Evrim Kuramlarının Irk Kuramlarına Etkisi, Darwin ve Darvinci Irk Kuramları – Alaeddin Şenel

Alaeddin ŞenelYeryüzünde değişik iklimler bulunduğuna göre, değişik fiziksel özellikleri olan ırkların bulunması doğaldır. [İbn-i Haldun]

Evrim kuramları. insanı da içererek, tüm canlıların bugünkü biçimleri ile (kâmil olarak) yaratıldıkları yolundaki inancı bilim çevrelerinde sarsarak, bir yandan gelişme, değişme kavramlarına olanak verirken, öte yandan. Hıristiyanlığın. Museviliğin ve İslâmlığın tüm insanların Adem ile Havva’dan, yani ortak atadan, tek bir soydan geldikleri yolundaki monogenesis (tek kaynaktan oluşum) görüşünü yıkmışlardı. Böylece kapıları, poligenesis (çok kaynaktan oluşum) kuramlarına, farklı ırkların farklı kökenlerden gelip, aralarında kapatılamayacak farklılıklar bulunabileceği düşüncelerine aralamış oldular.18

Bu yolda bir başka bilimsel buluş da. ırk kuramları üzerinde, onları ırkçı öğretilere dönüştürecek etkiler yaptı; daha doğrusu ırkçılar ondan bu yolda yararlandılar. Darwin’e dek evrenin ve dünyanın, insanla birlikte altı gün içinde yaratıldığına inanılıyordu, İrlanda Başpiskoposu James Ussher, 1650 yılında, Kitabı Mukaddes’deki peygamberlerin soyağacı öykülerine dayanarak, bu tarihin İÖ. 4004 olduğunu hesaplamıştı.19 Darwin’den önce bile, James Hutton, William Smith (1769-1839) ve Darwin’i etkileyen arkadaşı Charles Lyell (1797-1875) gibi doğa bilginleri, bu rakama karşı kuşku besleyip, yerkürenin katmanlarının yüzbinlerce, belki milyonlarca yılda oluştuğu (bir başka deyişle yeryüzünün de evrim geçirmiş olduğu) sonucuna varmışlardı. Dünyanın yaşı gibi insan türünün yaşı da yüzbinlerle ölçülebilecekse, çeşitli ırkların farklı soylardan gelmiş olabilmeleri olasılığı bir yana, aynı soydan gelmiş olsalar bile, aralarında binlerce yıllık evrim farkı olabilecekti. Tüm bu gelişmeler ırk kuramlarının ırkçılık öğretilerine dönüşmesine katkıda bulundu. Bu yolda artık, Charles Darwin’in de, kendisi istemiş olsun olmasın, bazı katkılarının olduğunu biliyoruz.

Darwin ve Darwinci Irk Kuramları

İngiliz doğa bilimcisi Robert Charles Darwin (1809-1882) “doğal ayıklanma” kuramını kendisinden habersiz olarak geliştirmiş olan Alfred Russel Wallace (1823-1882) ile birlikte. 1858′ de Linnean Society’ye ortak bir yazı sunar. 1844 yılında tamamladığı halde bastırmadığı The Origin of Species (Türlerin Kökeni) adlı yapıtını 1859 yılında yayımlatır.20 Bu yapıtında türlerin nasıl doğal ayıklanma yasasına göre geliştikleri yolundaki evrim kuramını, gezileri boyunca derlediği bitki, hayvan ve fosil kolleksiyonlanna ve aldığı notlara dayanarak belgeleriyle açıklar.21
Darwin, kuramının hareket noktasını, İngiliz klasik iktisatçısı Thomas Robert Malthus’un (1766-1834) Essays on the Principle ofPopulation (1789) [Nüfusun İlkesi Üzerine Deneme] adlı yapıtında ileri sürdüğü yiyecek kaynaklarının aritmetik dizi ile artarken, insanların geometrik dizi ile çoğaldıkları yolundaki görüşlerinden alır. Böylece sanayi devrimi ertesi bazı insanların kendilerini içinde buldukları kıtlığı, yoksulluğu, işsizliği, ücretlerin düşüklüğünü doğal göstermeye çalışan ve temelde burjuvazinin gırtlak gırtlağa rekabet anlayışının ürünü olan bir düşünceden esinlenmiş olur. Bu düşünceyi tüm canlılara uygulayarak, canlılar arasında bir yaşam savaşının olduğunu, kıt kaynaklar için yapılan bu yaşam savaşında farklı çevrelere(ve bu ara yaşam savaşına) en iyi uyum yapabilenlerin yaşamlarını sürdürüp, uyum yapamayanların denmesiyle sonuçlanan bir “doğal ayıklanma” sürecinin varlığını öne sürer.
Bu kurama göre, türlerin ve ırkların evrim ve farklılaşma süreci, farklı çevrelere uyum yolunda doğal ayıklanma ile gerçekleşmektedir. Yapıtının tam adı da bu konuda bir fikir verebilecek niteliktedir: The Origin of Species by Means of Natural Selection or the Preseruation of Favoured Races in the Struggle of Life [Doğal Ayıklanma Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Üstün Irkların Yaşam Savaşında Ayakta Kalışları]. Burada kullanılan üstün, kayırılmış ırklar (favoured races) deyiminin hayvan ve bitki ırkları, alt türleri için söylendiğini bilmemiz ve söz konusu yapıtta insandan hiç söz edilmemesi, Darwin’in yaşam savaşına ve doğal ayıklanmaya ilişkin kuramlarının içine insanları ve toplumları almadığı anlamına gelmez. Çünkü yapıtta, okuyucularının kuramlarını otomatik olarak insan türüne de uygulama yolunda çıkarsamalarda bulunmalarını engelleyecek hiç bir söz bulunmadığı gibi, Türlerin Kökeni’nden on iki yıl sonra, 1871’de yayımlattığı The Descent of Man [İnsanın Türeyişi] adlı yapıtında, bu çıkarsamaları kendisi yapmaktadır. Hem de bunu öylesine kapsamlı bir biçimde yapmaktadır ki, değil insan türünün “biyolojik” evriminin, toplumsal, düşünsel, moral evriminin bile yaşam savaşında doğal ayıklanma yasasının ürünü olduğunu söylemektedir.22 Darwin’in ırkçı, Sosyal Darvinci öğretilere büyük destek veren en önemli yanılgısı buradadır.23
Bu kuramların yanında, ırkları sınıflandırmaya kalkmaması, kendisinin öteki ırklara karşı bir antipatisinin bulunmaması, zayıf halkların köleleştirilmesini hiç de sempatiyle karşılamaması, ilk yapıtı olan The Voyage of the Beagle (1839) [Beagle Adlı Geminin Gezisi) içinde, her tür ve durumdaki insanlara karşı hakça görüşlerle dolu olması,24 okuyucularını fazla etkilemeyecektir. Hatta İnsanın Türeyişi’nde (insanı ve toplumu doğal ayıklanma kuramı içine aldığı bu aynı yapıtta): “İnsan uygarlık yolunda ilerledikçe, küçük kabileler daha büyük topluluklarda birleştikçe, en basit bir düşünce bile, her insana toplumsallık güdülerini ve sempatilerini aynı ulusun tüm üyelerine, hatta bunlardan tanımadığı kimselere yöneltecek biçimde geliştirmesini söyleyecektir. Bir kez bu noktaya ulaşılınca da, bu sempatisinin bütün uluslardan ve ırklardan
[altını ben çizdim] olan insanları kapsayacak biçimde genişletmesini önleyen ancak yapay bir engel kalacaktır”25sözleri, onun kuramının genel yapısı ve uzantıları arasında önemli bir yer tutmayacağı gibi, kuramını çağın yaşamına ve olgularına uygulamaya çalışan Sosyal Darvincilerin işitemeyeceği kadar zayıf bir ses olarak kalmıştır.26
Yeni Darvinciler olarak adlandırılan bazı düşünürler, Darwin’in kuramlarından dilediklerince yararlanabilmelerine olanak verecek değişiklikleri yapmakta gecikmediler. Darwin’in kuramını sözde gözden geçirip düzelterek, onun kuramının iki sütununu oluşturan “değişerek evrim” ve “ayıklanarak evrim” ikilisinden birincisini bir yana bırakarak, ya da önemini azımsayarak. doğal ayıklanmayı (ve onunla birlikte yaşam savaşını) birinci sıraya alarak, Sosyal Darvinciliğin de yararlanacağı temelleri atmış oldular. Yeni Darvinciler, ayıklanmaya önem veren görüşlerini kanıtlamak için, kalıtımsal özelliklerin karışmayacağını ve kolay kolay değişmeyeceğini ortaya koyan Mendel’e başvurdular.27

Mendel ve Kalıtım Kuramı

Genetik bilimin kurucusu Avusturyalı botanikçi ve din adamı Gregor Johann Mendel (1822-1884) Darwin’in Türlerin Kökenini okumuş, böylece evrimci kurama ilgi duymuş ve evrimci kuramın daha çözemediği kalıtımın düzeneği sorunu üzerine eğilmişti. Manastırının bahçesinde yetiştirdiği bezelye cinslerini çapraz üreterek ilginç sonuçlara ulaştı. Kalıtımın düzeneğini kavrayabilmek için, genel nitelikleri bir yana bırakıp, dikkatini yalın niteliklerde odaklaştırdı. Bezelye tohumlarının yuvarlaklığı ve buruşukluğu gibi ikişer seçenekli yedi özelliği alarak istatistik yöntemi uygulayarak (yuvarlak ve buruşuk tohumlu cinslerin çaprazlanması sonucu yetişen bezelyelerden hangi kuşaklarda kaçının yuvarlak, kaçının buruşuk olduğunu hesaplayarak) araştırmalar yaptı. Araştırmalarının verdiği en önemli sonuç, seçtiği çift niteliklerin çaprazlama sonucunda hiç bir zaman karışmaması, örneğin yeni kuşakta bezelyelerin ya yuvarlak ya buruşuk tohumlu olup, hiç bir zaman bu iki niteliğin bir karışımı, bir ortalaması olarak az buruşuk tanelerin çıkmamasıydı. ikincisi, bazı niteliklerin dominant (baskın) bazılarının ressesif (çekinik) oluşuydu, örneğin buruşuk ile yuvarlığın çaprazlanması sonucu ilk kuşağın tümünün yuvarlak tohumlu olduğunu görmüştü. Demek ki, eski kuşağın çiftlerinden birinde bulunan, kendisinin “faktör” dediği bir nitelik ağır basıp yeni kuşağa geçiyordu. Onun faktör dediği, söz konusu nitelikleri taşıyan şeylerin ne olduğu daha sonra (1910’da) saptanıp bunlara “gen” adı verilecektir.28
Mendel bulgularını yazıp, Brünn adlı küçük bir Avusturya kasabasının Doğa Tarihi Derneği’nde okudu; yerel basında (1866’da) bastırdı. Ne yazık ki ilgi çekmedi. Oysa bu sıralarda Darwin, kalıtımın düzeneğini bulabilmek için uğraşıyordu ve daha on beş yıl uğraşıp, ölümünden bir yıl önce çıkardığı Variations of Animals and Plants Under Domestication (1881) (Evcil Hayvan ve Bitki Türlerinde Çeşitlilikler] adlı yapıtında, bazı noktalarda, örneğin ana babadaki bazı özelliklerin hiç bir zaman yavrulara karışarak geçmeyisini açıklayamadığını kabul ediyor, açıkladığını sandığı noktalarda, örneğin saydığı bazı yalın olmayan zihinsel ve bedensel niteliklerin, daha somut bir örnek vermek gerekirse, vurulan kuşu yemeden avcıya getiren av köpeğinin yeteneğinin, kalıtımla geçtiğini söylediği zaman ise, pangenesis (tüm niteliklerin kalıtımla geçtiğini öne süren) yanılgılara düşüyordu.29
Darwin, Mendel’in düşmediği iki önemli yanılgıya düşmüştü. Birisi ana ve babadaki yalın niteliklerin de yavruya karışarak, diyelim ki bu niteliklerin bir ortalamasının, geçeceğini düşünüyordu.30 İkinci yanılgısı, bedensel özelliklerin üreme hücrelerine yansıyacağı yolundaki görüşüydü. Bu görüş onu her türlü bedensel ve hatta psikolojik, zihinsel niteliklerin kalıtımla geçeceği sonucuna ulaştırmıştı, ileride, çağdaş genetik, cinsiyet hücrelerindeki genlerin bedene “yönerge” göndermesine karşılık, bedenin onlara göndermediğini, iletişimin (hiç değilse bireysel canlıda ve de birkaç kuşak içinde) tek yönlü olduğunu ortaya koyacaktır. Darwin’in kendisini izleyenleri büyük yanlışlara yöneltecek olan yanılgısı, Farrington’un işaret ettiği gibi, insanın toplumsal, psikolojik, etik niteliklerinin bile kalıtımla geçeceği ve doğal ayıklanma yasasının kapsamına gireceği yolundaki görüşleriydi. Bu görüşler tehlikeli çıkarsamalara yol açabilecek bir yanılgının ürünüydüler.31 Genetik bilimindeki gelişmeler, önce ırkın kanla ilişkili olmadığını, tanrısal, gizemli .bir güç olmayıp genlere bağlı olduğunu ortaya koyarak, ırkçı düşüncelere darbe vuracaktır. Ama daha sonra, ileride, “sosyobiyoloji” ile ilgili açıklamalarda belirtileceği gibi, ırkçılar onda da önyargılarını banndıracak siperler oymaya başlayacaktır.32

Alâeddin Şenel
Irk ve Irkçılık Düşüncesi


18 Harris, “Race”, International Encydopedia of the Social Sciences. (1968). cilt 13. s. 264-267. Bununla birlikte, tektanrılı dinlerin ve “ümmetçilik” düşüncesinin ırksal eşitsizlik görüşlerini hiç bir biçimde içeriye sokmayacak kaleler oldukları sanılmasın. Gerçekten, İngiliz koloniciler ırkçı düşüncelerini “biyolojinin yasalarına dayandırmadan önce, kendilerini İsrailoğulan gibi “seçilmiş halk” olarak görüyorlardı. Özellikle Darvinciliğin bazı Hıristiyan din adamlarının da kabul etmelerine yol açacak derecede ağır basması üzerine, Hıristiyanlığın monogenesis kuramından vazgeçerek ya da onun arkasından dolanarak (Adem-öncesi, Adem-sonrası, Adem oğulları ırkları gibi kavramlarla, bak. Philip D. Curtin, “British Images of Africans in the Nineteenth Century”. Pal Baxter ve Basil Sandom (ed.) Race and Social Difference, Harmondsworth. 1972, Penguin, s. 135) ırkçı düşüncelere ulaşan din adamları ve yazarlar görüldü. Örneğin Josiah Strong, ırklar arası temel farklılıkların Tann’nın iradesinin görünümü olduğunu, Kızılderilileri yavaş yavaş yok ederek Tann’nın ülkeyi daha iyi bir ırk olan Anglosaksonlar’a hazırladığını, aynca Anglosaksonlar’a dünyayı fethetme görevi
verdiğini söyledi; Hıristiyan inançlarının dayandırıldığı Aristotelesci “hiyerarşik evren” felsefesine uygun olarak, aşağı ırkların üstün ırklann yetkinleştirilmesinin araçları olarak yaratıldığını ileri sürdü (bak. Gossett, Race, VIII. Bölüm, s. 176 vd.). Bu “Hıristiyan” görüşleri dile getirdiği yapıtı, yalnız Birleşik Devletler’de 175 bin satıyordu; ileri sürdüğü görüşleri öteki din adamları desteklememekle birlikte kendisine karşı çıkmıyorlardı.
19 Godfrey Lienhardt, Social Anthropology, London. 1969. Oxford University Press, s. 7.
20 Benjamin Farrington, What Darwin Really Said.London, 1969, Sphere Books, Ltd. s. 50. Darwin’in evrim kuramı ile ilgili konularda, daha çok, Darwin’in düşüncelerini ve yapıtlarını duru biçimde özetleyerek aktaran, bunları yetkin bir biçimde değerlendiren ve eleştiren bu yapıttan yararlandım. (Bu yapıt, Darwin Gerçeği, çev. Bozkurt Güvenç-Yalçın İzbul, İstanbul. 1982, Çağdaş Yayınları olarak Türkçe’ye kazandırılmış bulunuyor.)
21 Gosset, Race, s. 68’de. amatör bir bilim adamı olan Robert Champers’in, adını vermeden, 1843’te yayımlattığı Vestiges of Creation adlı yapıtında, Darwin’den önce evrimci varsayımlar öne sürüldüğünü; insanın evrim yoluna zenci olarak başlayıp. Malay, Kızılderili ve Moğol dönemlerinden geçip, sonunda Kafkasyalı Beyaz ırk olarak göründüğü biçimindeki ırkların eşitsizliğiyle ilgili
görüşlerin ise, Darwin’in kuramı kabul edildikten sonra milyonlarca insan tarafindan benimsendiğini belirtmektedir.
22 Farrington, What Darwin Really Said. s. 53’te, Darwin’in İnsanın Türeyişi yapıtının 4. bölümünde, doğal ayıklanma yasasının insanın biyolojik gelişmesinde olduğu kadar toplumsal gelişmesi alanında; 5. bölümünde, uygar ulusların yaşamında da geçerli olduğu yolundaki görüşlerini işlediğini söyledikten sonra, s. 54-56’da Darwin’den, hayvanlar, insanlar arasında varolma savaşının evrimden yana sonuçlan ve ırklar arası eşitsizliğin apaçıklığı üzerine alıntılar verir.
23 Karl Riamud Popper, Açık Toplum ve Düşmanları (cilt I: Platon’un Büyüsü) çev. Mete Tuncay. Ankara. 1967. Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, s. 363′ de, Darvinciliğin insan sorunlarına sokulmasından beri Sosyal Darvinci görüşlerin ileri sürüldüğünü söyleyip, bundan dolayı Darwin’in suçlanmaması gerektiğini belirtirken, Farrington, What Darwin Really Said’de. birçok sayfasında, Darwin’in iyi bir doğa gözlemcisi olayım derken bir filozof olamadığını; tutkulu ve dar açılı yaklaşımının ona evrimi ve doğal ayıklanmayı yakalama gücünü verirken, insan sorunlan alanını görüp kavrama gücünden yoksun ettiğini; insanı hayvanlar dünyasından ayıran, dolayısıyla doğal ayıklanma yasasından kurtaran yanı olan zihnin beyinle farkını
ayrımlayamadığını; böylece doğal ayıklanma yasasına insan, toplum, psikoloji, kültür ve tarih alanlannda geçerlilik tanıdığını söyleyerek eleştirip (s. 82’de) Darwin’in ve aynı yolu izleyen öteki düşünürlerin toplumun olgularını en uygun olanın yaşamda kalması biyolojik yasası altında görme eğiliminin, tarihin en kötü eylemlerinden bazılarına ve Sosyal Darvinizme bilimsel bir haklılık sunduğunu; zayıfların soykırımıyla elenmesine haklılık kazandırabilecek olan söz konusu “yasa”nın, Naziler! etkilemekten geri kalmadığını ekler. Nazım Hikmet (ya da yararlandığı kaynaklar) Faşizm Sınıflar ve Emperyalizm, s. 25’te, yapıtının önemli gerçekleri içermekle birlikte. Darwin’in, yaşam kavgasını türlerin sınırsız çoğalmasının zorunlu bir sonucu olarak gördüğünü, oysa yaşam kavgasında büyük bir hızla çoğalan böceklerin değil dokuz ayda bir çoğalan insanın başarılı olmasının bu görüşü yıktığını (dolayısıyla doğal ayıklanma yasasının insanlara uygulanamayacağını) söyleyerek eleştirmektedir.
Bununla birlikte, Darwin’in hakkını Darwin’e vermek gerek. Darwin’in en önemli katkısı evrim kuramıdır. Bu kuramla canlılarla ilgili bilimlerin, dolayısıyla toplum bilimlerinin önündeki “yaradılışçı”. “erekçi” engelleri kaldırarak, onlan bugünkü düzeylerine ulaştıracak ufukları açmış oluyordu. Evrimin
düzeneği ile ilgili yanılgılarının ve bu yanılgılara dayanan düşünürlerin verdiği zararlar, evrim kuramının yararlan yanında hafif kalır. İşin ilginç yanı, Darwin’e yapılan saldırıların, geçmişte okluğu gibi, bugün de, yanıldığı noktalara değil doğrudan doğruya onun bilim ve düşünce dünyasına en büyük katkısını oluşturan evrim kuramına yöneltilmesidir. Bu saldırılarda, Darwin’in aynntılardaki yanılgılannı düzelten Yeni Darvinci görüşlere (inanılmaksızın) dayanılarak. Darwin’in kuramının bilimsel geçerliliğini yitirdiğini ileri sürmek, “eleştiri ahlâkı” denen şeye sığacak bir tutum olarak görünmemektedir. Dolayısıyla, yukarıda Darwin’e yöneltilmiş olan eleştiriler, deyim yerindeyse “ileriden eleştiri” ler olup. Darwin’i “geriden eleştiren” görüşlerin yanında değil tam karşısında olan düşüncelerin ürünüdür.
24 Farrington, What Darwin Really Said. s. 82-93.
25 Darwin, The Descent of Man, (2. baskı. 1875) s. 187-188’den. UNESCO, Fow Statements on the Race Question, s. 33: karşılaştırınız: Charles Darwin, İnsanın Türeyişi, çcv. Yavuz Erkoçak, Ankara, 1968, Sol Yayınlan, s. 177.
26 Darwin’in bu sözleri yanısıra. gezisinde Tierre del Fuegoluları ilk gördüğünde {l871’de) şaşkına dönerek, iyice inceleyip tanımadan onları: çınlçıplak, boyalara batmış, yabanıl hayvanlar gibi ne yakalayabilirlerse yiyen, yönetimsiz, kendi kabileleri dışındakilere
acımasız, düşmanlarına işkenceden zevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuklarını öldüren, karılarına köleleri gibi davranan, ağır boşinançlarla dolu insanlar olarak betimlemesini de anımsamak gerek. Onun bu betimlemesine karşılık orayı on yıl önce gezen W.P. Snow, Tierra del Fuego’luların güzel, güçlü, çocuklarına düşkün, bazı özgün el sanatlarına sahip olan, bazı eşyalarda özel mülkiyeti tanıyan, en yaşlı birkaç kadının otoritesini kabul etmiş insanlar biçiminde anlatışından çok farklı idi (Lienhardt. Social Anthropology. s. 10-11).
27 Nazım Hikmet, Faşizm Sınıflar ve Emperyalizm, s. 26. 30.
28 Okay ve arkadaşları (haz.) Modern Biyoloji, a. 350-353.
29 Farrington. What Darwin Really Said. s. 101.
30 Dobzhansky. “Race”. The Encyclopedia Americana (1962) cilt 23, 107-111’de açıklandığı gibi, klasik antropolojide ırk kavramı, kalıtımın “kan” kuramından dolayı yetersizdi. Ana babanın kanlarıyla birlikte kalıtımsal niteliklerinin karışarak çocuğa geçeceği sanılıyordu. Böylece, kardeşlerin kalıtım acısından _özdeş olacağı, öteki halklarla ilişkisi kesilmiş bir topluluğun saf ırk olana kadar birörnekleşeceğl yanılgısına düşülüyordu. Çağdaş genetik ise, kalıtımın kanla değil genle geçtiğini: ana babadan herbirinin çocuklarına genlerinin tümünü değil
yarısını geçirdiklerini, dolayısıyla çocuklarına farklı gen kombinezonları geçirdikleri için (özdeş ikizler dışında) kardeşlerin genetik yapılarının farklı olacağını ortaya koydu. Dahası, bir topluluğun kalıtılabilir gen çeşitliliğinin azalmayıp artarak sonsuza dek sürme eğilimi gösterdiği ortaya çıkarılmıştı. Bunun sonucu olarak ne insanda ne de çiftleşerek ürcyen öteki türlerde saf ırklann olamayacağı anlaşıldı. Bir topluluk ancak bazı genlerin sıklığı ile öteki topluluklardan ayrılabilirdi: yoksa ondaki genlerin başka topluluklarda hiç bulunmayacağı için değil. Sonuç olarak, çağdaş genetiğin ırkların belli bazı genlerin görünüş sıklığına göre tanımlanabileceğini ortaya koyduğunu görüyoruz.
31 Farrington, What Darwin Really Said, s. 82’de Darwin’in ve Darvincilerin bu yoldaki görüşlerinin, zayıfın soykırımına uğratılmasının doğaya uygun olduğunun düşünülmesine dek varabilen düşüncelere bilimsel bir haklılık sunacağını yazar.
32 Ünlü genetikçi Thedosius Dobzhansky. 1956’da, genetik farklılıkların halklann kültürel farklılıklarıyla bağlantısı sorununun çözülemediğini ve bu sorunun dogmalarla çözülemeyeceğini, çözümün geleceğin işi olduğunu; bugünkü bilgimizle, hatta tüm kültürlerde görülen ortak öğelerin bile doğrudan doğruya biyolojik, genetik düzeyde
belirlendiğini gösteren inandırıcı kanıtlar bulunmadığını söyler (bak, Gossett. Race, s. 427).

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz