırılmadan aşağıya kadar indirilmesi, en tecrübeli ve uyumlu ekiple bile haftalar alır. Diğer yandan tek güzergah olduğundan, biri inişe geçmeden diğerinin çekilmesi olanaksız, dolayısıyla birbirlerini beklemek zorundalar. Bunların yanında, 72 geminin Kasımpaşa’ya indirilebilmesi için, buranın bu işe uygun hale getirilmesi, yani, gemilerin karaya çıkarıldıkları yer gibi, Kasımpaşa’da da ciddi bir inşaat faaliyeti gerek.
Aynı güzergah kullanıldığından aynı mekanda on binlerce insan, bir o kadar manda, deve, vb., bunların sevk ve organizasyonu, yaşanan olağanüstü trafik… O ilkel koşullarda ne denli mükemmel bir mühendislik ve idare yapılırsa yapılsın, üstelik benzeri bir iş deneyimi olmadığından bir dizi aksama kaçınılmaz.
Son olarak belirtilmesi gereken, söz konusu güzergahlarda yapılacak bir gemi yükleme ve indirmesinin Bizans’ın haberi dışında gerçekleşmesinin olanaksızlığıdır.
Tüm bu veriler ışığında büyük bir özgüvenle belirtilmeli ki, iki gecede (siz deyin ki iki ayda) gizlice dağdan gemi aşırtma safsatasına inanmamızı isteyenler, amiyane tabirle hiç hesap bilmiyorlar! Her yıl tekerlikli büyücek bir kayığı asfalt yoldan Kasımpaşa’ya taşıma mizanseni sırasında yaşanan sorunlar bile, bu 72 gemi geçirme efsanesine itibar edilemeyeceğinin yeterli kanıtı aslında. Dolayısıyla Fatih’in elinde yüzlerce tonluk bir ağırlığı yüklenecek bir helikopter olmadığını bildiğimiz koşullarda bu efsane, salt bizim değil, pek çok tarihçimizin de ne hale getirildiğinin göstergesi olmaktan başka bir anlam taşımıyor.

GERÇEK NEREDE

Esasen karadan gemi geçirme masalına yüklenen bu olağanüstü anlam, bizi gerçeklikten koparması yanında, döneminin en büyük planlama örneklerinden olan fetih sürecini yöneten kurmayı da hafife almaktadır. İstanbul’un fethi sürecindeki asıl başarı, her şeyin daha en baştan incelikle planlanmasıdır. Rumeli Hisarı inşası, topların dökülmesi, tünel hazırlıkları, o kadar askerin yemek ve tuvalet organizasyonu yanında zayıf Haliç surlarına saldırı için gemi ve köprü hazırlığı da bu kapsamda değerlendirilmeli. Özetle büyüklük, çocukları ve çocuklaştırılan bir toplumu büyülemek için işlevsel olan iki gecede gemi geçirme masalında değil,tarihin kaydettiği en etkin surlarına karşı, her türden olasılık hesabını önceden yapabilen öngörüde aranmalı.
Tüm bu irdelemelerin üzerine Haliç’te görülen söz konusu gemilerin nereden geldiği sorusuna gelince.. Bunlar, saldırıdan çok önce yapılan hazırlıklardan biri olarak, Okmeydanı sırtları ve Kağıthane deresinin Haliç’e açıldığı noktada yaptırılan tersanelerdeki inşaatın ürünüdür. Buralar Bizans’ın görme alanının tümüyle dışında, gemi yapımı için bol miktarda ağaç barındıran bir yerdir ve Osmanlı da böylesi gemi yapımında ustalaşmıştır. Bu gerçekliğin en olgusal anlatımını, çoğu zaman abartıya kaçan Evliya Çelebi’de buluyoruz:
“Ebü’l-feth, Timurtaş Paşa’yı iki bin askerle Kağıthane’deki koruluk içinde 50 parça kadırga yapmakla görevlendirdi. O da kimi köyleri talan edip tahta ve kerestelerden işe yarayanları bu gemilerin yapımında kullandı. Koca Mustafa Paşa ise askeriyle Okmeydanı ensesinde Levent Çiftliği denilen yerde 50 parça kadırga ve 50 parça da at yağını işe hazır eyledi.(Kuşatmanın) Onuncu gününde de Kağıthane’deki kadırgalarda hazır olup, cümle karada, denizde olan bütün gemiler ve içlerindeki asker hazır baş idiler. … Tersane bahçesi dibinde Şahkulu adlı iskelede denize indirdiler.Gemilerin geçtiği yerler, Okmeydanı’ndan hala görülmektedir. O günlerde gemilerin altına dökülen darılar oralarda kendi bitip kendi yiter.Sonra cümle gaziler silah ve nacaklarıyla gemilere doldular ve emre hazır oldular. Kağıthane’de Timurtaş Paşa’nın yaptırdığı 50 parça büyük kadırga da Eyüp tarafında göründü. *
Görüldüğü gibi oldukça somut bilgilerle karşı karşıyayız; 22 Nisan sabahı görülen gemilerin, kimlerin komutasında, nerede, nasıl yaptırıldıkları, başka bir kaynakta rastlamadığımız bir açıklıkla anlatılmış. Gemilerin, Bizans’ın haberi olmadan nasıl birdenbire Kasımpaşa’da beliriverdikleri sorusunun yanıtı da böylece belirginleşmiş olmaktadır.
Müneccimbaşı da Evliya Çelebi’yi onaylamaktadır: Sahaifü’l- Ahbar adlı Tarihi’nde, önce yağlı tahtalar üzerinden kaydırmanın Boğazkesen Kalesi’nden başladığından söz ederek malum efsaneyi yineleyen Müneccimbaşı, hemen devamında; “Fakat sahih(doğru, gerçek) olan rivayete göre, gemiler Okmeydanı’nda hazırlanmış ve buradan denize indirilmiştir” demektedir.
İşte 22 Nisan sabahı aniden Haliç’te beliriveren ve Bizanslıların, “Eya bu ne ola deyü perişan oldu”kları gemilerin hikayesi bundan ibaret.

Erdoğan AYDIN
Fatih ve Fetih Mitler ve Gerçekler
Arka Kapak: Fatih’in şahsiyeti ve İstanbul’un fethi, bugüne kadar resmi tarihçiliğin üzerine en çok efsane kurguladığı konuların başında gelir. Bu kitap, Fatih ve Fetih üzerinden kurgulanan bir dizi efsaneye son veriyor. Tarihle bir hamaset öğesi olarak değil, doğru bir bilinç edinmek için ilgilenenlere bütünsel ve gerçek bir tablo sunuyor.İçinde bulunduğumuz koşullarda sağlıklı bir tarih bilinci oluşturmak kadar rekmi tarihçiliğe karşı ahlaki bir mücadele vermenin önemi ve zorunluluğu ışığında bu kitap aynı zamanda tarihe ilişkin bir ahlak bilinci oluşturuyor.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz